Gece uyurken koridordan gelen bir tıkırtıya açtım gözlerimi. Kedim Toffy odanın açık kapısından koridora dikkatli bir şekilde bakıyordu. Tek bir noktaya odaklanmış, hiç hareket etmeden bakışlarını koridorun göremediğim derinliklerine kilitlemişti. O an yataktan kalkmak istemedim. Yorganı başımı örtecek şekilde çektim ve öylece beklemeye başladım. Kafamda bu sabah gördüğüm şamana benzer kadının sözleri yankılanıyordu. “Aynaların gücünü bilir misin? Aynalar çok güçlü enerji geçiş kapılarıdır. Bu evde dolaşırken aynalara dikkat et! Onlara gece asla bakma!”
Eve girdiğim anda devasa aynalar karşılamıştı beni ve ben kadının söylediklerini umursamadığım için korkunun zerresini hissetmemiştim. Ancak şimdi durum böyle değildi. Soluk alışlarım artıyor, nefesim gecenin koyu karanlığındaki sessizliği bölüyordu. Yorganın üzerinde bir şeyin hareketlendiğini hissettim bir anda. İçim daha da ürperdi. Elimi dışarıya çıkarıp hareketliliğin olduğu yöne doğru uzattım. Yumuşak tüyler karşılamıştı beni. Huzur veren sımsıcak tüyler. Toffy’nin ponçik tüyleri. Sonra kafamı da usulca yorganın altından çıkardım ve kedime baktım. Pozisyonu değişmemişti. Halen pür dikkat koridorun derinliklerinde bir noktaya bakıyordu. “Yok bu böyle olmayacak Macit. Kalk ve ne olduğuna bak. Hem ışıkları da yakarsın. Çocukluğundan beri karanlıktan korkmuyor muydun? Şimdi ne diye bu alacakaranlıkta tek başına kaldığın evde tek bir ışık huzmesini kendine çok gördün. Kalk, ışıkları yak!” İç sesim bana bu komutları veriyordu. Usulca yataktan doğruldum ve odanın kapısına yöneldim. Bu sırada yatağımın karşısındaki aynada beliren aksimle karşı karşıya geldim. Bir an için kendime benzetemedim aynadaki beni. Tüylerim diken diken olmuştu. Elimi elektrik düğmesine uzattım ve lambayı yaktım. “Aynadaki sensin Macit. Odanın kapısını kapatsan mı acaba?” İç sesim yine bana direktifler veriyordu. Yok, merak duygusu insanın başını belaya sokar. Ben belaya atılacaktım yine. Sessizce kapıya gittim, koridoru görecek şekilde pozisyon aldım. Az önce açtığım sarı ışık koridoru aydınlatmaya yetmişti. Ancak belli bir yere kadardı bu aydınlık. Sessizce odadan dışarıya adımladım. Bu sırada Toffy miyavlayarak yataktan atladı ve koridorun karanlığında kayboldu. Adımlarımı dikkatli bir şekilde atarak koridorun ışığını da yaktım ve tüm detaylar bir anda canlandı. Hiçbir şey yoktu orada. Ama ya o tıkırtılar neydi? Sanki birisi elini yumruk yapmış, bir tahtaya vuruyordu. Biraz daha ilerledim. Konağın koridorunun duvarlarında eski ev sahiplerinin büyük tabloları asılıydı. Sağ tarafımda Şahsenem Sultan -evi gezdiren emlakçıdan öğrenmiştim ismini- on dokuzuncu yüzyıl Osmanlı’sının kendine özgü saray kıyafetleri içinde selamlıyordu evi. Çok şık zümrüt küpeler ve kolyesi asaletinin tamamlayıcılarıydı adeta. Tam karşıdaysa konağın sahibi Ragıp Bey’in portresi