Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

YeniSayı Çıktı

Polisiye Dergi Dedektif'in yeni sayısını şimdi ücretsiz okuyabilirsin!

BANU AKELOĞLU İLE SON KİTABI ÜZERİNDEN POLİSİYE SOHBETİ

Diğer Yazılar

Gamze Yayık
Gamze Yayık
Gamze Yayık. 1972 yılında doğdu. Babasının memuriyeti nedeniyle Türkiye’nin farklı şehir ve okullarında süren eğitimi, Dokuz Eylül Üniversitesi Jeoloji Mühendisliği Bölümü’nden 1994 yılında mezuniyetiyle son buldu. İşsiz bir mühendis olarak başladığı yetişkinliğini Ying Yang mahlasıyla DivxPlanet sitesinde polisiye dizi ve filmlere gönüllü altyazı çevirmenliği, altyazı editörlüğü yaparak geçirdi. En büyük tutkusu olan kitaplardan ve okuyup öğrenmekten asla vazgeçmedi. İzmir’de yaşıyor. Halen Handan Gökçek’in “Yaratıcı Yazarlık” Atölyesi’nde polisiye okuma tutkusunu yazma uğraşına çevirmeye çabalayan bir öğrenci.

Sevgili Banu Akeloğlu sizi Dedektif sayfalarında görmek büyük mutluluk. Davetimizi kabul ettiğiniz için okurlarımız adına teşekkür ederim.

Klasik bir giriş yapalım. Ben sizi POYABİR(Polisiye Yazarları Birliği)’in İstanbul, Rami Kütüphanesi’nde düzenlediği etkinlikte tanıma fırsatı buldum. POYABİR yönetimindesiniz ve birlik içinde aktif görevleriniz var. Bize önce yazar kimliğinizden sonra da birlik içinde üstlendiğiniz sorumluluklardan bahseder misiniz?

Öncelikle çok teşekkür ederim, polisiye merakım çocuk yaşta başladı, zamanla bu merak yazıya dönüştü ve içimdeki muamma tutkusu kaleme aktı. İlk kitabım Çünkü, 2018 yılında yayımlandı. Çok amatörceydi ama bir o kadar da samimiydi. Hâlâ okuyanların sevdiği, benimse dönüp bakınca teknik anlamda yüzümün kızardığı bir kitaptır. 2019’da Göz Göz Göztepe geldi. Ardından çocuklar için yazdığım Dedektif Miramu (2021) yayımlandı. O kitapla pandemi döneminde çocukları evlerinden çıkaramasak da hayal gücüyle dünyayı gezdirelim istedim.

Yine 2021’de yayımlanan Fâni Öyküler, gazetedeki köşe yazılarımdan derlenen bir polisiye öykü kitabıydı. Aynı yıl içinde Karmakarışık Kolektif Öykü Kitabı’nda, Dark Polisiye serisinde (Günahkâr İstanbul, Muhbir Cinayeti), Salgın İstanbul‘da (Gorgo Virüsü) ve Korona Günlerinde Umut kitabında (Umut öyküsüyle) yer aldım. 2022’de teknolojiyle suçun kesiştiği noktada duran Metaverse Cinayetleri yayımlandı. 2023’de ikinci çocuk polisiye kitabım Semtin Gerçek Sahipleri ve son olarak da 2025 yılında halen dumanı üstünde Caligula yayımlandı.

Ayrıca İstanbul Öykü Yarışması’nda aldığım Mansiyon Ödülü ve İşkad’dan gelen Yılın Sosyal Girişimci Kadın Ödülü de bu yolculukta aldığım güzel teşviklerden oldu.

Bu süreçte sadece yazmakla kalmadım; Polisiye Yazarları Birliği’nin (POYABİR) yönetiminde aktif olarak yer alarak polisiye türüne katkı sunmaya, bu alanda emek veren kalemleri desteklemeye de gayret ettim. Çünkü bu birlik, sadece yazarlığı değil, aynı zamanda dayanışmayı, üretmeyi ve birlikte büyümeyi temsil ediyor benim için.

POYABİR’in Rami Kütüphanesi’ndeki etkinliğinde sizlerle bir araya gelmek benim için de büyük bir mutluluktu. Polisiye edebiyatın değerli isimleriyle aynı çatı altında buluşmak her zaman heyecan verici.

POYABİR (Polisiye Yazarları Birliği) ile yollarımız beş yıl kadar önce kesişti. Bu süreçte hem bir yazar olarak kendimi geliştirme fırsatı buldum hem de topluluğun gelişimine katkı sunma şansı yakaladım. Yaklaşık üç yıldır POYABİR yönetim kurulunda aktif olarak görev yapıyorum. Bununla birlikte beş yıldır da iletişim ve medya grubunda yer alıyor, sosyal medya içeriklerimizin hazırlık ve paylaşım süreçlerinde aktif rol alıyorum. Etkinlik afişlerinden yazar tanıtımlarına, duyurulardan özel gün paylaşımlarına kadar birçok görsel ve yazılı içeriği hazırlıyorum.

