Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

ÜÇ UĞURLU BIR SAYIDIR

Diğer Yazılar

YENİ EV

HAVUZ PROBLEMİ

Yazan: Margery Allingham

Çeviren: Gencoy Sümer



ÜÇ UĞURLU BIR SAYIDIR 1


Eylül ayının ilk günü öğleden sonra saat beşte, Ronald Frederick Torbay üçüncü cinayeti için son hazırlıklarını  yapmakla meşguldü.  Tedbirli davranması gerektiğini bildiği için ağır hareket ediyordu. En küçük bir dikkatsizliğin pahalıya mal olabilirdi.

Cinayet kariyeri ilerledikçe riskleri de artıyordu. İlk evliliğinden önce bir dergi makalesinde bunu okuduğunda çok etkilenmişti. Onu en çok korkutan şeyse başarının getireceği sarhoşluktu. Bu yüzden kendisini çok sıkı bir biçimde kontrol altında tutmaya özen gösteriyordu.

Lavabonun kenarına dayanarak yeni kiraladığı villanın banyosundaki aynadan yansıyan yüzüne baktı. Zayıf, orta yaşlı ve solgundu. Saçları seyrek ve koyu, gözleri maviydi. Dudaksız denebilecek kadar düz ve dar bir ağzı vardı. Ronal Torbay, çarpık bir biçimde gülümsedi. Görünüşünden hiç hoşlanmazdı.

Aşağıdan gelen sesle irkildi. Edith ütü yapmayı bitirmiş, yukarıya mı çıkıyordu yoksa? Bu hiç iyi olmazdı işte. Uzun zamandır yapmasını istediği köpük banyosunu hazırlamadan buraya gelmesi, her şeyin mahvolması demekti. Nefesini tutarak bekledi ama arka kapının sesini duyunca rahatladı. Bu her şeyin yolunda olduğu anlamına geliyordu. Çabucak pencereye yanaşıp dışarıya baktı. Karısını, evin yan tarafındaki küçük avluya doğru giderken gördü. Çarşafları havalandırmak için ipe asacaktı. En azından birkaç dakika sürerdi bu iş. Bu kadar zaman, gerekenleri yapması için ona yeter de artardı bile. Ama yine de içini bir huzursuzluk kaplamıştı.

Önce evlenmeye, sonra da mütevazı mallarını kendisine vermeye ikna ettiği üç orta yaşlı kadından en sinir bozucu olanı Edith’di hiç kuşkusuz.  Ona bahçede çok fazla zaman geçirmemesini altı haftalık evlilikleri süresince en az on kere söylemişti. Evin dışında tek başına olmasından nefret ediyordu. Karısı utangaç ve çekingendi ama şimdi yan eve yeni bir aile taşındığına göre, aşırı arkadaş canlısı bir kadının onunla tanışıp ahbap olması gibi bir tehlike vardı. Bu durum Ronald Torbay’ın müsamaha gösterebileceği en son şeydi.

Eşlerinin hepsi utangaç insanlardı. Doğru tipi seçmeye çok dikkat etmişti. Başarısının çoğunu buna borçlu olduğunu biliyordu. İlk eşi Mary’nin ölümcül ‘kazası’, İngiltere’nin kuzeyinde, şimdi oturdukları  siteye çok benzeyen toplu konuttaki bungalovda meydana gelmiş ve neredeyse hiç fark edilmemişti. Yeni yeni gelişen bir bölgeydi orası. Adli tabip aceleci davranmıştı. Polis sempatik ama meşguldü. Ve komşular pek meraklı değillerdi. Ancak içlerinden biri, yerel bir gazetenin genç bir muhabiri, yaşanan trajedi hakkında bir yazı yazmış, düğün gününe ait bir fotoğraf yayınlamış ve makaleye ‘Balayı Talihsizliği’ başlığını koymuştu.

