Polisiye Hikaye
1
Aynanın karşısına geçip, kravatını ve yeleğini düzeltti. Gömleğinin buruşmuş yakalarını el yordamıyla kıvırarak kıravatının üzerinden tekrar katladı. Aynaya eğilip, soğuktan çatlamış dudaklarını sıcak suyla ıslattıktan sonra lavobaya sertçe sümkürdü. Orta yaşlara yakınlaşan Aydın, hala yakışıklılığını koruyordu. Saçları, yaşıtlarına göre erken dökülmüştü, hepsi o. Kolundaki saatine bakınca zamanının daraldığını anladı. Tozlanan pantolonunun paçalarını nemli elleriyle silkerek hem ellerini kuruladı hem de paçalarını temizledi.
Ve beklenen anons gecikmedi.
“Marmaris otogarından kalkıp, Malatya istikametine gitmekte olan Genç Turizm’in sayın yolcuları! Hareket saatiniz gelmiştir.Lütfen otobüsteki…”
Hızla seğirterek otobüsteki sürücü koltuğuna atlayıp iç ışıkları yaktı. İçeride uyuyanlar şikayetlenircesine homurdansa da orta kapı açılır açılmaz içeri dolan soğuk, çoğunun uykusunu dağıttı. Yarım saatlik mola bitmiş, herkes, koltuğunda yerini almıştı. Kurulduğu şoför koltuğunun dikiz aynasından, yolcuların yerlerine oturmasını izledikten sonra, koridorda kimse kalmayınca, istemeye istemeye yerinden kalkıp, elindeki listeye bakarak koltukları kontrol etmeye başladı. Gözü ise hep kaptan koltuğundaydı. Ehliyeti de yeterliydi aslında ama daha pişmesi gerekirdi kaptan olabilmesi için. Bazı gecelerde kaptanlar otobana girmeden, hemen gişelerde, direksiyonu Aydın’a bırakır, onlar da hostes koltuğunda dinlenirlerdi. Tabii sonrasında, değme Aydın’ın keyfine. Kasım kasım oturduğu koltukta, aynı zamanda hayal dünyasında da çıkardı uzun bir yolculuğa.
Gözünde damla güneş gözlükleri, parmaklarında iri gümüş yüzükleri, bileğinde kehribar tesbihi, cam kenarında, ara ara aynadan genç güzelleri keserken içtiği pet bardakta kahvesi.. Hey gidi hey. Tabi bu hayalleri, yanındaki gerçek kaptanın ”Hadi bakalım çaylak, herkes kendi yerine,” demesiyle uçup giderdi.
Çoğunlukla ön koltukları kapmış güzel ve alımlı kadınların arasından utangaç bakışlarla geçerken, kokularıyla da başı dönmüştü Aydın’ın. Gecenin o saatinde bile bir fırsatını bulup lavaboda makyajını tazeledikten sonra mis kokularla otobüste yerini alan bakımlı kadınlara hayranlık duymamak mümkün değildi. Tabii arkaya doğru ilerledikçe işler değişiyordu her seferinde. Ekşi ter kokuları, burnunun direğini sızlatıyordu yine. Sadece, bir anne ile kızı eksikti otobüste. Ardından dönüp şoföre seslenmek istedi ama o da koltuğunda değildi. Hızlı adımlarla koridoru geçip orta kapıdan indi.
Kaptan Özden, otobüsün yıkamasını henüz bitiren çocuğa cebinden çıkardığı üç beş lira parayı veriyordu. Aydın’ı görür görmez seslendi. “Oğlum, Rıza Kaptan’ı kaldırmadın mı daha? Yoruldum. Uyandır da ben geçeyim köşke.”
Köşk dediği yer de, orta kapıdan binerken sol tarafta küçük bir kapağı olan, bagajın hemen üzerindeki bir kaç metre karelik mezar gibi bir bölmeydi. Bir iki karışlık, dışarıya bakan camına da genellikle Hilton etiketi yapıştırılırdı.
“Abi kaç kez ünledim, duymadı. Kapak da kilitlenmiş, anahtarı bulamıyorum,”diye cevapladı Aydın.
“Yok artık amına koyayım.”
Hiddetle, söylene söylene otobüse doğru yürümeye başladı Özden Kaptan. Uykusuzluktan kanlanmış gözleri öfkeyle açılınca, karşısındaki zavallı Aydın’ı olduğu yerde zıplatmaya yetti korkuyla. Sigaradan sararmış bıyığını sıvazlayarak küfürler savurmaya devam ediyordu. Kapı ağzında duran Aydın’ı omzundan tutup itti, “Kaç kenara!”
