
Sevgili Volkan Demirci, Dedektif sayfalarına hoş geldiniz. Oyununuzu büyük bir zevk ve beğeniyle izledim. Sizi ve diğer oyuncuları tebrik ederim. Doğrusu özel tiyatrolardan beklentimi epey yükselttiniz. Bize önce kendinizi sonra da Fikir Sanat Tiyatrosu nasıl kuruldu anlatın lütfen.
Volkan Demirci: Sevgili Dedektif Dergisi, öncelikle nazik davetiniz ve güzel yorumlarınız için çok teşekkür ederim. Bu iltifatlar hem beni hem ekibimizi çok mutlu etti.
Ben Volkan Demirci. Uzun yıllardır tiyatronun hem oyunculuk, yazarlık hem de eğitmenlik tarafında yer alıyorum. Sahneye olan tutkum çok küçük yaşlarda başladı ama bu tutku zamanla bir mesleğe değil, bir yaşam biçimine dönüştü diyebilirim. Tiyatronun insanı dönüştüren, düşündüren ve birleştiren gücüne hep inandım.
Fikir Sanat Tiyatrosu da tam olarak bu inançla doğdu.
Kendi sözümüzü söyleyebileceğimiz, hayal gücümüzü özgürce sahneye yansıtabileceğimiz, izleyiciyi sadece koltuğunda değil, hikâyenin içinde de tutan bir tiyatro hayal ettik. Bu hayal, zamanla aynı tutkuyu paylaşan harika insanlarla birleşti ve bir topluluğa dönüştü. Amacımız; düşündüren, güldüren, şaşırtan, sorgulatan işler üretmekti. Bugün geldiğimiz noktada sahnede absürt komediden doğaçlamaya, klasik eser yorumlarından seyirciyle etkileşimli oyunlara kadar pek çok farklı tarzda iş üretebiliyoruz.
“Sherlock Holmes: Baskerville’lerin Köpeği” ise bu yaklaşımın belki de en eğlenceli örneklerinden biri oldu. Absürt bir komedi olarak tasarladık, ama altında ciddi bir iş disiplini ve yaratıcılık süreci yatıyor. Çünkü mizahı hafife almıyoruz.

Şimdi de oyundan bahsedelim. Ünlü bir polisiye eseri komedi olarak uyarlayıp yönettiniz. Onca Christie muamması arasından neden Baskerville macerasını seçtiniz? Yazım ve sahneye koyma aşamalarında yaşadığınız zorluklar oldu mu? Oyuna komedi açısından bakış öykünüzü dinlemek isteriz.
Volkan Demirci: “Baskerville’lerin Köpeği” dedektif yazın dünyasının belki de en efsanevi, en gotik ve en atmosferik hikâyelerinden biri. Biz de tam bu yüzden onu seçtik! Çünkü bu kadar ciddi, karanlık ve gizemli bir hikâyeyi absürt bir komediye çevirmek—eğer altından kalkabilirseniz—seyirciyle inanılmaz bir bağ kurmanızı sağlıyor. Tam anlamıyla ciddiyetin içinden komedi çıkarma deneyi gibi bir şey bu.
Elbette aralarından Agatha Christie’nin de dâhil olduğu pek çok güçlü eser vardı seçeneklerimiz arasında. Ama Baskerville dosyasında hem bir klasiğe saygı duruşu yapma hem de onu ters yüz etme potansiyeli daha fazlaydı. Sherlock Holmes gibi herkesin tanıdığı bir karakteri, bizim bakış açımızla yeniden yorumlamak inanılmaz keyifliydi. Seyirci bu karakteri bildiğini zannederek geliyor ama oyunun ilk dakikalarında bu bildik evrenin artık bambaşka kurallarla çalıştığını fark ediyor.
Yazım ve sahneleme süreci tam anlamıyla yaratıcı bir kaos gibiydi.