İkinci eşi Dorothy’nin, hayatına hızlıca girip çıkması onu biraz rahatsız etmişti ama çok da fazla umursamamıştı. Ona söylediği yalanlar yüzünden vicdanı biraz sızlamıştı sadece, hepsi o kadar. Cenazeden sonra ortaya çıkan ve ablasının küçük serveti hakkında garip sorular soran kardeşini de sıkıntısızca başından savmayı becermişti. Ardından kolayca kazandığı bir dava açmış ve sigortanın mırın kırın etmeden ödediği parayı büyük bir mutlulukla çantasına koymuştu.

Dört yıl sonra yeni bir isim, yeni bir hayat hikâyesi ve faaliyet göstermek için sahip olduğu yeni bir fırsatla kendisini oldukça güvende hissediyordu.

Edith’i ilk kez deniz kıyısındaki bir otelin yemek salonunda görmüştü. Pencerenin yanındaki küçük bir masada tek başına oturuyordu. İşte o an, bir sonraki avının o olacağını anlamıştı. 

Müstakbel karısı, derli toplu ama biraz sert görünümlüydü. Ciddi yüzünde gizli bir çekingenlik vardı. Miyop gözleri tatminsiz, hafifçe korkulu bir ifadeyle bakıyordu. Garson ona bir şey söylediğinde sinirli bir şekilde kızarmış ve utangaç bir tavırla gülümsemişti. Ayrıca gerçek bir elmas broş takıyordu. Ronald bunu yemek salonunun öbür ucundan görmüştü. Taşlara karşı oldukça duyarlı gözlere sahipti.

O akşam, salonda onunla konuşmuş, ilk küçümseme dalgasını atlatmış, tekrar denemiş ve sonunda ilgisini çekmeyi başarmıştı. Bundan sonra görüşmeleri tam da beklediği gibi ilerlemişti. Yöntemleri eski modaydı ama son derece romantikti.

Edith, bir hafta sonra Ronald’a umutsuzca aşık olmuştu.

Kadının geçmişi umduğundan daha iyiydi. Yirmili yaşlarının tamamında yatılı bir kız okulunda öğretmenlik yapmış, ardından babasının uzun süren hastalığı boyunca ona bakmak için eve geri dönmüştü. Şimdi kırk üç yaşında ve kendisini açık denizde dümensiz bir gemi gibi hissedecek kadar yalnızdı. Maddi durumu hiç de fena değildi.

Tanıştıkları günden tam beş hafta sonra, her ikisinin de yabancı olduğu bir kasabanın nüfus dairesinde evlendiler. Aynı gün öğleden sonra her biri diğerinin lehine vasiyetname düzenledi. Ardından, tatil sezonu sona erdiği için ucuza kiraladıkları bir villaya taşındılar.

Bu, Ronald’ın elde ettiği en keyifli zafer olmuştu. Mary huysuz ve histerik, Dorothy cimri ve şüpheciydi ama Edyth beklenmedik bir neşe çizgisi ortaya koymuştu. Bir erkeğin ona ilk görüşte romantik bir şekilde aşık olmayacağını anlamadaki aptallığı dışında mantıklı bir kadındı. Başka bir erkek, ona acımak gibi ölümcül bir hataya düşebilirdi ama Ronald böyle hatalar yapacak kadar tecrübesiz biri değildi.  Oldukça ciddi bir biçimde “geleceği” için planlar yapmaya başlamıştı bile.

Edith’in ölüm fermanını imzalayan sadece Ronald’ın gerçek niyeti değildi. Parasal meseleler konusundaki inatçı suskunluğu ve kocasının işine olan utanç verici ilgisi, kazaya giden yolu epeyce kısaltmıştı.

Ronald, satıcı olarak tanıtmıştı kendisini. Anlattığı hikâyeye göre, kozmetik ürünler yapıp satan bir firmanın küçük ortağıydı. Şirketi ona cömert bir izin vermişti. Edyth bu açıklamayı sorgusuz sualsiz kabul etse de ofise ve fabrikaya bir ziyaret planlamaktan geri durmadı. Sürekli, ‘kocasını rezil etmemek’ için alması gereken yeni kıyafetlerden bahsediyor, kendisine ait tüm iş belgelerini eski, kilitli bir kutuda saklıyordu.

