• Zehirli Kalem Öykü Ödülü
  • Katkıda Bulunanlar
  • Blog
  • Sayılar
    • Dedektif 32. Sayı
  • Reklam
    • Sık Sorulan Sorular
      • Bulmacalar
      • Bilim Kurgu
      • Tüm Hikayeler
      • Hikaye Dinle
      • Tüm Makaleler
      • Röportajlar
      • Kitaplar
Dedektif | Polisiye Dergi

ipuçlarını takip edin!

Dedektif
  • Zehirli Kalem Öykü Ödülü
  • Katkıda Bulunanlar
  • Blog
  • Sayılar
    • Dedektif 32. Sayı
  • Reklam
    • Sık Sorulan Sorular
      • Bulmacalar
      • Bilim Kurgu
      • Tüm Hikayeler
      • Hikaye Dinle
      • Tüm Makaleler
      • Röportajlar
      • Kitaplar
  • Dedektif Dergi 17. Sayı
  • Hikaye

Tilda ve Diğerleri 17: Elvis’le Bir Yılbaşı Gecesi Bu Gece Yalnız Mısın? | 17

  • Tuğba Turan
  • 11 Aralık 2019
  • 23 dakika okuma
Beğeni
Tweet
Paylaş
Beğeni

Uyarı: İçin işinde Elvis, aşk, Las Vegas ve Basti’yi kaçıran kötü adamlar olunca bir hikayede neler olabilir? +18 cümleler olabilir. Dikkat ediniz ve aklınıza mukayyet olunuz…

Previously on Tilda ve diğerleri:

Dedektif Tilda, yardımcısı Mehmet ve makyöz arkadaşı Tijen Hanım bir konser için İstanbul’dan New York’a gittiklerinde konserin iptal edildiği çoktan anons edilmişti. Bu 1969 yılında yapılmış Efsane rock konseri Woodstock’ın 50. yılına ithafen yapılacak anma konseriydi. Konser iptal oldu ama Tilda, anne ve babasının ilk kez karşılaşıp aşık olduğu o konserin şimdi koruma altına alınmış olan alanının havasını soluyarak geçmişi gözünde canlandırmayı başardı. Annesinden aktardığı anılar sayesinde Tijen Hanım ve Mehmet de geçmişin satır aralarında şimdinin yüzleşmekte zorlandığımız neden-niçin’lerini bulmuşlardı.

“Festivale iki gün kalmıştı ve film şirketi Warner Bros reddedilemeyecek bir teklifle karşı karşıya idi. Woodstock’çular film sözleşmesi öneriyorlardı. İstedikleri yalnızca 100 bin dolardı. Oyuncular, ışıklandırma, senaryo, soundtrack, sahne hazırdı. Michael Wadleigh ve Martin Scorsese Warner Bros’u temsilen Woodstock’a geldiler. Organizatörlerle görüştüler: ‘Yüz binlerce insan gelecek buraya, 100 bin dolar verip milyarlar kazanacaksınız. Eğer bir hadise, bir isyan çıkarsa da gelmiş geçmi̧ş en iyi belgeseli yapmış olacaksınız.’ bu sözlerin tartışılacak bir tarafı yoktu. Warner Bros sözleşmeyi derhal imzaladı. Çektikleri belgesel film 26 Mart 1970 yılında gösterime girdi. Film şirketi, 3 saat 40 dakika süren belgesel filmden Woodstock’çılara ödediği 100 bin doları fazlasıyla çıkarmıştır herhalde,

Baban o senelerde, Amerika’ya hukuk okumaya gelmiş gencecik bir adam, orada ise sahne ışıklandırma işinde harçlığını çıkartmak için çalışan bir çıraktı.

O zamanlar barkod diye bir teknoloji olmadığı için şimdiki gibi bilet kapısından geçerken bileti nerden aldın, ne zaman aldın, kimin kredi kartıyla aldın, o kredi kartıyla en son ne aldın gibi bilgilere ulaşılamıyordu. İnsanlar ve devlet birbirleri hakkında daha az bilgiye sahipti belki. Ama herkes daha mutluydu. Bilmemek mutluluktu. Bilmemek özgürlüktü.

Bilmemek ön yargılarından kurtularak karşındakine her anlamda eşit davranmanı sağlıyordu.”

***

Woodstock gezilerinin sonlarına doğru Tilda’nın telefonuna, dedektiflik bürosuna ve büronun kahraman erkek kedisi Basti’ye göz kulak olan Komiser Okan’dan bir mesaj geldi:

“Büronun dışındaki kamera görüntülerinden iki köpekle beraber Basti’yi de bir kedi kutusuna koyup götüren bir genç adam tespit ettik. Şu an onun adresine doğru yoldayız. TELAŞLANMA TİLDA İZ ÜZERİNDEYİM.”

Tilda sinirinden elindeki telefonu nasıl tuttuğunu ve Komiser Okan’ı nasıl aradığını bilemeden bağırmaya başladı:

“NE DEMEK GÖRÜNTÜLER?”

“NE DEMEK KEDİ KUTUSU?”

“NE DEMEK GENÇ ADAM?”

“NEREYE GİDİYORSUNUZ SİZ YAHU!”

Komiser Okan İstanbul’dan cevap verdi:

“BASTİ KAÇIRILDI!”

***

Hotel Bellagio, Las Vegas Bulvarı, Las Vegas, Nevada:

Tijen Hanım: Havada aşk kokusu var. Ya da yalnızca duman. Belki her ikisi de. Markalar dolusu sigara, pipo, püro veya tütün yerine her ne sarıldıysa, aslında iç mekanda sigara içme yasağı olduğu halde kumarhane yöneticilerinin o geceki göz yumması sonucu baş döndürücü bu duman yoğunluğunu baş döndürücü bir hızla içine çekip temizleyen klima sisteminin; gece sabaha kavuşurken uykusu gelmiş kumarbazların gözü açılsın ve ceplerindeki son kuruşlarını da bu lüks içindeki salonlarda hayatından bezmiş bir ifade ile insanları yasal olarak soyan krupiyelerin avuçlarına saysınlar diye havalandırma mazgallarından oksijen pompalandığı gerçeğini, Mario Puzo’nun Fools Die /Aptallar Erken Ölür kitabında okumuştum yıllar önce. Kitabın ismini Türkçeye çevirirken neden o ‘erken’ kelimesini eklemişler bilmiyorum.