vardı. Nizamlı kesilmiş sakalları, son derece şık giyim tarzı ve başındaki fesiyle oldukça mağrur bakıyordu bana. Bunu düşünürken ürpermiştim. Çok katı bir yüzü vardı Ragıp Bey’in ve sanki doğrudan gözlerimin içine odaklanmıştı. Kafamdaki saçma düşünceleri elimin tersiyle süpürdüm. Sanki bu şekilde kurtulacaktım korkularımdan. Tam o sırada yine duydum esrarengiz tıkırtıyı. Üst kattan geliyordu. Evet, şimdi daha iyi anlamıştım sesin kaynağını. Kesinlikle üst kattan geliyordu. Yok bu böyle olmayacaktı. Merakıma yenilmiştim yine. Üst kata çıkacaktım ve korkularımla yüzleşecektim. Koridorun sol tarafında bulunan altın varaklı duvar aynasının önünde durdum. “Bu evde dolaşırken aynalara dikkat et. Onlara asla gece bakma!” diyen tuhaf kadının sözleri kulağıma çalındı tekrar. “Bakma Macit. Ne olursun bakma.” Bakmadım ve dümdüz devam ettim. Üst kata çıkan tahta korkuluklu merdivenlerden tırmanmaya başladım. Burası evin kule kısmıydı. Birkaç basamak çıkmıştım ki yüzüme serin bir rüzgâr değdi. “Allah! Allah! Bu da neyin nesi bu sıcakta!” Çıkmaya devam ettim ve sonunda yolum bir kapıyla kesildi. Kapının altından ince bir hava akımı geliyordu. Sanırım az önce yüzüme vuran da bu hava akımının ta kendisiydi. Kapıyı ilk deneyişte açtım. Kilitli değildi. Eğer öyle bir şey olsaydı sanırım yarın gidip bana evi gezdiren emlakçıya bir hayli kızacaktım. Başımı içeri uzattım ve etrafı kolaçan ettim. Açık pencere yoktu. Peki o hava akımı nereden geliyordu? Birkaç adım daha atarak odanın giriş kısmına geldim. Bu sırada kapıda bir gıcırdama sesi duydum. Kalbim yerinden çıkacaktı adeta. Tam geriye dönüp baktığım an kapı büyük bir gürültüyle kapandı. Açmaya çalıştım, lakin faydasızdı. Kapı kilitlenmişti. “İşte şimdi sıçtın Macit.” diye geçirdim içimden.
“Bana bakın eğer bu bir şakaysa derhal buna bir son verin!” diye bağırdım ve tepki bekledim, ancak yoktu. “Hey! Kime söylüyorum kapıyı derhal açın.” Sustum ve dinlemeye başladım. Biri merdivenlerden çıkıyordu. Gırrç, gırrç, gırrç…
Bir gün öncesinin sabahı
“Evet, burası da geniş mutfağımız. Konağın bence en güzel yeri,” dedi emlakçı kadın.
“Gerçekten de güzelmiş Emel Hanım. Ya şurası…”
“Hımm, orası salona açılır Macit Bey. Evin ilk karşılama alanı anlayacağınız. Eskiler burada ağırlıyorlardı misafirlerini ve yine burada ikramlarını yapıyorlardı.”
“Gerçekten güzelmiş.”
“Bir şey soracağım. Konağı ne kadar bir süreliğine kiralayacağım demiştiniz?”
“Çok uzun süre değil. Ben yönetmenim ve mesleğim gereği altı ay kadar İstanbul’da kalmam gerekiyor.”
“Peki neden bu konak ve bu masraf?”
“Çekeceğim filmle alakalı Emel Hanım. O yüzden burayı seçtim. Paranınsa bir ehemmiyeti yok ideallerim uğruna.”
“İlginç… Yani çok zengin müşterilerimiz dahi bu masrafları yapmaz da o yüzden sordum.”
“Zenginlikle ilgisi yok bunun. Neyse devam edelim mi?”
“Buyurun, bu taraftan.”