Bu son konuyu ne kadar ölçülü bir şekilde gündeme getirirse getirsin, karısının tartışmayı kararlı bir şekilde reddettiğini gören Ronald, öfkesine hakim olmak için zorlanmaya başlamıştı.

Sonunda, ona sinirlenmeyi bir yana bırakarak harekete geçmeye karar verdi.

Pencereden ayrıldı. Ceketini çıkarırken kalbi hızla çarpıyordu. Bunu fark etmesi kaşlarının çatılmasına yol açtı. Bu olmamalıydı işte. Çok sakin kalması gerekiyordu.

Evde sadece banyoyu yeniden boyamışlardı. Ronald, geldikten kısa bir süre sonra bunu kendisi yapmış, satın aldığı bir kavanoz banyo tuzunu ve eski moda iki parçalı küçük bir elektrikli ısıtıcısıyı koymak için banyo küvetinin üzerine küçük raf eklemişti. Ucuz bir ısıtıcıydı bu. Duvarlar gibi beyazdı. Fazla dikkat çekmiyordu. Öne doğru eğildi ve ısıtıcının açma düğmesine bastı. İki çubuğun parlayan sıcaklığını görünceye kadar bekledi. Sonra arkasını döndü ve koridora çıktı.

Evdeki tüm elektriği kontrol eden sigorta kutusu, merdivenin başındaki çarşaf dolabının dibine gizlenmişti. Ronald kapağı açtı ve parmak izi bırakmamak için mendilinin yardımıyla ana şalteri yukarıya kaldırdı. Banyoya döndüğünde ısıtıcının parıltısı sönmüş, çubuklar neredeyse siyahlaşmıştı. Isıtıcıya memnun bir tavırla baktı ve yine mendilini kullanarak, onu raftan alıp dikkatlice suya soktu. Atık tıpasının üzerinde, ayağa yakın bir açıyla duracak şekilde yerleştirdi. Isıtıcının beyaz kablosunu banyonun porselen tarafından süpürgelik boyunca kapının altından geçirdi ve koridorun dışındaki duvar prizine doğru uzattı.

Isıtıcıyı ilk kurduğunda Edyth, bu dikkatsiz düzenlemeden hoşlanmamış, itiraz etmişti. Ancak Ronald, yerel yönetimin, su iletken olduğu için banyolara duvar prizi yerleştirmekte aptalca bir titizlik gösterdiğini açıklayınca, kablonun bu şekilde koridordaki prize bağlanmasına sesini çıkarmamıştı.

Şu anda ısıtıcı mükemmel bir durumdaydı. Küvete kazara düşmüş gibi görünüyordu. Ancak, aklı başında hiç kimse onu görüp suya adımını atmazdı. Ronald duraksadı; gözleri karanlık, ağzı her zamankinden daha çirkindi. Planının bu kadar basit, bu kadar kesin ve hızlı biçimde ölümcül ve  hepsinden önemlisi, kendisi açısından bu kadar güvenli olması karşısında her zamanki gibi zevklenip heyecanlanmıştı.

Küvetin musluğunu kapatıp dışarıdan gelen sese kulak kabarttı. Edyth, arka taraftaki beton yolda bir şeyi hareket ettiriyordu. Ronald ceketinin asılı olduğu yere doğru eğildi. İç cebinden plastik bir poşet çıkardı. Arkasındaki talimatları tekrar okurken, oldukça yakından gelen bir ses yüreğini ağzına getirdi. Başını çevirince karısının kendisinden beş metre bile uzakta olmadığını gördü.  Banyo penceresinin dışındaki düz çatının üzerindeydi. Kapının arkasında duran uzun merdivene çıkmış, çatı oluğundaki ölü yaprakları temizliyordu.