Neden bu kadar uzun cümleler kuruyorum, onu da bilmiyorum. Las Vegas’tayım, Amerikalıların hiçliğin ortasındaki Mojave çölünde yoktan var ettikleri, paradan para kazanan ışıklar ve şaşaa şehrinde. Kendimi gençlik aşkımın kollarına atmaya bir metre kadar yakınım. Ama üzgün ve mutsuzum. Bir zamanlar İngiltere’de National Theatre’ın sahne arkasında omuz omuza çalıştığım aktör, makyöz, dansçı, pandomimci ve çok yetenekli gençlik aşkım Isaac’in davetlisi olarak buraya geldim. “Artık yaşlanıyorum ve ölmeden önce gerçekleştirmek istediğim tek performans Elvis performansı.” dedi bana Isaac. Beş gün sonra 2020’yi karşılayacağımız gece bu isteğini gerçekleştirecek.

  1. A New Year’s Eve with Elvis- Are You Lonesome Tonight?/ Elvis’le Bir Yılbaşı Gecesi-Bu Gece Yalnız Mısın? etkinliği için eski aslında hiç eskimeyen sevgilimi izlemeye geldim. Elvis 1977’de Memphis’te öldüğünden beridir yapılıyor bu etkinlik ve benim gibi yeni yıla yalnız girmek istemeyenler ya da çift olarak Elvis şarkıları ile mest olmak isteyenlerin yıllardır aksatmadığı bir olay. Yılbaşı gecesi verilecek konser için her sene Elvis taklitçileri özenle seçilerek davet ediliyor. Isaac de siyahi bir Elvis benzeri olarak onların arasında.

Tüm bu enerji ve heyecan patlamasının arasında üzgün olmamın sebebi bana yıllardır, çoğu zaman en iyi arkadaşım, kimi zaman kızım, kimi zaman kız kardeşim, zaman zaman da ablam gibi davranarak hiç yanımdan ayrılmamış olan Tilda’yı zor gününde İstanbul’a yalnız göndermiş olmam. “Las Vegas’a gitmelisin Tijen Hanımcığım” dedi bana. Bu ömürde bir kez gelebilecek bir fırsat. Ama elimde değil n’apıyım. Düşünmeden edemiyorum. Kim bilir nerede tutuluyor, ne yediriliyor, ne içiriliyor minik prensimize? Ah Basti ah!

***

Karanlık, soğuk ve nemli bir depo, Silivri, İstanbul:

Kahraman kedi Basti: Yahu beni niye buraya getirdiler anlamadım. Yan kafeslerdeki köpek arkadaşlar da şaşkın. Bir ikisi satılsa biraz para eder ama kalanı yaşlı ve yalnızca gerçek hayvan severlerin sevip okşayacağı evlat edinilmiş köpekler bunlar. Markalı hayvan severler hazzetmez onlardan. Dolayısıyla yeraltı kedi-köpek piyasasında değerleri yoktur. Bana gelince Tilda beni sokaktan evlat edinmese ve dedektiflik bürosu açmasa, bir ede aklıevvel bir yazar, Tilda ve Diğerleri isimli hikayede, “Kahraman siyah-beyaz erkek kedi” diye benim ikide bir reklamımı yapmasa kimsenin dönüp bakmadığı beyazları is pis içindeki bir sokak kedisi olarak hayatımı sürdürecektim. Kaçırılmış olmam kendimi daha önemli hissettirmiyor tabii ki. Benim gibi bir kediyi kaçırıp kimden fidye isteyecekler ki bunlar? Tamam İngiltere Başbakanlık konutunu görmüş kediyim ama İngiltere’de de erken seçim var bu aralar, Boris Johnson’ın başı benden fazla belada.

Beni kaçıranlar sonunda akıl edip bir kum leğeni getirdiler de köşe bucak pislemekten kurtuldum hele şükür. Yan kafeslerdeki arkadaşların şikayetlerine de bakılacak olursa ne kedi ne köpek psikolojisinden anlamıyor bu salaklar!

***

Cenevre Havalimanı, Cenevre, İsviçre:

Tilda Basti’nin kaçırılma haberini aldıktan sonra, New York’tan İstanbul’a yaptıkları o bitmek tükenmek bilmez gibi gelen yolculuğun yarısında gözyaşlarını tüketti. Ne zaman ki ağlaması bitti o zaman mantıklı düşünmeye başladı. Cenevre’deki aktarma sırasında Komiser Okan tarafından gönderilen bilgiler sayesinde kaçırılan tüm sahipli hayvanların eşkali elindeydi ve sahipleriyle en az iki kez telefonda konuşarak olayın nasıl geliştiği hakkında bilgi almıştı.

Suadiye’deki Hamiyet Yüceses sokaktan çıkınca iki dakika yürüyüş ile Bağdat Caddesi’ne çıkılıyordu. Köpeklerin dördü, caddedeki lokantaların önünden sahipleri yemek yerken kaçırılmışlardı. Gri erkek kaniş olan Herkül, 11 yaşında uyuz tedavisi görmekte olan siyah Labrador Retriever olan Paçoz, tek gözü mavi tek gözü kahverengi tüyleri krem epey yaşlı olan dişi bir Sibirya kurdu kırması Katya, siyah-beyaz ön sağ ayağı olmayan bir erkek teriyer olan Hulk.

