Kadife sesli tangocu Şecaattin ağabeyimiz şarkı söylerken biz ikimiz, iki kanepenin arasında kalan boşlukta dans ediyoruz. İstanbul’da son tango…
“Sana nerden gönül verdim
Ahh, keşke vermez olay-dım”
Çok iyiyiz yahu, yani çok güzel verecek hatun. Oynaşıp cilveleşmişiz, meyhanede içip kızın evine gelmişiz, ama yine de bu işler sanıldığı kadar kolay değil; işin raconunu bilmek lâzım. Gece vakti, Aliye’nin perdeleri sımsıkı kapalı evinde yanak yanağa geldiğimizde, erotik fısıltısı kulağımı ıslatıyor. “Onunla dans okulunda mı tanışmıştın?”
“Kiminle?”
“Karınla tabii” diyor. “Kiminle olacak?”
Sorularını duymazdan geliyorum. Tangonun koreografisi gereği bedenimden uzaklaşan mini etekli Aliye’nin bacaklarına mı yoksa göğüslerine mi bakayım, şaşırmış durumdayım. Hatun çok hoş canım, görmeniz lâzım; ortadan az kısa boylu, incecik ama dolgun vücutlu, kısa kumral saçları menevişli mavi gözlerini iyice ortaya çıkartmış. Fındık kurdu kadar cilveli, güzel bir yaratık…
“Seni nerden sevdim keş-ke
Sevmez oo-laay-dım”
“Başkaları da mı vardı yoksa?” diye soruyor.
Evden kaçan karım ve diğer sevgililerim gibi onu da eğitmenlik yaptığım dans okulunda tavladım, evet. Sorusunun cevabı bu aslında… Takdir edersiniz ki bir dans hocasının avlağı dans pistidir, yine de orada tanıştığım ilk günün akşamında beni evine davet eden Aliye’ye pis bir zamparator izlenimi vermem doğru olmaz.
Dans figürünün gereği olarak koluma yatınca, “Evin çok güzel” diyerek konuyu değiştiriyorum. “Ne kadar hoş bir yer. Demek burada tek başına kalıyorsun, bravo valla…”
Salonun yemek odası kısmına sürüklüyor beni. Oturmam için sandalyeyi arkaya çekerken, Aliye’yi belinden kavrayıp öpmeye kalkışınca başını öte yana çeviriyor. “Şşşt, biraz fazla ateşlisin” diyor. Elimden kurtuluveriyor.
Geçip kuzu kuzu oturuyorum, ne yapayım? Masanın karşı tarafına yürüyüp büfenin üzerinde duran kahve makinesini çalıştırıyor. Arkası dönük, karşımdaki füme renkli aynadan göz kırpıyor bana.
“Sorularımdan hoşlanmıyorsun, anlıyorum, ama karın pat diye ortadan kaybolmamış olsaydı senden işkillenmezdim, soru da sormazdım” diyor.
“Niye işkilleniyormuşsun?”
“Sanki benden sakladığın bir şeyler varmış gibi geliyor.”
“Ne saklayacağım yahu?!”
Aliye ellerini ve tırnaklarını gösteriyor, yüzünü korkunçlaştırıp cadı taklidi yapıyor. “Saklıyorsun, ben anlarım!” diyor.
Ay, çok korktum!
“Karım başka bir adama âşık oldu ve evi terk etti. Bunun nesi acayip?”
“Şöyle acayip: Normal bir hikâyede, eşin ayrılmak istediğini söyler, belki kavga edersiniz ve evi terk edip annesine gider ya da sen bir otele taşınırsın veya karın evden ayrıldıktan sonra avukatı seni arar, boşanırsınız… Normali budur, öyle değil mi?”
“E bizim hikâye şablona uymadı, ne yapayım yani?”
Aliye kahveleri fincanlara koyup getirince karşılıklı oturuyoruz. Kafam hayli sisli, lâkin erotik duygularım had safhada. Eli kulağında yani, az kaldı. Atacağım yatağa meraklı cadıyı…
Karşımdaki aynada biraz yorgun görünüyorum. Etraf loş, aynanın üzerindeki apliğin ışığı tam suratıma vuruyor, ondan mı acaba? E aslına bakarsanız biraz yorgunum da… nasıl yorulmayayım ki? Şüphe altında sorgulamalar, pek çok bürokratik işleme maruz kalmamın ötesinde, dans okulundaki hocalık görevimi ne pahasına olursa olsun sürdürmek… Öyle kolay iş değil bunlar.