Bir yandan polisiye akışı korumaya çalışırken, diğer yandan her sahnede absürtlüğü dozunda tutmak gerekiyordu. En büyük zorluklardan biri şuydu: Komedi ile polisiye arasında çok ince bir denge var. Eğer fazla abartırsanız gerilim düşüyor, ama mizahı yeterince yükseltmezseniz seyirciyi şaşırtamıyorsunuz. Biz de bu dengeyi fiziksel komedi, oyuncu değişimleri, sahne üstü doğaçlamalar ve seyirciyle etkileşim üzerinden kurduk.
Komediye bakış açımız aslında çok net: Ciddiyetin içindeki saçmalık ve saçmalığın içindeki ciddiyet!
Yani sahnede ne kadar absürt olursak olalım, karakterlerimiz yaşadıkları durumu ciddiye alıyorlar. İşte komedi tam da orada doğuyor. Seyirci “Bu kadar da olmaz!” derken aslında hayatta da birçok şeyin bu kadar olduğunu fark ediyor. Mizahı bir kaçış değil, bir yüzleşme biçimi olarak görüyoruz.

Oyuncu kadronuz üç kişi ancak oyun boyunca sizi, Müfit Çağlayan ve sevgili Semiha Özgür Demirci’yi birbirinden başka 15 (umarım doğru saymışımdır) karakterde görüyoruz. Oyun son derece hareketli ve uzun. Bu, sizi eminim zorlamıştır. Provalar ve şu güne kadar oynadığınız sahnelerde yaşadıklarınızı merak ediyorum.
Volkan Demirci:
Aslında 14 karakter var. Oyuncu kadrosu olarak biz toplamda 10 karakteri canlandırıyoruz. Bu, her birimizin hem fiziksel hem zihinsel olarak oyunun içinde hep “aktif” kalmasını gerektiriyor.
Provalar, tam anlamıyla bir “karakter jimnastiği” gibiydi. Her karakterin kendine ait bir yürüyüşü, sesi, mimiği ve enerjisi var. Hepsinin birbirinden net bir şekilde ayrılması gerekiyordu. Bu da çok fazla tekrar, gözlem ve deneme gerektirdi. Oyunun aynı zamanda oyuncusu olup yönettiğim için bazı anlarda sıkışmalar yaşasam da dışarıdan bakabilme şansım oldu, bu da karakter geçişlerinin keskinliğini sağlamak adına çok önemliydi.
Müfit Çağlayan arkadaşımızla bu projede çalıştık ve tanıştık. Sahne üzerinde temposu çok yüksek bir oyuncu. Onun fiziksel komediye yatkınlığı bu oyunda büyük avantaj sağladı.
Semiha Özgür Demirci ise çok yönlü bir oyuncu; dramatik bir karakteri oynamasının hemen ardından absürt bir role geçebiliyor ve bu geçişlerde çok net olabiliyor.
Biz sahnede çok eğleniyoruz çünkü güvenli bir oyun alanı kurduk. Aramızdaki bu güven, seyirciye de geçiyor.
Ve tabi ki arka planda ve teknik kısımda gözükmeyen arkadaşlarımızı da, Can Nur Çelik, Fatma Özer, Gökhan Balıkçı, Hatice Durmaz’ı da unutmamız gerekiyor. Bu kadar hızlı ve değişken sahnelerde bize büyük yardımları dokunuyor. Onlar olmazsa biz sahnede olamayız.
Şu ana kadar sahneye koyduğumuz her oyunda seyirciden gelen tepkiler bizi hem çok şaşırttı hem de çok mutlu etti. İnsanlar sadece izlemiyor, bizimle birlikte yaşıyorlar. Bu da bize, ‘doğru yoldayız’ hissini veriyor.
Sözü arkadaşlarıma vereyim ki kendilerini tanıtsınlar.
Müfit Çağlayan: 2014 yılında Kadir Has Üniversitesi tiyatro bölümünü kazandım. Üniversitede Linklater ve Meisner gibi birçok oyunculuk tekniği üzerine eğitim aldım.