Son derece mülayim huylu genç erkek bir pitbull olan Zeus isimli köpek ise onu caddede gezdiren bir ortaokul öğrencisi kıza darp edilerek kaçırılmıştı. Kızın babası Eski Bağdat Caddesi’nde ikametgahı bulunan Letonya Fahri Başkonsolosu idi. Olay direkt diplomatik kriz halini almıştı ve Komiser Okan’ın başı henüz Tilda Türkiye’ye ayak basmadan da dertteydi.

Tilda’ya göre tüm bu kaçırılan hayvanların arasında Basti’nin de bulunması onları kaçıranların ya gerizekalı olduğunu ya da başka bir amaçları olduğunu gösteriyordu.

İstanbul Havalimanı’nda uçaktan yere ayak bastığında bu iki seçenekten mantıklı olan ve olmayan her ikisi üzerinde de saatlerdir kafa yormuştu. Sonuçta kararını verdi: hem gerizekalı idiler hem de başka bir amaçları vardı. Tilda artık nereye bakacağını biliyordu.

***

Hotel Bellagio, Las Vegas Bulvarı, Las Vegas, Nevada:

Tijen Hanım: Nereye baksam Elvis’i görüyorum burada. Elvis ve Las Vegas. Bu iki marka ne zaman birlikte anılır oldu ki? Elvis marka haline gelen ilk sanatçıydı zaten.

Sun Records’un sahibi Sam Philips Elvis’in ilk plağını yapan adamdı:  That’a All Right Mama, 100.000’den fazla sattı. Yıl 1954. Philips, Afro-Amerikan müziğinin ülkedeki ırkçılığı aşacağına inanıyordu. Müzik o kadar güçlüydü ki ana akım seyirci kitlesi yani beyazlar buna dayanamayacaktı. Hatta bunu BB King’de görmüştü ama kitleleri aşmanın tek yolu siyahi bir ses taşıyan ve siyahi müziği yapabilen beyaz bir adam bulmaktı. Philips Amerika’ya ne pazarlayacağını iyi biliyordu. O kişi Elvis’ti.

Elvis’in İlk kez Las Vegas’a gelişi, 1956 yılında henüz 21 yaşında gencecik toy bir şarkıcıyken burada vereceği konser nedeniyleydi. Film 1964 yılında gösterime girmeden bir yıl önce Viva Las Vegas isimli filmi çekmek üzere şehre bir daha geldi. Filmde başroldeki kadın aktrisle senaryo icabı evleniyorlardı. Mayıs 1967’de 32 yaşında iken sanki filmdeki senaryoyu gerçekleştirmek istercesine Las Vegas’taki Prell’s Aladdin Hotel’de Priscilla Anne Beaulieu ile evlendi.

En son ve kalıcı gelişi ise Elvis’in Las Vegas’la birlikte anılmasını sağlayan konserler zinciriydi. 1969-1976 yılları arasında International Otel’de tahmini iki buçuk milyon insan Elvis’i canlı izlemişti. Elvis sahneye çıkarken Las Vegas’ı ziyaret eden her iki kişiden biri Elvis’i seyretmişti. O zamanlar akşam yemekli konser bileti 17,5 dolarmış. Bizdeki eski gazinolar gibi demek ki. Şu anda bu 1,7,5 rakamlarının sonuna Elvis’i son kez daha canlı dinleyebilmek için kaç sıfır eklemek isterdiniz acaba?

Ticari açından baktığınız zaman hareketli şarkılarla beraber kalbinize dokunan duygusal şarkıları da bir o kadar başarı ile seslendiren mükemmel fiziği olan beyaz bir delikanlının tüm dünyanın kalbinde taht kurmuş olduğu yanılgısına kapılabilirsiniz. Fakat siyahi şarkıları adeta siyah insanların elinden çalarak söylediği iddia edilen bu beyaz insanın püripak gibi lanse edilip piyasaya sürülmesi pek çok siyahi insanın sinirine dokunmaktaydı.

Rapçi ve aktivist Immortal Technique özgürlük ve eşitlik kelimeleriyle süslendirilmiş Amerikan Rüyası’nı şöyle özetliyordu: “Amerika’nın insanların dediği gibi bir ülke olduğunu düşünün. Almanya, Tanzanya, Rusya veya Brezilya fark etmez, nereden gelirseniz gelin eşit muamele gördüğünüz ve değerinizi sadece karakterinizin belirleyeceği bir ülke. Ama bu diğer ülkelerden gelen insanlar gemiden karaya ayak bastıkları an kıtadaki yerli halkın soykırımı ile karşılaştılar. Sonra kölelik yöntemi ile bir ulus inşa ettiler. Bence Amerikan rüyası her zaman birilerinin fantezisiydi. Veya birilerinin sarhoşluk kabusu.”

Tüm bu, siyahi müziğini, hırsızlık yapmak manasında çaldığı idda edilen beyaz şarkıcı durumları ve siyahiler arasında Elvis’e olan giderek büyüyen nefret dalgası varken tiyatrocu arkadaşım Isaac’in Elvis olmayı istemesini ilginç buluyorum. Memphis’teki üç kraldan biri denerek göklere çıkarılmış bir şarkıcı olmasına rağmen bir kısım insan tarafından nefret ediliyor olmasına da şaşırdım doğrusu. Üç kral kim derseniz blues kralı B.B. King, Martin Luther King ve rock’n’roll kralı Elvis Presley.

Bugün yani 25 Aralık 2019 akşamı ben bu üç kraldan birini canlandıracak 58 Elvis cos-play’i ve diğer davetlilerle beraber otelin balo salonundaki Christmas yemeğine katılacağım. 58 Elvis benzerinden benim Isaac’im de dahil olmak üzere dokuzu siyahi. Kıyafet, saç ve makyaj açısından ise benzerliklerine diyecek yok. Tüm bu ırkçılık ve ayrımcılık rüzgarları içinde yemeğimizi tadıyla yiyebileceğimizi umuyorum.

