• Zehirli Kalem Öykü Ödülü
  • Katkıda Bulunanlar
  • Hikayeler
    • Hikaye Dinle
    • Tüm Hikayeler
    • Bilim Kurgu
  • Makaleler
    • Tüm Makaleler
    • Kitaplar
    • Röportajlar
  • Bulmacalar
  • Blog
  • Sayılar
    • Dedektif 29. Sayı
    • Dedektif 28. Sayı
    • Dedektif 27. Sayı
    • Dedektif 26. Sayı
    • Dedektif 25. Sayı
    • Dedektif 24. Sayı
    • Dedektif 23. Sayı
    • Dedektif 22. Sayı
    • Dedektif 21. Sayı
    • Dedektif 20. Sayı
    • Dedektif 19. Sayı
    • Dedektif 18. Sayı
    • 2019 Sayıları
      • Dedektif 17. Sayı
      • Dedektif 16. Sayı
      • Dedektif 15. Sayı
      • Dedektif 14. Sayı
      • Dedektif 13. Sayı
      • Dedektif 12. Sayı
    • 2018 Sayıları
      • Dedektif 11. Sayı
      • Dedektif 10. Sayı
      • Dedektif 9. Sayı
      • Dedektif 8. Sayı
      • Dedektif 7. Sayı
    • 2017 Sayıları
      • Dedektif 6. Sayı
      • Dedektif 5. Sayı
      • Dedektif 4. Sayı
      • Dedektif 3. Sayı
      • Dedektif 2. Sayı
      • Dedektif 1. Sayı
  • Reklam
  • Sık Sorulan Sorular
Dedektif | Polisiye Dergi

ipuçlarını takip edin!

Dedektif
  • Zehirli Kalem Öykü Ödülü
  • Katkıda Bulunanlar
  • Hikayeler
    • Hikaye Dinle
    • Tüm Hikayeler
    • Bilim Kurgu
  • Makaleler
    • Tüm Makaleler
    • Kitaplar
    • Röportajlar
  • Bulmacalar
  • Blog
  • Sayılar
    • Dedektif 29. Sayı
    • Dedektif 28. Sayı
    • Dedektif 27. Sayı
    • Dedektif 26. Sayı
    • Dedektif 25. Sayı
    • Dedektif 24. Sayı
    • Dedektif 23. Sayı
    • Dedektif 22. Sayı
    • Dedektif 21. Sayı
    • Dedektif 20. Sayı
    • Dedektif 19. Sayı
    • Dedektif 18. Sayı
    • 2019 Sayıları
      • Dedektif 17. Sayı
      • Dedektif 16. Sayı
      • Dedektif 15. Sayı
      • Dedektif 14. Sayı
      • Dedektif 13. Sayı
      • Dedektif 12. Sayı
    • 2018 Sayıları
      • Dedektif 11. Sayı
      • Dedektif 10. Sayı
      • Dedektif 9. Sayı
      • Dedektif 8. Sayı
      • Dedektif 7. Sayı
    • 2017 Sayıları
      • Dedektif 6. Sayı
      • Dedektif 5. Sayı
      • Dedektif 4. Sayı
      • Dedektif 3. Sayı
      • Dedektif 2. Sayı
      • Dedektif 1. Sayı
  • Reklam
  • Sık Sorulan Sorular
  • Dedektif Dergi 26. Sayı
  • Hikaye

Sırtımdaki Hançer

  • Yeşim Yörük
  • 18 Eylül 2020
  • 43 dakika okuma
sırtımdaki hançer
Beğeni
Tweet
Paylaş
Beğeni

Apartmanın önünde durmuş, içeri girmeye cesaret edemiyordu Feride. Akşam üzeri polis memuru Aytekin’in verdiği cinayet haberinden sonra, yıkılmıştı adeta. Eski kocası Celal, şimdi eşiğinden adımını atmaya korktuğu bu apartmandaki dairesinde öldürülmüş olarak bulunmuştu. Nasıl olurdu? Celal’den kim ne isterdi? Onun sütten çıkmış ak kaşık olmadığını biliyordu elbette fakat cinayet bambaşka bir şeydi. Yalancı olabilirdi, düzenbazın teki olabilirdi, kumarbaz olabilirdi, karısını ve kızını terk etmiş, onları yıllarca arayıp sormamış bir hayırsız olabilirdi fakat ölümü hak edecek biri de değildi. Hayalinde yaşattığı babasının kötü özelliklerini bilmeyen kızına, “Baban öldü, hatta öldürüldü,” nasıl diyecekti?

Midesine saplanan sancının en büyük sebebiyse Celal’in ölmüş olmasından çok, eski kocasının bulunma şekliydi. Savcı Cevdet bulmuştu Celal’in cesedini. Ne işi vardı burada? Celal’le konuşmak istediğini söylediğinde, Feride buna sert bir dille karşı çıkmıştı. Yine de neden gelmişti Celal’in evine. Üstelik, görgü tanığı olan apartman görevlisi kadının anlattıkları, aklını allak bullak etmişti Feride’nin.

Çöpü almak için Celal’in dairesine gelen kadın kapıyı aralık görünce içeri girmiş ve Savcı Cevdet’i Celal’in cesetinin yanında çömelmiş olarak bulmuştu. Üstü başı, elleri kan içinde…  Hırsız mı, katil mi olduğuna karar verememiş, çığlığı basmıştı. Cevdet’in, kendisinin Savcı olduğunu, cinayetle ilgisi olmadığını söylemesi bile kadını sakinleştirememişti. Kadının yanında Emniyet’i arayıp cinayeti bildirmesinden sonra, biraz olsun ona inanır gibi olmuştu. Yine de sesindeki şüphe anlaşılmayacak gibi değildi.

Cevdet bunu Feride’ye yapabilir miydi? Katil, Cevdet olabilir miydi? Başını sağa sola salladığının farkında değildi Feride. Kendine geldiğinde daha fazla bu kapının önünde dikilmektense, tüm gücünü toplayıp içeri girmeye karar verdi.

Celal’in dairesi dördüncü kattaydı. Olay Yeri İnceleme polisi, zorlanıp zorlanmadığını kontrol ettiği kapıdan, kenara çekilerek Feride’ye yol verdi. Bir süre duraklayan Feride gözlerini sıkıca yumup daldı içeri. Öyle sıkmıştı ki gözlerini, sanki açarsa Celal ile karşı karşıya gelecekti. Celal ile değil ama Cevdet ile çarpışmasıyla araladı gök mavisi gözlerini. Endişe dolu gözlerle baktı Cevdet’e. Aklını kemiren soruları ona sormalı mıydı? Nasıl sormalıydı? Şüphe, zehirli bir sarmaşık gibi beynini sarmadan, işin aslını öğrenmeliydi. Feride ne kadar saklamaya da çalışsa, Cevdet, onu ele geçirmekte olan şüpheyi ilk bakışta görmüştü. Bu, farkında olmadan kendini savunmaya geçişinden anlaşılıyordu.

“Celal’le konuşmamam konusunda kararınız kati idi fakat size çektirdiklerine daha fazla dayanamadım. Onunla mutlaka konuşmalıydım. Mesaiden sonra buraya geldim. Apartman kapısı açıktı aslında ama yine de zile bastım. Yanıt gelmeyince yukarı çıkmaya karar verdim. Dairesinin kapısı aralıktı. İçeriye doğru seslendim. Bir süre bekledim fakat hiç ses yoktu. Evde olmasa kapısı neden açık olsun, diye düşündüm. Bir yandan adını seslenmeye devam ederken bir yandan da içeri girdim. Salonun kapısının önüne geldiğimde Celal’i yerde, kanlar içinde gördüm. Telaşla yanına koştum. Henüz yaşıyordu. Ellerimi, kanlı ellerinin içine aldı. Bir şeyler söylemeye çalıştı. O esnada biri dış kapıyı sertçe kapattı. Derhal peşinden gittim. Son süratle apartmanın merdivenlerinden iniyordu. Ara sıra boşluktan onu görebildim fakat başında beyzbol şapkası vardı, kim olduğunu anlayamadım. Dışarı çıktığımda sokakta hiç kimse yoktu. Arabası vardı belki, ona binip kaçtı, bilmiyorum… Geri geldiğimde Celal’in ölmüş olduğunu anladım. Aynı anda kapıcının karısı geldi. Haliyle, beni Celal’in baş ucunda görünce, katil zannetti. İşte, aynen böyle oldu… Başkomiserim… Feride… Bana inanıyorsunuz değil mi?”

Başkomiser Ahmet, Cevdet’in bu, endişeden kıvranan tavrına alışık değildi.  Yine de onun suçlu olduğuna inanmak istemiyordu. Cevdet, gözü kara bir şekilde adam öldürecek karakterde bir insan değildi. Fakat bunca yıllık meslek hayatı boyunca öyle şeyler görmüştü ki, aklının bir köşesi Cevdet’ten şüphe etmekten vazgeçemiyordu.

Cevdet bir Savcı’ydı, ne kadar şüphe ederse etsin, onu göz altına alamazdı, sorgulayamazdı. Kapıcı kadının, onu cesetin başında görmüş olması bir şeyi değiştirmezdi. Bir savcıya dava açabilmeleri için suçu işlediğini gözleriyle gören biri olmalıydı. Suç üstü yapılmalıydı. Ancak o zaman Adalet Bakanlığı Savcı’nın sorgusuna izin verirdi. Ne yazık ki işleyiş bu şekildeydi. Onu sorgulayamazdı fakat bu soruşturmanın savcılığını yapmasına da göz yumamazdı. Cevdet de bunun farkına varmış olmalıydı ki yerine nöbetçi Savcı’yı çağırmıştı.

Feride salondaki parke zeminde boylu boyunca yatan Celal’e çevirdi bakışlarını. Etrafındaki insan ordusunun arasında çaresizce uzanmıştı. Her an yattığı yerden kalkacak ve her an Feride’yi sinir edecek bir şeyler söyleyecek gibiydi. İnanması güç bir durumdu bu Feride için. Celal ile, kızının babası olmasından öte bir bağları yoksa da sonunun böyle olmasını dilememişti hiç bir zaman. Adli Tıp görevlisinin yanına yaklaştı. Ceseti otopsiye götürmek üzere hazırlayan görevli, Feride’yi görünce ayağa kalktı. Ne diyeceğini bilemedi bir süre. Sessizliği Feride bozdu. Güçlü görüntüsünün altında, kızına bu kötü haberi nasıl vereceğini bilemeyen, çaresiz bir kadın yatıyordu.

“Söyleyebileceğin bir şey var mı Nilgün? İlk izlenimlerin neler?”

