Kadim şehrin eski semtlerinden birinde kıvrılarak uzayan dar sokakta yürürken buraların hiç değişmeyeceğini düşündü Hande. Önünden koşarak geçen çocuklara boş boş baktı az ilerde kapı önünde laflayan kadınlar onu görünce dedikodularını kesip gözlerini ona diktiler aldırmadı, yürümeye devam etti. Her adımında diz kapaklarını ortaya seren yırtık kot pantolonu, biraz kımıldasa göbeğini olduğu gibi gösteren kısa bluzu pembeli saçlarıyla bu mahalleye aykırıydı. Sıvaları dökülmüş, zamanında ahşap bir ev olarak muhakkak iyi günler görmüş fakat sonradan betonla ve pvc pencerelerle sözüm ona yenilenmeye çalışılmış evin yeşil boyalı kapısının önünde durdu nefesini aldı, kapıyı tıklattı. Yandan kararmış bir kablonun ucunda sallanan zile basmaya, tenezzül bile etmedi. Uzun zamandır çalışmadığını bilecek kadar geçmişi vardı bu evde. “Yeşil kapılı ev, babaannemin evi,” diye geçirdi içinden, “Benim babaannemin evi.” Kapının hemen üstüne denk gelen pencerede perdeler kımıldadı birkaç dakika sonra açıldı kapı.
“Merhaba Hediya, ben geldim,” diyerek teklifsizce girdi içeri. Loş girişte spor ayakkabılarını çıkardı. Koşar adım önünde uzanan basamakları çıktı. Aydınlık sofada hiç beklemeden sağa döndü. Biraz önce perdeleri kımıldayan odaya girdi. Mutfaktan gelen tanıdık koku ve tıs tıs sesi babaannesinin yine yaramazlık peşinde olduğunun ispatıydı. Gülerek baktı karşıki çekyatta üst üste konmuş iki minderin üstünde en az iki kişilik yer kaplayarak oturan kadına.
“O, Mukaddes Hanım yine işkembe konmuş düdüklüye! Sana yasaklamamış mıydı doktor sakatat yemeyi?”
“Aman doktor ne bilcek benim ne yicemi? Boş ver sen onu. Hoş geldin nur yüzlüm, hangi rüzgar attı seni burlara? Sen bu sokaklan yolunu bilir miydin?”
Sitemli sözlerine rağmen gözleri sevgiyle bakan yaşlı kadına doğru atıldı Hande. Boynuna sarılıp şapur şupur yanaklarını öperken “Aman babaanne! Geldim işte! Geçen ay da gelmiştim. Ne yapayım iş güç vakitim olmuyor valla. Telefon ediyorum ya arada.”
Yaşlı kadın, kıkırdayarak kurtuldu torununun kollarından. “Dur deli kız, şimdi öpersin gari de mi? İş güçmüş, gören de dünyayı gurtarıyon sancak. Neyse bakem öyle olsun. Dünyayı gurtarıyon da para gazanamıyon heyal. O pantol ne gız yırtık pırtık kedi gibi tüy döküyon her yere.”
“Aman babaanne moda ya.”
“Modaymış modanız batsın e mi? Otur, hele şuraya. Hah yanıma gel, özledim zati, uzağa oturma.”
“Nasılsın babaanneciğim? İyisin değil mi? Geçti mi ağrıların?”
“İyiyim, iyi demek adet olmuş diyem de iyi olam inşallah. Sen nasılsın bakem anan, baban nasılla haber alıyon mu? Ben alamıyom da ondan soruyom.”
“İyiler babaanneciğim, öyle deme konuşuyorsunuzdur telefonla.”
“Hee, konuşuyoz haftada bir baban arıyo anne nasılsın diyo bizim işimiz çok o yüzden gelemiyoz, Türkan’ın selamı var diyo çat kapatıyor. Ne annıcam ben bundan?”
“Haklısın, gelemiyorlar uzun zamandır ama biliyorsun Antalya uzak, ikisi de çalışıyor. Gerçekten işleri çok. Hastalar, nöbetler bitmiyor ki n’apsınlar?”
Yaşlı kadın derin bir iç çekti ama hemen uzaklaştı sitemli halinden. Torununun yanağını okşayarak sordu.
“Senin işle nasıl nur yüzlüm? Hem mektep hem iş zor olmuyo mu sana? Bak gak gada galmışın gene çok mu yoruyon kendini?”
