‘‘Aşk üçgeni ‘seveni sevmeme’ ilkesiyle hareket eden üç salağın oluşturduğu geometrik osuruktur.’’
MURAT MENTEŞ
Bölüm Bir: Tabutta Amuda Kalkılmaz
‘‘Aşk, bedeli ödenir fakat satın alınmaz.’’
MURAT MENTEŞ
Hass… bunun böyle olmaması lazımdı.
Her insanın hayatı bir hikayeydi ve benim hikayemin sonu da böyleymiş demek ki! Herkes ölümü bilir, bazıları nasıl öleceğini düşünür. İlkini bilsem de ikincisini düşünmemiştim. Yirmi birinci yüzyılda böyle ölmek mi kaldı ya? Imm! Ih! Yok arkadaş kıpırdamıyor. Laan çıkarın beni! Saaaliim! Cevheeer! Ulan buradan çıkınca geberteceğim sizi! Hass… Ne yapıyorum ben? Ölüm korkusu insana panik yaptırıyormuş resmen. Sakin olmalıyım. Fakat sakin kalsam bile beş bilemedin on dakika sonra oksijenim tükenecek. Çırpındıkça güç sarf ediyor daha fazla oksijen tüketiyorum. Sonuçta tabutta amuda kalkılmaz. Ulan şimdi uydurma deyim kullanmanın sırası değil! Düşün oğlum Cenk, düşün. Ne oldu da bu durma düştün?
Sondan başlayalım. Salim, Cevher’le KumBARa’nın özel odasında toplantı yapacaktı. Bu nedenle ben de Asuman’la çıktım bardan. Çünkü onu evine benim bırakmam emredilmişti ki bundan da şikâyetçi değildim. Asuman, namı diğer Gece Bülbül’ü. Ah, şarkıların gözünü kör edecek, Ay’ın karanlık yüzünü aydınlatacak, Afrodit’i kıskandırıp savaş çıkarabilecek kadar güzel Asuman Cıvıldayan. Ne Nil Deltası ne Çukurova! Onun teninde yetişemeyecek ürün yok. Konya Ovası’nda üretilen buğdaydan bir ten ve o tende Akdeniz’in lavantalarının kokusu. Son dakikalarımı bile onu düşünerek geçiriyorum. Hayatım film şeridi gibi gözlerimin önünden geçerken o Türkan Şoray’dı. “Aşk insanı sarhoş yapar sevdiğini düşünerek sızarsın,” diye bir cümle okumuştum amatör bir yazarın kitabında. Görevim âşık olmak değildi fakat aşk yırtık dondan selam verdi. “Yakışıklı cümleler birçok kadını tavlar.” diyen biri vardı. Kimdi bu? Hatırlaya…
İki yıldır görevimi sorunsuz icra ederken nerede hata yaptım? Asuman’a kendimi âşık edip Salim’in işlerini öğrenecektim. Fakat mecaz gerçek oldu. “Böylee biiiirr karaa sevdaaaa karaa toopraakta biteeer.” Zeki Müren mi fısıldıyor kulağıma bu şarkıyı yoksa iyice kafam mı gitti?
…
Konu yine dağıldı. Sakin kalıp kafamı toparlamam lazım. Murat Menteş yazdığı bir hikâyede dar bir oda düşünmeyi hızlandırır gibi bir şey yazmıştı. Fakat hikâyemi Murat Menteş yazmadı. Bu nedenle tavsiyesini uygulayamıyorum.
Heh! Tamam. Arabada Asuman’la tartışmıştık. Asuman ürkek bir ceylan yavrusuydu bu vahşi savanada. Çevresi büyük etçillerle sarılmıştı. Bu nedenle ona olan sevgimi tekrar tekrar söylediğimde avcıdan kaçar gibi aşktan kaçıyordu. Aslında kaçtığı aşk değil şerefsiz Salim’di. Salim Sağ. ‘Tabutçu’ Salim. Silah kaçakçılığının Ronaldinho’su. Yıllardır yakalanamayan kara listenin Speedy Gonzalez’i. Bir de yaveri Cevher Cevher var. Orta Asya bozkırlarının alfa tilkisi. İkisinin de foyasını…
Vay be toprağın altı ne kadar da sessizmiş! Ne düşünüyordum ben? Sanırım kıpırdayamıyorum.
Hah! Asuman. Evine bırakmaya giderken önce tartışmış, sonra sessiz sedasız oturmuştuk bir süre. Onu bu hayattan çekip alacak ve ailemizi kuracaktım.
Kulaklığımdan Salim ve Cevher’in sesi gelmiyor. Kulaklığım… Neyse ki odalarında iki tane daha ses kayıt cihazı var da bilgisayarıma kaydediyor. Yakında cürmümeşhut yapacağız.
Galiba beklenen an geldi. Gözüme çarpan bu ışık beni ahirete götürecek trenden başka ne olabilirdi ki? Hoşça kal diyemediğim ne çok insan vardı. Görüşemediğim insanlar, yarım kalmış kahkahalar, söylenmemiş sözler. Aaa, başkomiserim Şahin Fırtına mıymış bu trenin makinisti? Başkom…
Bölüm İki: Namlunun Ucundaki Salıncak
“Kötüler hayatın tadını çıkarır, iyilerse güzel rüyalar görmekle yetinir.”
MURAT MENTEŞ
“Biliyorsunuz ki kafasına aldığı darbe sonucunda amnezi geçirdi ve oksijensiz kaldığı için nefes darlığı problemi var. Birkaç gün daha müşahede altında tutmamız gerekiyor. Bu yüzden hastamızı çok yormamaya çalışın lütfen. Ne kadar dinlenirse o kadar çabuk iyileşir. Teşekkürler.”
“Çok sağ olun doktor hanım. Hastanızı çok yormayacağız.”
Yattığım odanın kapısında başkomiserim Şahin Fırtına doktorla konuşuyordu. Mücbir sebep yüzünden yaşadığım trajikomik olaydan beri, iki gündür hastanede yatıyordum. Daha doğrusu bugün üçüncü gündü ve anca kendime geliyordum. Fakat bu duruma nasıl düştüğümü hatırlamıyorum. Bin parçaya bölünmüş bir yapbozun yapım aşamasındaydım sanki.
Soyadının hakkını veren bir başkomiser olduğu için dünden beri beni darlıyordu. Aptallığımdan yakınıp aşkımı, sevgimi de sinkaflı galiz küfürlerle paylıyordu. Haksız mıydı? Elbette değildi. Amacımızın dışında gelişen birtakım şeyler bizi buralara getirmişti. Ah ulan aşk! Ah Asuman ah!
“Namlunun ucundaki salıncakta sallanıp durursan bir gün düşersin işte,” diyerek odaya girdi uydurma deyimleri ağzıma boca eden şahsına münhasır başkomiserim. Neredeyse otuz küsur yıldır bu teşkilattaydı, birçok ödülle taçlandırılan bir idoldü. Fakat takıntı yaptığı tek şey Salim Sağ ve Cevher Cevheri’ydi.
“Ulan yıllardır bu peze… Neyse! Tam avucuma alıyorum, allem ediyor kallem ediyor dört ayak değil sekiz ayak üzerine tüy gibi düşüyor. Yine, yeni, yeniden başa döndük. Bu adamları yakalamadan bana uyku yoook!” diyerek yatağımın yanındaki koltuğa çöktü.