“Fazla bir şey yok, Feride Komiserim. Yüzünde yumruk yemekten oluştuğunu düşündüğüm şişlikler var. Dudağı da patlamış. Biriyle kavga ettiği kesin. Bu izleri katil mi yaptı yoksa daha öncesine mi ait, otopsiden sonra daha çok emin olabiliriz fakat izlerin bugün olduğu kesin. Bıçak darbelerinin çoğu karın bölgesine isabet etmiş. Dört bıçak yarası var. Suç aleti maktulün yanında, yerde bulundu. Parmak izi incelemesinden bir şeyler çıkar umarım. Başının arkasında da kocaman bir patlak var. Şu yerde gördüğünüz, parçalanmış vazonun marifeti gibi görünüyor. Üzerindeki kıl ve kan izleri de bunu doğruluyor. Ölüm sebebi hakkında şimdilik bir şey söyleyemem. Bıçaklanmaya bağlı değilse, başına aldığı darbeden dolayı öldüğünü sanıyorum. Cesetin katılaşma durumu Savcı Bey’in verdiği ölüm saatini doğruluyor, yani 18.45… Maktulün, ölmeden önce alkollü olduğunu düşünüyorum. Yemek masasının üzerindeki boş içki şişeleri tahminimi doğruluyor. Kriminal labaratuvar sonuçlarından sonra elimde daha çok bilgi olacak.”

“Peki Nilgün, teşekkür ederim. Ne zaman çıkar sonuçlar?”

“Yarın akşama kadar çıkar, diye düşünüyorum Komiserim. Adli Tabip Kemal Bey geceyi otopside geçirecek. Olay Yeri İnceleme ekibi de Kriminoloji de fazla mesai yapacak bu gece. Meraklanmayın Feride Komiserim, katili bulacaksınız. Bu arada… Nasıl denir, bilemedim ki? Şey… Başınız sağ olsun.”

Babası öldüğü günden beri, ilk kez biri ona başın sağ olsun, diyordu. Tüyleri ürperdi. Daha iki gün önce Celal’le, kızları için kavga etmişlerdi. Bunca yıldır aramadığı kızını yanına almak isteyen eski kocasına ağzına geleni söylemişti. İçini bir pişmanlık kapladı. Celal gerçekten de değişmişti belki, gerçekten kızını sevdiği için ondan almak istemişti. Ona bir şans daha verseydi… Yine de ölür müydü Celal? Kafası karmakarışık oldu Feride’nin. Celal’in öldüğüne mi yansın, yoksa Cevdet’ten şüphe etmesine mi, bilemedi. Kendini işine vermeliydi. Bu şekilde çözüme ulaşması daha kolay olacaktı. Ceset torbasının, iç gıcıklayarak kapanan fermuarının sesine kulaklarını tıkayarak, Olay Yeri İnceleme polisiyle konuşan, Başkomiser Ahmet’in yanına gitti.

Celal’in katille boğuştuğu, salonun her köşesinde görülebiliyordu. Yemek masasının etrafındaki sandalyeler yere devrilmiş, koltuklar yerlerinden oynamış, koltuk yastıkları odaya saçılmıştı. Televizyon ünitesinin üzerinde olması gereken televizyon, parke zemine ters kapaklanmış, kabloları etrafa yayılmıştı. Konsolun üzerinde asılı olan ayna paramparça olmuş, odanın her yanına parçalar dağılmıştı.

Dış kapı zorlanmamıştı. Dördüncü kattaki daireye başka yolla giremeyeceğine göre, katil eve kapıdan girmiş olmalıydı. Celal, kapıyı tereddüt etmeden açtığına ve katili içeri aldığına göre, katil ya tanıdığı biriydi ya da kendisi için bir tehlike oluşturmayacağını düşündüğü biriydi. Komşularla görüşüldükten sonra daha fazla bilgi toplanabilirdi. İçlerinden biri katilin eve girdiğini görmüş olabilir, Celal ile katil boğuşurlarken seslerini duymuş olabilirdi. Ana cadde üzerinde bulunan apartmanın kendi kamerası yoktu. Komşu olan esnafın, sokağı görüntüleyen kameraları araştırılmalıydı.

Cesetin etrafında kanlı ayakkabı izleri vardı. İzlerin kalıbı çıkarılmış ve incelenmek üzere diğer delillerin yanında yerini almıştı. Kırk dört ilâ kırk altı numara arası ayakkabı izlerinin sahibi katil, Savcı Cevdet’in de dediği gibi, uzun boylu biri olmalıydı. Ayakkabı izleri, Başkomiser Ahmet’in de Feride’nin de yüreğine su serpmişti. Zira Savcı, takım elbisesine uygun, klasik model, kırk iki numara ayakkabı giyiyordu. Oysa katilin bıraktığı izlerin spor model bir ayakkabıya ait olduğu düşünülüyordu.

Yatak odasındaki komodininin çekmecesinden çıkan bazı evraklara göre Celal, bir hafta içinde evlenecekti. Doğrusu Feride, yakında evleneceğini söyleyen Celal’in yalan söylediğini düşünmüştü. Kadının adı Emel Yalçın’dı. Adresi, evrakların üzerinde belirtilmişti. Feride, Celal gibi bir adama “Evet,” deme cesaretini gösteren kadınla konuşmak için sabırsızlanıyordu. Celal’in hayatında son bir ayda gelişen değişikliklerin en inanılmazıydı o kadın. Nikah belgelerindeki vesikalık fotoğrafından, Celal’den yaşça büyük olduğu anlaşılıyordu. Feride onun aylardır işsiz olduğunu zannederken, Celal bir ay önce bir şirketin muhasebe işlerine bakmaya başlamıştı. Bu evi de o zaman tutmuş olmalıydı. Yeni bir iş, yeni bir ev ve evlilik kararı… Katil, yeni çevresinden biri olabilirdi. Belki komşularından biri ya da iş arkadaşlarından biri ve ya evlenmeyi düşündüğü kadın ve seçeneklerin arasında saymaktan rahatsızlık duysalar da, aslında deliller öyle söylemese de Savcı Cevdet… Katil kimdi?

Dördüncü kata tırmanırken nefes nefese kalan Selim, üzerine düşen görevi tamamlamış, bütün komşuları sorgulamayı başarmıştı. Ne yazık ki komşuların Celal hakkında fazla bilgileri yoktu. Yeni kiracı olmasının dışında hakkında bildikleri tek şey, apartman sahibi Emel Hanım’ın şirketinde çalıştığıydı.

Bu sabah erkenden apartmandan çıkarken, giriş katında oturan komşusu ile karşılaşmışlardı. Acelesi olmalıydı ki, selam bile vermeden koşar adım çıkmıştı. Eve geri döndüğü saati bilen yoktu. Akşam üzeri Celal’in dairesinden bazı gürültüler gelmişti. Celal’in alt kat komşusu, onun bir adamla kavga ettiğine emindi. Bütün konuşulanları duyamasa da Celal’in, “Sen kim oluyorsun da bana emir veriyorsun?” ve, “Ben aradan çekilince, meydan sana mı kalacak sanıyorsun?” dediğini ayan beyan duymuştu. Diğer katlardaki komşular da bir kavga olduğunu anlamışlardı fakat hiç biri cesaret edip müdahale edememişti. Polisi aramamışlardı çünkü Celal’le, diğer kiracılarından daha samimi olan, ev sahibi Emel Hanım’ı kızdırmaktan çekinmişlerdi.

Selim, sekiz katlı apartmanın, yedi hane sahibini sabırla sorguladıktan sonra, sokakta olası tüm kameraları araştırmış ve karşı kaldırımdaki dört dükkanın, sokağı da kapsayan kamera kayıtlarını almıştı. Kayıtlar, Bilişim Polisi tarafından incelenince, eve girip çıkanlar hakkında epeyce bilgi olacaktı ellerinde. Dört kamera da dört farklı açıdan, apartmanın girişini görüntülüyordu.

Feride, Selim’in, makinalı tüfek gibi duraklamadan okuduğu, bilgileri not ettiği defteri elinden çekip aldı.  Gözlerini hayretle açmış Selim’e bakıyordu. Olay mahalli, bazı görevlilerin yavaş yavaş gitmesiyle sakinlemeye başlamıştı. Celal’in cansız bedeni artık parke zeminde değildi. Fakat kanı hâlâ yerdeydi. İçi fena olan Feride, daha fazla oraya bakmayı bırakıp başını Selim’e çevirdi.

“Ev sahibinin adı Emel mi dedin sen?”

“Evet Komiserim, kadının adı Emel. Emel Yalçın…”

Bu sefer gözlerini Başkomisere çevirdi Feride. Celal’in ev sahibi Emel Hanım, patronu Emel Hanım ve müstakbel eşi Emel Yalçın aynı kişiydiler. Bu ne demek oluyordu? Emel Yalçın evlenmeye karar verdiği adama her türlü kolaylığı sağlamaya, daha en baştan mı başlamıştı. Yoksa Celal, bu kadını da iğrenç çıkarları için kullanma niyetinde miydi? Bir de komşu kadının duydukları vardı. “Sen kim oluyorsun da bana emir veriyorsun, ” “Ben aradan çekilince meydan sana mı kalacak sanıyorsun?” Bu sözler ne demekti? Kime söylenmişti? Celal’in sözleri, Cevdet’e söylenmiş gibiydi. Daha fazla ayakta duramayacağına kanaat getiren Feride, dağınık kanepenin kenarına ilişti.

“Ne olur, Cevdet Bey!.. Ne olur bana Celal’i öldürmediğinizi söyleyin. Yalvarırım, o sözlerin size söylenmediğini söyleyin. Çıldırmak üzereyim…”

Cevdet’in Feride’ye attığı küskün bakış çok şeyi açıklasa da o yine de kendini savunmak zorundaydı.

“Böyle düşünmekte haklı olabilirsiniz Feride. Katil olabileceğimden şüphe ediyorsunuz diye size kızacak, gücenecek değilim. Ben de sizin yerinizde olsam, katilin ben olduğumdan şüphe ederdim. Fakat size kutsal olan her şeyin üzerine yemin ederim ki, Celal’i ben öldürmedim. Onunla konuşmaktan başka bir niyetim olmadı bu eve gelirken.”

Cevdet’in sitemle karışık savunması karşısında sessiz kalmayı tercih etti Feride. Ona inanmak istiyordu. Sevdiği adam eski kocasının katili olamazdı.

Sevdiği adam… Bunu kendine ilk kez itiraf etmişti. Günün birinde Cevdet’e de itiraf edebilecek miydi? Birbirlerine çevirmemeye çalıştıkları bakışlarını, konuşmaya başlayan Başkomiser Ahmet’e diktiler.