“Yok babaanneciğim çok yorulmuyorum. Rejim yapıyorum o yüzden zayıfladım. Fit olacağım eski şişman Hande olmayacağım artık. Sağlıklı besleniyorum spor yapıyorum. Bak ne güzel oldum.”
“Hee, pek güzel olmuşun kemiklen sayılıyo. Gııız Hediya çayı koydun mu?” Odanın dışına doğru bağırdı Mukaddes Hanım. Bağırırken torununun elini okşuyor kaçıverecekmiş gibi sıkı sıkı tutuyordu.
Kapı çalındığında tam bir şey söylemek üzereydi Hande. Fakat babaannesinin dikkati dağılıvermiş, adeta refleks gibi kapı sesiyle birlikte yana doğru boynunu uzatmış, perdeyi aralayıp aşağıya bakmıştı.
“Hadii! Şimdide Ayten geldi. N’oluyo? Bugün benim gabul günüm vaa da benim mi haberim yok? Birine bi şey mi oldu yoksa? Hande de bakem bana. Kötü bi şey mi var?”
“Benim bildiğim yok ama Suzan yengem telefon etti. Buraya gelmemi istedi. Demek ki Ayten yengemi de çağırmış.”
“Merhaba anne. Hande, sende mi buradasın?”
Kırklı yaşlarının sonunda uzun boylu, uzun saçlı, alımlı bir kadın beraberinde hoş bir kokuyu sürükleyerek odaya girdi. Bir an işkembe kokusu bu güzel parfüm ile karıştı kaybolur gibi oldu ama ne mümkün! Düdüklünün uzun bir tıslamasının ardından parfümü bastırdı yeniden eve hâkim oldu. Ojeli ellerini yaşlı kadına doğru uzatarak ilerledi Ayten. Eğilip elini öptü, kısa eteğini çekiştirerek çekyatın karşısındaki koltuğa oturdu. Hoş geldin ve nasılsın faslından sonra onun da buraya Suzan tarafından çağrıldığı anlaşıldı. Yaşlı kadın Özbekistan’dan Türkiye’ye çalışmaya gelmiş bakıcısı Hediya’dan her zamanki şikayetlerini etmeye başlamıştı ki kapı tekrar çalındı. Bu sefer gelen buraya toplanmalarının sebebi Suzan’dı.
“Hoş geldin Suzan. Hayrola Ömer’e bir şey mi oldu yoksa? Korkmaya başladım billa. Çocuklar falan mı hasta ne oldu? Siz gelmezdiniz böle hele bir deyin bana.”
Mukaddes Hanım’ın sararan yüzünden, titreyen sesinden gerçekten korkmuş olduğu anlaşılıyordu. Zavallı kadın böylesi ziyaretlere hele ki gelinlerinin gündüz vakti kendi başlarına gelmelerine hiç alışık değildi. Aklına kötü kötü şeyler geldiğinden eni konu endişelenmişti.
Suzan önce kayınvalidesine sonra merakla kendisine bakan Hande ve Ayten’e baktı. Kısa kıvırcık saçları burnunun üzerindeki yuvarlak gözlükleri ve salaş kıyafetleri ile daha yaşlı görünse de Ayten’le yaşları aynıydı aslında.
“Önce hepinize merhaba diyeyim. Aytenciğim, Hande kuzum geldiğiniz için çok teşekkürler. Anne korkacak bir şey yok. Ömer iyi, sapasağlam maşallah hiçbir şeyi yok. Buraya sizleri topladım bunun sebebi ise…”
Sözünün burasında durdu, yutkundu. Gözlerine dolan yaşları birkaç kırpışla gidermeye çalıştı ve baklayı ağzından çıkardı. “Ben Ömer’den boşanmaya karar verdim. Bunu önce benden duymanızı istedim. Çok sıkı fıkı olduğumuz, öyle birbirimize bağlılığımız falan yok biliyorum fakat inanmasanız da ben sizleri severim. Anne, zamanında aramızda nahoş şeyler geçmiş olsa da seni de severim. Adaletine güvenirim her zaman haklının yanında olursun bilirim. İşte bu nedenle ilk sizlere söylemek istedim. Ömer bile bu düşüncemi daha dün akşam öğrendi. Acele ettim çünkü ondan önce davranmak bu kararımın nedenlerini Ömer’den önce ben anlatmak istedim.”