Fakat o da ne? Isaac yemekten önce o müthiş kostümünü giymiş olarak odama uğradı. Kar beyazı deriden tulum kostümünün bedeni envaiçeşit pırıltılı taş ile süslü. Geniş omuzlarına müthiş yakışan ve kaslı bacaklarını saran bu kıyafet ve içindeki hayat dolu bedeni devinimleriyle başımı döndürmeye yetti. Hayır sarhoş değilim. Ama az sonra olacağım çünkü tam kapıdan çıkacakken dayanamayıp Isaac’i öpmeye başladım. Ve o kulağıma şunu fısıldadı: “Biliyor musun Tijen? Yıllar sana hiçbir şey kaybettirmemiş. Hala o otuz yıl önceki halin gibi beni heyecanlandırabiliyorsun!” Siyahi adamları çok iri oldukları için seviyoruz sanır herkes. Diğerlerini bilmem ama benim Isaac’im o kocaman gövdesinin içinde o kadar nazik bir aşık barındırıyordu ki ne zaman elbisemin fermuarını indirdi, ne zaman beni kapının dibindeki duvara dayadıktan sonra yüz seksen derece çevirip yerdeki halıda son bulan bir dansa kaldırdı farkına bile varmadım. Aslında her şeyin farkındaydım. Kulağımda Isaac’le ilk dans ettiğimiz şarkı olan Careless Whisper’ın saksafon nağmeleri ve “Tonight the music seems so loud / I wish that we could lose this crowd // Bu gece müziğin sesi çok yüksek / keşke bu kalabalıktan kurtulabilsek” diyen George Michael’ın davetkar sesi vardı. Bu şarkı acılı bir ayrılık şarkısıydı ama o ses bizi acıya en yakın noktadaki bir zevki tatmaya davet ediyordu. Sonra ne mi oldu? Filmlerdeki gibi ‘yemeğin canı cehenneme’ dedik. Kendimizi yerde, o pahalı Elvis kostümünün üzerinde debelenirken bulduk.

***

Karanlık, soğuk ve nemli bir depo, Silivri, İstanbul:

Kahraman kedi Basti: İlk gün önümüze konan kuru ekmekten sonra birileri bize çiğ tavuk ciğeri vermeyi akıl etti ama hepimiz ishal olup neredeyse pislik içinde debelendik. İçinde bulunduğumuz depo tavanı yüksek oldukça geniş bir alandı ama kokuyu tahmin edin işte. Ben zaten günlerimi evde veya bahçedeki bir gülün dibinde uyuyarak ya da Tilda’ya dedektiflik işlerinde yardım ederek geçirdiğim için çok sıkıntı çekmiyorum. Tilda ve diğerlerini özlüyorum tabii ki ama o ayrı. Çiş kumum da var nasıl olsa. Ama özellikle ismi Zeus olan Pitbull olmak üzere köpek arkadaşlar çok sıkıntıdalar. Gezmeleri, koşmaları, hoplamaları gerekiyor. En çok da başlarının okşanması. Bu arada sizi tanıştırmadım. Burada Zeus’tan başka, erkek bir kaniş olan Herkül, azıcık uyuzu olan labrador Paçoz, çok akıllı bir Sibirya kırması olan Katya, bir de üç bacaklı teriyer olan Hulk’la beraberiz.

Köpek olmak kedi olmaktan biraz daha zor gibi görünüyor. Allah’ın günü sevgiye muhtaç bu köpecikler. Biz kedilerse canımız isterse insan evladının kucağına zıplar yeteri kadar kendimizi sevdirir sonra ineriz. Bu arada depoya kalabalık bir koruma ordusuyla gelen erkek mi kadın mı olduğunu göremediğim ama sesinden sert bir kadın olduğunu tahmin ettiğim kişi bizimle ilgilenen üç adama bağırdı çağırdı. Bizi kafeslerden çıkardılar. Temizlik yaptılar. Artık köpekleri her gün deponun içinde de olsa gezdiriyorlar.

O bağıran kişi muhtemelen patronlarıydı. Çünkü o ve adamları gittikten sonra üç adamı korku içinde kendi aralarında konuşurlarken duydum. Oktan gibi bir şey dediler, buraya kadar geldiğine göre dediler, bu hayvanlardan biri çok önemli olmalıymış dediler. Fidye mi istenecekmiş ne? Hiç üzerime alınmadım. Kim n’apsın dedim benim gibi siyah-beyaz şişko bir kediyi? Hem oktan kelimesi, benim üzerinde uyuduğum ansiklopedilerden bildiğim kadarıyla formülü C8H18 olan sekiz karbonlu bir bileşik. Kadınla ne alakası olabilir ki?Belki de boktan demişlerdir de bu yaşlıcık kulaklarım beni yanıltmıştır.

***

Naltepe İlçe Emniyet Müdürlüğü, Bağdat Caddesi, İstanbul:

“Çakarlı Nuriye mi!” diye gürledi Komiser Okan. “Delirdin mi sen! Kadın gözümüzün önünde ağzı köpürerek öldü be!”

“Hayır henüz delirmedim. Çakarlı Nuriye öldü evet. Ama onu yıllardır kıskaca alıp her hareketini takip ederken bir şeyleri kaçırmış olmalısın. Mutlaka peşinden intikam almak isteyen mirasçıları olması lazım.” diye bağırdı Tilda. Naltepe emniyet binasının tüm birimlerini başına toplamayı başarmıştı. “Tüm kamera kayıtlarını inceledim ve tüm hayvan sahipleriyle defalarca konuştum. Benim büromdan başlayan üç adet beyaz panel-van araçlı acemi bir çete, insanların tedavi gören, bir ayağı ampute edilmiş veya sokaktan evlat edinilmiş yaşlı köpeklerini sadece o gece lokantaların önlerinde bağlı oldukları için kolayca kaçırmış. Para için kaçırılmış olamaz bu hayvanlar! Üstelik en son kızcağızı darp ederek kaçırdıkları son köpeğin alındığı yerde müstakil bir evin bahçesinde bir Chow Chow havlamış durmuş onlara bahçeden. Asıl para edebilecek o cins köpeği almaya tenezzül bile etmemişler. Bütün bunlara ne demek sence? Sadece Basti’yi kaçırmaları çok dikkat çekeceği için gelişigüzel buldukları köpekleri de aldılar. Çünkü gerizekalıydılar.”

