Sevgili Turgut; kurucusu, geliştiricisi, sosyal ilişkiler üstadı, yetenek avcısı, her bir şeyi olduğun Dedektif sayfalarında bu kez seni ağırlamak ne mutluluk, hoş geldin! Hayretle fark ettik ki seninle bugüne dek hiç röportaj yapmamışız ve hakkında pek az şey biliyoruz. O yüzden yakalamışken her şeyi soracağım, senin için de uygunsa.
En çok merak ettiğim şey şu: Sen tam olarak ne iş yapıyorsun ve neden bu kadar meşgulsün?
Sevgili Emel, Dedektif’in 56. sayısında bana da yer ayırdığınız için teşekkür ederim. Aslında işim ve hobim birebir örtüşüyor. Bunun için de kendimi çok fazla çalışıyormuşum gibi hissetmiyorum. Uluslararası bir teknoloji firmasında dijital reklamcılık üzerine çalışıyorum. Teknoloji ve dijital reklamcılık sürekli gelişen ve yenilenen bir alan. Sürekli araştırmak ve öğrenmek her ne kadar zevkli olsa da zaman alan bir durum, bu nedenle ara ara epey meşgul oluyorum sanırım.

Muğlalısın bildiğim kadarıyla, annen halen orada yaşıyor. Biraz bahseder misin, nasıl bir çocukluk/gençlikti seninki? Ne tür eğitimler aldın, nelerle uğraştın, yolun İngiltere’ye ne zaman ve nasıl düştü?
Annem yedi göbek İstanbulludur, babamı ise maalesef tanımıyorum, ben doğmadan vefat etmiş. Dört çocuklu bir ailenin uzak ara en ufak çocuğuyum. İstanbul, İzmit ve Yalova arasında, oldukça modern ve özgür bir aile ortamında, mutluluk içinde geçti çocukluğum. Zaman zaman zorluklar yaşamadım değil. Bu zorlukların nedeni de sanırım yaşadığım uyum sorunlarıydı. Sürekli sorgulayan, olanı olduğu gibi kabul etmeyen bir yapım vardı ve sanırım sorgulanmak, özellikle de eleştirilmek, insanların pek hoşuna gitmiyor.
Eğitim hayatımın yine bu sebeplerle hem renkli hem de zor geçtiğini söyleyebilirim. İlkokula Şişli 19 Mayıs İlkokulu’nda başladım, 3. sınıfta İzmit’e taşındık ve ilkokulu orada bitirdim. Ortaokula Karamürsel’de başladım ancak yine İzmit’te bitirdim.
Ortaokuldan sonra sınavla Muğla Otelcilik Lisesi’ni kazanınca 1990 yılında Muğla’ya taşındık. O lise nasıl oldu da Muğla’da bitti ben de bilmiyorum. Daha sonra üniversite için İstanbul’a geri döndüm ve Boğaziçi Üniversitesi Turizm İşletmeciliği bölümünü bitirdim. Çalışma hayatım Turkcell’de başladı, orada çalışırken kalite yönetimi ile ilgilendim, Turkcell de dâhil olmak üzere birkaç firmanın ilk ISO-9001 kalite belgelendirme çalışmalarında aktif olarak görev aldım. Çalışırken Anadolu Üniversitesi İşletme Bölümü’nü de bitirdim.
2005 yılında bir sigorta firmasında çalışırken İngiltere’ye, Londra’ya gitme fırsatım oldu. İngiltere’de bir yıl kalmayı planlarken yıllar yılları kovaladı ve bir baktım ki yirmi senedir İngiltere’deyim.
Eğitime, yeni şeyler öğrenerek insanın kendisini geliştirmesi gerektiğine inanırım. İngiltere’deyken, Amerika’nın North Western Üniversitesi’nden Ürün Pazarlaması üzerine bir sertifika programı tamamladım. Daha sonra da London School of Economics’te MBA Essentials programını bitirdim. Şimdi de Cambridge Üniversitesi’nde Data Analizi üzerine bir sertifika programına katılmaya hazırlanıyorum.
Polisiye edebiyata düşkünlüğün ne zaman başladı? Gencoy Hoca’yla yollarınız nasıl kesişti?
