Pınar Gültekin’e…
Babamı hiç sevmem, korkak ve itaatkârdır. Korkaklığı yirmi dokuz yılını verdiği devlet memurluğundan geliyordu. Her şeyi usulüne uygun yapıp dosyaları düzgün arşivleyince ve karıştırmayıp zamanında cevaplayınca ülkeyi kurtardığını sanıyordu. Emekliliğinin ilk aylarında boşa düşünce ablamla bana sardı; az esir almadı. Allahtan annem başımızın üstünden çıkan dumanı görebiliyordu da, “Ahmet artık bahanen de yok, kalk da yardım et bana,” diyerek sıkıntıdan boğulmak üzere olan ablamla bana can simidini fırlatıyordu.
Ablamın babama çektiğini söylerdi annem. “Kızım sen ne zaman akıllanacaksın! Bu kadar saf olma, her eline salatalık alana tuzlukla koşuşturma,” derdi de anlatamazdı. Hakikaten de ablam çok iyi niyetliydi, yardımseverdi. Hele börtü böceğe olan düşkünlüğü başka bir şeydi. Hayvan seveyim derken kendini kaybettiğine çok şahit olmuşluğum vardır. Börtü böcek dedim ama köpeklere ayrı bir düşkündü. Evimiz müsait olmadığından evde besleyemez, annemle çok kavga ederlerdi. Babam bu konulara pek müdahil olmazdı. Annem olmaz derse, babam olumlu fikri vardıysa da yüksek sesle dillendirmezdi, dedim ya babam korkağın tekiydi. Devletten çok annemden korkması abartı değildi.
Ablam sanıyorum benden zekiydi. İlk yılında üniversiteyi kazanıp İstanbul’a gidince bu gerçeği kabullenmem beni biraz hırpaladı. İlgi alanlarımız farklıydı desem daha doğru olur, ben daha çok elektronik aletlere meraklıydım. İlk işim yıllar öncesinden kalma bir walkmani tamir etmekti. Peşinden DVD oynatıcılar telefonlar, uygulamalar derken epey bir yol kat etmiştim. Ablam benden akıllıydı ama pratik düşünmede ona fark atıyordum, bunun en büyük şahidi tabii ki annemdir. “Oğlum iyi ki babana benzememişsin, yoksa en ufak bir kararda hindi gibi düşünürdün,” derdi, derdi ama beni gömdüğü de olurdu. “Ne olur azıcık ablana çekseydin şu okul konusunda, iki yıldır sokaklarda sürtmekten iyice serseri olup çıktın. Bu sene de bir yeri kazanamazsan ablanın yanına yerleşiyorsun ona göre. Birlikte ders çalışırsınız en azından.” “Birlikte” dediği aslında durumun yumuşatılmış haliydi, git ablan seni ders çalıştırsın, adam etsin anlamına geldiğini ikimizde biliyorduk.
Benden iki yaş büyük olan ablam neredeyse her akşam babamla ya da annemle telefonda konuşuyordu. Birbirimizi ne kadar sevdiğimizi o uzaklaşınca fark etmiştik. Telefon sırası bana gelince odama geçerdim, özel konuşurduk, çok da eğlenirdik. Bazen annemin bazen babamın taklidini yapardık görüntülü telefonda. Bazen de öğretmenlerinin sakarlıklarını, hımbıllıklarını anlatır ya da ne bileyim gerzekliklerinden bahseder, gülerdik. Bir gün aramadı. Annem aradı ulaşamadı. Babam telaşlandı, evin içinde oflayarak dolaşıyordu, tedirgin, sinirli tavırlarıyla dünyayı dar etti bize. Baktım olmayacak ablamın ev arkadaşı Buse’yi aradım. Ablamın üniversiteye başladığı yıl tanışmıştık. Pek sık görüşmesek de ablamı aradığımızda evdeyse onunla da görüşürdük. Güleç yüzlü, esmer, ailesiyle yaşadığı yılların öcünü alır gibi soluksuz yaşayan oldukça tatlı biriydi. “Bugün ben de görmedim” demesinin üzerinden dört saat geçmemişti ki merak edip tekrar aradı. Ardından Emniyet Müdürlüğü’nden babamı aradılar.
