SUAT DUMAN-DÜNYANIN LEŞLERİ

Suat Duman’ın Rakun’dan önce yazdığı Dünyanın Leşleri muazzam bir edebiyat eseri. Hayret ederek, şaşırarak, başım dönerek okuduğumu söylemem gerek. ‘İyi polisiye iyi edebiyattır’ ilkesinin dört dörtlük bir örneği olarak Dünyanın Leşleri, iyi yazılmış polisiyelerin edebiyata ne kadar güzel katkıları olacağının bir çeşit ispatı gibi. Edebiyatımız için bir gurur vesilesi, hakikaten. En azından benim hissettiğim buydu.
Kitabın en önemli gücü kitap boyunca peşinden gittiğimiz anlatıcının karakterini ortaya koyması. Bu karakterin en iyi özelliğinin içine zerre kötülük ve art niyet katılmamış dürüstlüğü olduğunu söyleyebiliriz; anlatıcıyla okur arasında kurulan bu güven dolu ilişkinin kitabın finalinde -bir yüceltme ve övgüye dönüşebilecek veya sığ kaçabilecek bir güzellemenin tam tersine- edebi bir tanıklığa ve takdire dönüştüğünü görmek eserin niteliğini ve lezzetini artırıyor. Suat Duman suçu da siyaseti de basitleştirmeden, şişirmeden, karakterinin açık sözlülüğü üzerinden bir gerçeklik olarak anlatıyor ve kanımca büyük bir etki yaratıyor. Muazzamdı. Kitap bitmesin istedim; bu öfkenin, bu haklılık payının, itirazların ve bütün kabullenişlerin arasında iyi ve güzel edebiyatın neden bu kadar kıymetli olduğunu yeniden hissetmek müthişti.
İyi polisiye iyi edebiyattır ve iyi edebiyat da tadını biliyorsanız eğer, harikadır. Okumayan kaldıysa, MUTLAKA öneriyorum Dünyanın Leşleri’ni.
ALGAN SEZGİNTÜREDİ/ MESUT DEMİRBİLEK – KAVGAZ

Kavgaz oldukça iyi bir kitap. Öncelikle temiz, güzel bir Türkçe ile anlatılan hikâyenin okunmaya değer olduğunu söyleyeyim.
İlk kez okuduğum Algan Sezgintüredi, polisiye edebiyat severlerin tanıdığı bir yazar.
Kitabın giriş ve ilk gelişme bölümleri hakikaten çok iyi; çünkü yazarlar Mutlu Kavgaz karakterinin hikâyesine giriş yaparken onunla ilgili merakımızı polis olduğu günün ilk anlarını, ilk günlerini, acemilik hislerini ve bu tecrübenin onda yarattığı bocalama duygularını çok iyi yansıtarak gideriyorlar. Bu ilk kısımlarda özellikle acemi bir polis olma, üstlerle tanışma, ilk görevler, ilk tecrübeler ilgi çekici bir okumaya davet ediyor bizi.
Ancak kitabın yarısından itibaren, yani Çantacı Davası başlar başlamaz bilgi akışı delil toplama gibi durumlarla ağırlıklı olarak vakaya yoğunlaşmaya dönüyor. Birkaç kez, örneğin Mutlu’nun ekibindeki karakterlerin ona verdiği önerilere ve nasıl davranması gerektiği yönündeki uyarılara rağmen karakterde bir profesyonellik hissediliyor, oysa acemilik hissinin yoğunluğu ve öğrenme merakı kitabın ilk kısımlarını çok iyi götürüyordu. Örneğin ilk vakasına götürüldüğü kısımlar oldukça iyi bölümlerdi.
Bunun dışında okuma zevkini kaçıran bir durum daha var; kendisiyle konuşulan ve bir anlamda sorgulanan birçok karakterin diyalogu düz yazı olarak sorular olmaksızın veriliyor, sorular olmadan cevaplardan oluşmuş pasajlar, paragraflar okuyoruz ve bu defalarca yapılıyor. Normal anlatımın dışına taşan bir tarz olduğu için üst üste yapılınca daha da dikkat çekiyor, tamamen kişisel bir görüş olarak söylersem, bu gereksiz bir durum.