Hepsi sus pus olmuşlardı. Ayten oturduğu yerde huzursuzca kıpırdandı, Mukaddes Hanım bir şey söylemek üzere ağzını açtı. Hediya çay dolu tepsiyle odaya girince bir şey söylemeden kapattı. Çaylarını aldılar. Özbek kadının zigon sehpaları çıkarışını tedirginlikle izlediler. Bu ikramın devamı gelecek demekti, susmaya devam ettiler. Bekledikleri gibi bakıcı kadın buzluktan çıkartılarak ısıtıldığı belli böreklerle ve pötibör bisküvilerle dolu tabakları getirmeye başladığında Hande kalktı, mutfağa geçip kalanlarını da o getirdi. Böylece ikramlıkların dağılış süresini kısaltmaya çalıştı. Peçeteler de verilip süreç tamamlandığında Hediya mutfağa geçti. Hepsi rahatladılar ve meraklı bakışlarını yeniden Suzan’a çevirdiler.
“Evet, Ömer’den boşanacağım çünkü beni aldatıyor.”
Buz gibi bir hava esti. Çayların sıcaklığı bile yetersiz kaldı onları ısıtmaya.
“Benim oğlum öyle şey yapmaz!” dedi Mukaddes Hanım kesin ve sert bir sesle.
“İmkansız,” dedi Ayten. Hande gözlerini pencereye doğru çevirerek sessiz kaldı.
“Ne yazık ki imkanlı Aytenciğim. Gözümle görmesem ve bunu bana bir başkası söylese Ömer’e iftira atıyor diye onu paralardım ama maalesef gördüm. Hem de hiç yanılmaya pay bırakmayacak şekilde bir otel odasında.”
“Olmaz! Katiyen inanmam benim Ömer’im öyle şey yapmaz. Herkes yapa ama Ömer yapmaz. Seni ne gada çok seviyo biliyon işte Suzan. Senin için, beni depti benim oğlum. Yıllaca gonuşmadı benlen, ne o sana laf ettim deye. Hem çocukları da çok sever ölür onnan uğruna katiyyen yapmaz. İnandıramazsın beni Suzan, yanılıyon. Olmaz mümkünü yok!”
Bu sefer durdurmayı başaramadığı yaşları elindeki peçeteye silen Suzan, “Ah anne, bende öyle sanıyordum ama gördüm diyorum sana. Gözlerimle gördüm hem bir de şahidim var değil mi Hande? Sende biliyorsun amcanın neler yaptığını hadi anlat. Ne olur anlat.”
“Şey, amcamın neler yaptığını bilemem ama ben de gördüm. Oteldeydim, şey için gitmiştim. Seminer için şirket göndermişti. O nedenle ben önce amcamı gördüm, sonra o kadını.”
“Genç kızı diyelim de yanlış anlaşılmasın. Hande kadar bir kız işte, çocuğu yaşında neredeyse. Öyle değil mi Hande? Söylesene!”
Hande yutkundu elinde sıkı sıkı tuttuğu bardağı sehpaya bıraktı. Sanki söyleyecekleri için zaman kazanmaya kelimeleri toparlamaya çalışıyordu.
“Evet,” dedi. Anlatacakları onu bunaltıyormuş gibi kızarmıştı. “O kız ve amcam lobide oturuyorlardı. Beni görmediler birlikte kalktılar, amcam kıza sarıldı öptü.”
Kadınların hayret dolu ifadelerini fark edince “Yanaklarından öptü,” diye düzeltti ifadesini. Bu çok önemli bir ayrıntı olmalı ki Ayten’le Mukaddes Hanım başlarını sallayarak rahatladılar. Suzan hıçkırdı. Hande başını önüne eğip daha kısık bir sesle devam etti. “Sonra amcam o kızı yanına alıp asansöre bindi. Ben bu kadarını gördüm başka bir şey bilmiyorum. Biraz sonra yengem geldi. Koşarak girdi otele. Ben ona doğru yürüdüm, o da beni gördü. Amcan geldi mi, diye sordu. Daha ben geldi, demeden o da asansöre bindi, gitti. Çok merak etmiştim ama seminer tekrar başladığı için lobiden ayrılmak zorunda kaldım. Gerisini bilmiyorum.”
“Gerisini ben anlatayım.”
Suzan oturduğu yerde sırtını dikleştirdi gözlerini tekrar sildi. “Asansöre bindim üçüncü kata çıktım doğruca 3030 nolu odaya gittim. Kapıyı tıklattım. İçimden dualar ediyorum Ömer orada olmasın diye. Ama kapıyı Ömer açtı. Kız yatağın üstüne kurulmuş sırıtıyor. Onları öyle görünce beynimden vurulmuşa döndüm koşarak kaçtım oradan. Arkamdan Ömer bağırıyordu ama ben duramadım. Eve kadar koşmuşum onca yolu nasıl gittim hayret ediyorum şimdi.”