Dehşet içinde kalmasına rağmen paniklemedi. Poşeti elinde tutarak kadınla küvetin arasına geçti ve yumuşak bir sesle sordu. “Orada ne işin var sevgilim?”

Edyth onun sesini duyduğu anda o kadar şiddetle irkildi ki az kalsın merdivenden düşüyordu. İnce yanaklarında endişe dolu bir pembelik belirdi. “Ah, beni korkuttun! Banyodan önce bu küçük işi yapayım dedim. Yağmur yağarsa, oluk arka basamağın her tarafını sular altında bırakır.”

“Çok düşüncelisin, canım.  Ama senin için güzellik banyosu hazırladığımı bildiğin halde bu işle uğraşman pek de akıllıca sayılmaz, değil mi canım?”

Güzellik kelimesindeki hafif tonlaması karşısında karısının yutkunduğu gözünden kaçmamıştı.

“Çok haklısın şekerim. Bütün bu zahmete katlanman büyük incelik. 

“Hiç de değil,” dedi biraz erkeksi bir duyarsızlıkla. “Seni bu gece dışarı çıkarıyorum ve mümkün olduğunca güzel görünmeni istiyorum. Acele et. Köpük uzun süre kalmaz. Bütün birinci sınıf güzellik malzemeleri gibi bunlar da epeyce pahalı. Hadi, hemen üzerini değiştir ve doğruca buraya gel.”

“Tamam canım.”

Ediyth merdivenden inerken, Ronald da banyoya dönüp poşetin içindekileri küvete serpti. Şeftali renkli, gül kokulu kristaller suyun üzerinde bir süre dalgalandılar. Musluktan akan suyun basıncını aniden artırınca binlerce yanardöner baloncuk haline dönüştüler.

Köpüğün, ısıtıcıyı kamufle etmede yeterli olmayacağına dair anlık bir korku Ronald’ı sarstı. Suyu eliyle çalkalamak için eğildi ama endişelenmesine gerek yoktu. Köpük bulutu büyümüş, sadece banyonun dibini ve içindekileri gizlemekle kalmayıp aynı zamanda porselen yan kısımları ve beyaz kordonu boğan, duvar panelleriyle banyo paspasına taşan kokulu, tüylü bir kütleye dönüşmüştü. Durum mükemmeldi.

Ceketini giydi, kapıyı açtı.

“Edyth! Acele et canım!”

 Seslenmeye devam edecekti ama karısını görünce sustu.

Edyth, sıkı sıkı sarındığı mavi bornozun içinde ufacık kalmış bir halde yanına geldi. Saçlarını sevimsiz bir boneyle örtmüştü. Küvetten taşan köpüklere bakarak, “A, Ronald,” dedi. “Bu çok korkunç bir şey olmuş. Her yer batmış.”

Karısının tereddütü Ronald’ı çileden çıkardı. “Önemli değil,” dedi vahşice. “Köpükler sönmeden hemen içine gir. Acele et. Bu arada ben de üzerimi değiştirip geleyim. Sana on dakika veriyorum. Hemen gir ve uzan. Cildinin bütün solgunluğu gidecek.”

Dışarı çıktı, durup karısının kapıyı kilitlemesini bekledi. Bir ömür boyu edinilen alışkanlıklar, evlilikle aniden değişmez. Sürgünün hafif sesini duyunca koridorda sessizce yürümeye başladı. Altmış saniye bekleyecekti. Bornozunu çıkarması için otuz saniye ve küvetin kenarında köpüklere bakması için bir otuz saniye daha.

“Nasıl?” diye bağırdı çarşaf dolabının önünden.

Cevap hemen gelmedi. Alnında biriken terler parlamaya başlamıştı. Sonra onu duydu.

“Henüz bilmiyorum. Küvete yeni girdim. Mis gibi kokuyor.”

Devamını bekleyecek kadar sabırlı değildi. Mendile sarılı eli ana şaltere uzandı.