Bu yeni şöfor, şimdiden şark kurnazlığı yapmaya başlamıştı; onuncu seferinde üçüncü kez.
“Madem bu kadar düşkünsün, siktirgit başka iş yap Rıza!” diye bir taraftan bağırıyor, bir taraftan da kapağa vuruyordu. Kapının etrafındaki koltuğa oturan yolcular, koltuklarından boyunlarını uzatmışlar, olan biteni seyrediyorlardı meraklı gözlerle. Artık uykuları iyice açılmıştı anlaşılan.
“Abi ,sakin ol. Yolcular tedirgin oldu,” diye çekinerek müdahele etmeye çalıştı Aydın.
Adamın gözü kimseyi görmüyordu. “Kes sen de sesini, git herkes gelmiş mi kontrol et!” diye tersledi Özden kaptan.
Hafif bir baş hareketiyle yukarı cama bakan Aydın, biraz önce boş olan anne-kızlı koltuğu şimdi yerinde görünce cevapladı.
“Abi, otobüs tam.”
“Tamam, şunu bir uyandıralım. Hemen kalkacağız.”
O sırada tesisin ikinci anonsu duyuldu. Bu seferki, geç kalındığı için ikaz niteliğindeydi.
“Şu bagajı açsana bi!” diye bağırdı Özden.
“Abi o uzun zamandır arızalı, Yaptırtmadı otobüsün sahibi kullanmıyoruz diye”
“Onun da geçmişini sikeyim!” diye bir okkalı küfür daha savurdu Özden Kaptan. “Pinti herif, otobüsü değiştirecek sözde bir yıldır.”
Yolcularla birlikte tesisin meraklı çalışanları da otobüsün kapısının etrafına doluşmuş, olan biteni izliyorlardı. Özden Kaptan da etrafa ara ara ters bakışlar fırlatarak gurubu dağıtmayı amaçlıyordu ama nafile bir çaba olduğunu anlayınca umursamadı. Eline aldığı levye ile bir yandan söyleniyor bir yandan da kapağı kaldırmaya uğraşıyordu. Ve birden kilit kırıldı. Kapı açılır açılmaz, içerde battaniyeye sarılmış uyuyan adamı görünce öfkesi iyice arttı Özden Kaptan’ın. Ayaklarından dürterek kaldırmaya çalıştığı adam, hiç bir şeye tepki vermeden öylece uyumaya devam ediyordu. “Fesuphanallah” diye mırıldanarak battaniyeyi adamın üzerinden çekip aldı.
Adamın tepkisizliği Özden Kaptan’ı korkutmuş olacak ki merdivende bir adım geri atıp Aydın’a seslendi. “Aydın. Sen ufak tefeksin, şuraya gir bakayım adama bir şey mi oldu, kalkmıyor baksana.”
Pire gibi yerinden sıçrayıp merdivene atılan Aydın, bir çırpıda iki büklüm olup incecik bedenini kapağın ağzından içeri attı. Adamın yanına yaklaştıktan sonra kafasının hizasında durdu. Adamın yüzü, diğer tarafa dönüktü. Bir kaç kez, “Rıza Kaptan!” diye seslense de bir şey çıkmadı. En nihayetinde dayanamayıp, tedirgin bir şekilde elini uzatarak adamın çenesini yakaladı ve kendine doğru çekti. Adamın yüzünü gördüğünde ise büyük bir çığlık atarak bagaj kapağına adeta uçarcasına yapıştı. Rıza Kaptan, ağzı açık ve gözbebekleri yukarı kaymış bir şekilde kendisine bakıyordu.
“Abi ölmüş bu” diye bağırdı tekrar yapıştığı bagaj kapağında. İki-üç metrakarelik yer, şu an kendisine mezar gibi geliyordu. Nefesi daraldı, sesi kısıldı.
Özden Kaptan da, ne yapacağını bilemeden telaş içinde koşarak, tesisteki polis noktasına ulaştı. Dili damağı birbirine dolaşarak, meramını anlatmaya çalıştı. Memurla birlikte, soluğu otobüsün başında aldılar. Muavin Aydın, merdivene oturmuş ağlıyordu. Karşısında polisi görünce dizlerinin bağı iyice çözüldü ve daha sormadan heyecan içinde anlatmaya başladı.