“O değil de başkomiserim beni nasıl buldunuz?” Yandan öyle bir bakış attı ki hani bana ‘Ben diyorum Ankara, sen diyorsun ki kıçım kara,’ der gibiydi.
“Oğlum ben bu mesleğe her şeyimi verdim. Sen benden önce döktün saçları ama olsun. Benim de kıçımdaki kıllar ağardı. O kadar yıldır çalışıyoruz ben körü körüne iş yapmam bunu bil. Seni iki yıldır takip ettiriyorum. Ne yiyorsun, ne içiyorsun, kiminle geziyorsun ne haltlar karıştırıyorsun biliyorum. Ekipten Şamil o gün izliyordu seni. Kızı evine götürdükten yarım saat sonra Cevher arkandan gelmiş ve seni kapıda yakalamış. Uzun bir süre konuşmuşsunuz ve sana silah çekmiş. Sonra silahla başına vurup arabaya tıkmışlar, ardından da seni gömmüşler işte. Tabii lakabının hakkını veren Salim de oradaymış. Gerisi malum işte, Şamil bizi aradı biz de gelip seni çıkardık. Oğlum şunu bul ve anlat artık gözünü seveyim, aklındaki karıncaları defet ne oldu ne bitti söyle? Niye Cevher bunu yaptı sana?”
Soru işaretleri boynuma urgan olmuş asılmayı bekliyordum. Başkomiserim bunca yıldır peşinde koştuğu adamı yakalamadan ölmek istemiyordu. Salim’in öyle sağlam bir çevresi vardı ki nezarethaneye bile koyamıyorlardı. En son bizzat kendi elleriyle tutuklayıp nezarethaneye koymuştu ki Salim bir saat geçmeden şube müdüründen, milletvekiline kadar birçok insanla görüşmüştü ve elini kolunu sallayarak kardan adam sırıtışıyla karakoldan çıkmıştı. O günden sonra daha çok takmıştı komiserim ona. Elinde daha fazla somut delil olsun diye benim de içinde olduğum bu planı yapmıştı. İçeri sızdım işler istenildiği gibi gidiyordu. Her gün yaptıklarımızı, öğrenebildiğim planları rapor ediyor, çalışanları analiz ediyor, notlar alıyor, ses kayıtlarını dinliyordum.” Ses kayıtları!
“Başkomiserim, evimdeki bilgisayarda…”
İçeri “Merhabaaaaa!” diyerek afeti devran Candan Yakar girdi. Başkomiserim, belinde taşıdığı altıpatların mermisi gibi oturduğu koltuktan fırladı. Sesi Emel Sayın’ı andıran savcı Candan Hanım’ın bizim Başkomiser’e ilgisi farklıydı. Yaşına göre fit bedeni bizim Başkomiser’in de başını döndürüyordu. O da az değildi tabii. Cüneyt Arkın’a benzeyen bir surat ve yaşına uygun denebilecek bir vücutla gideri vardı. Suratımda tebessümle ikisine bakarken Başkomiser’imin mavi, şahin bakışlarıyla karşılaşınca toparladım kendimi.
“Hoş geldiniz savcım.” Aslında Candancığım demek istemişti de ortam müsait değildi tabii.
Kadın “Hoş bulduk.” diyerek bana yöneldi.
“Nasılsın bakalım?”
“Hani kalabalık bir caddeye girersiniz de konuşanları yarım yamalak duyarsınız ya, hah işte öyle hissediyorum!”
Hadi be! Yanlış kişiye yanlış betimleme! Misafir odasına girmiş ve vitrindeki bardağı kırmış yaramaz bir çocuk gibi Başkomiserim’e baktım. Yine gözleriyle -ki bu gözlerle anlatma sanatı annelerde olan bir şeydir fakat bizim başkomiserin de bu yeteneği es geçilemezdi- ‘edeceğin cümlenin taa yüklemine…’ der gibiydi.
“İyi savcım iyi. Birkaç gün daha müşahede altında kalacak sonra işe dönecek.”
Savcı aynı fikirde değildi, “Hım! İşe dönme olayını biraz ertelemek gerekiyor. Çünkü ifşa oldu, bu da yaptığımız planın iptaline sebep veriyor.”
Planımız mı? Vay Başkomiserim’e bak sen alengirli işleri Savcı’yla planlamışlar demek.
“Bunca zamandır uğraşıyoruz bari meyvelerini az da olsa toplayalım.”
“Ama…” diyerek itiraza ballayacaktım ki Başkomiserim sözümü kesti.
“Haklısınız. Zaten Salim ve Cevher öldü bunu biliyorlar. Onlar günlük hayatlarına devam edecekler biz de kaldığımız yerden devam edeceğiz. Fakat sorun şu, başka içeride adamımız yok. Onu nasıl halledeceğiz?”
“Ben bir şeyler düşündüm. Akşama konuşalım bunları,” dedikten sonra Savcı kapıya doğru hareketlendi. “Hadi bakalım geçmiş olsun. Sen güzelceee dinlenmene bak. Görüşmek üzere,” dedi ve erkeğine kur yapan bir amazon canlısı gibi saçlarını savurarak arkasına Başkomiserimi takıp çıktı.
Başarılı yanları vardı elbet ama operasyonun eksikleri Alex’siz bir Fenerbahçe gibiydi. Çünkü içeriye bu saatten sonra adam sızdırmak hem zor hem de çok tehlikeliydi. Yapılabilecek en mantıklı şey ikna edilmesi kolay, kaybedecek çok şeyi olanları birini tespit etmek ve bunun üzerinden yürümekti. Çünkü kaybedecek çok şeyi olanlar en değer verdiklerini kaybetmek istemezler. Örneğin bir ailesi olan ve bu adamların yanında mecburen çalışan bir sürü insan vardı. Hepsini raporlarımda sunmuştum. Buna mukabil hareket etmeleri gerekiyordu.
Suratında ablak bir gülüşle dönen Başkomiserim Şahin Fırtına ceketini koltuktan alıp giydi.
“Hadi görüşürüz evlat. Dinlenmene bak eğer aklına bir şey gelirse saat kaç olursa olsun beni ara. Şamil refakatçi olacak bu akşam, onunla da istişare edersin. Belki aklındaki çöplükten değerli bir şeyler çıkarırız,” diyerek çıkışa yöneldi.
“Başkomiserim savcı hanım gelince cümlem yarım kaldı. Bilgisayarımdaki ses kayıtlarını dinleyebiliriz. Olayın debdebesinden unuttuk,” dedim müstehzi bir ifadeyle. Bu sefer gözleriyle değil temiz, tıraşlı suratına hoşluk katan dudaklarını oynatarak konuştu.
“Öncellik bakımından değerli sözleri ve yapacaklarımızı sona bıraktığımız için hep geç kalıyoruz.”
Bölüm Üç: Hayat Tombalası
“Siperden mezara tepemdedir her daim, Yüzbaşı Güz, Albay Ölüm, General Ayrılık.”
MURAT MENTEŞ
‘Cesaret hem bir soru hem bir muammadır,’ diyen Murat Menteş’e selam olsun. Bir de şöyle bir şey yazmıştı: ‘Korkmuyorsan, cesarete ihtiyaç duymazsın.’