Konağı enikonu gezmişlerdi. Üst katta çok oyalanmadılar. Anlaşılan koca evi biraz da kendisi keşfetmek niyetindeydi Macit. Fiyatta anlaştılar ve çıktılar. Anahtarlarını teslim alan Macit karşısında tuhaf giyimli bir kadın gördü. Kadın iki elini yana açmış süzüyordu Macit’i. Çok üzerinde durmadı Macit. Emlakçıyla kapı önünde ayrıldılar. Tam arabasına binecekken bir el omzuna dokundu. Aniden omuzlarından aşağıya doğru bir elektriklenme hissetti Macit. Gözlerinde şimşekler çaktı. Arkasını döndü ve az önceki kadını gördü karşısında. Kadın yavaşça elini Macit’in omuzundan çekerken, “Aynaların gücünü bilir misin? Aynalar çok güçlü enerji geçiş kapılarıdır. Bu evde dolaşırken aynalara dikkat et! Onlara gece asla bakma!” dedi. Doğuştan sürmeli gözleriyle bıçak gibi kesiyordu Macit’i bakışları.
“Kimsiniz siz? Korku filmi mi çekiyoruz burada?” dedi Macit.
Kadın kızıl saçlarını eliyle geri attı ve konağı işaret etti. “Gerçek korku orada!”
“Hayda! Yahu bırakın gizemli konuşmaları. Ne aynası ne geçiş kapısı… Bak güzel ablacım, eğer amacın beni korkutup bundan nemalanmaksa boşuna uğraşıyorsun. Para istiyorsan vereyim.”
“Paran senin olsun. Lazım olacak…”
“Tövbe tövbe, hey nereye gidiyorsun? Dur, dur bir saniye.” Macit kadının kolundan tutarak kendine dönmesini sağladı. “Bak özür dilerim, öyle demek istemedim. Niçin bana bu uyarıları yapıyorsun?”
Gizemli kadın hiçbir şey söylemedi. Sadece parmağıyla evi gösterdi tekrar “Bak…”
“Nereye bakayım? Orada biri mi var?”
Yanıt yoktu. Kadın hızlı adımlarla uzaklaştı oradan. Daha fazla uzatmak istememişti Macit, bu yüzden kadına engel olmadı.
***
Ayak sesleri kapının önünde kesilmişti. Hırıltılı bir nefes sesi duyuluyordu sadece. İtiraf edeyim donuma etmek üzereydim. Sonra kapıya vurmaya başladı gizemli varlık. “Kim… Kimsin sen?” dedim. Hırıltılı ses dışında bir yanıt yoktu. Bu arada bulunduğum odada etrafa hızlıca göz attım. Elime geçireceğim sopa, değnek, tahta parçası ne varsa kapıyı açıp başına vuracaktım artık karşımdaki her kimse. Tam köşede duvara dayalı bir baston gördüm. Kimindi acaba? “Aman kiminse kimin Macit. Al bastonu vur kafasına. Gebert gitsin.”
“Git buradan,” dedi hırıltılı ses. “Git, sen buraya ait değilsin.”
Artık tüm heyecanımı bastırmam gerekiyordu. Gücümü topladım. “Haydi Macit! Bir cesaret…” Artık dayanacak gücüm kalmamıştı kapıyı açtığım gibi elimdeki bastonu savurdum. Darbenin etkisiyle çok sert bir şeyin kırılması gibi bir ses geldi karşıdan ve derin bir ahlama. Tam bu sırada bir güç beni odanın içine doğru savurdu. Kafamı kolona çarpmış olmalıyım ki anında kendimden geçmişim.
Uyandığımda günün ilk ışıkları odayı aydınlatıyordu. Ben ve çaresizliğim baş başaydık. Ensemde korkunç bir acıyla duvardan da destek alarak ayağa kalktım. Kendime gelmekte zorluk çekiyordum. Ne yaşamıştım Allah aşkına ben dün akşam? Yavaşça kapıya doğru ilerledim ve yarı açık kapıdan başımı uzattım. Artık aydınlık olduğu için korkum da azalmıştı. Ancak huzursuzluğum devam ediyordu. Kapının önünde kan izleri vardı. Bariz bir şekilde duvara da sıçramıştı kan. Aynı izler merdiven boyunca aşağı kadar iniyordu. Korkuluklara tutunarak aşağıya indim. İzleri takip ediyordum. Tam o sırada gördüm yüzükoyun yerde yatan kişiyi. Bu bir kadındı. Başında da Toffy vardı. Kediciğim artık ölü mü dirimi olduğunu bilmediğim şahsın kafasını kokluyordu. ”Toffy çekil oradan!” diye bağırdım. Israrla çekilmedi. Yaklaştım yerde yatana baktım. Ben bu kadını bir yerden tanıyordum. “Tabii ya, dünkü şaman tipli kadın bu.” Sesli konuşmuştum.