Aliye’nin yemek odasının sadeliği dikkatimi çekiyor. Yerler halısız, açık renk boş duvarlar, masada yalnızca karşılıklı iki sandalye var. A-a, büfenin üzerindeki kelepçeleri şimdi görüyorum. “O da ne öyle?” diye soruyorum hemen. “Fantezi durumu mu?”
“Sert sevişmekten hoşlanırım, evet” diyor. Gayet ciddi. “Öyle cikcik vikvik ilişki istemem.”
“Ooo, tam adamına çatmışsın o zaman…”
“Döver misin?
“Hafifçe okşarım… Sen de tam öyle istiyorsun, değil mi? Hadi, daha neyi bekliyoruz?”
Aliye soruma cevap vermiyor. “Demek karın Bilge sana acıklı bir mesaj yollamış ve sonra da çekip gitmiş” diyor inanmaz gözlerle. “Puff! Buharlaşmış…”
“Ne var bunda? Yahu biz niye bunları bırakıp da işimize bakmıyoruz?”
“Emre, ben seni daha iyi tanımak ve bana yalan söyleyip söylemediğini anlamak istiyorum. Birkaç soru sormamın sakıncası var mı?”
“Soruyorsun ya zaten…”
“Cevap alabiliyor muyum? Önemli olan bu…”
“Tamam, peki, ne istersen sor.”
“Bana doğruyu söyleyeceksin, yalan yok… Anlaştık mı? Yalanı hemen anlarım. İşin daha da kötüsü… seni cezalandırırım!”
“Yok yahu, hakkat mi?”
“Evet. Yalan başına en az on yıl yersin.”
Çok komik ya…
“Nasıl anlıyorsun?” diye soruyorum sırıtarak. “Makinen mi var?”
“Öyle de diyebilirsin. Bak bu konuda çok hassasım. Söylemedi deme…”
Kahkahayla gülüyorum bu sözlere. “Hadi sor bakalım.”
“O cumartesi akşamı saat dokuzda eve geldin ve evde kimseyi bulamadın. Tam o sırada, telefonunda Bilge’nin yazdığı mesajı gördün. Seni başka birisi için terk ettiğini söyleyen mesajı…”
“Aynen böyle…”
“Eksik, yanlış bir şey yok mu?”
Olmadığını söylerken Aliye gözlerini dikkatle yüzüme dikiyor, sonra da eliyle saçlarımı işaret ediyor. “O zaman saçların neden beyazlaştı?” diye soruyor. “Yüzün de kırıştı?”
İnanılmaz bir şey! Nasıl ayağa fırladım, nasıl aynanın karşısına dikildim, yani kendimde değilim. Bunu nasıl yorumlamam gerektiğini de bilmiyorum ama gerçek bu işte… Gözlerimin tam önünde gür siyah saçları tamamen kırlaşmış; buruşuk-kırışık suratı, feri kaçmış gözleri ve katmer katmer gözaltı torbalarıyla ihtiyar bir adam duruyor.
Feci bir durum! Nasıl olur? Bunu bana yapan kişi ölmeyi hak etmedi mi, sorarım size? Aliye bana hesap ver: Ne oluyor, oyun mu oynuyorsun benimle?!
O anda asfalyalar atıyor, öfkeden tir tir titreyen parmaklarımla aynadaki suretimi elliyorum. Hemen arkamda, oturduğu yerden beni büyük bir serinkanlılıkla gözleyen Aliye’nin aldırmaz tavırları beni iyice delirtiyor, gözümü kan bürüyor. Onu koltuğundan yana doğru çevirip bir tokat çaktıktan sonra blûzunun yakalarına yapışıp vücudunu sarsıyorum.
Kılı bile kıpırdamıyor. “Beni öldürmeyeceksin, değil mi?” diye soruyor gayet sakin. Bir anda kendime geliyorum. Ne yapıyorum ki ben? Tövbeler olsun…
“O nasıl söz Aliye? Sadece… biraz sinirlendim.”
“Sinirlenme, kime kızıyorsun ki?” diyor. “Sana öfke hiç yakışmıyor.”
Dalga mı geçiyor acaba benimle?
“Sakın beni suçlamaya kalkışma” diyor. “Çünkü sen kendin ettin, kendin buldun.”
“Ne dedim, ne ettim ki ben?”
Masanın karşısındaki yerime geçip oturuyorum. Dokunsalar ağlayacağım. Durup dururken ömrüm geçti, gençliğim bitti be ağabey…
“Yalan söyledin, kaybettin! Bir adamla evden kaçtığını iddia ettiğin karınla ilgili anlattıkların yalanmış demek ki… O tek cümlelik SMS mesajını sen kendin yazdın, değil mi?”