2018 yılında Yunanistan’da düzenlenen Uluslarası Epidaurus Lyceum festivaline katıldım. Aynı yıl Güray Dinçol’un Şiirsel Komedi: Bir Clown Araştırması atölyesinde clown tekniği ile tanıştım.

2019 yılında mezun oldum. Mezun olduğum yıl Kadıköy Theatron’un “Stupid F***ing Bird” ve Tiyatro KaST’ın “Bir Sabah Uyandık, Herkes Gitmişti” adlı oyunlarda rol aldım. Yine o yıl Elif Temuçin ve Erkan Uyanıksoy’un “Sözlü ve Sözsüz Hikâye Anlatıcılığı Teknikleri” atölyesine katıldım.
2023 yılında büyük depremden sonra SBCS Sirk Stüdyosu’nda Güray Dinçol’un koordinatörlüğünde iki ayrı seri olarak düzenlenen Saha Hazırlık Atölyeleri’nde eğitim aldım. Ardından yine Güray Dinçol ve Sabine Choucair yürütücülüğünde; Clown without Borders UK, Clown Me In ve Fiziksel Tiyatro Araştırmaları’nın desteğiyle düzenlenen We Must Clown projesine seçildim. Proje kapsamında hem deprem bölgesinde hem İstanbul’da sosyal clown olarak deneyimler elde ettim. O yıl Zorlu PSM Atölye Kısalar’ın “Yük” adlı oyununda oynadım.
Şu an Sosyal Oyun ve Sokak Sanatları (S.o.S) ekibinde, İKSV Tiyatro Festivali kapsamında yer alan Atta Festival’in Kabuk ve Fikir Sanat Tiyatrosu’nun Sherlock Holmes Baskerville’lerin Köpeği Lanet mi? Cinayet mi? adlı oyunlarında oyuncu olarak çalışmaya devam ediyorum.
Semiha Özgür Demirci: Merhaba! Tiyatro sanatçısı ve masal anlatıcısıyım. Tiyatro serüvenime 2002 yılında Kocaeli Üniversitesi Tiyatro Topluluğu’nda başladım. Üniversite yıllarında aktif olarak sahneye çıkarak, oyuncu ve sahne arkası görevlerinde yer aldım. Eğitim sürecimin ardından İstanbul Şehir Tiyatroları Atölyesi, İzmit Sanat Merkezi, Mint Akademi ve Gebze Belediye Tiyatrosu gibi değerli kurumlarda tiyatro eğitimimi tamamladım. Ayrıca Çetin Sarıkartal ve Güray Dinçol gibi usta isimlerin atölye çalışmalarına ve eğitim programlarına katıldım. Gürcistanlı oyuncu ve yönetmen Warlam Nikoladze ile oyunculuk ve sahneleme üzerine özel çalışmalar gerçekleştirdim.

Bugüne kadar 13 yetişkin ve 10 çocuk oyununda oyuncu olarak sahne aldım ve çeşitli tiyatro projelerinde aktif rol üstlendim.
2008 yılından bu yana yetişkinler için masal anlatımı yapıyor, aynı zamanda çocuklara yönelik çalışmalarımı sürdürüyorum. Bu alanda Seiba Uluslararası Masal Anlatıcılığı Eğitimi’ni tamamladım. Sanem Donatan ve Judith Liberman’dan yetişkin masalları üzerine eğitim, Ayşegül Dede’den çocuk masalları üzerine birebir danışmanlık ve eğitim aldım.
Sanat yolculuğum boyunca toplamda 5 yılı aşkın sürede çeşitli atölye, birebir çalışma ve profesyonel gelişim programlarına katıldım. Sanatın dönüştürücü gücüne inanan biri olarak, tiyatro ve masal anlatıcılığını insan ruhuna dokunan, iyileştiren ve birleştiren güçlü bir anlatım biçimi olarak görüyorum. Sahne, benim için yalnızca bir meslek değil; nefes aldığım, kendimi ifade ettiğim ve her karakterde yeniden doğduğum bir yaşam biçimi.