Kafası aldığı darbeyle parçalanmıştı. Buraya kadar zor gelmiş olacak ki son nefesini koridorun ortasında vermişti. Nabzını yokladım. Evet tahminim doğruydu. Kadın ölmüştü. “Aman, Yarabbi, ne yaptım ben? Katil oldum. Ben öldürdüm onu Toffy!!” Haykırışlarımı duyunca kedi içeriye yatak odasına doğru kaçtı.
“Hayır, Macit sen öldürmedin. O senin canına kastetti. Nefsi müdafaa yaptın. Hemen kendine katil damgası vuruyorsun. Git ve polise haber ver. Onlarda anlayacaklardır durumun böyle olduğunu.” İç sesim beni yönlendiriyordu yine. Onu dinlemeliydim. Hemen polisi aramalıydım. Ne işler açmıştım başıma? Çekeceğim gerilim filmim için bilerek tutmuştum bu konağı. Dünyanın parasına da acımamıştım. Ancak daha ilk gece olacak iş miydi bu? Çaresiz tuşladım telefonu, polisi aradım.”
“Alo, merhabalar ben bir ihbar yapacağım. Evimde ölü bir kadın var… Yok, bilmiyorum… Nasıl evime girmiş bilmiyorum. Sanırım onu ben öldürdüm. Lütfen memur bey buraya bir ekip yollayın. Ragıp Bey Konağı Numara 41.”
***
Başkomiser Faruk ihbarı alır almaz yardımcısı Salih’le birlikte olay yerine hareket etmişti. İstanbul’da bu tip ihbarlara alışkındılar. Ancak ilk defa tarihi bir konakta işlenmiş bir cinayet için sürüyorlardı emektarlarını verilen adrese. Küpeli çiçeği ve begonvillerle süslü dar sokak aralarından geçerek ulaşmışlardı Konağa. Ragıp Bey Konağı tüm ihtişamı ve ölümün korkutuculuğuyla karşılamıştı onları. Olay Yeri İnceleme az önce ulaşmıştı konağa. Araçları kapıda park halindeydi ve girişe emniyet şeridi çekmişlerdi. Konağın devasa ve tarihi giriş kapısında Kriminolog Berna ve Komiser Yardımcısı Kemal karşıladı onları.
“Hoş geldiniz Başkomiserim,” dedi Berna.
“Hoş bulduk Bernacım. Nerede olmuş olay?”
“Üst katta koridorda. Bize olayı bildiren ev sahibi Macit Bey de orada.”
Başkomiser Faruk ve Salih kapıda ayaklarına galoş geçirip içeri girdiler. Maktulü inceleyen Faruk,“Nasıl olmuş olay? Sorguladınız mı Macit Bey’i?” diye sordu yardımcılarına.
“Evet, Başkomiserim. Zaten telefonda kadını öldürdüğünü diye itiraf etmiş.””
Faruk Macit’i kanlı zemini ve cesedin pozisyonu inceledikten sonra merdivenlerden yukarıya çıktı, ilk darbenin vurulduğu yeri ve odayı gezdi. Olayda kullanılan ucu demirli bastonu eldivenli eline aldı, evirip çevirdi. Sonra hiçbir şey söylemeden Macit’in beklediği odaya yöneldi. Macit kucağında kedisiyle yatağında oturuyordu. Kafasını okşuyordu kedinin. Başkomiseri görünce ayağa kalktı. Kedi de kucağından yere fırladı.