BANU AKELOĞLU İLE SON KİTABI ÜZERİNDEN POLİSİYE SOHBETİ 1

Amacımız sadece birliğin görünürlüğünü artırmak değil aynı zamanda POYABİR çatısı altındaki yazarların bilinirliğini artırmak ve kitap satışlarına da dolaylı yoldan katkı sağlamak. Her paylaşımda, her etkinlikte bu hedefi göz önünde bulundurarak hareket ediyoruz.

Küçük yaştan itibaren polisiye sevdiğinizi, okuduğunuzu hatta yazdığınızı biliyorum. Muamma müptelalığı zamanla geçmez. Belli ki sizde de devam etmiş. Banu Akeloğlu ilk hangi polisiye esere veya yazara vuruldu. Kaleminize etki eden suç veya diğer türlerde yazarlar var mı?

Polisiyeye olan merakım çocukluğumdan beri süregelen bir tutku aslında. Daha ilkokuldayken, henüz bu türde tek bir kitap dahi okumamışken, teneffüslerde arkadaşlarımın arasında dolaşıp “Katil kim?” diye oyunlar oynamaya başlamıştım. Aklımdan uydurduğum senaryolarla okul personelini olası şüpheli ilan eder, küçük çaplı soruşturmalar yürütürdüm. Bu oyunlarımın öğretmenlerin kulağına gitmesiyle ciddi azarlar işittiğimi de hâlâ hatırlarım. Ama ne merak geçti ne muamma sevgisi.

Ortaokul yıllarımda bu içgüdüye yön kazandıran kişi Türkçe öğretmenim Nilser Utku oldu. Okumayı onun sayesinde sevdim. İlk okuduğum seri, V.C. Andrews’ın Çatı serisiydi. Suç ve gerilimle iç içe, karanlık aile sırlarıyla örülü o atmosfer beni derinden etkiledi. Gençlik yıllarımda ise polisiye yolculuğum, Osman Aysu’nun Kurt Kapanı ve Umberto Eco’nun Gülün Adı ile devam etti. Biri aksiyonun ve yerli anlatının sürükleyiciliğini sunarken, diğeri derin felsefi sorgulamalarla örülü, labirent gibi bir suç hikâyesiyle beni bambaşka bir dünyanın içine çekti… Her biri zihnimde yeni bir kapı araladı, olaylara farklı açılardan bakmayı öğretti.

Sonra Ahmet Ümit’le tanıştım. Özellikle Kukla kitabından sonra dönülmez bir yola girdim. O yol ne kadar karanlık olsa da yolumu aydınlatan büyük ustaları okumayı hiç bırakmadım.

Kimi yazar kâğıt kalem kullanır, defter tutar. Kimiyse ekran başında klavye tıkırdatmayı tercih eder. Bir yazma ritüeliniz var mı? Suç fikirleri için beslendiğiniz membaı bizimle paylaşır mısınız?

Evet, bir yazma ritüelim var. Her şeyin başında mutlaka bir defterim olur. İnce uçlu tükenmez kalemle yazmayı severim. Sayfalarca yazabilirim; kelimeler yavaşça, dikkatle dökülür kâğıda. Hikâyelerim önce bir düzenle doğar. Satırlar nizami, cümleler özenli… Her şey kontrollü ve güzel başlar.

Ama iş cinayet işlemeye, suçun içine gömülmeye başladığında yazı da değişir. O ilk düzen yerini karmaşaya bırakır. Kelimeler çarpışır, cümleler iç içe geçer. Yazım da bozulur. Bu süreç benim için doğum, yaşam ve ölüm döngüsüne benzer. Baştaki düzen yerini kaotik bir sona bırakır. Ölüm gelir ve her şeyi değiştirir.

Kitaplarımın sonlarını hep bilgisayarda yazarım. Çünkü o noktada artık hız ve heyecan devreye girer. Her şey çözülmeye başlar, kartlar açılır, gerçekler ortaya dökülür. Kalem buna yetişemez. Bilgisayar tuşları, o ritmi yakalamak için gereklidir.

Polisiye edebiyatın eğlencelik olduğunun düşünüldüğü, yazarların cinai öyküleri mahlasla yazmayı tercih ettiği zamanlar geride kaldı. Artık polisiye edebiyat, sosyoloji, psikoloji, adli bilimler vs. ile beslendiği için derinlikli ve toplumsal meselelere rasyonel bakan metinler üretmenin en doğru yöntemi olarak görülüyor. Siz yazılarınızda bunları ne derece kullanıyorsunuz?