Korkunç bir sıradanlıkla “Bir, iki . . . . üç,” dedi ve şalteri indirdi.

Sigortanın atmasıyla bir kıvılcım çıtırtısı oldu. Ardından derin bir sessizlik geldi.

Ev o kadar sessizdi ki kendi nabzının atışını, merdivenlerin dibindeki saatin tik taklarını, pencere camına hapsolmuş bir sineğin kasvetli vızıltısını ve yandaki bahçeden, oraya taşınan iri yarı adamın her hafta yaptığı bir iş olan çim biçme işinde kullandığı makinenin sesini duyabiliyordu. Ancak banyodan hiç ses gelmiyordu.

Aradan bir süre, ama çok az bir süre geçmesini bekledi. Geri döndü, banyo kapısını tıklattı.

“Edyth?”

Cevap yoktu, ses yoktu, hiçbir şey yoktu.

“Edyth?” dedi tekrar.

Sessizlik devam ediyordu. Bir dakika daha bekledikten sonra doğruldu, derin bir iç çekti.

Artık sıra ikinci aşamadaydı. Çok iyi bildiği gibi, bu hassas bir dönemdi. Cesedin bulunması gerekiyordu. Ama hemen değil. Dorothy’de bu hatayı yapmıştı. Yerel müfettiş neden bu kadar erkenden polise başvurduğunu sorunca, soğukkanlılığını koruyarak bu tehlikeyi savuşturmayı bilmişti. Bu sefer aynı hatayı yapmayacaktı. Kapıyı, komşuların duyacağı şekilde yumruklamadan önce yarım saat bekleyecek, ardından bir komşudan yardım isteyecek ve sonunda kapının kilidini kıracaktı. Bu arada akşam gazetesi almaya gidecek, giderken karısına sesleniyormuş gibi yapacak, bu sırada yoldan geçen birilerinin olmasına dikkat edecekti.

Ama daha önce yapması gereken başka bir iş vardı.

Edyth, özel evrakını sakladığı deri yazı çantasını şapka kutusunun altına koymuştu. Ondan haberi olmadığını zannediyordu zavallıcık. Oysa onu bulmuş ama fark etmesini istemediği için kilidini açmaya kalkışmamıştı. Ama şimdi onu durduracak hiçbir şey yoktu.

Usulca yatak odasına gitti, gardırobun kapısını açtı. Hâlâ aynı yerde, dolgun ve umut verici bir halde duran çantayı minnetle kucakladı. Kilidi açmak beklediğinden uzun sürdü. Ama sonunda açmayı başardı. Çantanın içindeki her şey ne kadar düzenli, ne kadar tatminkâr görünüyordu. Tasarruf sertifikalarının demetleri, kırmızı mühürleri yatırım danışmanlarının ofislerini çağrıştıran birkaç kalın zarf ve en üstte Posta Dairesi’nin tasarruf bankası müşterilerine verdiği o tanıdık mavi hesap defteri… 

Titreyen parmaklarıyla defteri açtı, sayfaları çevirdi. İki bin rakamını görünce ıslık çaldı. Tam olarak iki bin sekiz yüz. Banka iyi bir temettü ödemiş olmalıydı. Asıl rakam iki bin dokuz yüzdü. Çeyizi için çektiği yüz pound eksikti. Bir damlacıktı sadece.  İki bin sekiz yüz… Bunun son giriş olduğunu düşündü, ancak arka sayfada kaydedilmiş başka bir işlem daha vardı. Bir haftadan daha öncesine aitti. Defterin postayla geri döndüğünü hatırladı. Zarfı görmezden gelerek ne kadar zekice davrandığını düşünmüştü hatta. Yazan kelime ve rakamlara önce boş boş baktı. Sonra kalbi ani bir şokla sarsılırken, gözleri defterin içinde kayboldu. Neredeyse hepsi çekilmişti: 4 Eylül, para çekme, iki bin yedi yüz doksan sekiz pound.