“Feride!..  Cevdet!… Kendinize gelin, çocuklar! Şimdi bu konuşmayı yapmanın sırası değil. Feride, Cevdet’in katil olmadığını kanıtlayan bir sürü delil var elimizde. Kamera kayıtlarından da göreceksin ki, katil başka birisi. Topla kendini… Bakın, saat gece yarısına yaklaşıyor. Olay Yeri İnceleme ekibi de toparlandı sayılır. Şimdi biz de evlerimize gidelim. Yarın sabah erkenden Feride’yle beraber, Emel Yalçın ile görüşmeye gideceğiz. Selim!.. Sen de Kumarbaz Bilal’in mekanına bir uğra. Geçen sene Celal onlara oldukça yüklü miktarda borç takmıştı. Bilal, ‘Olmaz bizde, adam öldürmek falan,’ demişti o zamanlar. Fakat bu adamlara güven olmayacağını bilecek kadar uzun yıllardır görevdeyim ben. Her ihtimali göz önünde bulundurmalıyız.”

 

***

 

Gece, Feride için hiç kolay geçmemişti. Eve geldiğinde aslında uyuyor olması gereken kızı, gördüğü bir kötü rüyayla ortalığı velveleye vererek uyanmıştı. Anneannesinin uzun uğraşları bile onu sakinleştirememişti. Rüyasında babası, söz verdiği gibi onu parka götürmüştü. Sonra Hayal‘i parkta bir başına bırakıp ardına bile bakmadan koşarak kaçmıştı. Yapayalnız kalan Hayal, çareyi çığlık çığlığa bağırmakta bulmuştu. “Kötü bir rüya sadece,” diyen anneannesine sımsıkı sarılmış, saatlerce hiç kıpırdamadan ağlamıştı.

Feride, tam da böyle bir anda, perişan bir halde gelmişti eve. Ağlaması bir türlü kesilmeyen kızının küçük yüreği, rüyasında babasının kaybolmasına bu kadar üzülmüşse, babasının öldüğünü duyduğunda ne yapacaktı. Üç yaşından beri, ilk kez iki gün önce görmüştü Hayal babasını. Hiç yadırgamamıştı, hiç soru sormamıştı, hiç kızmamıştı ona. Boynuna sarılıp öpücüklere boğmuştu. Babasının yüzünden annesinin neler yaşadığının farkında değildi. O daha on yaşında, yıllardır baba hasreti çekmiş, küçücük bir çocuktu sadece. Feride, babasının öldürüldüğünü şimdilik kızı Hayal’e söylememeye karar verdi.

Bitmeyecekmiş gibi gelen zorlu gece, sonunda bitmiş, sabah olmuştu. Feride’nin, bir dakika bile kırpmadığı gözlerinde, dün geceki kadar umutsuzluk yoktu. Olan olmuş, Celal bir cinayete kurban gitmişti. Sabaha kadar her ayrıntıyı düşünmüştü. Celal’in katilini bulacaktı.

Az sonra, Emel Yalçın’la görüşmek üzere Başkomiser Ahmet’le buluşacaklardı. Kadının ev adresi ellerindeydi ancak önce iş yerine uğramaya karar vermişlerdi. Emel Hanım orada değilse de hiç olmazsa Celal’in iş arkadaşlarıyla görüşmüş olacaklardı.

Şirkete geldiklerinde Emel Yalçın orada değildi. Sekreter kız, karşısındakilerin polis olduklarını öğrendiğinde, gözlerinden belli belirsiz bir huzursuzluk bulutu geçti. Celal’in öldürüldüğünden, bütün şirket çalışanlarının haberi vardı. Cinayetin işlendiği akşam, ceseti bulan kapıcı kadın, mahalleliye her detayı anlattığı gibi, hızını alamayıp Emel Hanım’ı da cep telefonundan aramıştı. O sırada şirkette olan ve Celal’le buluşmak için çıkmak üzere olan Emel Hanım, kötü haberi duyar duymaz oracıkta yığılıp kalmıştı. Apar topar hastaneye götürüldüğünde bilinci kapalıydı. Bütün gece müşahede altında tutulan kadın sonunda kendine gelmişti. Onun için endişelenen doktoru, Emel Hanım’ın tekrar intihara teşebbüs etmesinden korktuğu için, hastaneden çıkmasına izin vermemişti. Daha önceki kayıplarının ardından tekrar hayata dönmesi aylar sürmüştü.

Emel Yalçın, kırk sekiz yaşında, ünlü ve başarılı bir modacıydı. Dört ayrı semtte dikiş atölyeleri ve butikleri vardı. Aynı zamanda da üç yıl önce bir trafik kazasında kaybettiği eşinden ona kalan, Yalçın&Yalçın Tekstil Firması’nın yönetim kurulu başkanıydı. Aynı kazada on yaşındaki kızını da kaybetmişti. Uzun süre kendini toparlamakta zorlanmış, intihara teşebbüs etmişti. Sonunda, Yalçın&Yalçın Tekstil Firması’nın yönetim kurulu üyelerinin ısrarlarıyla, resmen işin başına geçmişti. Kocasının hatırası olan bu yerde geçirdiği vakitler ona ilaç gibi gelmişti. Bu sayede  hayata yeniden tutunabilmişti.

Sekreter kız, patronunun, bir çırpıda özetlediği hayat hikayesinde unuttuğu bir yer var mı diye düşünürken, gözlerini tavana dikip bir süre sessiz kaldı. Daha fazla anlatacak bir şeyi olmadığına kanaat getirdiğinde, Başkomiser Ahmet’i ve Feride’yi, şirketin müdür yardımcısı Nurettin Aksakal’ın yanına götürdü.

Nurettin Aksakal, soyadı gibi ak sakallı fakat sakalının aksine son moda giyimli, yapılı vücutlu, atletik bir adamdı. Elli yedi yaşının, kendisine ak sakaldan başka bir kötülüğü dokunmamış gibiydi. Masasının karşısındaki koltukları işaret ederken, kimseye ne içeceğini sormadan, sekreterine üç kahve siparişi verdi.

“Ne diyordum?..  Hah, Celal Bey’in ölümü, hepimizde şok etkisi yarattı. Neşeli, şakacı, zeki ve dürüst biri olarak tanırdık kendisini.”

Nurettin Aksakal’ın, gerçekten Celal’den mi bahsettiğinden emin olamadı Feride. Maktulün, eski kocası olduğunu açık etmeden bir soru sordu.

“Muhasebede çalışıyordu değil mi?”

“Ah, evet evet… Muhasebe müdürümüzdü. Kendisini, Emel Hanım işe almıştı. Önce muhasebeci olarak başlamıştı fakat bir hafta içinde Emel Hanım’ın direktifi ile müdürlüğe atandı. Emel’le üç ayı aşkın bir zamandır süren bir arkadaşlıkları olduğunu bilen şirket çalışanları biraz dedikodu yapmış olsalar da o müdürlüğü hak etmişti. Bu devirde bir şirketin muhasebe müdürü olmak çok zor bir iştir. Hem işçi için, hem de işveren için… Takdir edersiniz ki şirketin bütün geliri gideri onların elinden geçer. Celal Bey’in, şu kısa sürede defalarca kanıtladığı dürüstlüğü onu, başkalarının yıllarca uğraşıp zar zor gelebildikleri bir konuma, çabucak getiriverdi.”

“Ve bunda Emel Hanım’ın hiç bir katkısı olmadı, öyle mi?”

“Tabii ki Emel sayesinde müdürlüğe, normal şartlardan daha çabuk ulaşmıştı. Fakat dediğim gibi, o işini iyi yapan bir muhasebeciydi.”

“Hiç bir falsosu olmadı mı yani?”

Feride duyduklarına inanmak istemiyordu. Celal’in aklındaki tilkilerin kuyruklarının asla birbirine değmediğini öğreneli yıllar olmuştu. Bu adamın anlattığı Celal ya başka biriydi ya da sinsi bir plan vardı ortada.

“Bir falsosu mu olması gerekiyordu? Biz, yani ben ve Emel bir açığını görmedik düne kadar. Çalışkandı… Geç saatlere kadar şirkette kalırdı… Tabii,  Emel’e belli etmesem de ilk zamanlar ben de Celal’in bir açığını aramıştım. Ona, Emel kadar güvenmemiştim. Fakat her geçen gün kendini ispatlamayı başardı. Muhasebeden iyi anlıyordu. Onun sayesinde firmamız yüzde yirmi kâr etti bu ay. Verdiği ufak tefek öneriler ve bulduğu akıllıca çözümler sayesinde, boş yere yapılan bir çok harcamanın önüne geçildi ve evet, sadece bir ayda başardı bunu. Bir şirket patronu, çalışanından daha ne bekler ki… Hatta dün gece bunu kutlayacaktık. O yüzden, Celal dün şirkete gelmemişti. Kutlama için hazırlık yapma işini ona bırakmıştık. Bütün gün izinliydi.”

“Yani onu en son iki gün önce gördünüz, öyle mi?”

“Evet, Komiserim.”

“Siz bu şirketin ortaklarından mısınız?”

Başkomiser Ahmet’in sorusuyla başını ondan tarafa çevirdi Nurettin Aksakal.

“Şirketin, neredeyse yirmiye yakın hissedarı vardır. Ben de ufak bir katkıyla da olsa, onlardan biriyim. Emel’in vefat eden eşi Vedat, yüzde elli bir hisseye sahipti. Şimdi artık hepsi Emel’in. Başına geleni biliyorsunuzdur. Eşi ve biricik yavrusu, bundan üç sene önce korkunç bir trafik kazasında öldüler.”

“Evet, biliyoruz.”

“Ben, o kazadan kısa bir süre sonra hissedarların arasına katıldım. Emel’in zoruyla tabii. Koskoca şirkette onu yalnız bırakmamamı istedi benden. Zaten çok zor günler geçiriyordu, onu kıramadım. Tam da kendime bir yatırım fırsatı aradığım günlere denk geldiği için de ortaklık teklifini kabul ettim.”

“Emel Hanım’la önceden tanışıyorsunuz, demek.”

“Emel’le çocukluğumuzdan beri tanışırız. Ailelerimiz çok yakın dosttular. Ben yaşça Emel’den büyük de olsam, biz onunla hayatımızın her çağında, hep en iyi iki dost olmayı başardık.”

“Yani yıllardır aranızda bir gönül bağı oluşmadı, öyle mi?”

Nurettin Aksakal, Feride’nin sorusunda bir şüphe sezinlese de hiç duraklamadan yanıt verdi soruya.

“Hayır, hiç… Hiç bir vakit o gözle bakmadım Emel’e. Evet, bir gönül bağımız vardı fakat bu iki kardeşin gönül bağından öte gitmedi. Gitmesini ikimiz de istemedik çünkü.”