“Bi şey demedi mi Ömer sana gızım? Gabul mü etti hemencik?”
“Bir şeyler anlatmaya çalıştı dün akşam ama ben dinlemedim. Ha! Bu arada bu olay dün oldu akşamına da ben boşanacağımı söyledim. Bunca yıl ve iki çocuktan sonra bana bunu yapan adamla bir gün daha bir arada duramam. Evden ayrıldım bugün. Çocuklar da biliyorsunuz Ankara’dalar Allah’tan.”
“Ömer ne dedi onu de gızım. Bi şey söylemiştir muhakkak.”
“Anne sen hâlâ onu temize çıkarmaya çalışıyorsun ama gözümle gördüm diyorum, bir şey söylese ne söylemese ne? Bu iş bitti ben dönmem artık kararımdan. Büroyu kapattım daha doğrusu çektim kapıyı çıktım. Müvekkillerime e-posta attım özel nedenlerle bir müddet burada olamayacağım dedim. Mahkeme günleri gelirim, uçak denen bir şey var. Bugün akşama Ankara’ya çocuklarımın yanına gidiyorum. Onlara da durumu anlatacağım. Perişan etti beni Ömer, mahvetti. Ama bunu onun yanına bırakmam. Burnundan fitil fitil getireceğim. Donuna kadar alacağım göreceksiniz bak. Bana bunu nasıl yapar ya! İnanamıyorum Ayten? Nasıl yapar aklım almıyor! Biz, biliyorsun sen şahitsin bizzat işte, ne çok sevdik birbirimizi, yıllarca nelere katlandık bu sevda uğruna? Ama biliyorum ben yapacağımı. Bak canım kardeşim ortak çalışıyorlar. Taner abime söyle önlemlerini alsın çünkü mahkemede mahvedeceğim onu. Ben boşanma avukatıyım Yahu bana yapılır mı böyle bir şey?”
“Sen nereden öğrendin Ömer’in otelde olduğunu?” Soru Ayten’den gelmişti. Uzun tırnakları ile sinirini elinden çıkarırken sormuştu.
“Bir telefon aldım. Önce şakadır deyip aldırmadım ama üst üste üç kere aranıp aynı şey söylenince meraklandım. Dolandırıcılar olabileceğini düşünerek gittim. Tam otele girmek üzereyken oda numarası mesaj olarak geldi. İçeriye şok vaziyette girdim ve Hande’yi gördüm o da amcam geldi deyince odaya çıkmaktan başka şey düşünemedim. Sonra da olanlar oldu zaten. Dünyam başıma yıkıldı. Sonradan yine attığı mesajdan öğrendim ki benim eski ortağım şu kavgalı ayrıldığımız Şadan’mış beni arayan. O görmüş otelde Ömer’i. Üç kuruşluk adama rezil olduğuma mı yanayım yoksa bunca yıllık kocamın beni bir şırfıntıyla aldatmasına mı?”
“Gızım bak, öfkeyle galkan zararla oturu deye bi laf vadır bilir misin? Bence fevri hareket ediyon sen. Önce bi dinle, bi anla, neymiş bi öğren. Hemen bi kere gördüm deye böyle boşanmaa filan galkılır mı? Hele bi dur ben Ömer’i bi çağırem hatta Taner de gelsin. Hep beraber gonuşam nedir ne değildir öğrenem. Hakketen böle bi eşşeklik yapdıysa ben de senlen bir olcem söz. Mahkemeye bile gerek yok her bir malını mülkünü ben yaptırcem senin üzerine ama önce bi annayam. Yerimden galkabilsem kendim giderim, çıkar garşısına sorarım ama halim malum. Hande, ara gızım şu telefondan amcanı, çabuk gelsin buraya. Sende, Taner’i ara Ayten o da çabuk gelsin. Önce gonuşam sonra gidesin. Ben şimdi bırakmam seni hiçbir yere. Lüzum ederse bu gece burda galırsın işte o gada. Burası ev değil mi?”
Yaşlı kadının otoriter tavrı diğerlerinin susmalarına sebep oldu. Suzan itiraz edecek oldu ama Mukaddes Hanım sertleşerek susturdu onu. Madem oğluna bir ithamda bulunuyordu o zaman işin doğrusu eğrisi zaman geçirilmeden ortaya çıkmalıydı. Öyle bir otel odasında gördüm diye Ömer’i yaftalamak doğru değildi. Bugüne kadar şerefiyle yaşamış bir adam kolay kolay bundan vazgeçmezdi. Yaşlı kadına göre mutlaka bir açıklaması vardı bu işin.