Zaten diplomatik krize neden olmuş bu köpek kaçırılma meselesi Komiser Okan’ı ziyadesiyle germişti. O anda karşısında Dedektif Tilda değil de yıllardır beraber yaşadığı kedisinin üzüntüsü yüzünden perişan olmuş bir genç kadını gördüğünden Tilda’nın dediklerini dinlemedi bile. Genç kadının konuştuklarında mantıklı bir şeyler olsa da onu polis merkezinden gönderirken dedektifin yardımcısı olan Mehmet’e tembih etmeyi de ihmal etmedi: “Yolculuk Tilda’yı perişan etmiş. Bir yatıştırıcı ver, yatır uyusun. Mantıklı düşünemiyor şu an. Yarın görüşürüz.”

***

Hotel Bellagio, Las Vegas Bulvarı, Las Vegas, Nevada:

Tijen Hanım: Burası aşk kokuyor dedim ama alkol, tütün, kaybedilen on binlerce dolar ve ucuz parfümle taçlandırılmış bir aşk bu. Tabii ki satılık. Bizimkisi geçmişte kalmış bir aşk olduğundan belki de buradaki en temiz kalmış aşklardan biri ya da sonuncusu olabilir. Burada resmedilen bütün kadınların parayla direkt veya endirekt ilişkileri olması da sizi şaşırtmaz herhalde.

Bugsy filminde Warren Beatty’ye eşlik eden Annette Bening, adamın 2 milyon dolarını bizzat çalan ama sonra üzülüp geri getiren metresiydi. Casino’da Robert de Niro’ya muhteşem şekilde eşlik eden Sharon Stone fahişelikten milyoner kumarhane direktörü karısı konumuna terfi ediyor ama milyon dolarların içinde yüzerken mutluluğunu feda ediyordu.

Leaving Las Vegas’ta Nicholas Cage kendimi içerek öldüreceğim, derken aşık olduğu kadın olan Elisabeth Shue elbette ve maalesef bir sokak kadınını canlandırıyordu. Ocean’s 11’de Bellagio’nun müdürü olan Andy Garcia, George Clooney’in eski karısını olan Julia Roberts’ı Clooney’in elinden alarak onu sevgilisi yapıyor ama onunla evlenmiyordu.

The Cooler filminde William H. Macy’nin sevgilisi olan Maria Bello’nun, aslında kötü adam olan Alec Baldwin tarafından satın alındığını ama sonra Macy’ye aşık olunca bu işi para için yapmaktan vazgeçtiğini öğrendiğimizde şaşırmıyoruz. Maalesef Las Vegas’ta kadın kelimesinin para ile aynı anda kullanılmadığı bir cümle yok. Maalesef Las Vegas’ta içinde para geçmeyen bir cümle yok.

Maalesef’li cümlelerimi harcamasaydım keşke. Isaac ‘la beraber yemeğe katıl(a)madığımız o gecenin sabahı korkunç bir haberle uyandırıldık. Elvis benzeri tüm siyahiler odalarında ölü bulunmuşlardı. Isaac hariç. Yemeğe inmemiş olmamız hayatını kurtarmıştı ama siyahi kardeşlerinin tek tek avlanmış olması korkunçtu. Duruma el koyan Las Vegas polisini hemen FBI takip etti. Çünkü uluslararası bir suç söz konusuydu.

“Irklar arası suçlarda genellikle nefret olayı gözetilir. Bunca siyahi insanı bir arada öldürmüş olan kişi ırkçı bir beyaz olmalı.” FBI’ın üzerinde durduğu ilk nokta buydu.

Siyahi lider Martin Luther King’in meşhur cümlesi “I have a dream / Bir hayalim var”a atıfta bulunan kitap, Rebuild the Dream’in yazarı Van Jones, “Irk ayrımcılığı altında Amerikan Rüyası diye bir şey olamaz.” diyordu. Şöyle devam ediyordu: “Amerika ilginç bir ülke. Siyahi insanlara hep acı veriyor ve acı verdiğini inkar ediyor. Diğer yandan bu acıdan yükselen çığlıklar üzerinden çıkar sağlıyor. Babam 1944’te doğdu ve Elvis’ten nefret etti. Siyah bir çocuk olarak beyaz bir adamın siyah müzikle ünlü olması ve siyahi insanlar için hiçbir şey yapmadığını görmek korkunçtu. Bazen bu kültüre çok fazla şey katan siyahi insanların hissettiği öfkeyi tarif etmek çok zor. Neden Elvis’in müzik ve kültür konusunda hırsızlık yapmadığını ispat etmeye çalışıyorlar ki?”

Böyle bir durumda siyahileri öldüren kişi, ırkçı ve faşist olarak niteledikleri Elvis’e özenen kendi siyahi kardeşlerinin cezalandırılması gerektiğini düşünen bir siyahi kardeşleri olmalıydı. Soruşturmayı yürüten teğmenle konuştuğumda araştırmanın ırkçı olmadığını her yönü araştırdıklarını söyledi bana. İçimi rahatlatmamıştı bu elbette. Bir yandan da Isaac ve diğerleri kendi siyahi arkadaşları arasında bir araştırma başlatmışlardı. Sonunda bizim katılmadığımız yemek için tutulan davetliler listesinde, sadece siyahi Elvis’lerin “vegan yemek yiyecek” olarak işaretlenmiş olduğu tespit edildi. Hatta yemek esnasında asıl vegan yemek tercih eden davetliler tabaklarında hayvansal gıda görünce şaşırmış fakat bir karışıklık olabileceğini düşünüp ortalığı velveleye vermemişlerdi. Vegan yemeklere özellikle katılan zehir siyahi Elvis’lerin odalarında henüz uykuya dalamadan ölmelerine sebep olmuştu. Şimdi bütün mesele bu bilgilere ve yemek listesine kimin erişimi olduğunu ve bunca insanı öldürmek için kimin bir nedeni olduğunu bulmaktı.