Başkomiserim, ben, Şamil ve şubemizin Bill Gates’i Işık, savcı Candan Yakar’ın odasındaydık. Ben de bu bahaneyle hastaneden çıkmıştım. Bilgisayarımdaki ses kayıtlarını ve diğer dosyaları da alıp gelmiştik.
Salim ve tayfası salak değildi. Özel konularını konuşurken KumBARa’nın en yoğun olduğu günü seçip sinyal karıştırıcı kullanarak konuşuyorlardı. Bunu da ilk geldiğim zamanlarda odanın kapısında beklerken telefonumun çekmediğini fark etmiştim. Çünkü tepelerinde akbaba gibi bir sürü teşkilat vardı. Sonra hep dikkat ettim, diğer günlerde herhangi bir sorun olmuyordu. Fakat özel işleri olunca ne telefon ne de kulaklıklar çalışıyordu. Buna binaen de bazı ses kayıtları cızırtılıydı ve anlaşılamıyordu. Bizim Işık Parlayan bunu düzeltmenin zaman alabileceğini söylese de görevi en iyi şekilde sonlandıracağına kefildim. Çünkü işinin ehliydi. Kilolu parmakları bilgisayar klavyesinde Victoria Secret defilesinde yürür gibiydi. Tabii şu an parmakları ve kendisi meskûn mahaldi.
Geniş, ferah odada herkes bir fikir beyan ediyordu. Ses kayıtlarını tekrar dinleyeceklerdi. Ben pencerenin yanında, ayaktaydım ve camdan dışarıya bakıyordum. Sakatlıktan dönen forvetin yedeği gibi hissediyordum. Bu yüzden de hiç ses çıkarmıyordum.
Benim olay da açıklığa kavuşmuştu. Ses kayıtlarına göre içlerine karıştığımdan beri beni sevmeyen, gözüne giremediğim Cevher Cevheri yüzünden bu duruma düşmüştüm. Asuman ile ilişkimi çözümlemiş ve beni gizliden gizliye takip ederek bazı şeyleri de fotoğraflayarak patronuma… Patronum? Ulan iki yıldır ağız alışkanlığından adama patron dedim iyi mi? Böyle dediğimi duysa Başkomiserim ‘Alışkanlık bağımlılıktır aslında’ diyerek garip bir edebiyatla hayat dersi verirdi. Polis olmasa iyi bir yazar olurdu orası kesin.
‘‘Ağabey bir şey diyeceğim ama nasıl diyeceğim?’’ Bir an Cevher’in sesini duyunca irkildim. Ses kaydını tekrar açtıklarını fark etmemiştim.
‘‘Ne oldu Cevher? Apar topar çağırdın misafirlerin yanından kalktık, ayıp oldu.’’
‘‘Ağabey…’’
‘‘Lan ne var, ne? Başlayacağım ağabeyine! Ne?’’
‘‘Asuman yenge ile Fehmi birlikteler.’’
‘‘Fehmi kim lan?’’
Elbette sahte kimlikle çalışıyordum.
‘‘Yeni gelen ıslak karga yok mu? Fehmi Fani. Hani Asuman Yenge’yi vurulmaktan kurtarmıştı ya, o lavuk işte.’’
O olay istemsizce bu adamların yanına girmemin anahtarı olmuştu. Hayat bir tombalaysa kader de birinci çinkoydu işte.
‘‘Sen ağzından çıkanın farkında mısın Cevher? Can dostum demem bak keserim o dilini! Ne demek lan birlikteler? Nereden biliyorsun?’’
‘‘Ağabey biliyorsun ki gözüm tutmamıştı onu. Yani sen teşekkür maiyetinde onu işe aldın da kimdir nedir sordurmadın. Ben araştırdım onu. Herif hayalet gibi. Oturduğu mahallede kimse tanımıyor.’’
İşini iyi yapıyordu Cevher, valla takdir ettim şimdi. Adamın hisleri kuvvetliymiş. Beni araştıracaklarını tahmin etmiştim fakat bu kadar gizli olacağını bilmiyordum. Aslında mahalleden birkaç kişiyi hakkımda bir şey sorulduğunda konuşsunlar diye ayarlamıştık. Demek ki Cevher’in kolu düşündüğümüzden daha uzundu. Fatih gemileri karadan yürütmüş, Cevher’se saman altından okyanus götürmüştü. Eee sonuçta arıya ‘Neden bal yapıyorsun?’ diye sorulmaz. Hayvanın işi bu sonuçta.
‘‘Cevheer! Sıçarım hayaletine! Nereden biliyorsun dedim sana?’’
‘‘Buyur ağabey telefonumda resimler va…’’
‘‘Ver!’’
‘‘Arabada, parkta ne bileyim kafede el ele, diz dize…’’
‘‘Sus lan! Bu pezevengi bul bana çabuk! Nereye götüreceğini biliyorsun.’’
‘‘Biliyorum ağabey.’’
Kayıtta bundan başka bir şey yoktu. Çünkü odadan çıkmışlardı ve bundan sonrası benim için karanlıktı. Elbette kaydı ilk dinlediğimde aklıma ilk gelen Asuman’a bir şey olup olmadığıydı. Şamil’e göre herhangi bir şey olmamıştı Asuman’a. Fakat kendi gözlerimle görmeden bunu emin olamazdım.
‘‘İhlal, daima yasağı sollar; bu kuraldır.’’ demişti bir kitabında Murat Menteş. Haklıydı. Sonuçta ıskartadaydım ve sevdiğim kadını görmeden asla duramazdım. Ve sonuçta aşk, insanın şahsiyetini pekiştirir.
Işık tombik, kızarmış yanaklarını bana çevirip “Nasıl?’’ dedi
Ulan düşüncelere dalınca fısıldayarak konuşuyordum. Atanamamış bir edebiyat öğretmeni olduğum için kitaplarda sevdiğim sözlerin altını çiziyordum ve bu sözler nedense en gereksiz anlarda fırlayıp dudaklarımdan düşüyordu. Yok bir şey anlamında Işıl’a gülümsedim.
Plan yapılmış olacak ki herkes ayaklandı. Başkomiserim ve Savcı Hanım göz göze el sıkıştılar. Bizi de kolay gelsin diyerek uğurladı. Başkomiserim ve Işık aynı arabayla giderken beni Şamil eve bırakacaktı. Ben aslında yürümek istedim ancak dikkatli olmam ve mümkünse evden çıkmamam gerektiğinin tembihlendi. Fakat ne yapalım dilin kemiği yoktur, kalbin var mıdır sanki?
Bölüm Dört: Azrail’e Bacak Arası Atmak
‘‘Ecel kontenjanında rezervasyonumuz vardır, Azrail’in spiralli ajandasında.’’
MURAT MENTEŞ
Zamanın geçmeyeceği tutuyordu sanırım. Akrep ve yelkovan ihtiyarlamış gibiydi. Bekle bekle varmıyorlardı istenilen yere.