“Kediyi tutun Kemal. Kanıtlara zarar gelmesin,” diye arkadaşını uyardı Faruk. Kendisini görünce ayağa kalkan Macit’e sakin bir el hareketiyle oturmasını işaret etti. “Ben Cinayet Büro’dan Başkomiser Faruk Saymaz, bu da yardımcım Komiser Salih Onur.”
“Memnun oldum Faruk Bey,” dedi Macit zor duyulan bir sesle.
“Bu ev sizin mi? Yani babadan dededen yadigâr olarak mı kaldı?”
“Hayır değil, dün kiraladım ben burayı. Akşam da ilk gecemdi. Ama maalesef…”
Faruk sözünü kesti Macit’in.
“İlk gecenizde bir cinayet işlendi bu evde ve öldürülen kişinin katili sizsiniz.”
“Evet, ama…”
“Sadece soruları yanıtlayın Macit Bey,” dedi Faruk. Sesi çok net ve kati çıkmıştı..
“Ölen kadını tanıyor musunuz? Evet ya da hayır.”
“Hayır.”
“O zaman bu kadın evinize nasıl girebildi bir fikriniz var mı? Sadece kısa cevap.”
“Hayır, yok.”
“Bir anda karşınıza çıkıyor ve hayalet görmüşçesine korkup elinize geçirdiğiniz bir asayla -o sırada asayı yardımcısı Salih’ten aldı- maktulün kafasına vuruyor ve ölümüne neden oluyorsunuz. İşte o asa da bu asa.”
“Ama haneye tecavüz vardı Başkomiserim. Beni köşeye sıkıştırdı. Odanın kapısını üzerime kilitledi. Ben de kapıyı açıp ilk darbeyi vurdum. Aslında onun bir ecinni olduğunu düşündüm. Ne yaptığımı bilmiyordum. Siz olsaydınız ne yapardınız? Saat gecenin bilmem kaçı?”
“Kaçı?” diye tekrarladı Başkomiser. Böylesine tavizsiz bir sorgulama canını sıkmıştı Macit’in. Ancak sinirlenmenin yeri olmadığını düşünmüş olacak ki ses tonuna verdiği ılımlı havayla yanıtladı.
“Şey, hatırlamıyorum. Sanırım üç gibiydi. Ancak bu kadını dün evin önünde gördüm. Bana tuhaf şeyler söyledi.”
“Bu ilginç işte. Tam olarak hatırlıyor musunuz neler dediğini?” diye sordu sorgulayıcı bakışlarla Başkomiser.
Bunun üzerine Macit, kadının kendisine söylediklerini aktardı polislere.
“Demek ‘Evdeki aynalara bakma,’ dedi öyle mi?”
“Evet aynen öyle dedi. Dediğim gibi aynalar geçiş kapılarıymış.”
“Bu vaka giderek tuhaflaşıyor. Ayna konusuna döneceğiz. Şu asaya bakıyordum. Asalar konusunda naçizane biraz bilgim vardır Macit Bey. Elimdeki asa fındık ağacından yapılmış ve üzerinde çeşitli tılsımlar görüyorum. Kadim dönemlerden bu yana bu tarz asaların çeşitli ilimleri ve gizemli güçleri olduğuna inanılır. Bana dedemden kalan özel bilgiler bunlar. Özellikle fındık ağacından yapılan asaların büyülerde kullanıldığına inanılır.”
“Bu ne anlama geliyor peki?” diye sordu Macit.
“Üzerindeki işaretleri inceleyebilirsiniz. Kara büyü ya da karanlık tarafla temasa geçilmesinde bu asanın kullanıldığını varsayıyorum. Hiç bilmediğiniz bir evde elinize ilk geçen şeyin bu olması sizce de ilginç değil mi? Böyle asalar ulu orta yerde durmaz.”
“Anlayamıyorum.” Macit’in kafası karışmıştı.
“Hangi odalarda ayna var?”
“Şey, bir tane benim odamda var. Bir tane büyük ayna da koridorda var. Aşağı katta da yanılmıyorsam üç büyük ayna daha var,” dedi Macit.