“Ne yaftası anne iftira mı atıyorum ben yirmi beş yıllık kocama? Gözümle gördüm diyorum işte Hande şahit o da gördü otelde amcasını.”
“Sana iftira atıyon demiyom ben gızım. Ne olup bitiyo annıyam diyom. Bak sende bir çare arıyon ki bütün boşancam yaygarana rağmen buraya geldin. Hepimizi topladın. Demek ki bizden medet umuyon yoksa neden gelcen? Bizi seviyomuşun da falan filan geç bunları. Senin derdin bizi ortaya sürmek böyle olunca gururun gırılmaycak aklın sıra. Biz gaçın gurrasıyız Suzaaan anlarız bunları. Otu hele oturduğun yerde. Sende ara amcanı oyalanıp durma Hande.”
Hande birkaç kez aradı Ömer’i fakat cevap alamadı. Ayten kocasına ulaştı kısaca önemli bir mesele olduğunu Ömer’i de alıp hemen annesinin evine gelmesini söyledi. Birlikte beklemeye başladılar. Hediya, çaylarını tazeledi meraktan çatlıyor olmalıydı ki sık sık odaya girip çıkıyor, yarım Türkçesiyle Hande’yi sıkıştırıp konuşulanları anlamaya çalışıyordu.
Ayten’in telefonu çaldığında Hediya Mukaddes hanımı tuvalete götürmüştü. Telefonu açan kadın duydukları ile önce sarardı sonra neredeyse yeşile döndü rengi. “Tamam,” deyip kapattığında dudakları titriyordu. Dehşet dolu gözlerini Suzan’a dikti bir müddet baktı sonra sanki kendiliğinden dökülmüş gibi akıverdi sözcükler ağzından.
“Ömer, öldürülmüş.”
Suzan ve Hande koltuklarından fırlarken sofadan Mukaddes Hanım’ın çığlığı duyuldu.
***
“Bak Komiser Bey oğlum, Ömer benim evladım Suzan’da gelinim ne deyem ben şimdi onla hakkında. Bir ana ne deyebilir ölen çocuğu hakkında. İçim yanıyo benim komiser içim yanıyo! Ah geberip gideydim de görmeyeydim… Ah toprağın altında olaydım da görmeyeydim… Sen ne diyon oğlum anayım ben ana…”
İki gözü iki çeşme hıçkırıklarla sarsılan yaşlı kadına acıyarak baktı Komiser Halit. Durumu anlıyor kadıncağızı sıkıştırmak istemiyordu fakat cinayet şüphelisini bu evde tutuklamışlardı. Evde bulunan herkesi sorgulamak göreviydi şimdi onun. “Ne yapsam?” diye düşündü bir an kadına baktı. Nasıl olsa bir yere gidecek hali yoktu yaşlı kadının. Bir müddet rahat bırakmaya karar verdi, odadan çıktı. Sofada kimseyi göremeyince mutfağa yöneldi. Düdüklüdeki işkembeyi etrafa kokular saça saça boşaltan yabancı uyruklu kadına yanaştı. İşini bitirmesini bekleyip leziz görünen işkembeye yutkunarak baktı. Pek severdi bu mereti, anası da böyle yumuşacık pişirirdi sonra şöyle biraz tuz biraz karabiber ne güzel yenirdi çekiştire çekiştire. Hediya komiserin gözlerindeki açlığı fark edince bir tabak aldı bir iki parça işkembe koyup tabağı mutfak masasına bıraktı. Komisere hitaben, “Buyurun siz yiyin işkembe,” dedi. Görev başındaydı, yememesi daha doğru olurdu ama dayanamadı Komiser Halit, oturuverdi masaya. Kadına da karşısına oturması için işaret etti. Masada bulduğu tuzu işkembeye boca ederken sordu.
“Adın ne? Nerelisin?”
“Ben, adım Hediya Usmanov belge göstermek var bende. Ben Özbekistan’dan geldim bir sene oldu. Çalışma izin var bende.”
“Belgelerine bakacağım ama önce neler oldu bu evde bugün anlat bakalım.”