Evden çıkamayacağım için sağ olsun Şamil bir markete girip abur cubur falan aldı. Canım sıkılırsa film izlerken iyi gidermiş. Ulan sanki misafirliğe gelmiş çocuktum hareketlere bak! Neyse, Asuman iki saat sonra çıkacaktı KumBARa’dan. Bir saat sonra çaktırmadan evimden çıkıp evine sızacaktım Asuman’ın ve ona gerçeği tüm çıplaklığıyla anlatacaktım. Adımı, işimi ve planımı… Elbette arkasından iş çevireceğim için Başkomiserim beni tenor performansıyla azarlayacaktı. Yapacak bir şey yoktu. Taşla kuş vurmak eskide kalsa da ben Azrail’e bacak arasından gol atacaktım. Böylelikle galip gelen hem aşk hem de adalet olacaktı.
Televizyona baktım olmadı. İnternetten bir iki diziye takıldım sarmadı. Aklım bende olmadığından hiçbir şeye dikkatimi veremiyordum. Bırakmama rağmen kitaplığımda bulduğum içinde birkaç sigara kalmış paketi de iki fincan kahveyle tükettim. Allah’ım! Deplasmanda galip gelecek, derbi maçında uzatmaların bitmesini bekleyen teknik direktör gibiydim. Asuman yokluğumun farkında mıydı bilmesem de onun yokluğunda bedenim Sahel Bölgesi gibi kuraktı. Bu kadarı yeterdi. Evi olduğu gibi bırakıp kafama bir şapka geçirdim, optik bir gözlük taktım. Kamufle olarak çıkacaktım evden. Tam kapı koluna elimi atmıştım ki -hass…- cep telefonumun ekranında Başkomiserimin ismi. Açmazsam kıllanacaktı, açsam ne sallayacaktım?
‘‘Efendim Başkomiserim? Hiiiç, öyle kahve, sigara keyfi yapıyorum… Evet bırakmıştım fakat kitaplığımda bulunca sıkıntıdan içtim işte. Yok Başkomiserim bir sorun. Dinlenmiş oluyorum bir nebze. Yok yok, sağ olun Başkomiserim bir sıkıntım olursa haber ederim. Evet, çıkmıyorum bir yere. Sonuçta hapishanelerin manzarası olmaz. Evet, haklısınız Başkomiserim dikkatimi dağıtmamam lazım. Düşünmüyorum Asuman’ı. Haklısınız bir görevdi bitti. Peki, çok teşekkür ederim. Hayırlı akşamlar.’’
Oh! Çaksa da ateş almadı sanırım. Acaba yakınlarımdaydı da beni mi deniyordu? Şahin Fırtına bu ne yapacağı belli olmaz. Biraz daha mı beklesem? Hass… kadere kırk beş. ‘‘Tereddüt iyidir, kolayca tarafsızlığa, zamanla da bilgeliğe dönüşür.’’ sözüyle kendimi gaza getirip çıktım evden. Çok geçerliliği olmayan bir kamuflajın içindeydim fakat ehvenişerdi. Beni ve Asuman’ı gözetleyen meslektaşım muhakkak vardır. Hatta Asuman’ı şu saatten sonra Salim’in adamları bile gözetleyecektir. Bunları düşünerek Asuman’ın kaldığı apartmana doğru yürümeye başladım. Elbette takip edilip edilmediğimi anlamak için yolu uzatıyor, farklı sokaklara girip çıkıyordum. Emin olunca bu oyunu bırakıp yoluma devam ettim.
İki yıldır gizli görevde olsam da şu an yaşadığım adrenalin ve heyecanın haddi hesabı yok. Bereket versin ki Asuman’ın oturduğu apartmanın anahtarlarını kopyalamıştım. Elbette o zaman aşk çemberine girdiğimin farkında değildim. Sadece Asuman’ın evine gizlice gidip Salim ile alakalı bilgiler elde etmek istemiştim. Tabii bunu birkaç kere yaptıktan sonra anahtarları kullanmama gerek kalmadı. Her şey aşkın doğallığıyla ilerledi. İki yılda birçok kere girdiğim eve şimdi gizli saklı giriyordum. Başa dönmüş gibiyim. Fakat bu sefer başka bir planla.
Yabancı olduğum anlaşılmasın diye açık tekel bayisinden biraz nevale alıp apartmana girdim. Hızlıca merdivenleri çıktım, maazallah açık versem sonum haraptı.
Nefesimi kıçımdan vererek Asuman’ın kapısına geldim. Biraz bekledim herhangi bir ayak sesi var mı diye. Sonuç olumlu olunca ışıkları yakmadan içeri girdim. Elimdeki poşeti ayakkabılığın yanına bırakıp pencereye uzak bir koltuğa seğirttim. Bundan sonrası beklemekti. Lakin birkaç şey vardı aklımda. İlk olarak Asuman’ın eve yalnız gelip gelmeyeceği. Hoş Salim ya da Cevher, Asuman’ın evine çok nadir gelirlerdi. Eğer Salim, Asuman’la baş başa kalacaksa dağ evine ya da yatına giderdi. Burası en son geleceği yerdi. İkinci olarak Asuman beni görünce çığlık atarsa dışarıda da yaverleri varsa duyup eve sökün edebilirlerdi. Neyse ne! Benim de defansım sağlamdı. Emanet yanımdaydı.
Bölüm Beş: Gerçeğin Gebeliği
‘‘İdeal benliğimiz bir kurmacadır.’’
MURAT MENTEŞ
Kapıdan tıkırtılar gelmeye başladı. Oturduğum yerde kıpırdandım hatta elimi belimdeki silaha götürüp bekledim. Sonuçta köpekbalıkları her zaman saldırmaya hazırdır.
Kapı gıcırtısı ve kalbimin gürültüsü sessizlikteki senfoniydi. Kapı açılınca silahın kabzasını kavradım. Red Kit’in reflekslerine büründüm bekliyordum. Sonra Gece Bülbül’ü şakıdı:
‘‘Teşekkür ederim çocuklar.’’ Tam da düşündüğüm gibiydi. Silahı usul usul belimden çıkarıyordum kapı kapandı. Tetikte gezen ceylan misaliydi kulaklarım. Sessizlik bile gürültüydü.
Yerimden doğruluyordum ki hass… Namlu, aşk, korku ve dumur olma dörtlüsüyle karşı karşıya kaldım. Çömelmiş pozisyonda yakalanmıştım.
‘‘Fehmiii?’’
‘‘Öldür beni sevgilim aramıza yabancı katiller girmesin.’’ dedim elindeki Beretta’yı sıkıca kavramış olan Mrs.Smith’e. Silahını indirip bana sarıldı.
‘‘Sevdiceğim, gözyaşı averajı bizdedir.’’ diye fısıldadım kulağına. Birkaç saniye sonra kollarımdan hızlıca ayrıldı.
‘‘Nasıl? Nasıl kurtuldun oradan?’’
‘‘Nereden?’’
‘‘Nereden olacak tabuttan?’’
‘‘Sen nereden biliyorsun? Şerefsiz Salim söyledi değil mi? Adi köp…’’
‘‘Ne söylemesi! Ben de oradaydım.’’
Hass…
‘‘Gözlerimin önünde seni gömdü. Hatta…’’
‘‘Hatta? Sana bir şey mi yaptı lan yoksa?’’
‘‘Hayır. İlk toprağı ben attım tabutuna.’’
‘‘Ah! Sevgilim mezarıma attığın toprak miski amber rayihası, korkma söylemeyeceğim sorgu meleklerine senin kokun olduğunu.’’ diyerek Beretta’yı tutan eline gitti elim. Çünkü elinde silah değil mikrofon tutmasına alışkındım. Ancak o elini diken batmış gibi çekti ve pencereye doğru gitti. Perde arasından dışarı baktı. Büyük ihtimalle Salim’in köpeklerine bakıyordu.