***

Naltepe İlçe Emniyet Müdürlüğü, Bağdat Caddesi, İstanbul:

Komiser yardımcısı Teğmen Tuncay bir süredir Çakarlı Nuriye’den kalan imparatorluğun tekerine taş değmeden devam ettiği gerçeğini komiserine bildirmek için delil topluyordu. Çakarlı’nın ölümünden sonra yerine ismi ve cismi herkesten saklanan gizemli bir el geçmiş alacaklar-verecekler ve her türlü yasadışı ticaret milim aksamadan devam etmişti. Dipsiz göl gibi sonu gelmeyen yasadışı işleriyle bu yeni kişinin yönetimine geçtikten sonra ufuk çizgisini yurt dışına uzatan suç örgütünü kazıdıkça kazı-kazan gibi yeni pislikler çıkıyordu. Komiser yardımcısı hazırladığı dosyayı kapıp Komiser Okan’ın yanında soluğu aldı.

“Komiserim Dedektif Tilda bazı konularda yanılmıyor olabilir!”

“Hadi oradan lan! Ne demek şimdi bu?”

“Bu şu demek komiserim. Bakın Çakarlı Nuriye’nin bürosunun giriş çıkışlarının fotoğrafları. Bir dolu siyah giyimli iriyarı koruma uzun beyaz palto gibi bir şey giymiş kimliği belirsiz bir şahsın etrafını sarıyorlar her seferinde. Kim olduğunu asla görüntüleyemedik. İnternetti, kameraydı, bilgisayardı, televizyondu, dışarıdan müdahale edilebilecek her türlü elektronik aleti söküp attırdığı, hattını haftada bir yenilediği analog bir telefon kullandığı dedikoduları dönüyor. Efsane gibi bir şey. Kadın mı erkek mi, Çakarlı Nuriye ile bağlantısı nedir onu bile öğrenemedim. Acayip korkulan bir şahıs. Kimse hakkında konuşmak istemiyor çünkü hakkında konuşmuş hiç kimse arttık yaşamıyor.”

“Kayzer Soze mi lan bu! Öyle Allah gibi korkulan adam tiplemeleri sadece filmlerde olur ulan! Yanlış kişilere sormuşsun sen. Ver bakıyım o dosyayı bana!”

İlerleyen yirmi dört saat içinde Komiser Okan’ın Çakarlı’ya ait otellerin bulunduğu semti iki kilometrekarelik bir yarıçap dahilinde gözetleterek elde ettiği ipucu altın değerindeydi. Çakarlı’ya ait olduğunu bildikleri otellerden birinin personel girişine yanaşan beyaz panel-van aracın plakası değiştirilmiş olsa da kapısındaki pas tutmuş lekesinden evcil hayvanları kaçıran araçlardan biri olduğunu tespit ettiler. Araç trafikte derdest edildi. İçinden sağır-dilsiz olduğu kadar da zeka özürlü gibi davranışlar sergileyen adam, polisten son derece korkmuş bir halde tir tir titrerken karakola getirildi. Adamın araba kullanıyor olması bile mucizeydi.

“Bu iş böyle olmayacak.” dedi Komiser Okan dişlerinin arasından. “Bu adamlarla onların dilinden konuşmak lazım.”

Sonraki iki saatte, otellerin bulunduğu sokaklardaki simitçisi, ayakkabı boyacısından tut da komisi, aşçısı, şoförü, torbacısı ve yolda yürüyen adamı da dahil Çakarlı’nın semtinden geçen tam 189 kişi gözaltına alınarak ilçe emniyet müdürlüğüne getirildi. Nezarethane dolup taştığı gibi alt kattaki spor salonu ve banyo-tuvaletler dahi kilit altındaki erkek ve kadınlarla doldu.

Çakarlı’nın yerine her kim geçtiyse yürüttüğü tüm büyük ve gizli pis işler, küçük ve göz önündeki insanların ortadan kaybolmasıyla durma noktasına geldi. Zaman para demekti, para güç, güç itibar demekti. Hiçbir mafya patronu bu kadar kısa sürede bu kadar çok para kaybetmeyi göze alamazdı.

***

Hotel Bellagio, Las Vegas Bulvarı, Las Vegas, Nevada:

Tijen Hanım: Cinayet soruşturması devam ederken otelden ayrılmamıza tabii ki izin vermediler. Zaten ertesi gün otelde bir de hırsızlık vakası oldu. Elvis’in birkaç kıyafeti sergilendiği yerden çalınmışlardı. İç içe geçmiş soruşturmada otelde kuş uçurtmayan yetkililer nihayet cinayet hakkında ipuçları elde ettiler. O geceki yemek için vegan yemekleri sağlayacak yemek şirketinde son anda ruhsatla ilgili bir problem çıktığı için başka bir şirket görevi üstlenmişti. Ve tabii ki failler benim tahmin ettiğim gibi kendi siyahi arkadaşlarının bu beyazların başrolde olduğunu düşündükleri Elvis maskaralığına katılmalarına içerleyen siyahi kişilerdi. Yemek şirketi çalışanları tutuklandı. Ama başlarındaki adam kelepçe takılırken medyanın son derece ilgisini çekmiş bu olay için tuttuğu kameralara bakarak Public Enemy isimli siyahi rap grubunun şarkı sözlerini bağırmadan edemedi:

“Elvis was a hero to most / But he never meant shit to me you see / Straight up racist that sucker was // Elvis çoğuna göre bir kahramandı ama bana bir bok ifade etmedi, o beleşçi düpedüz bir ırkçıydı”

“Kimse kimseyi sevmek zorunda değildi. Ama hayatlarına kast etmek mi!” Isaac o kadar kızgın ve üzgündü ki. Ona diyecek hiçbir kelime bulamıyordum. “Benimle İstanbul’a gel. Sanırım iptal olan etkinlikten sonra senin de yapacak bir işin yok.”