Bunun üzerine yatak odasındaki aynaya yöneldi Başkomiser ve parmaklarını aynanın yan kısımlarında gezdirdi. Sonra koridora çıktı. Cesedin yanından geçerek duvardaki büyük aynanın yanına geldi.
“Salih bana yardım et. Şu aynayı kenara itelim.”
Salih’in de omuz vermesiyle aynayı bir parça sağa doğru ittiler. Ortaya çıkan manzara karşısında herkes şaşırmış kalmıştı. Portal kapısı görevi gördüğü belirtilen aynalardan birinin arkasında orta boylu bir insanın rahatlıkla geçeceği büyüklükte bir delik vardı. Yanına birkaç polis daha çağırdı Başkomiser ve hep birlikte aynayı duvara takılı olduğu bağlantılardan kurtararak yere indirdiler. Şimdi karşılarındaki delik tam olarak görünmekteydi. Telefonunun ışığını deliğe tuttu Başkomiser.
“Vay canına!” dedi yanına gelen Salih’e bakarak.
“Ne gördünüz Başkomiserim.”
“Merdivenleri görüyor musun?” diye sordu Başkomiser telefonun ışığıyla içeriyi aydınlatırken.
“Gördüm Başkomiserim. Meğerse boyutlar arası geçiş kapısı aynanın arkasındaki gizli bir geçitmiş.”
***
Başkomiser Faruk ve Salih ekip otolarından getirttikleri el fenerleriyle geçitten içeriye süzülmüş, merdivenlere ulaşmışlardı. Evin içinde başka bir yapı gibi duran bu rutubetli yer tarihten bir sayfa açmıştı önlerine. Merdivenlerden ağır ağır inmeye başladı polis memurları. Bu sırada Kriminolog Berna da cesetten doku ve kan örnekleri aldırmakla meşguldü. En ufak bir ayrıntıyı atlamamaya çalışıyorlardı. Tedbir olarak da Macit Bey’in yanına bir polis dikmişlerdi. Uzun boylu, iri polis memuru kuş uçurtmayacaktı odadan.
“Nereye uzanıyor bu tünel acaba Başkomiserim?”
“Bilmiyorum Salih. Sanırım birazdan bir çıkışla karşılaşacağız. Bak merdivenler burada son buluyor.”
Merdivenlerin bittiği yerden itibaren dar bir koridor belirmişti. Kısa bir geçit daha büyük bir alana açılıyordu. Tanrılara kurban verilen sunaklar gibiydi içerisi. Bilmeyen gözler içinse sadece bir in. Faruk el fenerini duvarlara tuttu.
“Duvarları görüyor musun Salih? Tarih katmanları nasıl da üst üste binmiş. Sevgili arkeolog dostumuz Samet’ten çok şey öğrendim bugüne kadar. Bak şu en alt duvar bloku doğu Roma. MS 5. yüzyıl. Daha üstüyse Bizans geç dönem. Onun da üstü Osmanlı ve en üstte Konak var.”
“Başkomiserim bugün beni fazlasıyla şaşırtıyorsunuz. Her gün yeni bir özelliğinizi öğreniyorum. Önce asa, sonra aynanın arkasındaki dehliz, şimdi de tarihin katmanları.”
“Eh, biz de kendi çapımızda uğraşıyoruz Salihcim. Hayatımızı yazsak roman olur da… Bir saniye o da neyin nesi?” Faruk elindeki feneri odanın zeminine doğru tutmuştu. “Kan değil mi bu?”
Salih emin olmak için daha yakına gelmişti. “Evet, Başkomiserim. Kan lekesi. Henüz taze. En fazla birkaç saatlik.”
“Fakat nasıl olur? Maktul yukarıda öldürüldü. Macit’in geçitten haberi yok. Ama dur bakalım… “Yerdeki el izlerini görüyor musun Salih. Sanki birisi yerde sürünmüş gibi.”