‘‘Nereden anladın evinde biri olduğunu?’’ dedim istemsizce. Bazen kafamın içindeki soruları tutamıyordum, fırlıyordu ağzımdan.
‘‘Ayakkabılıkta poşet bırakmışsın.’’
‘‘Adamları niye gönderdin?’’
‘‘Kimsenin korumasına ihtiyacım yok. Kendimi koruyabilirim.”
İşte sevdiğim kadın. Sonuçta kadınlar biz erkeklerden daha güçlüdür ve bunu kanıtlamalarına gerek yoktur. Çünkü Tanrı onlara cenneti bahşetmiş ve bunu taşımaları için de güç vermiştir.
‘‘ Sorduğum soruya cevap vermedin?’’ dedi camdan uzaklaşırken.
‘‘Siz sanatçıların nahif olması gerekmez mi? Elindeki silahla kendimi kaçırılmış, fidyem istenmiş gibi hissediyorum.”
Yüzünde soluk bir tebessüm belirdi. Odanın ışığını açtı ve elindeki silahı masaya bıraktı. Fısıltıyla kulağımın dibinde ‘bir yerde silah çıktıysa o kesinlikte patlar,’ diyen birileri vardı. Çehov muydu? Neyse! Bu lakırdı dönme dolap gibi dönerken masadaki silahın namlusunun bana dönük olduğunu fark ettim. Olasılıksız olasılıklar türbülansına kapılmanın anlamsızlığındaydım. Çünkü dalgalı denizde balıklar bulanık görülür. Son zamanlarda yaşadığım şeyler, kafamdaki tilkilerin göçleri, sevdiğim kadının elinde Azrail’in yeryüzündeki asası olan silahı görmek, korku, dopamin, serotoninin artışı derken iyice pilot oldu kafam.
‘‘Eee?’’ dedi Amerikan mutfağında elektrikli cezveye kahve dökerken.
‘‘Sanırım Azrail’in işi vardı beni almayı unuttu.’’ dedim sırıtarak. Tabii bunu göremedi arkası dönük olduğu için ses de vermedi.
Birkaç saniye geçince anladım ne demek istediğini. Bir gazla çıkıp gelsem de gazı fazla kullandım sanırım. Gerçeği anlatmaya nereden başlayacağımı bilmiyordum. Bunca zamandır ona yalan söylediğimi anlayınca beni sevmekten vazgeçerse ne yapardım?
‘‘Tehlikedesin biliyorsun değil mi?’’ dedi beni düşünce bataklığımdan kurtararak.
‘‘El ele tutuşmak da tehlikelidir sevgilim. Sevişmenin yolunu yapar.’’
‘‘Bu sarkastik halinle nasıl yaşadın bilmiyorum, durum ciddi anla bunu!’’ dedi kaşları çatık elindeki kahve bardağını uzatarak.
‘‘Bu ilişkiye başladığımızdan beri tehlike hep evladımız gibi değil miydi? Bizimle büyümedi mi?’’
‘‘Hata orada başlıyor işte.’’
‘‘Hataları kategorize edebilirsin fakat standardize edemezsin.’’ Ve alttan klişe olarak Orhan Gencebay’ın sesi ‘Hatasız kul olmaaz. Haataamla seevv beniii’ şarkısı çınladı. Fakat Gece Bülbül’ü, avını avlamak için müsait zamanı kollayan bir baykuş gibi bakıyordu suratıma. Kahvemden derin bir yudum alıp bir sigara yaktım.
‘‘Tamam. Fakat ne olursa olsun sana olan hislerimin gerçek olduğunu unutma. Güzel bir geleceğin seni beklediğini bilmeni isterim.”
Sadece yüzüme bakıyordu. Pürüzsüz bacakları giydiği elbisenin altında gün ışığında parlayan bir kılıç gibiydi. Keskin ve öldürücü. Lakin kahvesini yudumlamaktan başka bir tepki vermiyordu.
‘‘Bazen planların dışında gerçekleşen olgular vardır ya hani? İşte sen öyle bir şeysin. Plan dışında gerçekleşen fakat planların içine girensin. Seni seviyorum demenin alternatifleri vardır. Aynı kanıtlanmayan alternatif evrenler misali. Ben çok şiir okudum ama sen yazacağım şiirin kafiyesisin. Sensiz şiirim bitmez. Beni bırakma. Bırakma ki şiir olup dillere dolanalım.’’ Sessizlik. Hayra alamet olamayacak kadar sessizlik. Lan yoksa her şeyi biliyor muydu? Hass… Yok canım! Bilse öyle sarılır mıydı? Ama neden tepki vermiyordu? Poker miydi aşk? Blöflerle yoğrulmuş, mimiksiz kazanılan bir kumarsa eğer ben kaybettim. Çoktan kaybettim. Elimdeki kozları belli ettim, meteliksiz ayrıldım sevda masasından.
‘‘… sana diyorum Fehmi?’’
‘‘Hah! Ne? Efendim?’’
‘‘İyi misin? Deminden beri sana sesleniyorum.’’
‘‘Ölümden yeni döndüm ya ondan yorgunum. Malum yol uzundu.”
Çöle düşen bir damla yağmur gibi tebessüm etti.
‘‘Ben polisim. Ve gerçek adım …’’ dedim.
Ağzındaki kahveyi püskürtüyordu az kalsın. Sönmüş sigaramı söndürmekle uğraştım. Bir sigara daha yaktım bu arada sigara içmeme de şaşırmadı. Neden acaba?
‘‘Nas… Nasıl polissin?’’
‘‘Bildiğin polisim işte.’’
Suratınıza doğru silah doğrultulduğunda göz göze geldiğiniz tek yer namlunun deliğidir.
‘‘Sadece kimliğimi çıkarıyorum,’’ diyerek cebime uzandım. Çıkarıp rozetli kimliğimi gösterdim. ‘‘Uzun zamandır Salim ve adamlarının peşindeyiz. Konuyu uzatmayacağım iki yıldır Salim’in yapacağı bir hatayı bekliyorduk. Fakat beklenen fırsat bir türlü gelmedi. Buna müsteniden benim yani bizim ilişki patlak verince görev iptal oldu.”
Silahı indirmedi. Öyle bakıyordu. Bir şeyler daha söylememi bekliyordu sanırım.
‘‘Gerçeğin gebeliği sancılı olur. Biraz sancı çekeceğiz. Fakat sonrası bizim için…’’
‘‘Neler buldunuz Salim’le ilgili?’’
Odaklanma sorunu yaşıyordum, gözüm elindeki silaha kayıyordu. İnsan, tehlikeli olan bir şey gördüğünde ona karşı hassaslaşır.
‘‘Silahı indirir misin artık? Merak etme seni tutuklamaya gelmedim. Zira senin için herhangi bir suçlama yok. Sana gerçekleri anlatmaya geldim. Seni bu sefer mermilerden değil onun elinden kurtarmaya geldim.’’
‘‘Demek o gün polislerin gelmesinin nedeni buydu. Şimdi her şey rayına oturuyor. O gün orada olmaması gereken bir kişi vardı: o da sendin. Ve senin yüzünden plan patlamıştı.’’