Çocukluğumda çizgi roman okumaya bayılırdım. Süpermen, Mandrake, Texas, Örümcek Adam okurken ne kadar büyük bir zevk alırdım anlatamam. 1990’ların Muğla’sında okumaya çok zaman ayırırdım, kütüphanenin müdavimlerindendim. O zamanlarda en keyifle okuduğum yazar Aziz Nesin’di. Polisiye, çizgi romanlardan sonra zevk alarak okuduğum bir tür oldu.
Gencoy Hoca ile tanışıklığımız eskidir. Onunla olan sohbetlerimizden edebiyata, sinemaya, sanata ne kadar büyük bir tutkuyla bağlı biliyordum ancak onun Feneryolu Cinayetleri’ni yazması ile ikimizin polisiye üzerine odaklanma dönemi de başlamış oldu. Feneryolu Cinayetleri’ni okuduktan sonra kitabın yayımlanma süreci boyunca maalesef ülkemizde hem yazarlık hem okurluk hem de kitap basımı alanında ne kadar büyük eksiklikler, yanlışlıklar olduğunu gördüm.
Gencoy Hoca’nın yakın çevresinde olunca onun bilgisinden ve deneyiminden faydalanmamak imkânsız. Bildiklerimizi, deneyimlerimizi polisiyeseverler ile paylaşmak istedik ve böylece Edebiyatta, Sinemada, Yaşamda: www.polisiyedurumlar.com doğdu. Makaleler, söyleşiler, çeviriler, hikâyeler derken belli bir kitleye erişmeye, bazı şeyleri değiştirmeye başladık ve bu da www.dedektifdergi.com’un kurulmasında önemli bir adım oldu.

Türkiye’nin ilk polisiye dijital platformları olan Polisiye Durumlar ve Dedektif Dergi’nin kurucularından olmak çok heyecan verici olmalı. İşin teknik kısmıyla hep sen ilgilendin sanıyorum. Bu yolculukta nelerle karşılaştın? En çok zorlandığın taraf ne oldu?
Polisiye Durumlar ilk olarak blogspot sayfaları olarak ortaya çıktı. Gençler pek bilmez, sanırım Google’un bir ürünüydü ve son derece basit bir blog platformuydu. Büyüme kanalı olarak Google kullanmayı hedeflemiştik ancak büyük bir sorun vardı, o da blogspot’un yetersizliğiydi. Bu nedenle Polisiye Durumlar’ı WordPress’e aktardık. Sanırım teknik olarak hem WordPress’e geçiş yapmak ve bu platformu tanımak, ondan sonra ise Google’da aramalarda üst sıralarda yer alarak Dedektif Dergi’ye görünürlük kazandırmak işin en zorlu kısmıydı.
Neredeyse yirmi senedir polisiye camiasının göbeğindesin. İyi de bir gözlemcisin. Olumlu/olumsuz manada ne tür gelişmeler/değişimler yaşandı sence? Yerli polisiyemiz neredeydi, nerelere geldi? Daha farklı yapılabilecek şeyler var mıydı? Bundan sonrası için nasıl bir yol izlenebilir?
Bana öyle geliyor ki bazı şeyler maalesef hiç değişmedi. Birçok şey farklı olabilirdi. Türk polisiye edebiyatı sinema ile daha da zenginleşebilirdi. Baksanıza, İskandinav polisiyesi dünyada nerelere geldi. İzlanda bile sağlam polisiye yapımlar ile dünyaya açıldı. Son zamanlarda belki de ağzımda en lezzetli tatları bırakan polisiyeler İspanyol yapımları oldu.
Türk polisiye yazarları azimle üretmeye, kaliteli eserler vermeye devam ediyorlar. Bir gün bir noktada bazı şeylerin değişeceğine hâlâ inanıyorum. Öte taraftan, okurların da kendilerini yeterince geliştirmediklerini düşünüyorum. Kitap okuyan, okuduklarını sosyal medyada paylaşan ve bu paylaşanları takip eden bir kitle var ama çoğu spoiler vermeden bunu yapması gerektiğini bile bilmiyor. Türk polisiyesinde ilerleyişin ancak okurun kaliteyi seçmesi, talep etmesi, her okurun ayda bir kitap alacak parası ve onu okuyacak kadar zamanı olması ile mümkün olacağını düşünüyorum.
Röportajlar, incelemeler ve makalelerin yanı sıra zaman zaman (içinden gelirse) çok güzel öyküler de yazıyorsun. Bugüne dek kitap çıkarmak gibi bir isteğin olmadı mı? “Zaman gösterir” diyenlerden misin yoksa?
