Bu yıl haziran ayı, benim için sıradan bir yaz başlangıcından çok daha fazlasıydı. Uzun bir aradan sonra Türkiye’ye gidişimle birlikte, heyecan, mutluluk ve ilham dolu günler yaşadım. Yolculuğumun her anı, hem kalemime hem ruhuma dokunan, unutulmaz bir deneyime dönüştü.
İlk durağım İzmir oldu. Rüzgârının sıcaklığı, denizinin tuzlu kokusu ve sokaklarına sinmiş eski zamanlara has neşesiyle cıvıl cıvıldı şehir. Yakın Kitabevi’nde gerçekleştirdiğim söyleşi ve imza günü etkinliği, kelimelerin yalnızca sayfalarda değil, insanlar arasında da bağ kurduğunu bana bir kez daha gösterdi. Okurlarla göz göze gelmenin, aynı kelimeler üzerinde birlikte düşünmenin kıymetini bir kez daha anladım. Edebiyatın ne kadar sahici bir köprü olduğuna dair inancım ve güvenim arttı.
Etkinlikte, dergimizin Genel Yayın Yönetmeni Gamze Yayık, Suphi Varım ve Nurhan Işkın’la da uzun uzun sohbet etme imkânı buldum. O günün bir başka unutulmaz anını, yıllardır görmediğim çocukluk arkadaşım Azmi Atgın’ın bir anda karşıma çıkmasıyla yaşadım. Meğer İzmir’de olacağımı duymuş; eşiyle birlikte yazlıklarından kalkıp beni görmeye gelmişler. Ne kadar mutlu oldum anlatamam.
İzmir’de geçirdiğim birkaç gün yalnızca bu etkinlikle sınırlı kalmadı. Gamze Yayık ve eşi, Suphi Varım, Algan Sezgintüredi ve eşi, Hüseyin Bul, Turgut Şişman ve Güneş Barguş’la enfes bir İzmir akşamında aynı masayı paylaşmak, edebiyatın gölgesinde dostça sohbetlere dalmak da bu yolculuğumun en keyifli bölümlerinden biri oldu.
Malum; roman veya hikaye yazarken, hatta bir makale kaleme alırken bile, çoğu kez tek başınayızdır. Kalemin yalnızlığını paylaşmak, kurgu dünyalarının dışında yazar dostlarla bir araya gelmek, yazının görünmeyen yükünü hafifletir. Edebiyatın etrafında kurulan dostluk sofralarının tadı hiçbir şeye benzemez. Hele, söz konusu polisiye olduğunda, konuşulacak o kadar çok şey vardır ki.
İzmir’den sonra kısa bir mola verdim. O kısa tatil, zihnimi dinlendirdi, kalemimi tazeledi. Fakat tatil demek, bende hiçbir zaman tümüyle durmak anlamına gelmez. Bu süreçte “Polisiye Roman Nasıl Yazılır?” adlı kitabımın son bölümlerini yazdım. Son noktayı Akyaka’da, Sinemateke Kitap Kafe’de koydum. Buradan kafenin sahibi Ahmet Bey’e selamlarımı iletiyorum.
Haziran sonunda yayımlanan kitabım, polisiye edebiyat alanında Türkçe yazılmış ilk kaynak olma özelliğini taşıyor. Amacım, bu türde yazmak isteyenler için bir teknik rehber hazırlamak değildi sadece. Aynı zamanda polisiye edebiyatı anlamak, kökenine inmek, farklı yönlerini keşfetmek isteyen edebiyat meraklılarına seslenmeyi de hedefledim. Teoriden uzak, samimi, kendi yazarlık yolculuğumdan süzülmüş öneriler ve gözlemlerle dolu bir kitap olmasına gayret ettim.
Sapanca, yolculuğumun bir başka durağıydı. Dervişane Sahaf’ta gerçekleştirdiğim imza günü ve söyleşi etkinliğim, çok özel ve duygusal anlar yaşattı bana. Dergimizin çok kıymetli yazar ve editörlerinden Ramazan Atlen’le sonunda tanışabildim. Tanışabildim derken, fiziki olarak yüz yüze gelmeyi kastediyorum elbette. Yoksa yıllardır internet üzerinden görüşüyor, konuşuyor, tartışıyoruz.
Sapanca’daki en büyük sürpriz ise, bir başka Filyoslu çocukluk arkadaşım Rengin Tığrak’la karşılaşmam oldu. O da, Sapanca’da olacağımı öğrenince Karasu’dan çıkıp gelmiş. O anda dünyada benden daha mutlu bir insan olamazdı herhalde.
Yerel kitapçıların samimi ortamını çok beğeniyorum. Edebiyatı bir yaşam biçimi olarak gören insanların arasında ördüğü o ince bağlar, bence çok değerli. Dervişane Sahaf, Sapanca’da sadece kitap satılan bir yer değil; adeta edebiyatın yaşadığı, konuştuğu, paylaşıldığı bir mekân. Neva Hanım ve Mehmet Bey, harika bir topluluk oluşturmuşlar çevrelerinde. Onları tanıdığım için de kendimi şanslı addediyorum. Bu vesileyle her yazar dostuma, kendi şehirlerindeki yerel kitabevleriyle bağ kurmalarını, o yerleri yalnız bırakmamalarını içtenlikle tavsiye ederim. Çünkü oralarda yalnız kitaplar değil, dostluklar, düşünceler, hayaller de raflarda yer buluyor.
Son durağım ise Ankara’ydı. Herdem Kitap tarafından düzenlenen etkinlik, Botanik Parkı’ndaki bir kafede gerçekleşti. Doğanın huzuruyla buluşan kitap kokusu, okurlarla geçen saatleri daha da anlamlı kıldı. Orada yeni kitabımı tanıtma fırsatı buldum; uzun süredir yalnızca sosyal medya aracılığıyla iletişim kurduğum pek çok okurumla nihayet yüz yüze geldim. Yazının hayatla temas ettiği en değerli anlar arasında yer alan bu buluşmada her bir bakış, her bir imza, her bir cümle, yıllar boyunca birikmiş duyguların özeti gibiydi.
Etkinliğin benim için özel bir anlamı daha vardı. Herdem Kitap’ın sahibi Aydın Bey ve yayın koordinatörü Şebnem Hanım’la yıllardır süren tanışıklığımız, ilk kez fiziksel bir karşılaşmaya dönüştü. Aynı masada oturup sohbet etmek, tarifsiz bir mutluluktu. Geçmişi yad ederken, geleceğe dair projeler üzerine de konuştuk; hayaller kurduk, yeni rotalar çizdik.
Haziran sona erdiğinde, elimde kitaplarla dolu bir valiz, içimde yazma hevesiyle büyümüş bir umut vardı. İngiltere’ye dönerken yalnızca eşyalarımı değil, yeniden güçlenmiş duygularımı da yanımda götürdüm. Bu uzun yolculuk, edebiyatın yalnızca masa başında değil, yollarda, karşılaşmalarda, sıkılan ellerde, konuşulan cümlelerde de var olduğunu bana yeniden hatırlattı.
Haziran ayı, su gibi akıp gitmiş olsa da ruhumda iz bırakan uzun bir mevsime dönüştü. İçinde dostluk, yaratıcılık, paylaşım ve ilham taşıyan uzun bir mevsime…