Hass… Plan mı?
‘‘Çifte hayat yaşamaya mecburuz. Kendimiz olmak için bir çuval sırla durmadan kaçıyoruz.’’
Murat Menteş alıntısı mıydı o?
‘‘Madem gerçekleri açıklıyoruz sıra bende o zaman,” dedi.
Bölüm Altı: Kaosta Vals
‘‘Neşe bir formalite, mutluluksa hayaldi.’’
MURAT MENTEŞ
Dansın bulunan ilk sanat dalı olduğu rivayet edilir. Dilin gelişmediği dönemlerde doğa olaylarını gözlemleyerek duygularını ifade etmek isteyen insanın bedensel işaretlerle anlaşmasının dansa temel oluşturduğu tahmin ediliyor. Hatta dansın dini ritüeller de kullanıldığı biliniyor.
Çiuv! Çiuv!
Valsin ise 19. yüzyılın başında Avusturya ve Almanya’da gelişim gösterdiği, özellikle Kuzey Avusturya’nın ‘Landlob der Enss’ bölgesinde uygulanan dans stili ‘Londler’ adıyla popüler olduğu savunulur.
Beynim panik anında bana malumatfuruşluk lavabosu örüyordu. Çünkü ortalık elli altı olmuştu ve bu kargaşadan kaçmak için kaosta vals yapıyordum. Bu nedenle beynim en gereksiz bilgileri kusuyordu. Terapistime göre bu savunma mekanizmammış, olabilirmiş. İşim gereği zor olsa da sakin kalmayı denemeliymişim. Ulan, mermilerin ölüm ıslıkları kulaklarımı tırmalarken nasıl sakin kalabilirdim ki? Beş yıldır bu meslekteyim ve ilk defa silahımdan mermiler çıkıyordu.
Çiuv! Çiuv!
Aslında her şey çok sakin ve güzel gidiyormuş gibi gözüküyordu. Asuman’a gerçek kimliğimi açıklamıştım. O da kendi gerçeklerini açıklamaya başlayacaktı ki Başkomiserim telefonla arayınca anlatma işi başlamadan devre arasına girmişti. Elbette telefonumu açmadım. Çünkü gecenin bir vaktiydi ve açarsam bir sürü laf edecek belki de evime gelmeye kadar uzayacaktı iş. Buna binaen cihazı sessize alıp konuşmama devam ettim. Tabiri caizse bülbül gibi öttüm. Ne ötmesi bildiğin konser verdim.
‘‘Sen anlatmadan ben devam edeyim. Hoş benim yüzümden iptal olan planı merak ediyorum fakat aceleye mahal yok. Tavşan gerektiğinde hızlı koşar. Neyse! Yakın zamanda Salim ve Cevher hapsi boylayacaklar. Çünkü özel odalarına koyduğum kayıt cihazlarının sayesinde yaptıkları her şeyi kaydettim. Bir de şöyle düşündüm: Senin tanıklığınla elimizdeki kozlar daha değerlenir, iyice garantileriz ceza almalarını ne diyorsun? Son bir şey daha var benim gerçek adım Cenk. Cenk Savaş.’’
Ne bekledim bilmiyorum. Boynuma sarılmasını, gözyaşlarıyla tuzlanmış dudaklarını dudaklarıma bandırmasını veya özgürlüğünün biletini verdim diye sevinçten çığlık atmasını bekledim sanırım. Lakin beklediğim gördüğümden daha garipti. İncecik kaşları çatılmaktan dalgalıydı. İstifini bozmadan kahvesini yudumladı. Gözleri bendeydi ama bana bakmıyor gibiydi. Hani bir an böyle gözler dalar sabit bakarsın ya işte öyleydi bakışları. Şokta olduğunu düşünüp ayaklandım tam ellerine uzanacaktım ki:
‘‘O gün orada olmasaydın şimdi burada bunları konuşuyor olmayacaktık. Herkes istediğini almış, istediği yerde olacaktı. Senin farklı olduğunu biliyordum. Bir şeyler karıştırdığını da anlamıştım. Hatta araştırmıştım seni fakat hayalet gibisin. Ne kimse tanıyor ne de biliyor. İki üç kişi hakkında bilgi verdi onun dışında bilinmezsin. Demek bu yüzdenmiş. Tebrikler iyi kamufle etmişsin kendini.”
Şu hayalet benzetmesini Cevher de yapmıştı.
‘‘O gün tamamen kendiliğinden gelişen bir olay oldu. Biz oraya mekân gözetmenliği için gitmiştik. Kim var, kim yok. Hoş Başkomiserim bütün şahısları A’dan Z’ye biliyordu ama yine de mekâna bakmamız gerektiğini söylemişti. Salim’in takımına nasıl gireceğimi düşünüyorduk. Fakat o gece çok güzel bir orta geldi ben de gayriihtiyari golü attım. Salim’in takımına böylelikle yeni forvet oyuncusu olarak girdim. Peki, neydi bu bozduğum plan?’’
‘‘Hayat ne kadar da garip değil mi? Başka bir örümceğin ördüğü ağ üstünde yürüyen örümcek gibiyiz. Ağlarla örülmüş bu yolda neler olacağını bilmiyoruz fakat yürüdüğümüz yollar bu ağın ne kadar da büyük olduğunu fark ettiriyor. Envaiçeşit örümcekle tanışıp birçoğuyla etkileşime giriyorsun. İyi ya da kötü,” diyerek ayağa kalkıp mutfağa gitti. Bardağı tezgâha bıraktı, devam etti.
‘‘Harley Quinn’in hikâyesini bilirsin. Anormal bir hayatın içinde normal olmaya çalışmıştır. Sonra vazgeçip işleri tersine döndürmüştür. Benim hikâyem de buna benzer bir şey. Uzun yıllar önce şimdiki KumBARa’nın olduğu yerde BARdak adlı bir gece kulübü vardı. Abim yakın arkadaşıyla birlikte açmıştı. Ben o zamanlar lise ikinci sınıfta falandım. Abim dik başlıydı. Annem ve babam böyle bir şeye sıcak bakmasa da ne yaptı ne etti orayı açtı. Yalan yok zamanla lüks bir yaşama başladı, bunu bana da yaşattı. Lisenin son yılını iyi bir özel okulda okudum ve üniversiteyi de yurtdışında okumayı düşünüyordum. Ama üniversite sınavına girmeme iki gün kala…’’ devamını getiremedi. Güzel gözlerinden akan taşkınlarda boğulmak için yanına gidip sarıldım. Uzun sürmedi kollarımdaki varlığı. Ayrıldı, sandalyeye çöktü. Ben de yanındakine oturdum.
‘‘Bir gece mekâna silahlı saldırıda bulunup her yeri ateşe vermişler. Tabii amaç abimi kaza süsü vererek öldürmekti. Biliyor musun bunu yapan da en yakın arkadaşıydı. Sırtını dayadığı, birlikte yiyip içtiği arkadaşı. Para ve itibar insanı tanrılaştırır. Ve hiçbir Tanrı ne olursa olsun kendi yarattığı dünyanın başkası tarafından yok edilmesini istemez.’’
‘‘Bunları nereden biliyorsun?’’