“Sanki odanın diğer tarafından bir ışık sızıyor Başkomiserim. Baksanıza.” Işığın geldiği yöne ilerlediler. Karşılarına yeni bir geçit çıktı. Geçit konağın dışına açılıyordu. Çıkış tarafında iki büyük taş bloku ve ağaç dallarından oluşan doğal bir kapak vardı. Bu sayede dışardan bu gizli geçidin fark edilmesine pek olanak kalmıyordu. Kendilerini nihayet konağın dışında buldular polis memurları. Tekrar evin çevresini dolaştılar ve ilk geldiklerinde kullandıkları ana kapıdan bir kez daha konağa girdiler. Faruk ile Salih’i karşılarında gören Berna çok şaşırmıştı.
“Hayırdır Başkomiserim, geçidin dışarıya bir çıkışını buldunuz sanırım.”
“Aynen tahmin ettiğin gibi Berna. Maktulün bileklerine bakmak istiyorum,” dedi Faruk.
Berna bir anlam verememişti ancak Faruk Başkomiserin böyle bir talebi varsa mutlaka bir bildiği vardır diye düşündü.
Faruk yerde öldüğü pozisyonda yatan zavallı kadının bileklerine ve boynuna baktı. Daha sonra da maktulü kendisine çevirerek elbisesini kaldırıp göğsünü kontrol etti.
“Şimdi bazı şeyler kafamda oturuyor çocuklar. Şuraya bakar mısınız?” dedi ve kadının bileklerinden birini havaya kaldırdı. Bilekler üzerinde bariz şekilde sıkıca bağlanmış bir ipin bıraktığı izler görünüyordu.
Morlukları daha önce fark edemediği için kendisine kızdı Berna.“Başkomiserim henüz ceset üzerindeki çalışmam bitmemişti,” diye açıklamaya girişti.
Ancak Faruk onu konuşturmadı daha fazla. “Bernacım hiç mühim değil. Tecrübe öyle hemen kazanılmıyor. Hiçbirimiz anamızın karnından polis doğmadık. Zamanla olacak. Şimdi müsaadenizle biraz düşünmek istiyorum. Bu arada Macit Bey’in durumu nasıl?”
“İçeride başkomiserim. Başına bizim Hakkı’yı verdik,” dedi Kemal.
“Bu arada mesleği neydi bu arkadaşın?”
“Film yönetmeni olduğunu söylüyor. Burada kalmasının sebebi yeni çekeceği gerilim tarzı film için ilham almakmış.”
“Böyle pahalı bir konaklama için ödediği parayı çekeceği filmin hasılatı karşılayacak o zaman. Çok ilginç gerçekten,” dedi Başkomiser ve az önce odanın kenarında bıraktığı tılsımlı asayı eline alarak uzaklaştı.
“Sence konuyu çözdü mü dersin?” diye sordu Berna, Salih’e.
“Çözülecek bir şey yok aslında Berna. Adam zaten kadını öldürdüğünü bildirmiş. Haneye tecavüz diyor. Bunda bu kadar düşünecek ne var anlamıyorum.”
“Ben o kadar basit olduğunu düşünmüyorum Salih. Eğer öyle olsaydı Başkomiserim konu üzerine bu kadar kafa patlatmazdı.”
“Onu tanımıyor gibi konuşuyorsun Berna. O her zaman ayrıntıcıdır.”
“Ancak kanıtlar ayrıntılarda gizlidir sevgili Komiserim,” diye konuşmanın arasına girdi Başkomiser sevecen bir şekilde. Salih kıpkırmızı olmuştu.
“Şey, Başkomiserim. Hani diyordum ki…”
“Bir şey deme Salih. Sadece benim odaklandığım gibi odaklan,” dedi Başkomiser.
“Nasıl, bir sonuca varıyor musunuz Başkomiserim?” Soruyu soran Berna’ydı.
“Ah, evet vardım bile Bernacım. Lütfen Macit Bey’in yanına gidelim.”
Hep birlikte yatak odasına girdiler. Odada nöbet tutan polis memuru Hakkı saygıyla selamladı onları. Macit de ayağa kalkmıştı bu sırada.