Feride aldığı cevaptan memnun olmuşa benzemiyor, aksine kıstığı gözlerinin arasından Nurettin’e bakmaya devam ediyordu. Ne derse desin, ateşle barut bir arada durmazdı. Vaktiyle Emel’i Vedat’a kaptırmış olabilirdi. Kaderin de yardımıyla Vedat Bey ölünce, tam Emel’in kendisine kaldığını düşünürken, aniden ortaya çıkan Celal’den rahatsızlık duymuş olabilir, onu öldürmüş olabilirdi.

“Peki, Emel Hanım’ın, bu kadar kısa bir süre önce tanıştığı, üstelik de kendisinden en az on yaş küçük bir adamla evlenme kararını nasıl karşıladınız?”

“Emel, Celal’i gerçekten çok seviyordu. Ben ne diyebilirim ki, bu durumda. Fikrimi söylemiş, herhangi bir kandırmacaya karşı dikkatli davranması, açıkgöz olması için onu uyarmıştım tabii. Bu benim arkadaşlık görevim. Fakat daha önce de söyledim ya, Celal’in iyi niyetli biri olduğunu kısa süre içinde anladım. Emel’in hayatına müdahale etmek gibi alışkanlıklarım da olmadığı için onun mutlu olduğunu görmek bana yetti.”

Nurettin Aksakal’ın yanından ayrıldıktan sonra, şirketin muhasebe departmanında, Celal ile birlikte çalışan on bir kişi ile görüştüler. Çalışanların sadece dördü erkek diğerleri kadındı. Bir muhasebe departmanı için gereksiz bir kalabalıktı.

Celal işe ilk başladığı günlerde, dedikodu kazanını kaynatan iş arkadaşları, bu sefer Celal’den saygıyla bahsetmişlerdi. Feride’nin, dinlerken hayretler içinde kaldığı sözlerin hiç birinde, Celal’e karşı kötü bir cümle kurulmamıştı. Feride, hiç olmazsa kadın çalışanlardan birinin, Celal’den şikayetçi olacağını, sarkıntılık ettiğini, laubali davrandığını, yalanını yakaladığını, asıldığını, borç istediğini söyleyeceğini sanmıştı. Artık, başka bir Celal’den bahsedildiğine, iyiden iyiye inanmaya başlamıştı.

 

***

 

“Doktor Bey, Emel Hanım’la ne kadar çabuk görüşürsek, o kadar iyi olur. Malumunuz, soruşturmanın ilerlemesi için her ayrıntıyı göz önünde bulundurmalıyız. Emel Hanım maktulün sevgilisiydi. Onun hakkında herkesten fazla bilgiye sahip olmalı. Olası bir düşmanı varsa, bunu Emel Hanım’a anlatmış olabilir. Ya da ölümüne sebebiyet verecek bir olaya bulaştıysa, sevgilisi olarak Emel Hanım’ın bunu bilme ihtimali çok büyük. Söylediğiniz kadar bekleyecek vaktimiz yok. Bugün, hatta hemen şimdi, kendisiyle görüşmeliyiz.”

Doktor Feridun Doğan, orta yaşlarda, uzun boylu, haddinden fazla zayıf, gözlüklü, kel bir adamdı. Ses tonunun kadifeliği de olmasa, yüzüne katlanılamayacak derecede çirkindi. Yine de sosyetenin en ünlü psikiyatristi olmayı başarmıştı.

Şirketten sonra geldikleri hastanede, danışmadaki genç kıza, Emel Yalçın’ı aradıklarını daha yeni söylemişken, arkalarından davudi bir ses, „Emel Yalçın ziyaretçi kabul edemez,“ demişti. Başkomiser Ahmet ve Feride, adamın ses tonuyla tezat oluşturan görüntüsünden çok, Emel Yalçın adına cevap vermesine şaşırmışlardı. Karşısındakilerin polis olduğunu öğrenmesi bile onu inadından döndürecek gibi değildi. Emel Hanım yıllardır onun hastasıydı ve onun hakkında, özellikle de sağlığı söz konusuysa, en doğru kararı kendisi verirdi.

Israrlar eşliğinde, odasına kadar yanından ayrılmayan Cinayet Büro ekibinin de en az kendisi kadar inatçı olduğunu anlaması uzun sürmedi. Kendisi de Başkomiserin, savcılık izni ile, istediği an, Emel Yalçın‘la görüşebileceğinin farkındaydı. Uzatmanın alemi olmayacağına karar verip hastasının sorgulanmasına izin verdi.

Emel Yalçın geçirdiği sinir krizine rağmen hâlâ çok güzeldi. Bembeyaz çarşaflarla uyumlu kömür karası saçları yastığa dağılmıştı. Fotoğrafından daha güzeldi. Feride, bu kadar güzel bir kadının, pek de yakışıklı sayılmayan Celal’e aşık olması için, ya deli ya da çok yalnız olması gerektiğine karar verdi. Emel, Başkomiser Ahmet’in sesiyle, kapalı duran gözlerini araladı. Elâ gözleri, ağlamaktan kan çanağına dönmüştü.

“Emel Hanım, biz Cinayet Büro’dan geliyoruz. Celal Gezgin cinayeti hakkında…”

“Susun rica ederim, Başkomiserim. Cinayet kelimesi bile tüylerimi diken diken etmeye yetiyor. Ne soracaksanız çabucak sorun ve beni acımla baş başa bırakın.”

Feride, karşısında acıdan kıvranan bu kadına, Celal’in eski kocası olduğunu söyleyip söylememek arasında kararsız kaldı. Aynı anda kadının gözlerini üzerinde hissetmesi bir oldu.

İki kadının tek ortak noktası bir adamdı. İki kadından biri Celal’in geçmişine, diğeriyse şimdiye ait anılarla doluydu. Anıları belli ki birbirinden çok farklıydı. Tıpkı acıları gibi. Feride’nin, Emel’le oturup geçmişin acılarını konuşmaya niyeti yoktu elbette. Öğrenmek istediği Celal’le nasıl tanıştıkları ve Celal’in onu nasıl kandırdığıydı.

“Emel Hanım, arkadaşınız Nurettin Aksakal’dan, Celal ile üç dört ay önce tanıştığınızı öğrendik. Nasıl tanıştığınızı sorabilir miyim?”

Emel Yalçın, yattığı yataktan zar zor doğrulurken bir eliyle de başını tuttu. Verilen sakinleştiriciler, aklını allak bullak etmiş olmalıydı. Başının dönmesi geçer geçmez konuşmaya başladı. Sesi çatallı ve kısık çıkıyordu. Üzüntüsü sesine yansımıştı.

“Elbette, anlatayım… Sahilde sabah koşumu yaparken tanıştık. Hem de çok sarsıcı bir tanışmaydı.”

Son cümlesinden sonra bakışlarını karşı duvara dikti. Dudakları acı bir tebessümle kıvrıldı. Konuşmaya devam etmeden önce, baş ucunda duran sudan bir yudum aldı.

“Son üç yıldır çok zor günler geçirdim. Eşimi ve kızımı bir kazaya kurban vermenin ağırlığı altında ezildim.”

“Başınız sağ olsun Emel Hanım.”

“Teşekkür ederim… Dayanamam, sanmıştım fakat dayandım. Ölürüm, sanmıştım fakat yaşadım. O zorlu günlerin üstesinden, önce doktorumun sonra da dostlarımın sayesinde gelebildim. Yaşamak için yeni sebepler ürettim kendime. Sudan sebepler… Öyle de olsa, beni tekrar hayata döndürdüğü için dört elle sarıldım o sebeplere. Koşmak da bunlardan biri oldu benim için. Koşarken dünyayla ilişiğimi keserim. Sesler duyulmaz, renkler görünmez olur. Yolun sonunda beni en sevdiklerimin beklediğine inanarak koşarım. Neyse… O sabah da yine erkenden yollara düşmüştüm. Yine dünyayı sessize aldığım bir sabahtı.”

Sustu, titreyen elindeki bardağı baş ucundaki komodinin üzerine bıraktı. Odadaki sessizliği, daha fazla içinde tutamadığı hıçkırık bozdu. Başkomiser Ahmet’in doktoru çağırma teklifine eliyle “Hayır,” işareti yaptı. Anlatmaya hazırdı.

“Bir süre sonra, arkamda bir gürültü koptu. Başımı çevirmemle, ters dönmüş bir bisiklet gördüm. Tekerleği dönmeye devam ediyordu. Hemen yanında da bir adam, yerde boylu boyunca yatıyordu. Celal… Hemen yanına koştum. Yüzü gözü kan içindeydi. Bir yandan başını tutuyor, bir yandan da özürler diliyordu. Aniden bozulan fren yüzünden bisikletiyle bana çarpmamak için kendini yere atmıştı. Bana bir zarar vermemişti ancak kendisinin durumu hiç iyi değildi. Ambulans çağırmak istedim, kabul etmedi. Hastaneye götürmek istedim, onu da istemedi. Çok mahçup bir görüntüsü vardı. Sanki yerde kanlar içinde yatan o değildi de bendim. Durmadan dikkatsizliği için özür diliyordu. Sonunda ısrarlarıma dayanamadı ve en yakın hastaneye götürme teklifimi kabul etti. Ertesi gün onu ziyarete gittim. Fakat hastaneden ayrılmıştı. Onu bir daha görmeyeceğim için üzülmüştüm fakat iyi olup hastaneden taburcu edilmiş olmasına da sevinmiştim. Aradan geçen bir haftanın sonunda, Celal neredeyse aklımdan silinmek üzereydi ki, bir sabah koşarken, sahildeki bankta onu gördüm. Elinde kocaman bir buket çiçek vardı. Ertesi gün yine oradaydı, sonraki gün yine… Her defasında elinde kocaman bir buketle… Beni yavaş yavaş aşık etti kendine. Gençti… Benden çok gençti. Yakışıklı değildi ancak çok kibardı. Gönlümü almanın yollarını çok iyi bilirdi. Benim canımı acıtmamak için gözünü bile kırpmadan kendi canını tehlikeye atmış biriydi o.”

Ufak bir ağlama krizinden sonra anlatmaya devam etti.

“Acılarıma merhem olacağını söylüyordu. Onun da bir kızı vardı. Boşandığı eşini razı edip kızını da yanımıza alacaktık. Biteceğinden hep çok korktuğum bir rüya gibiydi, onunla geçen günlerim. Şimdi yine yapayalnızım. Kim öldürmek ister ki onu, aklım almıyor. O gerçekten melek gibi biriydi.”