“Abi uyuyor sandık, ben bir çırpıda içeri girdim. Seslendim duymadı. Sonra da elimle çenesinden tutup, yüzünü kendime çevirdim. Ağzı açılmış, gözbebekleri yerine gözünün akıyla, bana öyle bakıyordu. Zaten yüzüne dokunduğumda anlamalıydım, buz gibiydi abi. Ama nerden..”
Memur, “Tamam tamam. Sakin olun,” dedi. “Ben şimdi merkezi arayacağım. Bizimkiler yarım saate kalmaz gelir. Ne olduğunu anlarız.”
Otobüsün etrafındaki kalabalık büyümüştü. Tüm meraklı gözler merdiven arasındaki o bölmeye odaklanmıştı. İçeride yatan kurbanı görmek istiyorlardı. Memur, arkasını dönüp kalabalığı görünce, dağılmaları konusunda uyardı. Dairenin çapı biraz genişlese de, kalabalık eksilmedi. Kimse bir şey kaçırmak istemiyordu. Hatta bir ara, başka bir otobüsün muavini kalabalığın içinde kendi yolcularını arıyordu hareket etmek için.
Çok geçmeden, olay yeri ve sağlık ekiplerlerinin araçları, renkli renkli siren lambaları, tepelerinde döne döne tesise girdiler. Ortalık, bir anda masher yerine dönmüştü. İlk bulgular, kalp krizi yönündeydi. Ama gerçek, ancak otopsi sonucu ortaya çıkacaktı.
2
Kenan Başkomiser için dosya, muhtemelen bir iki gün içinde sonuca bağlanacaktı. Kalp krizi olasılığı yüksekti. Odasında, miras kavgası yüzünden kardeşlerini bıçaklayıp katlettikten sonra kayıplara karışan Melih ismindeki herifin eşgalinin tüm ülke genelindeki merkezlere gönderilmesi için Komiser Cüneyt ile konuşuyordu. O sırada otobüs davası ile ilgili otopsi raporu masasına geldi. Raporu gördüğünde olduğu yerde donup kaldı. Rıza Kaptan zehirlenmişti. Bu hiç beklemediği bir sonuç olmuştu.
“Hassiktir!” diyerek elefonuna sarıldı ve yardımcısı Bilal’i acil bir şekilde odasına çağırdı.
-“Oğlum, bu adam zehirlenmiş ya lan!”
“Hangi adam amirim?”
“Hangisi olacak, otobüs şoförü! Şimdi rapor geldi. Anlaşılan zehir, içtiği bir şeylerden karışmış bünyesine”
“Yani öldürülmüş.”
“Muhtemelen. Şimdi şu tanıklarla konuşalım bakalım. Özden Kaptan ve muavin Aydın başta olmak üzere, diğer yolcuları da incelemek lazım. Sen, otobüs firmasındaki bilet kayıtlarından bir araştır bakalım ulaşabildiklerimiz olacak mı? Onlarla da konuşalım.”
“Kayıtlı olanlara ulaşırız büyük ihtimalle ama ördeklere zor.”
“Ördek?”
“Amirim, genelde yoldan aldıkları biletsiz yolculara ördek denir. Amcam otobüs şoförüydü, ben de gençken muavinlik yaptım ona.Ordan biliyorum.”
“Bu yaşımızda da bir şey öğrendik.İyi bakalım, sen firmaya git Özden Kaptan’a da ulaşmaya çalış. İnşallah seferde değildir de buluruz. Önce bir ara bakalım, telefonda ne öğreneceksin?”
“Peki amirim. Hemen arıyorum.”
Aradan yarım saat geçmemişti ki Bilal, telaş içinde odaya girdi.
“Amirim Kaptan’la konuştum ve sanırım işe yarar bir şey bulduk.”
“Neymiş o?”
“Son uğradıkları mola yerindeki tesiste çalışan Hayrettin denen adam, bizim kaptanın eski damadıymış. Özden Kaptan’ın anlattığına göre kanlı bıçaklılarmış. Herif sürekli dövermiş kızını. Kaptan da bundan haberdar olunca gidip herifi bir temiz pataklamış. Kızını da adamın evinden alıp gelmiş. Her geldiklerinde az da olsa bir sürtüşme olurmuş tesiste. Hatta bir keresinde gırtlak gırtlağa girmişler birbirlerine. Çocuk garsonmuş, sonradan da mutfağa almışlar karşılaşmasınlar diye.”