Kitabın en iyi kısımlarından biri de finaliydi. Olayın oldukça güzel bağlandığını düşünüyorum. Merak duygusunun heyecanlı olaylarla değil muammayı çözme süreciyle sağlandığı bir çalışma olarak Kavgaz ilgi çekici, iyi bir polisiye çalışma.
CATHERINE RYAN HOWARD-HAYALET ADAM

İyi yazılmış psikolojik gerilimleri okumak büyük bir keyif verebiliyor. John Katzenbach’ın eserleri bu anlamda edebi çizgiyi büyük ölçüde koruduğu için iyi eserler olarak kabul edilebilir.
İlk kez okuduğum Catherine Ryan Howard, Hayalet Adam’da psikolojik gerilim türünün ötesine geçen bir eser koyuyor ortaya. Bu kitap aslında bir hatırlama, yüzleşme kitabı. Oni iki yaşındayken ailesinin katledildiği bir katliamın tek tanığı olan Eve Black yirmi sene sonra Hayalet Adam adıyla tanınan ve hâlâ yakalanamamış olan katille ilgili bir kitap yazıyor. Bu kitap Hayalet Adam’ın önceki cinayetlerini tek tek incelerken onun hakkında polisin yürüttüğü bütün soruşturmaları da anlatıyor. Ancak halen hayatta olan Hayalet Adam da kitabı okumaktadır ve okuduklarından hiç de memnun değildir.
Alışık tarzda yazılmış bir roman olsaydı basit, hızlı, eğlencelik, gerilim dolu sürprizlerle doldurulmuş bir kitap olarak görülebilirdi. Ancak yazar öncelikle kitabın içine ikinci bir kitap yerleştiriyor: Eve Black’in yazdığı ikinci kitabı biz de Hayalet Adam’la beraber bölüm bölüm okuyoruz. Böylece katilin işlediği suçların kronolojik akışını polislerden elde edilen detaylarıyla okurken neden yakalanmadığı konusunda da Eve Black’le beraber akıl yürütüyoruz. Ancak aslında yaşadığımız şey birbiri üstüne binmiş bir sürü bilgi arasında insani detayların, nüansların kaybolmuş olduğu. Eve Black’in yapmaya çalıştığı şeyin ısrarla bakmak ve hatırlamaya, hatırlatmaya çalışmak olması dikkat çekiyor. Artık yaşlanmaya başlamış bir adam olarak Hayalet Adam’ın da hatırladığı şeyler bazen Eve Black’inkilerle paralel hale geliyor. Katil de kurban da hatırlıyor, hatırlamaya çalışıyor. Birisi gizlenmeye devam etmek isterken, diğeri daha fazla bilgiyle gerçeğin ne olduğunu anlamaya çalışıyor.
Hayalet Adam sonuçta bir yüzleşme kitabı demiştim; bütün travmaları arkada bırakacak bir yüzleşme sonucunda iyileşmek için doğru adımlar atabilmek üzerine bir kitap bu. Eğlenmek, gerilmek için okunacaksa polislerle beraber yürütülen çalışmalardaki detayların insanı yormaması zor. Cinayetin ya da suçun eğlencelik bir şey olmadığı, olamayacağı, buradaki insan faktörünün es geçilemeyeceği bir yerden akıyor roman. Bu sebeple belki sıkıcı bulunabilir, eğlenecek bir şey yok çünkü. Bu anlamda gerçek dünyaya oldukça yakın bir yerde duruyor. Açıkçası oldukça iyi bir çalışma olduğunu düşünüyorum. Kesinlikle öneririm.
JOE R. LANSDALE-ORMANIN DERİNLİKLERİNDE

Ne kadar muhteşem bir kitaptı! İyi edebiyatın etkisi, gücü asla küçümsenemez. Büyün anlatıların, büyük hikâyelerin, çok iyi yaratılmış karakterlerin arasında, kenarda köşede bekleşen bu tür güzel eserler asla talip olmadıkları bir edebiyat mekânının tadını çıkarıyorlar. Ormanın Derinliklerinde, işte böylesi bir yerde hikâyesini anlatıyor. Okuması büyük bir keyifti. Bitireli saatler oldu, ama etkisi geçmedi.