“Ben bilmiyorum ne oldu. Misafir geldi bugün. Annenin birinci gelini Ayten yinge geldi sonra Hande kız geldi bir de Suzan yinge. Hiç gelmezler buraya şaşırdı ben ama çay yaptım, börek ısıttım verdim. Anne kızar misafire çay mühim der. Ben de yaptım.”
“Konuşmalarını duydun mu? Ya da ne bileyim farklı bir şey gördün mü?”
“Ben dinlemem ayıp. Suzan yinge ağladı, anne üzüldü, Hande tilifon etti ben bu kadar biliyorum.”
Kadından bir şey çıkmayacağı belliydi, işkembe de bitmişti. Oyalanmadı Halit Komiser, teşekkür edip arka bahçedeki kameriyede sigara içtiklerini gördüğü Hande ve Ayten’e yöneldi.
“Merhaba hanımlar. Burası ne güzelmiş böyle koca apartmanlardan sonra bu bahçe vaha gibi valla.”
“Öyledir Komiser Bey. Siz daha beş-on yıl önce görecektiniz. Ev daha bakımlı, bahçe daha güzeldi o zamanlar. Kayınpederim sağdı, baktırırdı rahmetli.”
“Ayten Kuzucu değil mi efendim?”
“Evet, ben Emekli Öğretmen Ayten Kuzucu. Kuzucu Hukuk bürosunun sahiplerinden Taner Kuzucu’nun eşiyim. Ölen Ömer benim kayınbiraderim oluyor. Eşimle ortak çalışırlardı, o da avukattır. Fakat hiç anlamadım Suzan’ı niye tutukladınız? O bizim yanımızdaydı kocasını öldürmüş olamaz. Hem niye yapsın ki değil mi Hande?” Hande yengesini başıyla onayladı. Sigarasından çektiği nefesi havaya salıverdi, “Boşanacağım diyordu Suzan, niye böyle bir şey yapsın ki?” diyerek sözünü tamamladı Ayten gözlerini genç komisere dikti.
“Tüh, keşke yemeseydim işkembeyi sarımsağı yoktu ama yine de kokar neyse artık napalım şanslarına küssünler.” Aklından geçirdiklerinin rahatsızlığıyla ceketinin ceplerini karıştırdı ve bir çiklet bulmanın sevinciyle çıkardı elini cebinden Halit. Yanağı çikletin tamamını ağzına soktuğundan şişkin, konuşması çarpık sordu.
“Kaçta geldi buraya Suzan Kuzucu?”
“Benden sonra geldi yani saat on beş otuz civarında öyle değil mi Hande?”
Hande yengesinin her sözünü kendisine tasdikletmesinden sıkılmış, yine başıyla evet deyip bir sigara daha yaktı. Ne çok içmişti bugün boğazı yanmaya başlamıştı tahrişten.
“Halinde tavrında bir gariplik var mıydı ya da size kocası hakkında bir şey söyledi mi?”
“Komiser Bey, bize Ömer’in kendisini aldattığını ondan boşanacağını söyledi daha ne olsun? Kayınvalidem inanmadı oğlunun Suzan’ı aldattığına. Bize Ömer’i ve Taner’i çağırmamızı söyledi öyle değil mi Hande? Sen de bir şey söylesene kızım.”
“Hande Hanım’la da konuşacağım Ayten Hanım fakat şu anda sizinle konuşuyorum. Lütfen siz anlatın sonra ne oldu?”
Hande de Ayten de birbirine benzer şeyler söylemişler, ikisi de Suzan’ın katil olamayacağı konusunda hem fikir olmuşlardı. Durum ise şaşkınlık verecek kadar tuhaftı. Öyle söylemişlerdi. Komiser Halit, Kadınlardan maktul Ömer Kuzucu’nun genç bir sevgilisi olduğunu, bir gün önce Şafak Otel’de onunla buluştuğunu ve karısı tarafından basıldığını öğrenince istikametini otele çevirmeye karar verip evden ayrıldı. Ancak giderken “Geri döneceğim. Lütfen kimse buradan ayrılmasın. Hepinizin peşinden ayrı ayrı koşmayayım,” diye talimat vermeyi de ihmal etmedi.
“Ne demek buradan ayrılmayın ya? Merve çoktan eve gelmiştir. Karnı aç çocuğun. Taner de yok ortalarda ben burada böyle kaldım. Olur mu ya? Valla bir saat daha bekler eve giderim ben. Arayan orada bulsun. Neymiş böyle canım?”