“Saçmalama!”
“Adamı tanıyor musun peki? Adı neydi?”
“Bilmiyorum. Hiç görmedim.”
“Peki, onu Bilge’yle beraber gören olmuş mu?”
“Hayır, ama…”
“E o zaman bir cümlelik o mesajdan karının seni biriyle aldattığı ve sonra da onunla kaçtığı kanısına nasıl vardın?”
Kalp spazmı geçiriyor gibiyim. Ellerim o kadar çok titriyor ki önümdeki kahve fincanını deviriyorum. Aliye kâğıt peçeteyle masanın üzerini silip boş fincanı kenara alırken, “Sana o söyledi, değil mi?” diye soruyor. “Karın başka birine âşık olduğunu sana o gece bizzat söyledi.”
“Nereden biliyorsun yahu?”
“Sen ne yaptın peki?”
Gerçek bir erkeğin gururu vardır, onuru vardır! Sana boynuz takmaya niyet etmiş bir kadına nasıl tepki gösterirsin, hadi söyle, yumuşak mı davranırsın ona? Ben hötöröf değilim, onlar kadar geniş olamam ben, anladın mı?
Omuzlarımı silkip hiçbir şey yapmadığımı söylüyorum. “Onu öldürdün, değil mi?” diye soruyor. Israr ediyor.
Allah kahretsin! Kafam çok bulanık ve şakaklarımdan doğru korkunç bir ağrı çarpıyor beni. Aliye kalkıp yanıma gelinceye kadar konuşacak gücü kendimde bulamıyorum. Sonra ona gerçekleri anlatıyorum, evet, o durumda başka ne yapabilirim?
Olayı kabullenmemin ardından cesedi soruyor. “Evinin arka tarafındaki küçük arsaya gömdün, doğru mu?” diyor.
Adresimi, oturduğum apartman dairesinin bodrum katından arsaya bağlanan geçidi aynen tarif ediyor. Nereden biliyor kaltak? Nereden edinmiş bu bilgileri şeytan kadın, bilmiyorum ama cesedin bulunmuş olduğuna dair güçlü bir izlenim edindiğim için karşı çıkamıyorum ona.
Aliye birdenbire yumuşayıp bana masaj yapacağını söylüyor. Aynadaki eski halime dönmüş görüntümü göstererek, doğruları söylediğim için tebrik ediyor beni. Arkama geçip gömleğimin arasından göğüslerimi okşamaya başlayınca diriliyorum.
“İstiyor musun?”
“Hem nasıl…”
Hele ellerimi bacaklarına götürüp ellettirdiğinde iyice gevşiyorum. Her şey o anda değişiyor, tak, iki bileğim birden oturduğum koltuğa kelepçeleniveriyor.
“Ne oluyor yahu!”
Koridor girişindeki yan odadan uzun boylu, genç bir adam çıkagelince afallayıp öylece kalıyorum.
Aliye, “Götür şu şerefsizi!” diyor beni işaret ederek. “Atın içeri, gözüm görmesin.”
Üzerine çelik yelek giymiş olan herif yanıma geliyor. “Merak etme âmirim” diyor. “Kadın katillerine acımamız yok.”
Beni kolumdan tutup ayağa kaldırırken biri daha giriyor kapıdan. İkinci polis büfenin üzerindeki aynaya işaret edince gülmekten kırılıyorlar hep birlikte. Kanal D spikeri gece haberlerini veriyor.
Bu nedir yahu? Ayna değil ekran mıymış?
“Herifin yaşlandırma efektine kanacağına hiç ihtimal vermemiştim, Aliye âmirim” diyor ikinci polis. “Ellerine baksaydı çuvallamıştık.”
Tam o anda, ayna sandığım televizyon ekranının hemen üzerindeki aplik taklidi kamera dikkatimi çekiyor. “Salak işte” diyor Aliye. Yüzüme iğrenerek bakıyor. “Hadi artık toparlanalım.”
İki polis memuru birden üzerimi arayıp ikinci bir kelepçeyle beni tamamen derdest ediyorlar. Tartaklıyorlar da azıcık. Aşağılayarak ve canımı yakarak üzerimi arıyor, ceplerimi boşaltıyorlar. Zaten direnecek halim yok, enerjim kalmamış…
Aliye durmaksızın talimat yağdırıyor, merkeze telefon edip araç çağırıyor, emrindeki polislerden kamera-kurgu düzeneğini toplamalarını istiyor. İkide birde bana geri zekâlıymışım gibi bakıyor.
Sahiden de öyleyim galiba…