İstanbul’a indiğimizde saat 07.15’i gösteriyordu. Bizi nelerin beklediğini bilmediğimizden araba kiralamamız gerektiğini söyledim babama. Annem itiraz etmeyince babam da onayladı. Ama sanıyorum annem onaylamasa da babama sadece hatırlatmış gibiydim. Babamı ilk defa böyle görüyordum; saydırıyordu yirmi dokuz yılını verdiği devletin bütün birimlerine. Havaalanında arama noktasındaki polise kafayı gömmesine ramak kala çekiştirip uzaklaştırdım, soğukkanlı davranamıyor ve mantıklı düşünemiyordu.
Arabayı benim kullanmamın daha doğru olduğunu düşündük, animasyon yardımıyla aracı Gayrettepe Cinayet Büro’nun önüne çektim. Ne zaman ki morgda ablamın morarmış dudaklarını ve bembeyaz yüzünü gördüm işte o zaman yıkıldım. Önce inanamadım, sanıyorum annemle babam da benden farklı değillerdi. Annemin çığlığı binayı inlettiğinde birkaç memur ve görevli etrafımıza toplandı. Toparlanmamız zaman aldı. Bize anlayışla bakıyorlardı, yadırgayıcı bir çift göze rastlamadım. Komiser olduğunu söyleyen bir kadın polis bizi zor bela kantine oturtup çay, ayran ikram etti. Zira annemin tansiyonu düşmüştü, ya da başka bir şey, bilemiyorum. Kendimizi biraz toparladığımızda Komiser işleyişi bize anlattı. “Ne kadar intihar olduğunu düşünsek de soruşturma başlatıldı, sonucu size bildireceğiz, peşini bırakmayacağız.” Bize ablamın ölümü kadar ağır gelen şey, intihar ettiğinin düşünülmesiydi.
İlerleyen saatlerde Buse’yle haberleştik, yanımıza geldi. Bitkindi, üzgündü, şaşkın ve kızgındı. Tam olarak neye, kime kızgın olduğunu anlayamasam da eşelersem öğrenebileceğim hissi kuvvetlendi. Annem kızı görünce öyle bir sarıldı ki sanırsın kendi kızını kucaklıyor. Zor anlardı. Resmi işlemler tamamlanınca ablamın kaldığı eve gittik. Kapıda Lady karşıladı bizi. Annem ve babamın bu durumdan haberi yoktu. Ne zaman ki Buse, Pınar’ın köpeği dedi işte o zaman annem hıçkırıklara boğula boğula Lady’i kucağına alıp bırakmadı. Arka tarafta küçük bir bahçesi olan zemin kattaki evde ortalık biraz durulunca, Buse, ablamın durumu hakkındaki ayrıntıları anlatmaya başladı.
İkinci günün sonunda ablamın cenazesini ve Lady’i alıp memlekete dönmek üzereyken katil zanlısı olarak gözaltına alınan ve Buse’nin de işaret ettiği Ümit adındaki şerefsiz, psikopatın serbest bırakıldığını öğrendik. Önce memlekete dönüp dönmemekte tereddüt etsek de İstanbul’u terk etmek zorundaydık. Zira ablamı morgdan çıkarmıştık. Babam Cinayet Büro’daki kadın komiseri arayıp bilgi istedi. Durum hiç iç açıcı değildi. Babam, komiserden öğrendiklerini anlatınca ben de inanamadım. Ümit denilen soysuzun arkası kuvvetliydi anlaşılan.
Ablamı defnettikten sonra üçüncü gün annemlere “Çok canım yanıyor, dayanamıyorum, birkaç günlüğüne Mersin’de üniversite okuyan lise arkadaşım Erol’un yanına gideceğim,” diyerek ablamın telefonunu da alıp çıktım. Mersin’e gideceğim falan yoktu. İstanbul’da Buse karşıladı beni, üzgündü, ev arkadaşının yokluğunu üzerinden atamamıştı. Buse’den hiçbir ayrıntıyı kaçırmamasını isteyerek ablamla Ümit denilen soysuzun ilişkisini yeniden dinledim. Bundan sonrası çok ciddi bir plana ihtiyaç duyuyordu. Ümit kimdi, nerelere takılırdı, ailesiyle mi yaşıyordu, işi var mıydı, züppe miydi, ne yer ne içerdi tek tek Buse’den öğrendim. Buse “Ne yapabilirsin ki, bekle, sosyal medyadan kampanya başlatarak belki yeniden gözaltına aldırabiliriz,” diyordu ama sonuç alamayacağımızı biliyorduk ve adaletten de umudumuz yoktu. İki gün sonra, “Bir ipucu bulamadım, sanıyorum yapacak bir şey yok,” diyerek ablamla o Ümit soysuzunun olduğu birkaç fotoyu telefonuma kaydederek ayrıldım Buse’nin yanından.