Feride, Celal ile beş yıl evli kalmıştı. Yalanlarıyla, sorumsuzluklarıyla, aşağılamaları ve hakaretleriyle dopdolu beş yıl… İstemediği bir kadınla evlenmesi için baskı yapan babasına beslediği kinin acısını, her fırsatta Feride’den çıkarmasıyla, zindana dönmüş beş yıl… Oysa Feride de onunla, kendi babasının zorlamasıyla evlenmişti. Mutlu olmak için gösterdiği her çaba boşunaydı çünkü Celal onunla mutlu olmayı istememişti hiç bir zaman. Yıllar önceki Celal ile bu kadının anlattığı Celal aynı kişi olamazdı. Daha iki gün önce Feride’nin evine gelip Feride’yi, kızını ondan almakla tehdit etmiş bir adamın melek olduğuna, kimse inandıramazdı onu. Bu işte bir iş olduğuna adı gibi emindi. Bu düşüncesinden karşısında sessizce gözyaşı döken Emel’e bahsetmeye niyeti yoktu. Zavallı kadının acılarına bir yenisini daha eklemekten başka bir işe yaramazdı bu.

“Emel Hanım, acınız çok büyük, biliyorum. Sizi daha fazla yormak istemem fakat birkaç soru daha sormak istiyorum size.”

“Elbette Başkomiserim. Celal’in katilinin bulunmasına katkım olacaksa, size her türlü yardımı yapmaya hazırım.”

“Şimdilik sorularımı yanıtlamanız kâfi. Celal ile tanışmanızdan bu yana onun herhangi bir tehdite maruz kaldığına şahit oldunuz mu?”

“Hayır, böyle bir konudan hiç bahsetmedi. Gayet huzurluydu. Yeni işinde çok başarılıydı. Eski hayatından kopmak istediğini söylemişti. O hayatının övünülecek bir yanı olmadığını anlatmıştı. Kurtulmak istediği o hayatı ne kadar sorsam da anlatmamış, bana zarar verecek hiç bir pisliğe bulaşmadığına yemin etmişti. Artık yepyeni bir insan olduğunu ve ilk işinin yeni bir muhite taşınmak olacağını söylemişti. Evlenme kararımızdan sonra çok heyecanlı ve çok mutluydu.”

“Peki, arkadaşlarından tanıdığınız kimse var mı?”

“Maalesef… Dediğim gibi, eski hayatına dair, arkadaşları da dahil, hiç kimseyi yeni hayatında istemiyordu. Annesi ve babası zaten ölmüşler, iki kardeşi de Ankara’da yaşıyormuşlar. Onun çevresinden hiç bir tanıdığım yok ne yazık ki. Çok yakında kızı ile tanıştıracaktı beni.”

Emel’in sözünün bitmesiyle odanın kapısının açılması bir oldu. İçeri, yirmili yaşların sonlarında, esmer, Emel’in gözleri gibi elâ gözlü, yakışıklı, sırım gibi bir delikanlı girdi. Jölelediği saçları kirpi gibi dikilmişti. Kapkara kirpiklerinin arasından bakan gözlerini öfke bürümüştü. Deri ceketinden sarkan zincirler şıngırdarken, elindeki buketi aceleyle bir köşeye fırlatıp bağırmaya başladı.

“Siz de kimsiniz? Ne arıyorsunuz burada.”

“Sakin ol, delikanlı. Biz polisiz ve Celal Gezgin cinayetinin soruşturması için buradayız. Asıl ben senin kim olduğunu sorabilir miyim?”

Delikanlının soruya cevap vermeye niyeti yoktu. Daha da öfkeli bir ses tonuyla karşılık verdi.

“Kim olursanız olun! Ablamın halini görmüyor musunuz? Kadın derdine mi yansın, size laf mı yetiştirsin?”

Emel’in yüzünde  beliren anaç tavır sesine de yansımıştı. Galiba delikanlıyı sakinleştirebilecek olan tek kişinin, kendisi olduğunun farkındaydı.

“Tamam Oğuz, sorun değil. Merak etme, iyiyim ben. Her kaybımın arkasından aynı hatayı yapacak değilim. Endişelenme artık… Polisler, Celal’in katilini bulmak için benden yardım almaya gelmişler. Sen de istemez misin, Celal abinin katilinin bulunmasını?”

“İstemez olur muyum ablacığım. Ben senin üzülmene dayanamıyorum sadece. Yoksa, ne gerekirse yapmaya hazırım tabii ki… Celal abiyi ne kadar çok sevdiğimi bilirsin.”

“Peki delikanlı, öyleyse şöyle kenara çekil ve sıranı bekle, olur mu?”

Başkomiser Ahmet’e mahçup bir bakış atan Oğuz, pencerenin kenarındaki sandalyeye çöktü. Eline aldığı telefona bakışlarını indirene kadar, ablasına bakmayı sürdürdü.

“Devam edebilir miyiz, Emel Hanım?”

“Elbette Başkomiserim. Buyurun lütfen…”

“Celal’in, şirket çalışanlarınızla arası nasıldı? Biz aslında hepsiyle görüştük fakat sizin de fikrinizi duymak isterim.”

“Celal, şirkette işe başlayalı sadece bir ay olmuştu. Tüm çalışanlarımın ve ortaklarımın ona saygılı davrandıklarını biliyorum. Özellikle de Nurettin ile araları çok iyiydi. Celal’le ben sevgili olduktan sonra tanışmışlar ve hemen kaynaşmışlardı. Hatta onu şirkete almamı Nurettin önermişti. Benim de aklımda böyle bir fikir vardı fakat bunu Celal’e nasıl söyleyeceğimi düşünüyordum. O gururlu bir adamdı ve benim servetimin altında ezilmesini istememiştim. Nurettin de bu işe sıcak baktığını söyleyince, teklifi Celal’e sunma işini de ona bıraktım.”

“Nurettin Bey, Celal’e iş teklifini sizin yaptığınızı söylemişti bize.”

Emel, Feride’nin ses tonundaki imayı sezmişti. Oturduğu yerden biraz daha doğruldu.

“Evet, Nurettin’le beraber, tüm ortaklara teklifin benden geldiğini söyleme kararı almıştık. Daha doğrusu Nurettin böyle olmasını istemişti. Belki söylemiştir, o benim çok eski arkadaşımdır. Şirkete katılalı çok uzun bir süre olmadı. Zaten onun torpilli olduğunu düşünen ortakların gözündeki otoritemi sarsmamak için bu kararı aldık.”

“Nurettin Bey demişken, size onunla da ilgili bir iki soru sormama izin verir misiniz?”

“Soruşturmayla ilgiliyse sorun tabii.”

“Bunu vereceğiniz cevap belirleyecek Emel Hanım. Nurettin Bey’le uzun yıllardır, çok yakın dost olduğunuzu öğrenmiştik zaten. Merak ettiğim, aradan geçen bunca yılın içinde, birbirinize karşı hiç mi duygusal açıdan yakınlık hissetmediniz?“

“Benim gözümde Nurettin her zaman bir abi, en yakın arkadaş, hiç çekinmeden her sırrımı açabildiğim bir sırdaş, başımı omuzuna yaslayabildiğim ender dostlarımdan biridir. Hiç bir zaman ona karşı başka bir duygu hissetmedim.”

“Peki, ya onun için durum nasıldı?”

“Şu anda ne hissettiğini bilmiyorum fakat sezinliyorum …”

“Yani?”

“Nurettin hiç evlenmedi. Sevgilileri oldu tabii fakat en uzun süren ilişkisi iki haftayı geçmedi. Onlar da benim henüz bir çocuk olduğum dönemlere denk gelmişti. Zamanla büyüyüp serpilmiştim. İşte ondan sonra Nurettin’in gözlerini benden alamadığını fark etmiştim. Kısa süre içinde de aşkını itiraf etmişti. Hediyelerle, sürprizlerle her gün kapıma gelirdi. Onun bu hali hoşuma gitse de bir türlü ona aşık olamıyordum. Bir kalpte sadece bir sevgi olabilirdi çünkü. Vedat’a olan aşkım daha üniversite yıllarımda başlamıştı. Nurettin çok anlayışlı davranmış ve sessiz sedasız aradan çekilmişti. Aramızda sanki sessiz bir anlaşma yapmışız gibi bir daha bu konu asla açılmamıştı. Fakat onun bana hâlâ aşık olduğunu sezinliyorum. İç güdü, diyelim, sezgi, diyelim, altıncı his, diyelim… Kadınlar böyle şeyleri hisseder…”

Emel Yalçın’ın sorgulanmasından sonra sıra, kardeşi Oğuz Serhat’a gelmişti. Emel’i daha fazla rahatsız etmemek için hastanenin kafeteryasına geçmişlerdi. Oğuz, ablası Emel’den yaşça çok küçüktü. “Annemle babamın son macerasıyım ben,” demişti, aralarındaki yaş farkını anlatırken. Ablası onun için ikinci annesi gibiydi. Ona çok düşkün olduğunu, sözünden çıkmadığını anlatmıştı.

Celal hakkında söyleyecek fazla sözü yoktu. Dışarıdan gözlemlediği kadarıyla dürüst birine benziyordu. Esprileriyle Oğuz’u gülmekten kırıyordu. Eli açıktı, birlikte takıldıkları mekanlarda, Oğuz’un elini cebine sokturmuyordu. Bir keresinde de barda çıkan bir kavgada Oğuz’u yalnız bırakmamış hatta onu arkasına alıp adamların üzerine kaplan gibi atlamıştı. Oğuz’a göre bunlar, Celal’in ondan aldığı artı puanlardı.

Vefat eden eniştesi bir gün bile ablasını üzmemiş, bir dediğini iki etmemişti.  Özellikle, annesiyle babası öldükten sonra, ablası ve eniştesi Vedat, ona gerçek bir aile olmuşlardı. Vedat’ın ve yeğeni Dilek’in zamansız ölümü onu ve ablasını çok sarsmıştı. Ablasının, içine düştüğü buhrandan hiç kurtulamayacağını, eski haline hiç dönemeyeceğini sanmıştı bir süre. Bir daha hiç gülmeyeceğini sandığı ablasının yüzü, Celal sayesinde yeniden gülmüştü. Sadece bu yüzden bile Celal’e minnettar olduğunu anlatmıştı.

 

***

 

“Bu Nurettin Aksakal bir şeyler saklıyor gibi geliyor bana Başkomiserim.”

“Al benden de o kadar, Feride. Bu adamın yakasından düşmeyelim. Sen onun hakkında detaylı bir araştırma yap. Bakalım bize söylediği başka yalanlar da var mı?”

“Cinayet saatinde şirkette olduğu kesin. Hatırlarsanız, acı haberi aldıktan sonra baygınlık geçiren Emel Hanım’ın yanındaymış. O esnada mesai saati bitmiş olsa da hâlâ şirkette olan birkaç çalışan da doğruladı bunu.”

“Öyle, doğru diyorsun da ben yine de işkillendim bu adamdan. Celal’i kendi elleriyle öldürmemiş olsa da katili azmettirmiş olabilir.”