Paranın hâlâ çantanın içinde, örneğin zarflardan birinde olabileceğini düşündü. Aklına ilk gelen bu olmuştu. İhtiyatlı davranması gerektiğini unutup telaşla onlara saldırdı. Kağıtlar, mektuplar, sertifikalar birbirlerine karışarak yere döküldüler. 

Üzerinde kendi adı yazılı zarfı görünce irkildi. Kargacık burgacık el yazısını hemen tanımıştı.

Zarfı açtı, üstteki tarihinden Edith’in iki gün önce yazdığını hayretle fark ettiği mektubu çıkarıp okudu.

“Sevgili Ronald,

Eğer bu satırları okuyorsan, korkarım ki bu senin için korkunç bir şok olacak. Uzun zamandır bunu yazmanın gerekli olmayabileceğini umuyordum ama davranışların beni çok tatsız olasılıklarla yüzleşmeye zorladı.

Üzgünüm ama Ronald, bazı yönlerden çok eski kafalısın. Bir yabancıyla aceleyle evlenen orta yaşlı bir kadının, mükemmel bir aptal değilse eğer, banyo konusunda biraz şüpheci ve alıngan olması gerektiği aklına hiç gelmedi mi?

Açıkçası senden şüphelenmek istemedim. Uzun bir süre sana aşık olduğumu sandım ama düğün günümüzde vasiyetname yapmam için beni ikna etmeye çalışman beni korkuttu. Sonra banyo hakkında telaşın başlayınca, artık oldukça hızlı bir şekilde bir şeyler yapmam gerektiğini düşündüm. Ben de eski kafalıyım Ronald. Bu yüzden polise gittim.

Yandaki eve taşınan insanların seninle hiç konuşmadıklarını fark ettin mi? Bahçe duvarının ötesindeki kadınla konuşmamın en iyisi olduğunu düşündük.  İşte o bana, evlendikten kısa bir süre sonra köpük banyolarında ölümcül kazalarla karşılaşan kadınlar hakkında eski taşra gazetelerinde çıkan iki haberi gösterdi. Gazetede dul kocaların, cenaze töreninde çekilmiş bir fotoğrafları da vardı. Çok net değillerdi ama onları görür görmez, zavallı ikinci eşin erkek kardeşi tarafından kendisine verilen iki fotoğrafa dayanarak üç yıldır bu adamı arayan müfettişin bana yaptığı teklifi kabul etmem gerektiğini anladım.

Söylemeye çalıştığım şey şu: Eğer bir gün beni banyoda bulamazsan, çatıdan çıkarak gittiğim komşunun evinde bornozumla oturuyorum demektir. Seninle evlenmem aptallıktı ama sandığın kadar aptal biri değilim.

Sevgiler, Edyth

Not: Yazdıklarımı tekrar okuduğumda, sinirimden yeni komşularımızın evli bir çift değil, CID’den Dedektif Batsford ve yardımcısı Polis Memuru Bayan Richards olduğunu söylemeyi unuttuğumu fark ettim. Polis, suça tekrar teşebbüs etmemen halinde, ellerinde seni mahkum etmek için yeterli kanıt olmayacağını söyledi bana.  Bu yüzden kendimi cesur olmaya ve üzerime düşeni yapmaya zorluyorum. Çünkü diğer zavallı eşlerin için çok üzgünüm Ronald. Onlar da seni benim kadar büyüleyici bulmuş olmalılar.”

Mektuptan bitkin gözlerle başını kaldıran Ronald Torbay’ın çatlak ağzı, iğrenç bir “o” harfi şekline bürünmüştü.

Ev hâlâ sessizdi. Komşunun yan bahçedeki çim biçme makinesinin vızıltısı kesilmişti. Arka kapının hızla açılmasıyla ani bir gürültü oldu. Ağır ayak sesleri koridordan ve merdivenlerden Ronald’a doğru yaklaşmaya başladı.

Önceki İçerik
Sonraki İçerik

En Son Yazılar