Bir hafta boyunca Aksaray’ın arka sokaklarındaki izbe bir otele hayalet gibi girip çıktım. Bu oteli bulana kadar beş otel gezmek zorunda kaldım. Bir tek bu otel kayıtta kimlik sormamıştı. Ablamı öldürdükten sonra sırra kadem basan Ümit soysuzuna sekizince günümde Büyükçekmece’de bir kafede rastladım. Yanında bir kızla dışarı çıkarken onu tanıdım. Gazete kupürlerindeki “beyefendi” halinden uzaktı. Yanındaki kıza aşağılayıcı bir tavrı vardı. Kendinden emin yürüyor, iki üç adımda bir durup kıza bir şeyler anlatıyordu. Sağlı sollu sokak lambalarının aydınlattığı yolu bitirip de daha karanlık bir alandaki son model arabasına vardığında anladım ki böyle bir arabaya sahip olmak için, çalışmanın dışında başka şeylerle uğraşmak gerekirdi. Gelişi güzel tesviye edilen ve otopark olarak kullanılan alanda sekiz on araç daha vardı. Yerde ne varsa tozutarak araçların arasından çıktığında plakasını aldım. Sakin kalmalı, takip edilmediğini, olayın kapandığını düşünmesini sağlamalıydım. Rahat hareket etmeliydi ki onu kolayca köşeye kıstırabilmeliydim.
Raydan çıkan birini yeniden doğru yola sokmak gibi bir derdim yoktu. Gördüğüm kadarıyla bozulan ray değildi, meramım farklıydı. Annem ve babamın sık sık “Ne zaman döneceksin?” aramalarını saymazsak şimdilik bir engel yoktu hedefle aramda. Fotoğrafların içinden mutlu göründükleri birini seçtim; ablam altın rengi saçları kocaman gözleri ve güleç yüzüyle öyle içten bakıyordu ki içim burkuldu. Bu gülüşü söndürenin eceliydim artık. Ümit soysuzunun telefonuna gönderip bekledim. Üç dakika demeden fotoğrafı gördüğünü fark ettim. Yüzünün aldığı hali görmemek beni çıldırtıyordu. Bekledim, bekledim… Bir şeyler yazdığını görünce ekran fotosu aldım. Ancak cevap gelmedi. Yazdığını silmişti anlaşılan. Ne düşünüp sildiğini anlamam zordu. Elimdeydi artık Ümit, gittiği her yeri görebiliyordum. Pusuda beklemeye devam ettim.
Artık o uyumadan uyumuyor, kalkmadan kalkmıyordum. Evini de biliyordum artık. Telefonunun hareket ettiğini görünce takibe aldım, Kumburgaz’a gidiyordu. Anlaşılan orada yazlığı belki de garsoniyer olarak kullandığı bir yeri vardı. Bakımlı, ağaçlık küçük bir bahçenin ortasındaydı villa tipi bir evdi varış noktamız. Lüks arazi aracını park edip indi. Vücut hatlarına bakılırsa spor da yapıyordu. Olası bir kavgada, yakın temasta tedbirli olmalıydım. Ooo! Yalnız değilmiş. Yanındakini cam filmlerinden dolayı ancak indiğinde fark edebildim. Öyle görünüyordu ki bu itin hiç erkek arkadaşı yoktu. Ya da erkeklerle pek takılmıyordu. Kız anca yirmisindeydi. Küt saçlarının yarısı tarif edemeyeceğim bir renkteydi. Çok samimi görünüyorlardı, en azından kız öyle davranıyordu. Bütün yol birlikte değillermiş gibi iner inmez itin boynuna sarıldı, Ümit soysuzu pek oralı değildi, gözü villasındaydı. İçeri girdiklerini görünce arabama dönüp evi izlemeye başladım. Uzun süre bekledim. Çevresindeki sık ağaçlar yüzünden bahçenin sadece bir kısmı görünüyordu. Arabamdan inip başka bir yere gider gibi villanın yanından geçip etrafa göz attım. Bagajdaki torbayı omzuma atmadan önce beysbol şapkamı taktım. Bahçede kimse yoktu, içerisi oldukça bakımlı ve temiz görünüyordu. Kulak kabarttım, metal müzikten başka ses duymadım. Müzik bitince bir kikirdeme duydum, öyle görünüyordu ki kız mutluydu. Daha çok kovalanıyor gibiydi. Yanılmamıştım, kapı açıldı kız bütün neşesiyle kendini bahçeye attı. Üzerinde bluzu yoktu, dantelli bordo renginde sutyeniyle merdivenlere yöneldi. Peşinden altında baksır şortuyla Ümit soysuzu çıktı. Kız oldukça narinken diğeri tam bir azmanı andırıyordu. Hemen uzaklaştım.