1930’lı yılların ABD’sinde, ırkçılığın bitmek bilmediği bir zamanda birkaç cinayetin öyküsünü okuyoruz. Anlatıcımız belki de son zamanlarını yaşamakta olan bir ihtiyar. O, geçmişini hatırlıyor; ailesini, çevresini, toprağını, insanlarını ve cinayetleri.
İlk kez Joe R. Landsdale okuyorum. Türkçeye başka bir kitabı çevrilmemiş. Bir sürü de eseri var, hemen çevrilsin diye umut edeceğiz artık. Zira oldukça iyi bir yazar Landsdale.
Kitapta çeviri sebepli sıkıntılar olmaması kaçınılmaz. Çevirmenlerin Faulkner’ın eserlerinde bir tür cehennem yaşadığını okuduklarımızdan biliyoruz evet, ama bir benzeri de ister istemez burada yaşanmış. Çünkü kitabın siyahların ya da ABD’nin güneyindeki insanların şivesini, konuşma tarzını Türkçeye çevirmek neredeyse imkânsız. Bence kitabın çevirmeni bu tür ifadeleri elinden geldiğince sade bir şekilde bırakarak sorunu rahatsız etmeyen, kötü durmayan bir şekilde çözmüş. Ancak elbette dilin özgün hâlini, insanların memleketleri ve tarihlerinin yansıması olan söylemlerini yakalayamıyoruz, bu anlamda ister istemez steril bir ortam oluşuyor. Ancak buna rağmen çeviri oldukça iyi.
Kitabı kesinlikle öneriyorum. Yazar bu kitabında hatırlamayı, geriye ve geçmişe bakmayı, bakarken insanın hem dipsiz bir kuyu hem de bütün trajikliğine rağmen bir iyilik, iyimserlik ve umut etme öznesi olduğunu polisiye bir hikâye üzerinden anlatmayı muazzam bir güzellikle başarmış. Hikâye çok güzel, çok ürkütücü, çok gerilim dolu ve çok heyecanlı. İnsanlık hali dediğimiz kusurlarla doğmuş, ölüp gitmeden önce bu dünyada debelenmek, anlamak, hayatta kalmak zorunda kalan karakterlerin hikâyesi bu. Kesinlikle öneririm.
HASAN BULUT- AYNADAKİ DÜŞMAN

Bu sene Polisiye Yazarları Birliği’nin Kristal Kelepçe ödülünü kazanan Aynadaki Düşman, yazarın nitelikli bir atmosfer kurmayı başardığı iyi bir polisiye edebiyat örneği.
Hasan Bulut’un kitabın başından sonuna dek acele etmeden kurduğu bu atmosferin en iyi yönü, karakterlerine katabildiği gerçeklik duygusu. Kitabın özellikle Molla Casım etrafında kurduğu merak duygusu kolayca istismar edilebilecek ve bir karikatür hissi verebilecekken yazar yarayı biraz kaşıyıp kendi haline bırakmakla yetiniyor. Bu yaklaşım kitabın niteliğini artırıyor.
Kitapta Sıhhiye İhsan’ın dışındaki kişiler o kadar ölçülü bir şekilde kullanılıyor ki ortaya bir çeşit matematik deseni çıkıyor neredeyse. Yazar her şeyden ve herkesten yerli yerinde faydalanıyor. Hikâye acele etmeden gelişiyor, betimlemeler kitabın edebi niteliğini yükselterek aldığımız tadın çoğalmasını sağlıyor. Böylece özellikle ve öncelikle Sıhhiye İhsan gerçek bir insana dönüşüyor, çünkü en çok odaklandığımız karakter o. Diğer kişilerin de ondan aşağı kalmadığını ama doğal olarak daha geride durduklarını söyleyebiliriz. Hasan Bulut’un bu kitabında başarabildiği en güzel şey anlatabilmek, yaratabilmek. Okumayan kaldıysa kesinlikle öneririm.
