Dükkânın kepenkleri şiddetle sarsıldı.
“Açın kapıyı, polis!”
Nazif, dükkândaki dört kişiyle beraber korkuyla ayağa fırladı. Yüreği en son ne zaman böyle vurdu hatırlamıyordu. Evden çıktığına, cesaret edip ta buralara geldiğine, tanımadığı insanlarla bu işe kalkıştığına bin pişmandı. Suçtu yaptığı. Birkaç ay önce söyleseler “Hadi canım!” diyeceği türden hem de.
Kararını gece vermişti. Sabah kahvaltıda eşine “Artık bu duruma dayanamıyorum, önümü göremiyorum Sevim. Aynaya bakmaktan utanıyorum. Bugün gidip bu işi bitireceğim,” dedi. Karısı beyaz elleriyle yirmi senelik hayat arkadaşının yüzünü, saçlarını okşayarak “Boşa dert ediyorsun. Ya yakalanırsan ya bir aksilik çıkarsa, az daha sabret bu günler geçecek. Bakarız bir hal çaresine kimseye muhtaç değiliz şükür,” dediyse de Nazif kararlıydı, dinlemedi.
Telefonuna gelen talimatlar netti. “İki sokak geriye park et, dikkat çekme, polisi görürsen evine dön. Adrese gelmeyi başarırsan parola ‘taş, kâğıt, makas’”
Emektar Ford’unu sanayi sitesine kadar maskeli insanları, kapalı dükkânları, tenha trafiği izleyerek sürdü. Kalkıştığı işin riskini düşünüp geriliyor, sonrasında hissedeceği ferahlığı düşünerek kendini teskin ediyordu. Yayan devam ettiği sokak dar, karanlıktı. Sağda solda yiyecek bulamayınca aç kalıp hırçınlaşmış köpek çeteyi taş atarak savuşturdu. Karmaşık sokak numaraları yüzünden kafası karıştıysa da polis devriyesini gördüğünde aradığı adresin tam önündeydi.
Yolcu koltuğundaki memur camını indirip “Hayırdır?” dedi.
Nazif, maskesinin altında döktüğü ecel terlerinin görülmediğini umarak kısık bir sesle “Burası benim dükkân memur bey! Salgından dolayı iş yok diye kapattım. Hırlısı var, hırsızı var. Gelip arada kontrol ediyorum,” dedi. Maskeli dolaşmaktan yılmış polis, devriyesinin son saatinde olduğundan mıdır, dükkân kapatan esnafa üzüldüğünden midir bilinmez “Biz dolaşıyoruz yedi-yirmi dört, siz dönün evinize,” deyip kimlik kontrolünü boş verdi. Devriye aracının uzaklaşmasını yavaş adımlar atarak izleyen Nazif, soluğu kepengi kapalı dükkânın önünde aldı.
Maskesinin üstünde gözlüğü buğulanıyor, yaşadığı heyecan sırtından ter olup damlıyordu. Kepenge üç kez vurdu. İçeriden davudi bir ses “Kimsin?” dedi.
“Nazif ben. İkiçeşmelik’ten Selim’in arkadaşı. Dün akşam aramıştım sizi.”
“Parola?”
“Taş, kâğıt, makas.”
Kepenk yarım metre kadar açıldı.
“Geç içeri oyalanma, işim çok.”
Emekleyerek girdi, içerisi loştu. Kepenk ardından kapanınca gözleri alışana kadar sağını solunu göremedi.
Dükkân, zemininde yağlı lekeleri, sağa sola atılmış kirli üstüpü topakları, duvarda asılı alet edevatıyla sıradan bir oto tamircisiydi. Görüntüsüne tezat oluşturacak bir şekilde tıraş kolonyası kokuyordu. Eskiden ofis görevi gören masa ve sandalyeler berber koltuğuna çevrilmiş, arızalı aracını çay, kahve içip sohbet ederek bekleyen müşterilerin yerini saçı sakalı birbirine karışmış iki adamcağız almıştı. Berber sinirle çırağına direktifler veriyor, bir yandan da “koronasına, pandemisine, yasağına…” diye başlayan güzellemelerle yaşadığı sıkıntılara alayına isyan ediyordu.
Tıraşı tamamlanan müşteriler derin bir “oh” çekip, “Allah bir değil, bin kere razı olsun Sami Usta,” diyerek bol bahşiş ekledikleri ücretleri çırağın cebine sokuşturuyor, dikkatle aralanan kepenkten maskeli dünyalarına geri dönüyorlardı. Saçlarından kurtulmanın rahatlığıyla kimsenin aklına ayna sormak, ense tıraşını kontrol etmek gelmiyordu.
Nazif, bir ayağı kısa sandalyeye kurulup defalarca kullanılmış örtüyü, makası, tarağı düşünmeden kendini berberin maharetli ellerine bıraktı. Salgından, ekonomiden, doğru maske hangisi muhabbetinden yılmış berber, sivri uçlu makasıyla son düzeltmeleri yaparken Nazif dayanamayıp aklındaki soruyu sordu.
“Sami abi neden parola taş, kâğıt, makas?”
Berber derin bir iç çekip “Düşünsene bilader, bir ay önce ‘saç kesmek yasak, cezası var’ deselerdi kim inanırdı. Misal emniyet müdürünün, savcının falan saçını kesiyordum ben. Şimdi bir yanda yakalanma korkusu, bir yanda hastalık kapar mıyım sıkıntısı. Berberlik kelle koltukta meslek oldu çıktı. Polis baskını yemekten korkan kumarhane sahibi gibi titreye titreye yapıyorum işimi. Şansa kaldı yani. Taş, kâğıt makas işte, anla!” dedi makasına yapışmış saçları temizlerken. “Şimdi burayı polis bassa tutuklarlar beni, doğru cezaevine. Sen para cezasıyla yırtarsın. Tacizcisi, tecavüzcüsü, gaspçısı sokağa, berberler içeri. Nasıl günler bunlar? İleride anlatsak çoluk çocuk halimize kahkahalarla güler.”
Dükkânın kepenkleri şiddetle sarsıldı.
“Açın kapıyı Polis!”
Nazif, dükkândaki dört kişiyle beraber korkuyla ayağa fırladı. Yüreği en son ne zaman böyle vurdu hatırlamıyordu. Evden çıktığına, cesaret edip ta buralara geldiğine, tanımadığı insanlarla bu işe kalkıştığına bin pişmandı. Suçtu yaptığı. Birkaç ay önce söyleseler “Hadi canım!” diyeceği türden hem de.