“Lütfen rahatsız olmayın sayın yönetmenim,” dedi Faruk. Başkomiserin sesindeki tınıdan rahatsız olmuştu Macit ama belli etmemeye çalıştı.
“O delikte ne buldunuz çok merak ediyorum,” diye sordu yönetmen.
“Küçücük bir delikten çok önemli sonuçlara vardık Macit Bey,” Bunları söylerken Macit’in gözlerine bakıyordu Başkomiser.
“Sizi dinliyorum.”
“Tamam, öncelikle itiraf etmekle başlayabilirsiniz.”
“Neyi itiraf edeceğim. Zaten ben öldürdüm dedim ya.”
“Evet, doğru kadını siz öldürdünüz. Ancak bunu haneye tecavüz olarak lanse ettiniz. Fakat olay aslında böyle değildi. Bunu çok iyi biliyorsunuz.”
“Bu saçmalık Başkomiser. Deli saçması.”
“Lütfen kelimeleri daha dikkatli seçin yönetmen bey. Siz bu evi sadece filminizi çekmek için değil, aynı zamanda şizofrenik açlığınızı bastırmak için tuttunuz.”
Adam tam itiraz edecekken Başkomiser el işaretiyle kendisini susturdu.
“Siz bu evde bir cinayet planladınız. Cinayet içinse şuracıkta yatan masum kadını kendinize hedef seçtiniz. Dün bahçede karşınıza çıkan kadın sizden ayrıldıktan sonra onu takip ettiniz ve bir dehlizden eve girdiğini gördünüz. Aslında bu kadın orayı biliyor ve eve istediği zaman girip çıkıyordu. Neyse, kadını dehlizde elindeki asayla bir takım tılsımlı sözler söylerken buldunuz ve üzerine çullandınız. Onu dövdünüz Macit Bey. Göğsüne vurdunuz tekmelerle. Sonra da iple sıkıca bağlayıp orada bıraktınız. Kadın, gece bir şekilde oradan kurtuldu ve aynayı iterek eve girmeye çalıştı. Sizin duyduğunuz tıkırtılar bu seslerdi.”
“Siz büyük bir hayalperestsiniz Başkomiser.” Adam belli belirsiz gülmeye başlamıştı.
“Yoo, Macit Bey esas hayalperest sizsiniz. Kadının asayla yaptığı tılsımlı işlerden korktuğunuz için onu bağladıktan sonra asayı üst kata çıkardınız. İplerden kurtulan kadın, gücünün kaynağı olduğunu düşündüğü asayı almak için eve girdi. Onun eve girdiğini tahmin ettiniz ve yukarıya çıktınız. Asayı almaya geldiğini bildiğiniz için onu kendi silahıyla öldürmekti amacınız. Odaya girdiğinizde kapı arkanızdan kapandı ve kilitlendi demiştiniz. Oysa atladığınız bir şey vardı. Kilitlenmiş bir kapıyı rahatlıkla nasıl açıp zavallı kadının kafasına acımasızca vurdunuz? Zaten kapının anahtarı oda tarafındaydı. İşte siz bu detayı atladınız. Hep söylerim, ‘kusursuz cinayet yoktur’ ancak siz kusursuz bir cinayet işlemeye çalıştınız Macit Bey.”
“İftira bu! Düpedüz iftira!” Adamın yavaş yavaş gardı düşüyordu.
“İftira değil gerçekler. Senaryonuzu yazdınız ve oynadınız. Böylelikle en mükemmel filmi ortaya çıkarmayı hedeflediniz. Ancak planlarınız suya düştü öyle değil mi? Ne talihsizlik Macit Bey. Ne oldu başınız öne düştü. Söylediklerim sizi incitmesin. Bilakis doğrular acıtır. O masum kadının kanı kurumadan bizler bu olayı aydınlattık. Sizse karanlık bir kodeste aydınlık günlere kavuşmayı bekleyeceksiniz. Yeni bir film çekmenize müsaade etmeyeceğiz.”
“Arkadaşlar kelepçeleyin Macit Bey’i!” dedi Başkomiser ve mağrur bir şekilde odadan çıktı.