
Dedektif Dergi adına size yeniden hoş geldiniz diyorum. Bu söyleşimizde sizinle ağırlıklı olarak yeni romanınız Buzlar Çözülünce üzerine konuşmak istiyoruz.
Dedektif Dergi ikinci kez bana sayfalarında yer veriyor, bütün ekibe buradan teşekkürlerimi sunuyorum.
İlk romanınız Sürgün Avı ile polisiye edebiyatımıza kendinden emin bir giriş yapmıştınız. Sürgün Avı okurların büyük beğenisini topladı. 2020 yılında okur oylarıyla Kayıp Rıhtım Yılın En İyi Polisiyesi ödülüne layık görüldü. Hatta aynı yıl Polisiye Yazarları Birliği tarafından düzenlenen Kristal Kelepçe yarışmasında sizinle yarıştık. Sürgün Avı ilk romanınız da olsa sağlam bir zeminin üzerine kurulduğu belliydi. Okurlarımıza biraz kendinizden ve yazmaya nasıl başladığınızdan bahseder misiniz?
Ödüllerin hepsi kıymetli, okurların takdirini kazanmak her şeyden önemli. Kristal Kelepçe’de birçok değerli yazarla yarıştık ve sonucunda finalist oldum. Bunu öteki ödüllerden ayıran kriter, önemli polisiye yazarları tarafından değerlendirilmesiydi. Birinci olan arkadaşımız her yönüyle ödülü hak etti, biz de onu gururla alkışladık. Boğaziçi yokuşunda başlayan, oradan Sürgün Avı‘na ve son olarak Buzlar Çözülünce‘ye kadar uzanan bir yolculuk. Bu serüvenin anahtar kelimesiyse tutkuydu. Tutku, yazma sürecimdeki itici güç oldu ve her romana samimiyetle yaklaşmamı sağladı.

Edebiyat ve sosyoloji çoğu zaman iç içe geçmiş disiplinlerdir. Bir döneme damga vurmuş kimi yazarlarımız toplumcu gerçekçi romanlar kurgulayarak seçtikleri başat tiplerle dönemin toplumsal sorunlarını ele almışlardır. Yaşamı kuşatan kurumsallaşmış insan ilişkileri, toplum dinamikleri, inanç sistemleri, yozlaşmalar bugün polisiye romanlar içinde de sıklıkla kendilerine yer buluyor. Yani son yıllarda çıkan yerli polisiye romanların çoğunun artık bu misyonu üstlendiğini gözlemlemekteyim. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? Sizce de polisiye artık katil kim üzerine kurgulanmaktan öteye geçti mi?
Günümüzde polisiye romanlar giderek daha fazla toplumsal sorunlara ve sosyal meselelere odaklanıyor. Artık sadece suçun çözülmesi değil, aynı zamanda toplumsal adaletsizliklere, kurumların yozlaşmışlığına ve diğer sosyal dinamiklere de odaklanan polisiye romanlar daha fazla ilgi görüyor. Suçun sadece bireysel bir eylem olmadığının üzerinde durmak hem metnin niteliğini yükseltiyor hem de bu bakış açısını okura yansıtarak farkındalık kazanmasına zemin hazırlıyor. Bu, yazarların okurlarını sadece gerilimle değil, aynı zamanda toplumsal eleştirilerle de etkilemeye çalıştıklarını gösteriyor. Polisiye, katilin kimliğinden çok, toplumdaki sorunların çözümüne dair bir platform hâline gelmiş durumda. Fakat ben yine de katil kim polisiyelerini doyumsuzlukla okuyorum. Bazen gerçek dünyadan uzaklaşmak benim için bir motivasyon ve sessiz bir alan.
Sürgün Avı’ndan sonra Buzlar Çözülünce kitabınızı okuduğumda da bahsettiğim bu tezi doğrular nitelikte bir kitapla karşılaştım. Üniversitelerimizde yaşanan sorunlardan kadrolaşmalara, inşaat rantına, devlet içindeki örgütlenmelerden mülteci politikalarına, toplumdaki cinsiyet eşitsizliklerine kadar pek çok sosyal soruna yer verdiğinizi gözlemledim. Bu noktada Buzlar Çözülünce için politik polisiye diyebilir miyiz?
Buzlar Çözülünce‘de toplumsal sorunlara odaklanmak ve politik konulara değinmek benim için önemliydi. Roman, sadece bir suçun çözülmesini değil, aynı zamanda toplumdaki türlü sorunlara dikkat çekmeyi amaçlıyor. Olay örgüsü sadece suçla sınırlı kalmayıp, siyasi düzlemde de derinleşiyor. Ve suçun siyasi, sınıfsal, ekonomik, sosyal bir durum olduğuna dikkat çekmeye çalışıyor. Politik polisiye terimi bu bağlamda uygun olabilir.
Çocuk istismarı temelinde çok katmanlı bir hikâye ile karşımıza çıktığınız bu yeni romanı yazarken nasıl bir yol haritası izlediğinizi merak ettim açıkçası. Bacha Bazi eğlenceleri, Metaverse evreni, çocuk resimleri incelemeleri, indigo çocuk özellikleri derken epey bir konuyu kusursuz bir kurgu hâline getirmenizin öncesinde ciddi bir araştırma süreci olduğunu düşünüyorum. Gazetecilik geçmişinizin araştırma ve gözlem sürecinize katkısı mutlaka oluyordur. Bize bu romanı hazırlama sürecinizden biraz bahsedebilir misiniz?