“Yenge, sen Merve’yi düşünüyorsun ama Ömer amcam öldü, Suzan yengem tutuklandı farkında mısın olayların? Korkunç bir şey yaşıyoruz burada. Merve çocuk değil ki yirmi yaşında kız. Kendi karnını doyurur merak etme. O kadar çok merak ediyorsan söyle buraya gelsin. Biz Komiser ne diyorsa onu yapalım. Hem babaannemi de yalnız bırakmak olmaz şimdi.”
Kapının çalınması ikisini de yerlerinden zıplattı. Hediya kapıyı açtığında konu komşu nereden haber almışlarsa doluverdiler. Hepsi de hem başsağlığı dilemek hem de olayı öğrenmek için gelmişlerdi. Önce Mukaddes Hanım’ın yanına girdiler. Biraz sakinlemiş kadını yeniden feryatlara boğup bahçeye onların yanına doluştular. Evdeki herkesi kısa sürede derin kederlere gark edip evlerine döndüler. O andan sonra da huzur kalmadı. Gelenin gidenin ayağı kesilmiyor, komşular bitse akrabalar geliyor, akrabalar bitse mahalle esnafı dalıyordu içeriye.
***
Taner Kuzucu annesinin evine geldiğinde vakit gece yarısına yaklaşmıştı. Kardeşinin defin işlerini yapmak istemişti fakat emniyet cenazeyi vermiyordu. Suzan için görüşmediği kimse kalmamış fakat onu da nezaretten kurtaramamıştı henüz. Annesinin yenice uyuduğunu öğrenince orada kalmaktan vazgeçip kızlarının da onları merak edeceği düşüncesiyle karısını alıp evine gitti. Hande, o gece orada kalmak istemişti. Babaannesini yalnız bırakmak içine sinmeyecekti. Ayrıca annesiyle babası yoldaydılar. Doğruca buraya geleceklerini bildiğinden onları karşılamak, olanları bizzat anlatmak istiyordu. Bu nedenle amcasının seni de evine bırakalım teklifini geri çevirdi. Üstüyle başıyla uzandı Hediya’nın dantelli çarşaflar serdiği yatağa. Yan duvara vuran sokak lambasının ışığı acayip şekiller oluşturuyor, eski evin her yerinden ayrı bir ses geliyordu. Sabaha karşı babasının gür sesiyle uyandığında anladı uyuduğunu. Fırlayıp kalktı yataktan, doğruca babaannesinin odasına gitti. Sarılıp ağlaşmalar uzun sürmedi. Haklı olarak babası kardeşinin nasıl öldüğünü öğrenmek istiyordu.
“Bilmiyom oğlum. Başına bir şey vurmuşla diyo Taner. O bulmuş kardeşini, yazıhanede yapmışlar ne olmuş neden olmuş annıyamadık daha. Polisle geldi Suzan’ı yaka paça dutup götürdüle. Bi komser geldi soru felan sordu ama bi şey demedi. Çok fenayım ben içime sığdıramıyom olanları aklım almıyo oğluma mı yanayım Suzan’a mı üzüleyim bilemiyom. Şaştım galdım.”
“Suzan’ı niye götürdüler, karısı diye mi?”
“Yok!” diye atıldı Hande. “Cinayet zanlısı olarak götürdüler baba. Biz de anlamadık. Halbuki yengem hep bizimleydi. Ne ara öldürecek bilemedik.”
Konu uzun, acı büyük, çare yoktu. Yaşlı kadın oğlunun yorgun yüzüne baktı. “Tamer oğlum uzun yoldan geldiniz bak gözlen gıpgırmızı olmuş Türkan’ında benzi atmış. Geçin arka odaya uyumasanız da uzanın dinlenin. Sabah ola hayrola.”
“Sabah oldu bile anne ama haklısın yorulduk. Biraz uzansak iyi olur.”
Taner’le karısı Ayten geldiklerinde mutfakta kahvaltı etmeye çalışıyorlardı. Hediya elektrik süpürgesi çalıştırmak istemiş fakat izin vermemişlerdi. Sırası mıydı şimdi? Saat çoktan dokuz olmuştu ama Mukaddes Hanım’ın kapısı kapalıydı.
“Annem ne yapıyor?” Taner endişeyle baktı yaşlı kadının odasına.
“Tamer zorla bir iki lokma yedirdi, ilaçlarını verdi biraz uyusun istedik. Ses gitmesin diye kapattık kapısını.”
Bir sandalye çekip eltisinin yanına oturan Ayten, “Sen nasılsın Türkan soramadım, iyi misiniz? Bu olay akıl falan bırakmadı hiçbirimizde kusura bakma. Çok yoruluyorlar dedi Hande,” diye sordu.