“Evet, cinayeti nasıl olsa çözdüler. Cinayetin sebebi ve tüm olanlar çok üzücü olsa da olan oldu yapacak bir şey yok. Hırsızlığı da hırsızlık masası çözsün.” dedi Isaac. O sırada FBI ajanlarından birisi bize doğru koşarak geldi: “Durun bir dakika. Oteldeki hırsızlık olayında sizi de ilgilendiren bir durum var Tijen Hanım. Koleksiyondan sadece Elvis kostümleri çalınmamış, otel sahibinin özel olarak İstanbul’dan getirttiği Zeki Müren kostümü de kayıp. Elvis’in kıyafetleri ile yan yana sergileniyordu.”

“Hoppalaaa! Las Vegas’taki bir otelden Zeki Müren kıyafeti çalmak! Rahmetli Ahmet Uluçay hayatta olsaydı ‘Karpuz kabuğundan gemiler yapmak’ filmi gibi bunun da filmini çekerdi. E hadi bakalım işe koyulalım. Zeki Müren’in kıyafetini çalan her kimse elbet bir amacı vardır Isaac!”

***

Naltepe İlçe Emniyet Müdürlüğü, Bağdat Caddesi, İstanbul:

Para ve dolayısıyla itibar kaybına uğrayan Çakarlı Nuriye’nin mirasçısı sonunda Komiser Okan’a bir elçi ile iki satır not gönderdi:

ANAMI ÖLDÜREN O TİLDA DENEN KADINI BANA VER

ORTAKLARIMI ELE VEREYİM

Komiser Okan notu okumak için kılıksız bir adamın getirdiği zarftan çıkan tebrik kartını açınca minik mekanizmasından artık tüm dünyada yılbaşını simgeleyen Jingle Bells şarkısının cılız melodisi çalmaya başladı. Kılıksız adam bunu duyar duymaz kendini yere atıp cenin pozisyonu aldı.

Teğmen Tuncay ile göz göze gelen Komiser Okan can havliyle kendini delil niteliğindeki  doğum günü kartıyla beraber yere atmadan az önce kartın okumadığı arka sayfasını gördüğü anda içinden okkalı bir küfür savururken telsizden haykırdı:

“SİPER ALIN!!!”

Notun devamında şöyle yazılıydı:

DÜŞÜK OKTANLI BENZİNİ TUTUŞTURMAK DAHA KOLAYDIR

TİLDA ZATEN ELİMDE.

 8 OKTAN NECLA

31 Aralık 2019 günü öğleden sonra saat 14.58’de Naltepe İlçe Emniyet Müdürlüğü’nün bulunduğu caddede erken yılbaşı kutlaması başladığında Komiser Okan ve Teğmen Tuncay’ın birbirlerine sordukları şu sorular patlama seslerinin arasında kaynadı:

“8 Oktan Necla Almanya’dan dönmüş mü?”

“Neeee? Necla Çakarlı’nın kızı mıymış?

Aynı anda 8 arabanın üzerinde Oktan bileşiğindeki 8 adet karbonu ifade eden 8 adet C harfi alev alıp arabaları tek tek patlatmaya başladı. Peşinden gelen binanın nezarethanesi ve bodrum katının dörtte birini havaya uçuran patlama ile yürüyebilecek kadar az yaralanmış kilit altındaki herkes firar etti.

Polis merkezindeki patlamaya en yakın polis merkezlerinden, itfaiyeden ve hastanelerden yardıma koşuldu. Ortalık yangın yeriydi, ölen ya da yaralanan sayısı henüz belirlenememişti.

***

İstanbul Havalimanı, Arnavutköy, İstanbul:

Tijen Hanım ve Isaac 29 Aralık 2019 günü Las Vegas’tan havalandılar. Uzun saatler süren iki aktarma sonrası İstanbul’a ulaştıklarında bütün ekranlar 31 Aralık 2019 14.58’de yani 30 dakika önce İstanbul’un Naltepe semtindeki polis müdürlüğünde olmuş patlamayı SON DAKİKA haberi olarak veriyordu. Isaac sordu:

“Evine ve dedektiflik bürosuna yakın mı bu karakol?”

“Ta dibinde.” diyebildi Tijen Hanım. “Basti kaybolduğundan beri Tilda her gün karakoldaydı. TİLDAAAA?” derken havalimanının parlak zeminine düşmeden önce Isaac’in kollarına bayıldı.

 

 

Not: Elvis’le ilgili konuşmacılardan cümlelerin alıntılandığı belgesel 2017’de Eugene Jarecki tarafından çekilen The King isimli belgeseldir.

 

 

(Post-credits scene / Kapanış sonrası sahne) Karanlık, soğuk ve nemli bir depo, Silivri, İstanbul:

Kahraman kedi Basti: “Burada böyle çaresizce kilit altında kalmak en çok sana yakışmıyor.” dedim Pitbull arkadaş olan Zeus’a. “Bir planın varsa söyle!” diye havladı Sibirya kırması Katya kafesinden. Anlaşılan kedi olarak bizim zekamıza ve köpek olarak onların kas gücüne hakaret eden bu üç birbirinden salak adamın bizi hapsetmiş olması onun da kanına dokunuyordu. Bu böyle sürüp gidemezdi. Aramızda anlaştık. Bir dahaki kafes yıkama seansında hangi köpeklerin kafesi açılırsa açılsın o köpekler kafesini temizleyen adamı ısıracaktı. Adamları saf dışı bıraktıktan sonra Zeus’un kalan iki kafesin uyduruk kilitlerini parçalaması işten bile olmayacaktı.