Bu soruya çok içten bir yanıt vermek isterim. Ne kadar çok satılmış ve beğenilmiş olsa da ilk kitabım Çünkü‘yü dönüp her okuduğumda içimde bir burukluk beliriyor. Kitabın konusu ya da dili kimi okurlarca sevildi belki ama ben kendime çok kızıyorum. Hiçbir bilimsel veriye dayanmayan, sokak ağzıyla, amatörce ve açıkçası bodoslama yazılmış bir kitaptı. Şuursuzca bir cesaretle kaleme alınmıştı diyebilirim.

Tam da bu yüzden, sonraki kitaplarımda daha bilinçli hareket ettim. Adana Emniyet Müdürlüğü Cinayet Büro’dan ve ilgili alanlardaki uzmanlardan danışmanlık alarak ilerlemeye başladım. Fakat bu da bana yetmedi, yazdığım dünyayı daha derinden kavramak istedim. Bu istek beni Çukurova Üniversitesi Adli Bilimler Enstitüsü’ne götürdü. Şu anda orada yüksek lisans yapıyorum. Çok yakında adli bilimler uzmanı olacağım.

Bu yolculuk, sadece yazarlık becerimi değil, olaylara bakışımı da değiştirdi. Artık kalemimin ucunda sadece hayal gücüm değil, bilgi ve sorumluluk da var. Bu, bana gerçek anlamda iç huzuru sağlıyor.

BANU AKELOĞLU İLE SON KİTABI ÜZERİNDEN POLİSİYE SOHBETİ 2

Biraz da son kitabınız Caligula: Dünyanın En Kötü İnsanı üzerine konuşalım. Beklentim tüm öykülerin polisiye/suç olması yönündeydi. Ancak öyküler beni şaşırttı. Çoğunda suç unsuru bulunsa da bazı öykülerde gerçeküstü ögelere rastladım. Daha önce Metaverse Cinayetleri romanıyla da bilimkurguya göz kırpmıştınız. Farklı tarzları bir arada kullanmayı sevdiğinizi söyleyebilir miyiz? Nedir Banu Akeloğlu’nun yazım tercihleri?

Hayat, tek bir bakış açısıyla görülmeyecek kadar karmaşık ve değerli. İnsanlara baktığımda maalesef sadece o tek pencereden bakabiliyorum ve her zaman karanlık taraflarını görüyorum. Hep derler ya, “O özünde iyi bir insan” diye… Bu, koskoca bir yalan. Bence herkes özünde kötü. Habil ve Kabil gibi her insanın içinde bir karanlık taraf vardır ve kim o tarafı gün yüzüne çıkaracak kadar cesursa, suç işleme yatkınlığı da artar.

Ben, insanları maalesef hep bu karanlık yönlerinden görebiliyorum. Bu yüzden ister bilimkurgu olsun ister doğaüstü şeyler, isterse günlük hayat… Her şeyi suçla bağdaştırırım. Kitabımda yer alan gerçeküstü öykülerde de suç vardır aslında. Duygular ya kurban edilir ya da çürütülür. Kısacası, konu ne olursa olsun, insan bir şekilde ya eliyle ya zihniyle ya da duygularıyla suça bulaşır.

Dünyanın en kötü hükümdarlarından biri olarak bilinen Caligula’yı düşünün. Tüm kaynaklar, “Özünde iyi bir insandı” der. Oysa o da özünde kötü bir insandı. Aşağılandıkça cesareti parladı ve her suçlu gibi karanlık yüzünü ortaya çıkardı. İnsan, içindeki karanlıkla yüzleşmeye cesaret edince gerçek kimliğini bulur. Ben de bu yüzden yazarken farklı pencerelerden bakıyor olsam da sonunda hep suçun izlerini görürüm.

İki tane çocuk polisiyeniz var; “Dedektif Miramu” ve “Semtin Gerçek Sahipleri” Bu kitaplardan bahsetmeniz benim için çok kıymetli. Çünkü bugün onları okuyan gençler ilerinin polisiye yazarları olacak. Zihinlerine doğru tohumları ekmemiz bu bakımdan çok mühim. Dedektif Miramu’yu ve Semtin Gerçek Sahipleri’ni anlatır mısınız?

Dedektif Miramu benim için çok özel bir kitap. Pandemi zamanında, hepimizin evlere hapsolduğu dönemde yazmıştım ve çocukları bu hapislikten kurtarmak, onlara oturdukları yerden dünyayı gezdirme imkânı sunmak istemiştim. Dedektif Miramu, zaman makinesiyle dünyayı dolaşıp ihtiyacı olan çocuklara yardım eden hayali bir çocuk karakter. Kaybolan piramitler, ansızın uçmayı unutan güvercinler gibi tatlı muammalarla örülü bu kitap, on farklı ülkede geçiyor. Daha çok 1. ve 2. sınıflara hitap ediyor. Okurları hem eğlenceli bir maceraya sürüklüyor hem de coğrafya bilgisi kazandırıyor. Bölüm sonlarındaki sorularla da dikkat becerilerini geliştirmeyi hedefliyor.