Başkomiser Ahmet’in odasında Selim’in, Kumarbaz Bilal’in mekanından gelmesini bekliyorlardı. Bir yandan günün değerlendirmesini yaparken, bir yandan da Adli Tıp’tan ve Kriminal Laboratuvardan gelen raporları inceliyorlardı. Bilişim polislerinin, sokağı görüntüleyen kamera kayıtlarını incelemesi biraz daha fazla zaman alacaktı. Akşam olmadan bir sonuç çıkması bekleniyordu.

Adli Tabip Kemal’e göre Celal, beyin kanamasından ölmüştü. Fakat başında parçalanan vazo olmasaydı da zaten yediği bıçak darbelerinin sonucunda büyük ihtimalle ölecekti. İç organları paramparça olmuştu. Vücudundaki darp izleri, cinayetten en az sekiz saat öncesine aitti. Yediği dayağın, katilin işi olmadığı belliydi. Sabah erkenden evden çıkıp giderken, onu gören komşusu, darp izi gördüğünden bahsetmemişti. Demek ki, gittiği yerde dayak yemişti.

Kriminoloji raporları ise daha karmaşıktı. Celal’in kanında uyuşturucuya rastlanmıştı. Alkol seviyesi de oldukça fazlaydı. „Bunu da mı yaptın Celal,“ diyen Feride’ye, ne diyeceğini bilemedi, Başkomiser Ahmet. Alkolünden az çekmemişti Feride Celal’in fakat uyuşturucuyu hayatına soktuğuna inanamıyordu. Bu haldeyken, kızını ondan almak için ne yüzle kavga etmişti, Feride’yle. Kanında bulunan uyuşturucuya, evinde yapılan aramalarda rastlanmamıştı. Belli ki, yeni nişanlısının bu durumdan da haberi yoktu.

Olay yerinde, yerde bulunan ayakkabı izi, dünyaca ünlü bir spor ayakkabı markasının, 2020 modeline aitti. Modelin hangi yıla ait olduğunu anlamaları çok kolay olmuştu. Ünlü firma, her ayakkabının altına tasarlandıkları yılı işaret eden bir damga yerleştirirdi. Ucuz bir ayakkabı değildi. Orta halli birinin yanından bile geçemediği mağazalarda satılırdı. Çakma, diye tabir edilen taklitlerinde, tasarım yılı detayı yapılamadığından, ayakkabı izinin orijinal modele ait olduğu kesindi.

En dikkat çeken detaysa, ayakkabı izinin içinde köpek kılına rastlanmasıydı. Yapılan araştırmalar sonucu kılın, Sibirya Kurdu, denilen bir köpek cinsine ait olabileceği tespit edilmişti. Evin başka hiç bir yerinde köpek kılına rastlanmadığı için eve katilin ayakkabısının altında gelmiş olması en büyük ihtimaldi.

Cinayet aleti, Celal’in mutfağına ait bıçak setinin et bıçağıydı. Bu da katilin oraya, cinayeti planlamadan gittiğini düşündürüyordu. Her ne kadar planlamadığı düşünülse de bıçağın üzerinde parmak izi bırakmayan katilin, eldiven taktığı kesindi.

Celal, her ne kadar, katille kıran kırana bir kavganın içine girmiş de olsa ellerinde ya da vücudunda ona ait bir kalıntı, bir DNA bulunamamıştı.

Evde Celal’e, Emel’e, evin temizliğine yardımcı olan, kapıcının karısına ait, bol bol parmak izi vardı. Nurettin’in ve Oğuz’un, henüz parmak izi örnekleri alınmadığı için, kimliği tespit edilememiş izlerin arasında olup olmadıkları bilinmiyordu. Dış kapıda ve cesedin yattığı zeminin etrafında, Cevdet’in parmak izine rastlanmıştı.

Başkomiser Ahmet ve Feride kendilerini kaptırmışlar, raporları okurken, Selim, bir hışımla içeri daldı.

“Başkomiserim! Çok mühim haberlerim var size.”

“Dur, oğlum! Nefes nefese kalmışsın. Otur şöyle de anlat bakalım, ne buldun?”

“Celal’in gözünü şişirenin kim olduğunu buldum, Başkomiserim.”

Her cümlenin arasında nefes molası veren Selim’in acilen spora başlaması gerektiği açıktı. Genç yaşında tıknefes olma yolundaydı.

“Kumarbaz Bilal’in mekanı, bir yıl öncesinden farklı değildi. Yeminler, sözler havada uçuştu. Celal’in ölümüyle ilgileri yokmuş. Olmazmış onlarda öyle cinayet falan. Hep aynı laflar işte… Hem, öldürecek olsalarmış, dün sabah eşek sudan gelene kadar döverler miymiş? Onların tek derdi, Celal’in gözünü korkutup paralarını tahsil etmekmiş. Adam dövmekten asacak değilmişiz ya onları.”

“Alın işte, Kumarbaz Bilal dövmüş yine değil mi? Geçen sene olduğu gibi…”

“Yok, Feride Komiserim. Kendisi değil, adamları dövmüş.”

“Zevzeklik etme Selim! Doğru dürüst anlat şunu.”

“Anlatıyorum ya, Başkomiserim. Geçen yılki borç sekize katlanmış. Üzerine bir o kadar daha borçlanmış. Ödemeye de yanaşmıyormuş. Bekleyin, durdum durdum, turnayı gözünden vurdum. Çok yakında paranızı faiziyle ödeyeceğim, deyip oyalıyormuş bunları. Bilal yutar mı hiç? Çektirmiş bunu arka odaya, yer misin yemez misin? Asıl havadisleri de Celal’in, kendisi gibi kumarbaz bir arkadaşından öğrendim. Adam daha sabahtan gelmiş kumar oynamaya. Çok eski arkadaşıymış Celal’in.”

“Kimmiş o, çok eski arkadaş. Ben tanıyor olabilirim. En az Celal kadar hayırsız olan eski arkadaşlarından az çekmemiştim, evliliğimiz boyunca.”

“Adı Sami Dalyan. Aynı mahallede büyümüşler.”

“Evet, tanıyorum onu. Karısı bunun dayaklarına dayanamayıp çocuklarını da alıp Giresun’a, babasının evine kaçmıştı. Babası da yüz vermeyince, birkaç hafta sonra dönmüştü kadıncağız, çaresizce evine. Hatta, bir keresinde, nezarethaneye aldırmıştım bu Sami’yi. Kadını öldürecekti neredeyse döverken.”

“Öldürmüş zaten sonunda, Komiserim.”

“Nasıl yani?”

“Kadın kanser olmuş. Geçen sonbaharda da ölmüş. Çocukları da annesine vermiş. Gırtlağına kadar kumar batağına batmış.”

“Beter olsun pislik!”

“Neyse, Celal buna her sırrını anlatırmış. Emel Yalçın’dan da bahsetmiş. ‘Bu karıyı bir kandırırsam, sırtım yere gelmeyecek,’ diyormuş. ‘Seni de beni de ölene kadar sefa içinde yaşatacak Emel’in serveti,’ diye buna da sözler vermiş. ‘Acılı kadını kandırmaya ne olacak?’ diye bir de dalga geçiyormuş, kadının acısıyla. Hayal’i sizden almak istemesi de planının bir parçasıymış, Komiserim. Bu şekilde Emel’in ölen kızının yerine Hayal’i koymasını, kendisine daha fazla bağlanmasını sağlayacakmış. Kadının hayat hikayesini duyar duymaz plan yapmaya başlamış. Sahilde günlerce onu gözlemiş. Bir gün bisikletten mi düşme numarası yapmış ne, tanışmış kadınla. Ağzı da iyi laf yapıyormuş, dedi arkadaşı. Kandırıvermiş işte kadıncağızı. Aşkı meşki hep yalanmış. Tek zoru paralara konmakmış.”

Feride, hastane odasında perişan halde yatan Emel’i düşündü. Celal’e olan sevgisi ve güveni, gözlerini kör etmiş, zavallı bir kurban daha. Celal’e göre, gözünden vurduğu bir turna, kolayca kandırabileceği acılı bir kadın… Feride, sırtındaki hançer yaralarını saralı yıllar olmuştu da zavallı Emel için buna alışmak kolay olmayacaktı.

“Celal’in değiştiğine neden inanmadığımı şimdi anladınız mı Başkomiserim. O değişemez çünkü. Onun hayatına sokacağı tek değişiklik, bir önceki hatasından daha farklı, bir başka hata olabilir ancak. İçki, kumar, yalan, dolan, uyuşturucu derken, bir de masum bir kadını, böyle aşağılık bir planla kandırması… Sinirlerim bozuldu Başkomiserim. Müsadenizle ben Bilişim birimine geçebilir miyim? Eğer ayakkabı izi katile aitse, Cevdet zaten aklanmış oluyor fakat bir de kamera kayıtlarından görmek istiyorum bunu.”

Cevdet… Artık o, ne Savcı Cevdet, ne de Cevdet Bey’di. O, artık Feride için Cevdet’ti. Onun varlığıyla yeniden gülmeyi ve bir erkeğe güvenmeyi öğrenmişti. Günden güne, anlamadan bağlanmıştı ona. O artık Cevdet’ti… Feride’nin Cevdet’i… Celal’in pisliğinin, daha fazla üzerine bulaşmasına razı gelmeyecekti. Mutluluğunu daha fazla ertelemeyecekti. Başkomiser Ahmet’in cevap vermesini bile beklemeden,  koşarak çıktı odadan.

 

***

 

Emniyet’in kapısının önünde Cevdet’le karşılaştı Feride. Birlikte Cinayet Büro’ya doğru yürürken, ikisi de susmayı tercih etti. Az sonra her şey konuşulacak, eteklerdeki taşlar dökülecekti nasılsa.

Bütün geceyi Bilişim Birimi’nde geçirip kamera kayıtlarının her saniyesini beynine kazımıştı Feride. Artık emindi… Katil Cevdet değildi. Gece geç saatte Emniyet’ten çıkarken, onu telefonla aramış ve bu sabah onunla konuşmak istediğini söylemişti. Bu tekliften sonra, Cevdet’in sesindeki kırgın ton, bir anda yok olup gitmişti.

Apartmanın karşı kaldırımındaki dört esnaftan alınan, dört ayrı kamera kaydının incelenmesinden sonra katilin kim olduğu anlaşılamamış olsa da Cevdet’in katil olmadığı kesinleşmişti. Her ihtimale karşı, Celal’in apartmana taşındığı günden itibaren olan bütün bölümler incelenmişti. Cinayet gününe kadarki kayıtlarda, olağanüstü bir görüntüye rastlanmamıştı. Apartman sakinlerinin rutin hayatları, apartmana giriş çıkışlarından başka, kayda değer bir delil yoktu.