Adamlar gün aydınlandıktan iki saat sonra depoya geldiler. Kaniş-Herkül, Labrador-Paçoz ve Teriyer-Hulk’un kafeslerini açmak için hamle yaptılar. Bu arada Pitbull-Zeus çok çişi varmış da önce onu çıkarmalarını istiyormuş gibi kafeste kendini yerden yere atınca onun kafesini açan adamı bir çırpıda yere devirdi. Gerisi çok hızlı gelişti. Üç bacaklı olmasına rağmen hepsinden daha atik olan Hulk adamlardan birinin paçasına yapışınca Zeus boşa çıktı. Benim ve hala kapalı kafeste olan Katya’nın kafeslerinin kilitlerini parçaladı. Adamlardan biri Paçoz’un peşinden koşarken Katya birini yakaladı. Üç adam da yerde yatıp ısırıklarıyla ovunurken aralık bıraktıkları ana kapıdan kaçmak üzereydik ki ardına kadar açılan kapıdan bir kadın sesi gürledi:

“Vay vay vay! Kedisi de kendisi kadar akıllı demek! Fakat ne yazık ki baltayı taşa vurdun bu sefer şişko kedi! Atın şunları geri içeri!”

“Arkadaşlar dinlemeyin bacak aralarından sıvışalım!” diye arkamdaki köpekleri cesaretlendirdiğim anda, yerlere kadar uzanan beyaz mink kürkünün içinden gürleyen kara kuru cılız kadının arkasında tekerlekli sandalyede baygın halde getirilen kadını burnum salisesinde tanıdı: Tilda! Canım sahibem baygındı ve elleri bağlı olarak bu kötü insanların ellerine tutsak düşmüştü.

“Ben kalıyorum arkadaşlar. Sahibemi de kaçırmışlar!”

“Ne demek yani! Seni sokaklardan alıp evlat edinen kadın mı bu ellerinde tutsak olan?” diye hırladı Katya. Daha ben cevabımı vermeden tüm köpek arkadaşların ağzından aynı havlama döküldü:

“BİZ DE KALIYORUZ!!!”

 

18. Bölüm için tıklayınız!

Yorum Bırakın:

yorum

Tuğba Turan

Önceki Yazı
  • Dedektif Dergi 17. Sayı
  • Makale

Köle ya da Efendi

  • Ercan Akbay
  • 11 Aralık 2019
Oku
Sıradaki Yazı
sebnem senyener dedektif dergi sherlock
  • Dedektif Dergi 17. Sayı
  • Makale

221c Sherlock’un Komşusuyum / Yolculuk Aşıkların Buluşmasında Biter

  • Şebnem Şenyener
  • 11 Aralık 2019
Oku
Mutlaka Oku
kaçış hikayeleri
Oku
  • Dedektif Dergi 27. Sayı
  • Hikaye

Tilda ve Diğerleri: Bangkok’ta Kalmak İsteyeceğiniz Son Yer: Bangkok Hilton | 27

  • Tuğba Turan
  • 17 Ekim 2020
Oku
  • Dedektif Dergi 27. Sayı
  • Hikaye

Beni Güzel Hatırla | 1

  • Derin Gezmiş
  • 17 Ekim 2020
Oku
  • Dedektif Dergi 27. Sayı
  • Hikaye

Niyazi

  • Yeşim Yörük
  • 17 Ekim 2020
Oku
  • Dedektif Dergi 27. Sayı
  • Hikaye

Taş, Kağıt, Makas!

  • Gamze Yayık
  • 16 Ekim 2020
Oku
  • Dedektif Dergi 27. Sayı
  • Hikaye

İnsta’ndan Öptüm Seni

  • Güneş Barguş
  • 16 Ekim 2020
Oku
  • Dedektif Dergi 27. Sayı
  • Hikaye

Yeşil Kapılı Ev | 1

  • Esra Gürel Şen
  • 16 Ekim 2020
Oku
  • Dedektif Dergi 27. Sayı
  • Hikaye

Ne Bileyim Ben

  • Deniz Öztürk
  • 16 Ekim 2020
Oku
  • Dedektif Dergi 27. Sayı
  • Hikaye

3 Aylık Ceza

  • Yasin Yıldız
  • 16 Ekim 2020
about
Dedektif Dergi’de

Sizin de yazılarınız yayınlanabilir:

Dedektif Yazarı Olmak İçin Tıkla
32. Sayıyı Şimdi Okuyabilirsin:
Dedektif Sayı 32

Dedektif'in yeni sayısını ücretsiz, PDF olarak okumak için lütfen e-mail listemize üye olunuz:

* gerekli bilgi
Dedektif | Polisiye Dergi
  • Zehirli Kalem Öykü Ödülü
  • Bize Ulaşın
  • Dedektif Dergi Sayıları
  • Türkiye Polisiye Yazarları 🇹🇷
  • Dedektif’te Yazar Olmak
  • Sık Sorulan Sorular:
  • Hakkımızda
Polisiye Dergi Dedektif’in yayınlandığı dedektifdergi.com sitesinin ve yazarlarının hakları 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nda belirtilen hükümlerle korunmaktadır. Dedektif’de yer alan içerikler kopyalanamaz, değiştirilemez ve diğer dijital alanlarda (web sitesi, blog, vb.) yayınlanamaz. Dedektif’de yer alan öykü ve makalelere link verilerek atıf yapılabilir, içerikler kaynak olarak gösterilebilir.Alıntı yapmak için, izin almak, yazarın adını belirtmek ve yazının yayınlandığı bu sitedeki sayfaya link vermek, hem yasal hem de etik açıdan zorunludur. Alıntılarda kesinlikle değişiklik yapılamaz.

Aradığınızı yazıp enter'a basın. Bakalım sitede var mı.