Türkiye’de sanat ve sanatçının hak ettiği değeri bulamadığından hepimiz şikayetçiyiz. Özel tiyatroların kendi yağlarında kavrulması, devlet desteği veya sponsorluk alması oldukça güç. Siz tiyatronuzu nasıl ayakta tutuyorsunuz? Oyunlarınıza seyirci ilgisi nasıl? İstanbul’a bu kadar yakın olmanın avantajları, dezavantajları neler?
Volkan Demirci: Ne yazık ki bu konuda söyleyeceklerimiz, birçok özel tiyatro ekibiyle benzer:
Kendi yağımızda kavrulmaya çalışıyoruz.
Sherlock Holmes oyunumuz için devlet desteği aldık fakat ne kadar yeterli diye sorarsanız orası muamma. Sponsorluk bulmak çok zor. Var olan destekler de maalesef tüm yılın üretim yükünü karşılamaktan uzak. Bu yüzden hem sanatsal üretim yapıyor, hem de bu üretimi sürdürebilmenin yollarını arıyoruz. Dekorumuzu, kostümümüzü, afişimizi büyük emeklerle ve çoğu zaman kendi cebimizden karşılıyoruz.

Kocaeli’de olmak başta büyük bir handikap gibi görünse de artık avantaja çevirmeye başladık. İstanbul’a bu kadar yakın olunca oradaki sahnelerde de yer alma imkânımız oluyor.
Ama İstanbul’da görünür olmak da ayrı bir mücadele gerektiriyor. Her gün onlarca oyun, etkinlik oluyor. Bu kalabalık içinde fark edilmek için çok daha yaratıcı, çok daha cesur olmak gerekiyor.
Biz izleyici olarak tiyatro metni, oyuncu performansı kadar sahne ve dekordan da etkilendiğimi itiraf etmeliyim. Sahneniz küçük ancak siz efektif kullanmayı başarmışsınız. Az dekor ve başarılı ışık ile de gayet iyi bir etki bırakılabileceğini gösterdiniz izleyiciye. Burada tiyatronuzun diğer emekçilerini anmak isterim. Kostümler, dekor, ışık kimin elinden çıkıyor?
Volkan Demirci: Bu konuyu gündeme getirdiğiniz için çok teşekkür ederiz.
Çünkü sahnede gördüğünüz her şeyin arkasında büyük emek ve bolca el birliği var. İmkânlarımız kısıtlı olduğu için pek çok malzemeyi kendimiz temin edip kendimiz yapıyoruz.
Dekor, aksesuar, kostüm gibi unsurları büyük oranda ekip içinde çözüyoruz.
Nakliye konusunda da aynı zorlukları yaşadığımız için portatif ve kolay taşınabilir dekorlar üretmeye özen gösteriyoruz.
Her sahnede kurulması ve sökülmesi kolay olmalı, ama seyircide güçlü bir etki bırakmalı. Bu dengeyi yakalamaya çalışıyoruz.
Kostümlerimizi, oyundan oyuna değişkenlik göstermekle birlikte, Semiha Özgür Demirci hazırlıyor. Birlikte oyun üzerinde çalışırken tasarlayıp karar veriyoruz. Bazen dikiyor bazen de diktiriyoruz.
Az zamanda çok karaktere dönüşebilmek için kostüm ve aksesuarlar büyük önem taşıyor.
Bu yüzden her detayı, sahne geçişlerinde hız kazandıracak şekilde düşünüyoruz.
Işık tasarımı elimizdeki sınırlı imkânlara rağmen atmosfer yaratmanın en önemli aracı. Sahnemiz küçük olabilir ama ışığın yönü, rengi, süresiyle bambaşka dünyalar yaratmaya çalışıyoruz. Ve yine ışıkta Can Nur arkadaşımıza saygılarımızı sunuyoruz.
Kısacası, sahnede gördüğünüz her detay;
Bütün arkadaşlarımızın birlikte ter döktüğü, fikir ürettiği, matkap tutup kumaş kestiği bir emeğin sonucu.