“Çok iyi lan Bilal! Aferin. Ne duruyoruz hemen gidelim tesise, şu çocuğu bir sorguya çekelim bakalım bir şey yakalayabilecek miyiz?”
“Gidelim gitmesine amirim de çocuğu bulabilir miyiz bilmiyorum.”
“Niyeymiş ?”
“İşten çıkmış hemen ertesi günü. İşyeri arkadaşları da bilmiyorlar nerede olduğunu. Cep telefonunu aldım ama o da kapalı. Takibe aldırıyorum yine de.”
“Ev adresini alalım da ailesiyle bir konuşalım bakalım.”
“Anlaşıldı amirim.”
3
Evden, eli boş bir şekilde çıkmıştı Kenan Başkomiser. Babasının verdiği bilgiye göre Hayrettin, günlerdir eve de uğramıyordu. Acil bir şekilde, arama kararı çıkartmak için girişimlerde bulunmalıydı. Arkadaşlarıyla iletişime geçilmişti ama sonuç muammaydı. Hayrettin’den hala bir haber yoktu. Dişlerini sıkarak arabasını merkeze doğru sürerken bir taraftan da aklından bu akşam için yapması gereken evlilik yıldönümü sürprizini düşünüyordu. Bu sene de unutur atlarsa, karısı Aylin onu mümkün değil eve sokmazdı. Mesleğinin ilk yıllarında, Mardin’de otobüs terminalinde tanışmıştı Aylin’le. Genç ve alımlı kadın, memleketinden yeni gelmiş, ilk görevini yapacağı okul için köy dolmuşlarının nerden kalktığını sormuştu kendisine. Aptallaşan adamın kekeleyerek verdiği cevap güldürmüştü kadını o eylül sıcağında. Aradan bir kaç hafta geçmemişti ki öğretmen arkadaşlarının ısrarıyla gittiği öğretmenevi lokalinde hoş bir tesadüf sonucu yeniden karşılaşmışlardı. Bu karşılaşma ise, ikisi için birlikteliğin kapılarını aralamıştı. Ve hala aynı tutkuyla bağlıydılar birbirlerine. Güneş, kentin üzerinden ışığını kaçırırken, gelen telefon ile düşten uyandı Kenan. Arayan Bilal’di ve müjdeyi verdi hemen. “Hayrettin’i yakalamışlar.”
Çok geçmeden de gerçeği öğrenecekti Kenan. Hayrettin’in neden Rıza Kaptan’ı öldürdüğünü. Ama düşündüğü gibi olmadı. Genç adam, nefretle bahsettiği Rıza’nın öldüğünden haberdar bile değildi. Hemen sonrasında kaybolmasının nedeni ise bambaşkaydı. Köyünden, reşit olmayan bir kızı kaçırmıştı. Jandarma da aslında bu ihbar üzerine yakalamıştı Hayrettin’i ama yakalanıp karakola getirildiğinde de hakkındaki arama emrinden haberdar olunmuştu. Saatlerce süren sogudan eli boş çıktı komiser. Çocuğun, dünyadan haberi yoktu. Bilal’den, öldürülen adamın dosyasını istedi tekrar. Ve daha önce gözünden kaçırdığı bir ayrıntıya takıldı. Rıza Kaptan, on beş sene önce ölümlü bir kazaya karışmıştı. Bir aileyi, otobüsün altına almıştı. Arabadaki dört kişiden kurtulan olmamıştı. Bilirkişi, diğer tarafı sekizde sekiz kusurlu bulmuş, Rıza kaptan da ceza almamıştı. Sadece uzunca bir dönem otobüsün koltuğuna oturmamıştı vicdan azabının yükünü sırtlayamadığından.
“Sen, şirketten şu biletli yolcuların bilgilerini ve adreslerini bul. Adamlarla konuşalım. Otobüs çalışanlarıyla konuşayım ben de. Bakalım belki atladıkları bir şey vardır. Adamları iyice sıkıştırmak lazım. Aylin’e de söyle şu Rıza Kaptan’ın eski kazasıyla ilgilensin. İyice araştırsın.”