Son güne gelindiğindeyse, sabahın erken saatlerinde apartmandan koşar adım çıkan Celal’in, endişeli görüntüsüyle açılış yapmıştı kamera kayıtları. Saat dokuz bile değildi. O gece için düzenlemesi gereken kutlama yemeğine hazırlanmak için böyle acele ettiği düşünülebilirdi. Fakat kapıdan çıkar çıkmaz, apartmanın önünde beklemekte olan otomobile, karga tulumba tıkıştırılmasıyla olaylar başlamıştı. Araçtan inen adamların mafya tipleri, onların Kumarbaz Bilal’in adamları olabileceğini gösteriyordu.

Akşam saatlerine kadar Celal bir daha kadrajda görünmemişti. Daha sonra, apartmanın önüne yanaşan ticari bir taksiden inen Celal’in, yüzü gözü kan içindeydi. Karşı kaldırımdaki kameradan bile yediği dayağın şiddeti belli oluyordu. Zar zor ayakta durabildiği için sağa sola tutunarak apartmana girdiğinde, saat 17.07’yi gösteriyordu.

Yaklaşık bir saat sonra yeni bir otomobil yanaşıyordu sokağa. Yan apartmanın önüne park etmiş olsa da Celal’in oturduğu apartmana giren adamın yüzü, taktığı beyzbol şapkası yüzünden seçilemiyordu. Başını önüne eğmişti ve bir eliyle de yüzünü saklamaya çalışıyormuş gibi bir havası vardı. Tahminen 1,85 metre uzunluğunda, zayıf fakat orantılı vücut hatlarına sahip biriydi. Üzerinde spor bir kıyafet vardı. Üzerindeki beyzbol ceketi şapkasına uygun renklerdeydi. Koşarak üst katlara doğru yöneldiği kamera kayıtlarından görülebiliyordu.

Saat 18. 32’yi gösterdiğinde Savcı Cevdet görülüyordu kapıda. Anlattığı gibi zillerden birine basıyor ve yanıt gelmesini bekliyordu. Bir süre sonra açık duran apartman kapısından giriyordu. 18.40’da, beyzbol şapkalı adamın, şimşek hızıyla evden çıktığı görülüyordu. Şapkasıyla aynı renkleri taşıyan ceketindeki kan izleri, ayan beyan seçilebiliyor olsa da yüzünü saklamayı yine başarmıştı. Eve girerken elleri çıplak olan adamın, ellerindeki motorsiklet eldivenleri dikkat çekiyordu. Park halindeki araca binip kaçması beş saniye bile sürmemişti. Savcı Cevdet dışarı çıktığında o çoktan ortadan kaybolmuştu.

“Size bir özür borçluyum Savcım.”

“Bana hiç bir şey borçlu değilsiniz Feride Komiserim.”

“Kamera kayıtları, üzerinizdeki şüphelerin tamamen dağılmasını sağladı. Katil siz değilsiniz.”

“Bunu size daha o akşam söylemiştim zaten. Fakat inanmanız için benim sözümden daha inanılır delillere ihtiyacınız vardı, öyle değil mi Komiserim.”

“Cevdet…”

“Buyurun Komiserim.”

“Aramızdaki resmiyeti bir süreliğine kaldırsak, olmaz mı?”

“Neden?”

“Birbirimize bir şans daha verebilmek için…”

“Anlayamadım…”

“Hayır, anladın…”

Evet, anlamıştı. Yıllardır aşkını itiraf edebilmek için kıvrandığı kadın tarafından, kendisine uzatılan zeytin dalını hiç düşünmeden kabul edecekti. Feride, bunca zamandır farkında olduğu sevdaya karşılık vermeye karar vermişti. Cevdet için bundan daha büyük bir mutluluk olamazdı. Devam eden konuşmalarda soruşturmadan ve Cevdet’in üzerinden dağılan şüphelerin kırıcılığından bahsetmediler. Yeni bir sayfa açılmış gibiydi aralarında. İlk satırına Feride ile Cevdet’in isimlerinin yazıldığı, yepyeni bir sayfa…

 

***

 

“Katilin kullandığı arabanın plakası tespit edilmiş Başkomiserim. Trafik Şube’yle irtibata geçildi. Bir iki saate kadar araç sahibini tespit edecekler.”

“Tamam, Selim… Aferin, çok iyi iş çıkardın. Feride nerede? Sabah Cevdet’le ikisini gördüm, bir daha da sesleri çıkmadı. Emniyet’te değil mi Feride?”

“Savcı Cevdet Bey ile konuşması bittikten sonra ikisi birlikte çıktılar Başkomiserim. Feride Komiserimin ağzı kulaklarındaydı. Bana, size haber vermemi, Nurettin Aksakal hakkında araştırma yapmaya gideceğini, söyledi.”

“Sen de bunu bana daha şimdi mi söylüyorsun be çocuk. Mutlu bir gün olacak bugün galiba.”

“Anlayamadım, Başkomiserim.”

“Düğün, diyorum oğlum. Düğün yakın, galiba.”

“Haa, Feride Komiserimle Savcı Bey’i diyorsunuz. Süheyla’yla benden önce evlenirlerse hiç şaşmam Başkomiserim. Komiserim de mutlu olmayı hak ediyor artık. Hele, Celal Gezgin’den çektiklerinden sonra. Adamın ölümü bile Komiserimin yakasına yapışacaktı neredeyse. Savcı Cevdet’in katil çıkacağını zannedip kahroldu kadın.”

“Neyse, neyse… Biz işimize bakalım Selim. Feride gelene kadar sen de Trafik Şube’ye git. İşin aciliyetini hatırlat ve sonuçları kap gel.”

“Emredersiniz Başkomiserim!”

Selim’in ayrılmasından kısa bir süre sonra Feride kapıda belirdi. Selim’in dediği doğruydu, yüzünde güller açıyordu Feride’nin. Başkomiser Ahmet, tam Feride’yi, en doğru kararı verdiği için tebrik edecekken, Feride ondan önce davrandı.

“Müthiş bir gelişme oldu Başkomiserim.”

“Biliyorum Feride… Selim anlattı.”

“Onu demiyorum Başkomiserim. Şey, yani o da müthiş bir gelişme tabii ama bahsettiğim, cinayet soruşturmasıyla ilgili.”

“Otur da anlat bakalım.”

“Oturmaya vakit yok Başkomiserim. Hemen sorgu odasına gitmeliyiz.”

Sorgu odasında öfkesinden kıpkırmızı olmuş bir halde oturan Nurettin Aksakal’ın suçunu itiraf etmeye niyeti yok gibiydi. Mütemadiyen tekrarladığı tek cümle, “Avukatımı istiyorum,” olmuştu.

Feride, daha ilk görüşmelerinde şüphelendiği adamın hayatını didik didik etmişti. Savcı Cevdet’in de yardımıyla, bir ayda açılamayacak bütün kapılar, iki saat içinde açılmıştı. Nurettin Aksakal, ailesinden kalan servetin son kuruşunu da alemlerde tükettikten sonra Emel’in şirketine ortak olmuştu. Ayrıntıları görüşmek için Emel’in kaldığı hastaneye giden Feride, ondan, Nurettin’in beş kuruş para katmadan şirkete ortak olduğunu öğrenmişti. Emel, çok sevdiği dostuna yaptığı bu iyiliği diğer ortaklarla paylaşmamıştı tabii ki. Hiç bir ortak, yüzde iki hisseyle aralarına katıldığını zannettikleri Nurettin’in, ne mal olduğunu bilmiyordu.

Emel’in anlattığına göre Nurettin ile vefat eden eşi Vedat, son zamanlarında pek anlaşamıyorlardı. Vedat, bu adamın karısına olan ilgisini fark etmiş ve Emel’e bundan söz etmişti. Karısına çok güvenen Vedat Bey’in, Nurettin ile yapmak istediği konuşmayı Emel engellemişti. En yakın dostuyla, en sevdiği adamın birbirlerine girdiklerine şahit olmak istemiyordu.

Vedat’ın hoşuna gitmese de servetini kaybeden Nurettin’in, arkasını toplamak zorunda kalmıştı. Ona yüklü miktarda para yardımı yapmıştı. Karısının hatırı olmasa bu adamın yüzüne bile bakmayacağını da sık sık hatırlatmıştı Emel’e. Nurettin de Emel’in üstü kapalı uyarılarına rağmen, hemen hemen her gün onların evine geliyor, ona belli etmeseler de Vedat ile Emel’in aralarının bozulmasına sebep oluyordu.

Feride, duyduklarından sonra Emel’in evindeki güvenlik kamerası görüntülerini incelemeye karar verdi. Şansına, Emel’in güvenlik şirketinin elinde son on yılın görüntüleri mevcuttu. Ne aradığını biliyordu, Vedat Bey’in ve kızı Dilek’in kazada öldüğü güne ait görüntülerin hazırlanması bir saat bile sürmemişti.

Tam tahmin ettiği gibiydi. Görüntülerde Nurettin’in, Vedat’ın arabasının altına eğilip bir şeyler yaptığı görülüyordu. Sağa sola telaşla bakınmasından da görünmeyi istemediği belliydi. Emel’in anlattığına göre evde ustalıkla gizlenmiş güvenlik kameraları olduğundan evin çalışanlarının bile haberi yoktu. Bunu, karı koca çalışan bir çift oldukları ve kızlarının onlar evde değilken yabancıların elinde emniyette olduğuna emin olmak için yapmışlardı. Tabii ki Nurettin’in de Vedat’ın arabasını bozmaya çalıştığı sırada, kaydedildiğinden haberi yoktu.

Hesaba katmadığı tek şey kamera kayıtları da değildi üstelik. O gün, aniden hastalanan kızı Dilek’i doktora götürmek için rutin planından şaşan Vedat’ın, bozulmuş arabaya kızını bindireceğini aklına bile getirmemişti.

Bu kanıtlara ulaşır ulaşmaz Emniyet’ten polis memuru Aytekin’i yanına çağıran Feride, Nurettin Aksakal’ı, Vedat Yalçın’ın ve kızı Dilek’in ölümlerine sebep olmaktan göz altına almıştı. Celal’i öldürüp öldürmediği ise sorguda belli olacaktı.

Nurettin Aksakal saatlerce inkar ettiği gerçeği sonunda kabullenmek zorunda kaldı. Sebep, Emel’e olan aşkıydı. Emel’in kendisini değil de Vedat’ı seçmesini hayatı boyunca kendine yedirememişti. Servetini de kaybettikten sonra, Vedat gözüne daha da batmaya başlamıştı. Onun ortadan kalkmasıyla hem, yıllardır ondan başkasına dönüp bakmadığı Emel’e ve hem de kaybettiği servetine kavuşacaktı.