Bu romanı yazarken birçok farklı konuyu işlemek ve bu konular arasında bağlantılar kurabilmek adına ciddi bir araştırma sürecine girdim. Gazetecilik geçmişim, araştırma ve gözlem yeteneklerimi güçlendirdi. Bacha Bazi meselesini araştırırken Afganistan ile ilgili belgeseller izledim, refakatsiz sığınmacılarla ilgili makaleleri inceledim. Metaverse, çocuk resimleri ve indigo çocuk özellikleri gibi konularda psikolojik ve teknolojik araştırmalar yaptım. Daha sonra bu farklı unsurları kurgusal bir bağlam içinde birleştirerek hikâyeyi oluşturdum. Araştırma süreci, romanın gerçekçi ve derinlemesine bir atmosfer kazanmasına bana çok yardımcı oldu.
Ben her yazarın satır aralarına kendinden parçalar serpiştirdiğini düşünürüm. Siz bu romanın/öykünün neresindesiniz sorusunu severim. Buzlar Çözülünce’ye baktığımızda Melih Günaydın’ın hayatından ya da hayatına etki etmiş insanlardan izler bulabilir miyiz? Örneğin kurguladığınız karakterlerden biri komşunuz, kurum müdürünüz ya da mahalleden bir esnaf çıkabilir mi? Romanın ilham kaynağı kimdi/neydi?
Her yazar gibi, ben de eserlerimde kendi deneyimlerimden ve gözlemlerimden izler bulundurdum. Ancak karakterler ve hikâye büyük ölçüde kurgudur. Romanlarım genellikle toplumsal sorunlara odaklandığı için elbette yaşamımdan ve çevremden etkilenmiştir. Ancak direkt bir karakterin birebir yansıması olmamakla birlikte, yazma sürecimdeki gözlemler ve deneyimler hayal gücümü şekillendirmede önemli bir rol oynamıştır mutlaka.
Her ne kadar ülke ekonomisindeki gidişat yayın dünyasına darbe vurmuş olsa da peş peşe kitaplar çıkmaya devam ediyor. Son zamanlarda hangi yerli polisiyeleri okudunuz? Okuduklarınız hakkındaki yorumlarınızı ve yerli polisiye üzerine düşüncelerinizi kısaca okurlarımızla paylaşır mısınız?
Son dönemde yerli polisiye romanlar içerisinde okuduklarımdan Aras Gençtürk’ün Tuzak romanını söyleyebilirim. Aras çok yetenekli ve üretken bir yazar, romanlarını ve kurgularını takip etmek her zaman keyifli. Her söyleşimde ısrarla söylediğim bir kitap daha var: Alper Kaya’nın 50 Maddede Polisiye Edebiyat eseri. Her polisiye yazarının ve okurunun edinmesi gerektiğini düşünüyorum. Masa başında mutlaka durmalı, kitabı elime alıp herhangi bir maddesine baktığımda, ne kadar da az şey biliyormuşum diyorum. Genel olarak, Türk polisiye edebiyatının kalitesinin arttığını düşünüyorum. Yazarlar, sadece suçun çözülmesinden öte, toplumsal meselelere de değinerek okurları düşündürmeye, suçun çeşitliliğini artırmaya çalışıyorlar. Bu, polisiye türünün evrimleştiğini ve daha geniş bir perspektife sahip olduğunu gösteriyor.
Öyküler yazdığınızı da biliyoruz. Kendinizi hangisine daha yakın ya da yatkın hissediyorsunuz? Öykü yazmanın roman yazmaktan zor olduğu söylenir. Bu görüşe katılıyor musunuz?
Her iki türü de seviyorum ancak kendimi daha çok roman yazmaya yatkın hissediyorum. Romanlar, karakter gelişimi ve karmaşık olay örgüleri konusunda daha fazla olanak sunuyor. Ancak öyküler, kısa ve etkili bir mesaj iletmek adına sanatsal odaklanmayı gerektiriyor. Her iki türde de yazmak benim için keyifli, fakat roman yazma sürecini daha doyurucu buluyorum.
Son olarak, yakın gelecekte bizi Melih Günaydın kaleminden çıkacak yeni bir proje bekliyor mu?
Şu an üzerinde çalıştığım roman, 1974 Dünya Kupası sırasında gerçekleşen bir cinayetin izini sürüyor. Heyecan verici bir hikâye olacak ve okurlarımın ilgisini çekeceğine inanıyorum. Kalemi elime alıp başlamak için sabırsızlanıyorum.
Dedektif Dergi ailesi olarak polisiye edebiyatımıza katkı sunan kıymetli yazarlarımızı ve eserlerini tanıtmayı önemli bir misyon olarak görüyoruz. Bize ve okurlarımıza zaman ayırdığınız için size çok teşekkür ederiz.
Tekrar beni konuk ettiğiniz için teşekkür ederim. Bu misyonla devam etmeniz dileğiyle…