Görünürde omzumda torbası az ilerideki villasına giden biriydim. Fazla uzaklaşmamıştım ki sesler kesildi, içeri girdiklerini anladım. Arabama döndüm. Artık emindim, evde onlardan başka kimse yoktu. Uzun süren bir bekleyişin ardından Ümit villadan çıkıp arabasına yürüdü. Hali hiç de normal görünmüyordu. Yalpalıyordu, arabanın kapısını birkaç uğraştan sonra açabildi. Arabaya ya bir şeyler bıraktı ya da aldı. Elindekini fark edemedim. Arabayı kilitlemeden villaya döndü aptal. Bu tam da beklemediğim fırsatı sunmuştu bana. Sabırla bekledim, Villanın çevresinde kamera yoktu, gelen geçen de olmayınca lüks araca yanaşıp içeri girdim, villayı kollayarak ön kaputu açan kolu çektim.
Gece on bir gibi evin ışıkları kapandıi cipin ışıkları yanınca soteye yattım. Ümit hızlı bir manevrayla villanın önünden ayrılıp bulunduğum yola girdi. Deli gibi sürüyordu, acelesi vardı anlaşılan. Ya da kendinde değildi. Bu hız bütün planlarımı altüst edebilirdi. Hesapladığım yokuşa beklediğimden önce varacaktı anlaşılan. Peşine düştüm, arayı kapatmam zordu, benim araçta 1.3 motor vardı onunkinde muhtemelen 3.000. Pes etmedim. Ablam durup dururken dördüncü kattan kendini aşağı atabiliyorduysa bu zengin züppe de pekâlâ hiç sebep yokken hız yapıp intihar edebilirdi. Orman yolu boştu, bir iki araç dışında geçen olmadı, bu iyiye işaretti. Kazayı planladığım yokuşun başına gelmek üzereydik artık. Beklediğim oldu, duramıyordu. Muhtemelen kafası güzeldi. O an vicdanımın rahat olmadığını fark ettim, bir şeyi yanlış yapmıştım. O itin yaptığını ben şimdi yanında hiçbir suçu günahı olmayan bir kıza yapıyordum. Ancak hatamı düzeltmek için çok geçti. Tek beklentim kızın hava yastıkları sayesinde kurtulmasını dilemekti. Araç olanca hızıyla yoldan çıkıp ağaçların arasına daldı, sonra gürültüyle çarparak durdu. Sağa yanaşıp bekledim, uzaktan izledim. Gelen geçen yoktu, gecenin bir yarısıydı, orman yolundaydık ve ben pişman bir şekilde sadece izliyordum. O da ne! Araçtan inip yola attı kendini, yarı eğilir pozisyonda üstüne başına bulaşan kana bakıyordu galiba, ışıklarımı görünce el etti. Fakat neden iner inmez yanındaki kıza bakmadan uzaklaşmıştı ki araçtan. Yaklaştıkça şerefsiz suratını daha iyi görüyordum, olanca kuvvetimle gaza yüklendim. Sanıyorum on metre havaya zıplatmışımdır.
İnip yanına gittiğimde can çekişiyordu. Çok beklemem gerekmedi, omuzlarının altına girip çekiştirerek arabasının yakınına getirip bıraktım. Hemen kızı kontrol etmek için içeri baktım ama yolcu koltuğu boştu. İçimi bir sevinç kapladı. Zamanım yoktu, her an bir araç geçebilirdi. Kız neredeydi, yoksa inip kaçmış mıydı? Yoksa bu dengesiz piç kıza bir şeyler yaptı da, zengin ailesi “Sen evi terk et biz hallederiz mi,” dediler, ondan mı panikle çıkmıştı evden. Eğer öyleyse acele etmeliydim. Telefonunu bulup attığım fotoyu kalıcı olarak sildikten sonra soysuzun başına gelip tekrar nabzını kontrol ettim, artık ağır ceza hâkimi annesi gelse yardım edemezdi. Aklımda ablamın neşeyle gülen yüzü, arkamda delil bırakmadığımı umarak aile evime doğru yola çıktım.