Semtin Gerçek Sahipleri, 12 yaş ve üstü okurlara hitap eden bir kitap. Sokaklarda oyun oynamayı hiç tatmamış çocuklara, bilmedikleri sokak oyunlarını, birliği, beraberliği ve dayanışmayı öğretiyor. Arkadaşlığın temellerini nasıl atacaklarını, zorbalarla nasıl başa çıkacaklarını anlatıyor. Ayrıca, araştırma yapmanın, sorgulamanın ve hiçbir muammanın çözümsüz olmadığına inançla hareket etmenin önemini vurguluyor.

Yalnız, itiraf etmeliyim ki çocuk polisiyesi yazmak gerçekten çok zor. Elim hep cinayetlere ve suça kaymaya meyilli; kendimi frenlemek neredeyse imkânsız. Kan dökmek, cinayet anlatmak her zaman daha kolay çünkü suç, insan doğasının karanlık yönlerine hitap eder. Bu tür hikâyeler daha hızlı gelişir, çatışmalar daha belirgindir ve çözüm de genellikle net bir şekilde çıkar. Ama çocuklar için yazarken, aynı güçlü ve derin temaları işlemek daha karmaşık bir süreç. Onlara zarar vermeden, korkutmadan ve bu karanlık dünyadan uzak tutarak, yine de suçun ne olduğunu, neden kaçınılması gerektiğini anlatmak çok daha ince bir denge gerektiriyor.

Bu dengeyi kurabilen çocuk polisiye yazarlarını yürekten kutluyorum. Çünkü ben, açıkça söylemek gerekirse, bir daha çocuk polisiyesi yazmayı düşünmüyorum.

Son olarak her yazara sormaktan yılmadığım soruyu sorayım. Yerli, yabancı hangi polisiye yazarları seversiniz? Son okuduğunuz kitapları öğrenmek isterim. Film/dizi tercihleriniz de polisiyeden yana mı? Birkaç tavsiye almak isteriz sizden.

Açıkçası iyi bir izleyici sayılmam çünkü sabırsız biriyim. Bir diziye başlarsam, o gün tüm sezonlarını bitirmem gerekir; yoksa uyuyamam. Bu da beni tamamen kilitliyor. Oysa okumak öyle değil… Kitabı kapattığınızda sanki zaman da duruyor. Her şey yerli yerinde kalıyor. O yüzden kitap okumak bana daha fazla alan, daha çok derinlik veriyor. Sindire sindire okumak, kendi hızını belirlemek çok kıymetli.

Dizi ya da film tercihlerim elbette polisiyeden yana ama genelde sevdiğim yapımlar eskilerden oluşuyor. Mesela Mentalist, Lie to Me, Bones ve elbette True Detective’in ilk sezonu… Bu diziler benim için çok özel. Özellikle Lie to Me’yi izledikten sonra o kadar etkilenmiştim ki, Haliç Üniversitesi’nden profil tanımlama ve biyometrik yüz okuma üzerine uzmanlık eğitimi almıştım.

Yerli ya da yabancı klasik yazarları saymak yerine, Türkiye Polisiye Yazarları Birliği’nde yer alan, yakından takip ettiğim değerli kalemlerden bahsetmek isterim. Her biri çok kıymetli ama özellikle iz bırakanlar arasında Celil Oker, başkanımız Algan Sezgintüredi, Ahmet Ümit, Osman Aysu, mutlaka filme uyarlanması gerektiğini düşündüğüm Kâhin adlı kitabıyla Günay Gafur, Doruk Ateş, Emrah Poyraz, Ulaş Özkan yer alıyor. Tarzını kendime en yakın bulduğum yabancı yazar ise Simon Beckett.

Son okuduğum kitap, Kristal Kelepçe adaylarından Hikmet Hükümenoğlu’nun Sonra Gözler Görür adlı kitabıydı.

Bizi kırmayıp sorularımıza yanıt verdiğiniz için teşekkür ediyor ileriki çalışmalarınızda yeni ilhamlar ve başarılar diliyorum.

Ben teşekkür ederim; böylesine özenli, düşünülmüş ve derinlikli sorularla beni buluşturduğunuz için. Yayın ekibine emekleri, ilgileri ve titizlikleri için gönülden teşekkür ederim. Polisiyenin izinde yeniden yollarımızın kesişmesi dileğiyle… Sevgiler.

Önceki İçerik
Sonraki İçerik

En Son Yazılar