‘‘Abim sanki olacakları biliyormuş gibi bana bir hesap açtırmış ve tüm parasını oraya yatırmış. Kendi emeğiyle kazandığı her şeyi bana vermiş. O öldükten sonra kendime gelemedim. Zaten babamı kaybetmiştik, annemle baş başa kaldık. Psikolojik olarak çökmüştüm. Ne annemle ilgiliydim ne de kendimle. Okumak bile mide bulandırıcıydı. Abimin parasına elimi sürmemiştim. İki sene öylece geçti gitti. Bir gece rüyamda abimi gördüm, üniversiteyi okumadığım için bana kırıldığını söyledi ve uyandığımda istediğine uymaya karar verdim. Sınava girdim. Psikoloji bölümünü bitirip İngiltere’de yüksek lisans, ABD’de doktora derken annem hastalanınca Türkiye’ye döndüm. Uzaklaşmak çok iyi gelmişti. Kendimi çok iyi hissediyordum, herkesi ve her şeyi unutmuştum. Ta ki KumBARa’yı görene kadar. Adı, şekli, şemaili değişmişti. Kan beynime sıçradı, daldım içeriye. O zamana kadar kine gebe olduğumu ve intikamın doğumunu gerçekleştirdiğimi fark etmemiştim. Fevri davranmayacak, ilmek ilmek alacaktım intikamımı. Her gece gelip gittim bara. Belki de el değiştirmişti bar ve boş yere plan yapmamalıydım. İnternette araştırdım, sahibinin Salim olduğunu buldum. Bir iki resimle birlikte devamlı gözlerim onu arıyordu. Sonra umduğumu değil de bulduğumu aldım. Abimin yakın arkadaşını gördüm. Hararetli bir şekilde garsonlara bir şeyler anlatıyordu. Yüzü hiç değişmemişti. Bir hışımla yanımdaki sandalyeye oturup barmenden içkisini istedi. Yan gözle baktım, yüz hatları eskimişti. Beni tanıyıp tanımadığını anlamak için ona doğru dönüp:
‘‘İçki sinirliyken içilmez. Sarhoş eder,” dedim. Yüzüme, gözlerimin içine baktı. Beni tanıdığını zannettim ama kafası krem gibiydi. Öldüğü ana dek de tanıyamadı beni,” Kafka’nın Şato’sunda silkelenen Gogol’un Palto’su gibi olmuştum.
‘‘Öldüğü ana dek derken?’’
‘‘O gece sahneye çıkacak kız gelemeyeceği için sinirliymiş. Ben de düşmanıma yakın olmak adına sahneye çıkmayı teklif ettim. Tereddüt etse de ısrar ederek işi kaptım. O gecenin sonunda babasıyla yani Salimle de tanıştım. Tabii yaveri Cevherle de. Her şey istediğim gibi gidiyordu. Hepsinin güvenini kazanmıştım. En çok da abimin arkadaşına kendimi kanıtlamıştım. Ezik bir çocukluğun getirdiği psikolojik buhranlar yüzünden damarlarında nefret ve metamfetamin dolanıyordu. İçince çenesi düşüyordu ve istediğim bilgileri çok rahat şekilde alıyordum. Gel zaman git zaman BARdak’tan sözü açtım, işte ne olduysa o anda oldu, çıldırdı ve ağlaya zırlaya her şeyi anlattı. Meğerse abim barda uyuşturucu satıldığını anlamış ve arkadaşından hesap sormuş. O da yetmemiş polise haber vermiş. Tezgâhını kaybetmek istemeyen Salim de oğluna ağzına geleni söylemiş. O da ezik bir çocuk olarak babasının gözüne girmek için beş adamla taramış barı. Bunu duyduğum an krize girip suratına yumrukları geçirdim. Sonra da damarına daha fazla metamfetamin zerk ettim. İşte o an kulağına kim olduğumu fısıldadım. Ölürken içimdeki ateş daha da harlandı. Biliyordum Salim ölmezse benim içimdeki ateşte sönmeyecekti.’’
Bir an içimden gülmek geldi. Bunun nedenini Asuman’a sorabilirdim, bir psikolog olarak cevap verebilirdi ama soramadım. Çünkü kara mizah bir kitap okuyormuş gibi hissediyordum. Hani kitap okurken kahramanının yanında olursun sadece olanları izlersin, dinlersin işte öyle bir şeydi şu anki ruh halim. Susmuştu, susmuştum. Sonra ayağa kalktı, çantasından bir sigara aldı. İsteseydi ben verirdim. Alışık değildi sigara içmeme. Oturdu ve silahın üstünden sigarayı bana uzattı, aldım. Yaktım, ilk dumanları çektik. Herhalde anlattıklarını sindirmemi bekliyordu. Yoksa onu kelepçeleyip adalete teslim etmemi mi istiyordu?
‘‘Sizin geldiğiniz gece, Cevher’i ayartacak, mekâna silahla saldırıp Salim’i öldüreceklerdi. Çünkü Salim iktidarsızlığını iktidarla kapatmaya çalışan yaşlı bir bunaktı. Bu yüzden onu kendi ellerimle öldürmem acımı söndürmeyecekti. Ben de şuna karar vermiştim: En yakın arkadaşına öldürtecektim onu. Abime yaptıkları gibi. Fakat o gece siz işe karışınca planım bozuldu. Polislerin Salim’in ensesinde olduğunu biliyordum ama bu kadar yaklaştıklarını tahmin etmemiştim. Senin de bu işin içinde olduğunu öğrenmek beni şaşırttı. Çünkü sen polis olamayacak kadar ürkeksin. Bu halinle ideal bir koca adayısın.’’
Erkeklik gururum sanırım incinmişti. ‘‘Sistemin içindeki bir çark olayı diyelim biz ona,” dedim. Bir an kan dolaşımımın hızlandığını hissettim. ‘‘Cevher’i nasıl ayarttın?’’
‘‘İnsanların en aptallaştığı dönem kendilerini âşık hissettikleri zamandır. Siz erkekler hep Havva’nın peşindesiniz. Bulduğunuzu zannettiğiniz an günah işlemekten korkmazsınız. Cevher de böyleydi işte. Bana âşıktı. Eh kadınlık cilvesini de kullanınca kucağıma düştü. Kurtlarla yaşamaya başladıysan kurt gibi düşüneceksin. Onu zar zor ikna etmiştim. Şimdi seni kıskanıyor.’’
…
‘‘Beni mi?’’
‘‘Evet, seni. Yalan yok seninle güzel vakit geçiriyorum. Eğlenceli adamsın. Başka bir zamanda başka bir yerde tanışmış olsaydık daha farklı şeyler konuşuyor olurduk. Fakat elimi çabuk tutmam gerekiyordu. Bana olan aşkını kullandım. Çünkü Cevher’i bir an önce ikna etmem gerekiyordu. O geceden sonra ne yaptıysam geri çevirdi beni. Ben de yeni bir senaryo yazmak zorunda kaldım. Bu sefer kahramanım sen oldun.’’
‘‘Yanlış hikâyenin başkahramanı oldum yani öyle mi?’’ Ben sadece Salim’le aşk kavgasına tutuştuğumu zannederken meğer işin içinde Cevher de varmış. Bizi birimize düşürmek için aşkı maşa olarak kullanması beni yıkmıştı.