Genç adam“Emredersiniz!”diye çıkıp giderken Kenan Başkomiser de koltuğunun altına sıkıştırdığı dosyayla peşi sıra odayı terketti. Otobüs şirketinin yazıhanesini aradığında aynı plakalı aracın birkaç saat sonra otogara uğrayacağını öğrendi. Bu iyi haberdi. Dışarıda ayaküstü bir şeyler atıştırdıktan sonra soluğu doğruca otogarda aldı. Otogar şubesini de yolda bilgilendirdi. Terminale giriş yaptığında kendisine haber verilecekti. Bekleyiş noktalandığında,ekipler, yanlarında otobüs personelleri ile birlikte şubede göründüler. Hiç vakit kaybetmeden küçük sorgu odasına aldı Kenan Başkomiser.
Rıza Kaptan’ın yerine gelen yeni şoförü görünce diğerlerine seslendi Kenan. “Oğlum bu adamcağızın hiçbirşeyden haberi yok. Getirmişssiniz onu da. Salın gitsin.”
Adam endişe ve korku dolu bakışlarla teşekkür ederek odadan ayrılırken Özden Kaptan’ın yanındaki muavine gözü takıldı. “Sen de yoktun o gün?”
“Evet efendim,” diye atladı Özden Kaptan.”Bizim muavin Aydın ayrıldı işten. Bu delikanlı da yeni başladı.”
“Bu çocuğu da gönderin. Aydın nerede?”
“Valla bilmem ki komiserim. Çalışmayacağım deyip çıkıp gitmiş Rıza Kaptan’ın ölümünden sonra. Etkilendi garibim.”
Kuşku dolu bakış atan Kenan tam cevaplamak için ağzını açmıştı ki telefon çalmasıyla hemen vazgeçip elini cebine attı. Arayan, yardımcısı Bilal’di.
“Hayırdır Bilal?”
“Amirim, önemi bir detay yakaladık kazayla ilgili”
“Ne detayı?”
“Şu Rıza kaptan’nın biçtiği arabada o gün olmayan ailenin bir bireyi hala hayatta.”
“Evet?”
“Ailenin en küçüğünü düğüne gidiyoruz diye dedesi ve babanesine bırakmışlar. Aileden geriye bir tek o kalmış. Aydın Aslan ismi de.”
“Aydın Aslan mı?”
“Evet amirim. Ve tahmin edin o gece sorguya aldığımız muavin kimdi?”
“Hassiktir!” diye bağırdı telefona Kenan. Sonra da içerideki memurlara el işareti yaparak seslendi. “Salın bunları, gerekirse yine alırız ifadelerini!”
“Adamı hemen bulalım Bilal. Sen ekiplere haber ver.”
“Verdim bile amirim. Araştırdım, Denizli’nin Tavas ilçesinde görünüyor ikameti. Ama Denizli’de de kalıyor ara ara bir arkadaşında.”
“Tamam, nerede olursa olsun, bulup getirin.”
İki haftalık yoğun bir uğraş sonrası ekipler Aydın’ı, Afyon/Sandıklı’ya bağlı bir köyde ele geçirdiler. Bir tesadüftü Rıza Kaptan ile aynı otobüste karşılaşmaları. Hiç tahmin edememişti Aydın bunu. Rıza Kaptan tanımadı ama Aydın, daha görür görmez tanıdı ailesinin katilini. Ve görür görmez düştü yüreğine intikam ateşi. O gece, kendine gelmek için kahve istemişti Aydın’dan. Ve tüm yolcuların mışıl mışıl uyuduğu o saatte yine orta kapıdaki tezgahta kahveyi hazırlamış, arkasına dönüp bölmedeki Kaptan’a içmesi için uzatmıştı kimse görmeden. Kaptan da içer içmez bölmeden merdivene uzanmış, bardağı çöpe atmıştı. Aydın da ilk mola yerinde çöpleri toparlayıp almıştı. Otobüse dönünce de bölmenin kapağını tekrardan kapadıktan sonra kilitleyip, anahtarı da yok etmişti. Şimdi yapması gereken, ne olacağını görmek için oturup beklemekti. Ta ki otobüs tekrar mola verene kadar. Ve Rıza Kaptan bu kez uykusundan uyanamamıştı. Bu sefer, onun son seferiydi. Ailesini öldürdüğü zaman belki devlet affetmişti Rıza Kaptan’ı ama Aydın asla affetmemişti. Ve cezasını çekmeliydi. Seneler sonra bir tesadüfle celladı karşısına çıkaran Tanrı’sının da Aydın’dan istediği bu değil de neydi?