EMEL ASLAN – SUÇ VE BELA ÖYKÜLERİ

Emel Aslan’ın Suç ve Bela Öyküleri adlı kitabını merakla okudum. Dokuz öykü içeren kitabın ilgi çekici bir eser olduğu muhakkak, elbette kusurları ve çok güzel yanlarıyla.
Emel Aslan için söyleyebileceğim ilk şey, temiz Türkçesi. Hikâyelerdeki dilin dikkatli, özenli bir Türkçeyle yazılmış olması güzel.
Kitaptaki dokuz hikâye suç ve bela öyküleri anlatıyor evet, ancak en azından benim okuduğum Türk polisiyelerinde görmediğim yerlerde gezinerek farklı bir şeyler de söylüyor. Bu kitapta hayvanların başına insan eliyle gelen her kötü şeyin aslında bir suç olduğunun hikâyelere yedirilerek anlatılması çok güzel. “Neden” adlı hikâyede yazarımız etkileyici bir hikâye anlatıyor. Hikâyenin tek kusuru son cümlesi olabilir sadece. Suç ve polisiye hikâyeleri içerisinde böyle bir bakış açısı olması hem güzel hem de doğru. Belki de en büyük suçlar toplumun onay verdiği sıradan, günlük, önemsiz görünen suçlardır.
Kitabın genel anlamda bir değerlendirmesini yapmak gerekirse; büyük oranda iyi bir ilk kitap olduğunu söyleyebiliriz. Dokuz hikâye arasında “Odadaki Fil” ne yazık ki muammasının ağırlığını taşıyamıyor, inandırıcılığını yitiriyor, bunun sebebi de aslında hikâyenin ben daha uzun bir öykü olmalıyım diye itiraz etmesi aslında. Yirmi sayfada bunca muamma, gizem, yüzleşme, suç ve sürpriz son gerekli etkiyi sağlamıyor.
Benzer şeyleri “Sentez” hikâyesi için de söyleyebiliriz. Daha uzun olmalı ki inandırıcılığı artsın. Ya da bu uzunlukta olacaksa eğer yazar daha inandırıcı yazabilmeli. Kitabın iki kusuru bu iki öyküde kendini belli ediyor.
Ancak Suç ve Bela Öyküleri, çok iyi öykülerle dolu. Muhteşem “Sürpriz!” gibi mesela. Gerçekten harikaydı. “Suç ve Bela” hikâyesi de dört dörtlük bir çalışma kesinlikle. Kitabın en ilginç hikâyelerinden olan “Oyuna Davet” belki David Fincher’ın bir filmiyle göbek bağı kuruyor usul usul ama başlangıçtan finale kadar Osman karakterinin içini doldurarak da yazarın karakter anlatmaya meylini, bunu başarma kabiliyetini de gösteriyor. Yazarın temiz Türkçesi kadar temiz karakterleri de (Zoi, Osman, Kızıl Bela, hatta “Bıraksaydım da Ölseydi” hikâyesinin anlatıcısı mazlum karakter) dikkat çekiyor. Tekrar “Oyuna Davet” hikâyesine dönecek olursak; öyküde artarda birçok sürpriz gelişme yaşandığı için kalem buralarda bir sarsıntı geçiriyor açıkçası, ama finale hasarla insek de asla kötü diyemeyiz, bir şekilde kurtarıyoruz. Belki bu tür sürprizli hikâyelerde sürpriz sayısı az olmalı ki bizi ikna edici olabilsin. Yine de özellikle Osman karakterini düşünerek söylüyorum, severek okudum.
Kitabın son hikâyesi “Mükemmel” de iyiydi diyebiliriz rahatça.
Sonuç olarak Emel Aslan’a bundan sonraki çalışmalarında başarılar diliyorum. Keyifle ve severek okudum. Güzel kitap kapakları kitapların değerini artırıyor, burada da iyi bir kapak söz konusu. Yazarın bundan sonraki çalışmalarında insanlar ve hayvanlar aracılığıyla bu dünyada yaşama tecrübemiz üzerine neler anlatacağını merak ediyorum. Kitabı herkese öneririm.