Bu soru üçünüze gelsin. Polisiye edebiyatla aranız nasıl? Kimleri okur ve beğenirsiniz? Yerli polisiye edebiyat hakkında düşünceleriniz neler?
Semiha Özgür Demirci:Açıkçası polisiye edebiyatla çok kuvvetli bir bağım olduğunu söyleyemem. Normalde roman ve hikâye okumayı seven, sık sık farklı türlerde kitaplar okuyan biriyim. Ancak bugüne kadar polisiye türüne pek merak edip yönelmemiştim. Sherlock Holmes hikâyeleriyle bu türle gerçek anlamda tanışma fırsatım oldu. Biraz sahneye taşıdığımız oyun nedeniyle, biraz da merakla başladığım bu okumalar zamanla büyük bir keyfe dönüştü ve neredeyse tüm Sherlock hikâyelerini tamamladım.
Bu süreç bana polisiye edebiyatın sadece olay çözme üzerine kurulu olmadığını, karakter derinlikleri ve dönem atmosferiyle de zengin bir anlatım sunduğunu gösterdi.
Yerli polisiye edebiyat konusunda ise çok fazla deneyimim olmadı. Ama bu süreç, Türkiye’de de bu alanda üretim yapan önemli yazarlar olduğunu araştırma isteği uyandırdı. Önümüzdeki dönemde birkaç yerli polisiye yazarını da listeme eklemeyi planlıyorum.
Volkan Demirci: Açıkçası çok fazla polisiye roman okudum desem yalan olur.
Genelde polisiye ve aksiyon türünü daha çok film ve diziler üzerinden takip ediyorum.
Ama Sherlock Holmes oyunuyla birlikte bu türle daha yakından tanıştım diyebilirim.
Oyunun hazırlık sürecinde, metinle haşır neşir oldukça ve karakterleri sahnede canlandırdıkça, polisiye edebiyata olan ilgim de arttı.
Artık sadece izlemiyor, okumaya da başlıyorum diyebilirim.
Semiha Hanım, oyunda Sir Henry karakterini canlandırıyorsunuz. Sir Henry oldukça hareketli, sempatik ve meraklı bir karakter. Oyunda zaman zaman Sherlock’un önüne geçtiğini düşünüyorum. Sir Henry olmak nasıldı? Bu karakterde sizi en çok zorlayan ne oldu?
Semiha Özgür Demirci: Sir Henry, enerjisi yüksek, hayat dolu bir karakter. Başına gelenleri şaşkınlıkla karşılasa da hiçbir zaman geri durmayan, her şeye merakla yaklaşan bir yapısı var. Onu oynamak, komediyi ve içtenliği aynı anda sahnede tutabilmek demek; seyirciyle bağ kuran tarafı da tam olarak bu diye düşünüyorum.
Aslında çok zorlanmadım çünkü çok eğlendim. Zorlayıcı tarafı, yüksek enerjisini sahnede sürekli canlı tutmak ve bunu yaparken karakterin samimiyetini kaybetmemekti. Hem komik hem de gerçek birini oynamak, ince bir denge gerektiriyor bu konuda zaman zaman sıkıştığımı hissettiğim oldu.
Son olarak planladığınız başka polisiye oyunlar olup olmadığını sorayım.
Volkan Demirci: Yeni dönemde yine aynı tarz ve çok bilindik bir hikâye ile seyirci karşısına çıkmayı planlıyoruz. Şimdilik isim vermeyelim seyircilerimize sürpriz olsun.
Davetimi kabul ettiğiniz ve nazik yanıtlarınız için teşekkür ediyor sizi tüm Dedektif okurları adına selamlıyorum. Seyirciniz ve ilhamınız bol olsun.
Biz de nazik davetiniz ve güzel sorularınız için çok teşekkür ederiz.
Oyunumuzu izleyip bu kadar dikkatli ve sevgi dolu gözlerle değerlendirmiş olmanız bizi gerçekten çok mutlu etti.
Dedektif okurlarına da buradan selam olsun!
Umarız bir gün hep birlikte aynı salonda buluşur, sahnede yeniden görüşürüz.