Kabul etmediği tek şey vardı. Celal’i o öldürmemişti. Elbette sabırla iyileşmesini beklediği Emel’in, başka bir adama aşık olup onunla evlenmeye kalkmasına dayanamıyordu ancak bir cinayeti daha göze alamazdı. Kamera kayıtlarında görünen adamın Nurettin olmadığı zaten açıktı. Ondan daha uzun, daha zayıf, daha gençti. Fakat Nurettin’in azmettirdiği biri olabilirdi. Buna zaman karar verecekti zira Nurettin asla bu suçlamayı kabul etmiyordu. Gözaltı süresi boyunca nezarethanede kalacaktı.

 

***

 

“Araç sahibi bulundu Başkomiserim. Trafik Şube’den şimdi çıktım. Vereceğim adreste buluşuruz.”

Katilin binip kaçtığı aracın plakası, kamera görüntülerine silik bir şekilde yansımış olsa da bazı teknolojik yardımlar sayesinde numarası tespit edilebilmişti. Her ne kadar, civardaki mobese görüntülerinde araca bir daha rastlanamamış olsa da şimdi artık sahibinin bulunması an meselesiydi. Trafik Şube’den çıkan sonuca göre araç, Leyla Güvenir’in üzerine kayıtlıydı. Yirmi beş yaşındaki kadının ev adresinin önünde, kapıyı açmasını bekleyen Başkomiser Ahmet ve ekibini, bir sürpriz bekliyordu. Kapıyı açan Leyla Güvenir değildi. Oğuz Serhat, tüm şaşkınlığı ile, karşısında dikilen Cinayet Büro ekibine bakakalmıştı.

Ne olduğunu anladığındaysa, kanunun pençesinden kurtulabilmek için sokağa doğru kaçmaya yeltenmişti. Selim’in ve Başkomiser Ahmet’in hızlı hamleleriyle, kapının pervazına yapışmış olarak bulmuştu kendini.

Emniyete getiriline kadar sus pus beklemiş, ne avukata, ne de ablası Emel’e haber verilmesini istemişti. Suçunu itiraf etme faslına geçiş, Başkomiserin zannettiğinden uzun sürmüştü. Sorgu odasında geçen bütün bir gece boyunca Oğuz, Nuh demiş, peygamber dememiş, Celal’in katili olduğunu kabul etmemişti.

Araç sahibi Leyla, Oğuz’un, üniversite yıllarından beri sevgilisiydi. Annesiyle babasının ölümünden sonra tek gelir kapısı, ablası ve eniştesi olan Oğuz için Leyla ile gününü gün etmeye devam edebilmesi, yine ablasına bağlıydı. Genç kızın anlattığına göre, Oğuz ablasına çok öfkeliydi.  Hiç hesapta yokken, hiç hak etmeyen birini, servete ortak etmek istemesini anlayamıyordu. Genç kız, sevgilisinin katil olacağına asla ihtimal vermiyordu. Aracının cinayet mahallinde ne aradığını bilmiyordu ve evet, Oğuz’da da aracın bir yedek anahtarı bulunurdu. Olay günü, olay saatinde Oğuz’un nerede olduğunu bilmiyordu çünkü kendisi de şehir dışında, iş toplantısındaydı.

Oğuz, ertesi gün itirazlarına devam etmişti. Katil değildi, oraya hiç gitmemişti, kız arkadaşının aracını, o gün hiç görmemişti. Muhtemelen kız arkadaşı iş seyahatindeyken, arabası çalınmış ve cinayetten sonra yerine bırakılmıştı. Sorgunun ikinci gününe yalanlarıyla merhaba diyen Oğuz’un bilmediği bir ayrıntı vardı. Baskın esnasında orada olmayan Sibirya Kurdu cinsi köpeğin, kız arkadaşı Leyla’nın köpeği olduğu ortaya çıkmıştı. Ayrıca Oğuz’un babadan kalma villasında yapılan araştırmalar sonucu, evin bodrum katında, ücra bir köşede duran kolinin içinde, kanlı beyzbol ceketi, motorsiklet eldivenleri ve şapkası bulunmuştu. Artık kaçış yoktu. İtiraf zamanıydı.

“Ben evin en küçüğü olarak, lüks ve saltanat içinde büyümüştüm. Bu da beni şımarık ve sorumsuz yapmıştı. Girdiğim hiç bir okulu tamamlayamadım. Babam, ölümüne yakın, yıllardır çalışıp didinip kurduğu ve büyüttüğü şirketini kaybetmişti. Ablamın ve eniştemin yardımları bile onu iflastan kurtaramadı. Bir gece geçirdiği felç sonucu hayatını kaybettiğinde, elimizde oturduğumuz evden başka hiç bir şey kalmamıştı. Annem de yaşadığı üzüntüye daha fazla dayanamayıp ölmüştü. Ablamla eniştemin eline bakar olmuştum. Eniştemin şirketinde çalıştım bir süre fakat çalışmak bana göre değildi. Ben, alıştığım bolluğu, özgürlüğümü arıyordum. Ablam da ona yaptığım her nazı hiç düşünmeden çekiyor, kabul ediyordu. Ben ona annemle babamın emanetiydim. Kızı ve kocası öldükten sonra daha da çok bağlanmıştı bana. Bir dediğim iki olmuyordu. Sonra, Celal çıktı ortaya. Nereden geldi, ablamı nasıl bu şekilde avucuna aldı, anlayamadım. O güne kadar dediğim her şeye boyun eğen ablam, tahsilimi tamamlamam, bir iş bulup hayatıma bir yön vermem gerektiğini söylemeye başladı. Celal’in gözümü boyamak için elime sıkıştırdığı paralar da olmasa, geçimimi sağlayacak bir gelirim yoktu.”

Anlatırken yüzünde pişmanlıktan çok öfke vardı Oğuz’un. Şımarık zengin çocuklarına özgü bir güvenle, işlediği cinayeti haklı çıkaracak bahaneler sunuyordu.

“Bu, mantar gibi aniden hayatımızda bitiveren adamın kim olduğunu bulmam gerekliydi. Onun bir açığını bulmak, ablamla eski hayatımıza geri dönmek demekti. Buldum da… Celal’de açıktan bol bir şey yoktu. Kumar borcu boyunu aşmıştı. Ablama söylediği gibi, üniversite mezunu falan değildi mesela. Çevresinde dolandırıcılığı ile ünlenmişti. Ablamı daha fazla kandırmasına göz yummayacaktım. Celal’le tanıştığından beri ablamın gözleri kör, kulakları sağır olmuştu adeta. Ne desem inanmadı. Celal’e iftira atacak kadar küçüldüğüm için beni hiç affetmeyeceğini söyledi. Bu, bardağı taşıran son damla oldu. Kesin kararımı verdim. Onu öldürecektim. Gerisi umurumda bile değildi. Benim olmayan servet, onun da olmayacaktı. Ben bir katilim… Suçumu kabul ediyorum.”

Oğuz’un itiraflarını dinlerken, tüyleri diken diken olan Feride’nin aklı Emel’deydi. Zavallı kadının, dost, arkadaş, kardeş, sevgili zannettiği herkes sırayla hançerlemişti onu sırtından. Bundan böyle, kolay kolay insanlara güvenemeyeceği kesindi. Onun için sabır dilemekten başka elinden bir şey gelmezdi.

Celal Gezgin, işlediği günahların bedelini ödemiş, kendisi gibi içten pazarlıklı birinin kurbanı olmuştu. Ava giderken avlanmıştı…

Yorum Bırakın:

yorum

Yeşim Yörük

Yeşim Yörük

Önceki Yazı
  • Dedektif Dergi 26. Sayı
  • Hikaye

Mavi Çiniler

  • Esra Gürel Şen
  • 18 Eylül 2020
Oku
Sıradaki Yazı
tilda 26
  • Dedektif Dergi 26. Sayı
  • Hikaye

Tilda ve Diğerleri: Evdeki Hesap Gemiye Uymadı | 26

  • Tuğba Turan
  • 18 Eylül 2020
Oku
Mutlaka Oku
kaçış hikayeleri
Oku
  • Dedektif Dergi 27. Sayı
  • Hikaye

Tilda ve Diğerleri: Bangkok’ta Kalmak İsteyeceğiniz Son Yer: Bangkok Hilton | 27

  • Tuğba Turan
  • 17 Ekim 2020
Oku
  • Dedektif Dergi 27. Sayı
  • Hikaye

Beni Güzel Hatırla | 1

  • Derin Gezmiş
  • 17 Ekim 2020
Oku
  • Dedektif Dergi 27. Sayı
  • Hikaye

Niyazi

  • Yeşim Yörük
  • 17 Ekim 2020
Oku
  • Dedektif Dergi 27. Sayı
  • Hikaye

Taş, Kağıt, Makas!

  • Gamze Yayık
  • 16 Ekim 2020
Oku
  • Dedektif Dergi 27. Sayı
  • Hikaye

İnsta’ndan Öptüm Seni

  • Güneş Barguş
  • 16 Ekim 2020
Oku
  • Dedektif Dergi 27. Sayı
  • Hikaye

Yeşil Kapılı Ev | 1

  • Esra Gürel Şen
  • 16 Ekim 2020
Oku
  • Dedektif Dergi 27. Sayı
  • Hikaye

Ne Bileyim Ben

  • Deniz Öztürk
  • 16 Ekim 2020
Oku
  • Dedektif Dergi 27. Sayı
  • Hikaye

3 Aylık Ceza

  • Yasin Yıldız
  • 16 Ekim 2020
about
Dedektif Dergi’de

Sizin de yazılarınız yayınlanabilir:

Dedektif Yazarı Olmak İçin Tıkla

Dedektif'in yeni sayısını ücretsiz, PDF olarak okumak için lütfen e-mail listemize üye olunuz:

* gerekli bilgi
Dedektif | Polisiye Dergi
  • Zehirli Kalem Öykü Ödülü
  • Bize Ulaşın
  • Dedektif Dergi Sayıları
  • Türkiye Polisiye Yazarları 🇹🇷
  • Dedektif’te Yazar Olmak
  • Sık Sorulan Sorular:
  • Hakkımızda
Polisiye Dergi Dedektif’in yayınlandığı dedektifdergi.com sitesinin ve yazarlarının hakları 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nda belirtilen hükümlerle korunmaktadır. Dedektif’de yer alan içerikler kopyalanamaz, değiştirilemez ve diğer dijital alanlarda (web sitesi, blog, vb.) yayınlanamaz. Dedektif’de yer alan öykü ve makalelere link verilerek atıf yapılabilir, içerikler kaynak olarak gösterilebilir.Alıntı yapmak için, izin almak, yazarın adını belirtmek ve yazının yayınlandığı bu sitedeki sayfaya link vermek, hem yasal hem de etik açıdan zorunludur. Alıntılarda kesinlikle değişiklik yapılamaz.

Aradığınızı yazıp enter'a basın. Bakalım sitede var mı.