Hikâyeler yazmak ve paylaşmak isteğim oldu ama kitap çıkarma isteğim pek olmadı. Gerek Polisiye Durumlar gerekse Dedektif Dergi’de yazdıklarımı paylaşmak sanırım büyük ölçüde beni tatmin etti. Önemli olan insanlara dokunmak, ulaşabilmek diye düşünüyorum. Bir hikâyeyi ürün olarak düşünecek olursak kitap sadece paket ve bir araç. Dijital olarak bir ürüne ulaşmak büyük kolaylık.
Çoğumuz seni tabiri caizse “yetenek avcısı” olarak tanıdık. Şimdilerde buna pek zaman ayıramasan da bir aralar eski/yeni tüm yazarlarla iletişimi sen sağlardın. Sosyal yönünü çok kuvvetli ve sıcak bulurum. Hepimiz senin sayende kendimizi rahat ve aile içinde hissetmişizdir. Senin elinden tutup dergiye çektiğin isimlerin hepsi çok güzel işler yaptılar, harika eserler ortaya çıkardılar. Nasıl anlıyordun? Taze bir yazar adayındaki o ışığı fark etmeni sağlayan şey neydi?
Dedektif Dergi benim de ailem oldu, onun için bunu söylemenden çok mutlu oldum Emelciğim. Sanırım okur olarak nitelikli bir damak tadım var. Bize gelen dosyaları okurken aradığım ilk, belki de tek şey, metinde bir ışık olup olmadığıydı. Gramer, noktalama öğrenilebilir. Diyalogların nasıl kurulacağı, bir hikâyenin sonunun nasıl bağlanacağı da öğrenilebilir ama içinde ışık olmayan bir metne yapabileceğiniz hiçbir şey yok. Bir yazara hikâyesine ışık yerleştirmeyi öğretemezsiniz. Elbette kimin ne kadar gelişeceği ya da geri gideceği bilinmez. İlk hikâye, deneme ya da bir kitap belli bir birikimin sonucudur neticede. Sanırım benim ışık olarak adlandırdığım şey de yazarın daha öncesinde yeterince okumuşluğunun ve yazmışlığının bulunup bulunmadığıydı. Bunu anlayabiliyordum.
Turgut Şişman’ın sıradan bir günü nasıl geçer? Rutinlerin var mıdır? Neler okur, dinler, izlersin?
Sıradan bir günüm gece geç biter, akşam oldukça beynim daha çok çalışmaya başlar, geceyi severim. Sabah elimden geldiğince geç kalkarım. Güne çok hızlı bir şekilde gündemi online gazete ve sitelerden okuyarak başlarım, sanırım bu on beş dakika sürer. Yaklaşık on yıldır, canlı TV ve özellikle haber yayını seyretmem. Gün içinde çalışırken İngiltere’nin popüler radyo kanallarını dinlerim. Önemli haberleri genellikle arkadaşlarımdan alırım. Mesela İngiltere’de neler oluyor, ne zaman bahçeyi hortumla sulama yasağı başlar, biter, bunları genelde yakın arkadaşım Barbara söyler.
Gencoy Hoca ile haftada iki kez mutlaka film ya da dizi izleriz. Genelde ne seyredeceğimize Gencoy Hoca karar verir. Sanırım bu alışkanlık Agatha Christie’nin Poirot serisinden kaldı. Aslında bunu yıllardan beri yaparız. Hatırlıyorum da Testere serisinin ilk filminin DVD’sini kütüphaneden almıştım. Beraber izlemiş çok beğenmiştik. Bununla birlikte Hair müzikalinden Angel Heart’a pek çok harika filmi ilk kez Gencoy Hoca’yla izlemişimdir.
Gelecek planlarında neler var? Hep böyle çok mu çalışacaksın, yoksa emekli olup (varsa) hayallerini mi gerçekleştireceksin?
Çalışmadan duramayan biriyim, sakin bir emeklilik pek bana göre değil. Mutlaka bir şeylerle uğraşması, beynini meşgul etmesi gereken biriyim. Bu aralar Uzak Doğu’yu gezmek istiyorum. Belki yakın zamanda gerçekleşir bu hayalim. Belki de emeklilik dönemine kalır.
Sevgili Turgut; neşen, sıcakkanlı enerjin, sonsuz desteğin ve paylaşımcı ruhun için gönülden teşekkür ederiz. İyi varsın. Seni çok seviyoruz…