‘‘Maalesef öyle denilebilir. Kusura bakma, Salim’in pisliklerini, cinayetlerini ve onları nerelere gömdüklerini söyleyebilirim. Hatta yarın gece gelecek uyuşturucu sevkiyatının güzergâhını ve Cevher’i de verebilirim. Sen kendi hayat hikâyende kahraman olur terfi alırsın bense kendi hayatıma normal bir insan olarak devam edebilirim. Elbette intikamımı aldıktan sonra.”
Herhalde kin denilen şey anlık bir sinir kriziydi. Çünkü tekrar masaya bıraktığı silahı kaptığım gibi Asuman’ın… Ulan gerçek adı Asuman bile değildir ki!
‘‘Ne yapıyorsun Fehmi?’’
‘‘Fehmi değil Cenk! Kanun namına seni tutukluyorum.’’ Öylece yüzüme bakıyordu, bir şey demiyordu.
‘‘Gerçek adımı bilmek ister misin?” dedi bir süre sonra.
‘‘Gerek var mı? Zaten şubede her şeyini öğreneceğim.’’
‘‘Olsun sonuçta yılların getirdiği bir nişane olarak düşün. Benim adım Dr. Tülin Kulin,” deyip üzerime hamle yapınca silah ansızın patladı. Ne o ne ben yaralandım. Boğuşurken silah elimden düştü ve sol kroşesini yedim. Dengemi kaybeder gibi olsam da saçlarından yakaladığım gibi karşı koltuğa doğru fırlattım. Birden pencereden içeri kurşun yağmaya başladı. Siper almak için üstüme çullandı, bir yandan da bağırıyordu ‘İmdat öldürüyorlar!’ diye. Büyük ihtimalle sokakta Salim’in adamları vardı ve onlara sesleniyordu. Bir hışımla üstümden savurdum ve kapıya koştum. Çünkü içeri girerlerse yaşama şansım çok azdı. Tam kapıyı açmıştım ki kadın arkamdan mermi sıkmaya başlamıştı.
Çiuv! Çiuv!
Merdivenleri üçer beşer inerken Salim’in adamlarıyla çarpıştım, yine de kargaşadan, mermilerden sıyrıldım. Şimdi peşimden silahları sıka sıka geliyorlardı.
Çiuv! Çiuv!
Bir onlar bir ben sıkıyordum.
Çiuv! Çiuv!
Koşarken arkaya bakmak zordu, bir de silah sıkmak daha da zordu. Kafamın içinde Da Poet’ten tam ortama uygun bir enstrümantal müzik çalıyordu. Allah’ım hikayemi sen yazdın biliyorum ama neden Murat Menteş kitaplarındaki absürt olaylarla yazıyorsun? Daha dingin bir konu bulamadın mı?
Çiuv! Çiuv!
Merminin bittiği yerde…
Güm! Pat!
Bölüm Yedi: Dişsiz Zombi İstilası
‘‘Gönül defteri asla kapatılmıyor borçsuz.’’
MURAT MENTEŞAh! Ne hikâye ama? Klişe aşk hikâyelerinin kahramanı Ferhat’tır ne bileyim Mecnun’dur. Bu şahsına münhasır insanları anlıyordum artık. Aşkın gözü kör ettiği değil de aklı bulandırdığı aşikârdı. Aşk bir dişsiz zombiydi ve her hâlükârda istila edip ısırabiliyordu. Böyle bir hastalıktı aşk.
Sevdiğim kadının bir katil, aynı zamanda bir intikam avcısı ve doktorasını tamamlamış bir psikolog olduğunu öğrenmiştim. Beni bile öldürebileceğini görmüştüm üstelik. Güzel gözlerine intikamı lens olarak takan Asuman’ın… Asuman? Dilimdeki en güzel şarkıydı ismi. Fakat o bile yalanmış. Tülin Kulin’miş gönlümü infilak ettiren C-4’ün ismi.
‘‘Vay paşam! Gelmişsin kendine?’’ diye odaya dalan Başkomiserim’in sesiyle irkildim.
‘‘Geldim Başkomiserim.’’
‘‘Lan oğlum neden götünden büyük osuruyorsun? Ulan kevgire çevireceklerdi az kalsın seni be!’’
‘‘Yani, şey Başkomiserim aslında kurtuluyordum.’’
‘‘Ulan ben kırk yıldır patriğin eşeğini düdüklüyorum. Senin böyle bir ahmaklık yapacağını biliyordum. Ama helal olsun kaşla göz arasında evden çıkmışsın fark etmemişler bile.’’
‘‘Sağ olun Başkomiserim.’’
‘‘Sağ ol diyor bir de yahu! Güzel kardeşim, adamlardan kaçayım derken arabamın önüne atladın. Yavaşlamama rağmen çarptım sana. Ya fark etmeseydim ya başka bir araba çarpsaydı? Kendini bu kadar sevmiyorsan, öldürmek istiyorsan git intihar et ne diye insanlara bela oluyorsun.’’
‘‘Haklısınız Başkomiserim.’’
‘‘Haklıyım tabii! Allah’tan şu ses kayıtlarını düzeltti Işıl da elimizde artık delil var. Ayrıca Asuman… Aman be neydi adı?’’
‘‘Tülin.’’
‘‘Evet, Tülin de anlattı her şeyi. Bu gece gerçekleşecek uyuşturucu satışının yerini de söyledi Operasyona hazırlanıyoruz. Çalkantılı da olsa sayende sıçanı yakalayacağız.’’ dedi ve telefonunu çıkarıp hastaneye iki kişinin daha gönderilmesini emretti. Biraz daha payladıktan sonra gitti.
Aslında Tülin haklıydı. Bu iş bana göre değildi belki de. Son konuşmalarımız aklıma geldikçe kafamın içindeki safarinin kaosu daha da çok artıyordu. Bu nedenle gözlerimi kapayıp uykumun beni sarmalamasını beklemekten başka çarem yoktu.
Birkaç Gün Sonra
Her şey bitti. Tülin ne dediyse hepsi çıkmıştı. Şahit olduğu ne varsa hepsini uzun uzadıya anlatmış Salim ve Cevher’in tüm pisliklerini dökmüştü ortaya. Operasyon başarılı olunca Başkomiserim’in ağzı kulaklarından bile taşıyordu. İşlemler devam ediyordu, yol uzun ve uğraş dolu olsa da bunları başarmak bile bir mucizeydi. Başkomiserimin elinde büyük kozlar vardı ve şimdi keyif sigarasını yakmış Cevher ve Salim’in mavi cezaevi nakil aracına binmesini izliyordu. Büyük iş insanının karıştığı olayları duyan gazeteciler de arabanın çevresini sarmıştı.
Herkes mutluydu. Yıllardır hedeflediği amacına ulaşan Başkomiserim, bu başarıda payı olduğunu düşünen Savcı Hanım ve böyle bir haberle haftalarca ekmek yiyecek olan televizyon kanalları… Ama benim yüreğimdeki keder büyük ikramiyeyi tek bir sayıyla kaçırmış birinin iç acılarının toplamından daha büyüktü. Gözlerimin önünde sevdiğim insanı soluk mavi arabaya bindiriyorlardı. Bir an göz göze geldik ve bana gülümsediğini fark ettim.
Hayat sanırım herkes için böyledir. Kalp kırılmaya yarar. İncinmelidir gönül. Kâinatın yakıtı, sihirli formül.