“Yoruluyoruz valla Aytenciğim ama naparsın iş işte. Tamer ayrı, ben ayrı koşturuyorum hastanede. Bir de şu Çin’deki olay çıktı şimdi inşallah buralara kadar yayılmaz hastalık.”
“Ya bir de o var televizyon hep bundan bahsediyor.”
“Boş ver ne olacaksa olacak. Sen burada neler oldu bir düzgünce anlatsana bana. Annem başka anlatıyor, Hande başka, anlayamadım valla. Boşanacaklar mıymış Ömerler?”
“Biz de Suzan’ın anlattığı kadar biliyoruz valla. Sözüm ona Ömer’i genç bir kızla otel odasında yakalamış. Boşanacağım diyor başka bir şey demiyordu dün. Hatta akşama Ankara’ya bilet almış çocukların yanına gidecekti ama gidemedi tabii.”
“Çocuklara haber verildi mi?”
“Taner olayı yumuşatmaya çalışarak verdi. Babanız hasta gelseniz iyi olur falan dedi. Suzan’dan hiç bahsetmedi ama çocuklar annelerine ulaşamayınca ha bire bizi arıyorlar ne diyeceğimizi şaşırdık. Bugün gelecekler, Taner karşılayacak onları.”
“Biz emniyete gidiyoruz Ayten.” Mutfak kapısından başını uzatarak söylemişti Taner bunu fakat Türkan, “Dur Taner! Hele bi anlat neler olduğunu da öyle git. Sen bulmuşsun Ömer’i öyle mi?” deyince ellili yaşlarında kır saçlı kır bıyıklı adam iç çekerek isteksizce oturdu masanın altından çektiği tabureye.
“Öyle oldu maalesef Türkan. Ayten beni Ömer’ i de al gel diye aradığında ben büroya gitmek için yoldaydım. Bütün gün yoktum zaten hatta hiç gitmemiştim dün büroya. Üç tane duruşmam vardı üst üste. Evden doğruca adliyeye geçmiştim. Büroya varıp Ömer’in odasına girince gördüm işte. Koltuğun üstüne yığılıp kalmıştı kardeşim. Başından kanlar akıyordu göl olmuştu sanki kan yerde, o kadar çoktu. Sonra ne yaptım polisi nasıl aradım hatırlamıyorum valla ama aramışım ki hemen geldiler. Sorgu sual derken güvenlik kameralarını sordular bizimkiler epeydir çalışmıyor bir türlü tamir edemedi takan şirket. Dünya para aldılar ama yapmadı deyyuslar. Neyse iş hanının girişindekiler çalışıyormuş. Oradan Suzan’ın Ömer ölmeden bir müddet önce bizim büroya geldiğini görmüşler hemen buraya gelip götürdüler işte kadını. Bir de şu aldatma mevzuu varmış ya. İşte onu da sebep olarak alıyorlar.”
“Sen Suzan’la konuştun mu?”
“Konuşamadım. Henüz kimseyle görüştürmüyorlar. Bugün gidip kabul ederlerse kendimi avukatı olarak bildireyim diyorum. Ne kadar doğru olur bilmem ama öyle yapacağım. Yalnız bırakamayız orada. Hani akrabasıyım diye beni kabul etmezlerse bir arkadaşımı sokacağım devreye. Suzan olduğuna asla inanamam ama kim yapar bunu benim mazlum kardeşime aklım almıyor. Olayı gördüğümden beri beynim zonkluyor düşünmekten. Bizim netameli davalarımız olmaz. Ceza davalarına filan bakmayız. Alt tarafı ben emlak hukukunda uzmanım Ömer sigorta davalarında. Müvekkillerimiz bellidir, kimseyle alacak verecek bir şeyimiz yok. Çok kazanmayız ama kimseye de muhtaç olmayız. Hırsızlık desem çalınan bir şey yok. Büroda hiçbir yer karıştırılmamış. Yabancı birinin geldiğine dair bir emare yok çıldıracağım vallahi. Ömer bu ya! Karıncayı incitmeyen adam nasıl olur inanamıyorum.”
Başını ellerinin arasına aldı, çaktırmadan yaşlarını silmeye çalıştı. Tamer sırtını sıvazladı onun da gözleri yaşlıydı.
“Hadi Taner kalk, burada eylenmeyelim bir an önce gidelim emniyete.”
***
2. ve Son Bölüm Gelecek Sayıda…