Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

YeniSayı Çıktı

Polisiye Dergi Dedektif'in yeni sayısını şimdi ücretsiz okuyabilirsin!

KANARYA SOKAK’TA AKŞAM VAKTİ

Diğer Yazılar

Serap Gökalp
Serap Gökalphttp://[email protected]
Bursa doğumlu. İlk kitabı, Astak Kum Saatinde Akarken, 2002 yılında Sistem Yayıncılık’tan, ikinci kitabı Kulak Misafiri, 2009 yılında Pupa Yayıncılık’tan çıktı. Ödüllü öykülerinin yer aldığı bu kitabı, Orhan Kemal Ödüllü üçüncü kitabı Tuz Saraylar izledi. 2010 yılında İlya Yayıncılık tarafından kitaplaştırıldı. Dördüncü kitabı Pirana Kahkahaları 2017 yılında Kanguru Yayınları tarafından yayımlandı. Kişisel kitapları dışında Anlatılan Bizim Hikâyelerimiz, Çığlık, Mübadele Öyküleri, Öykü Dostluğu, Kadınların Ruh Acıları, Öyküden Çıktım Yola-252 Yazardan Minimal Öyküler, Gurbet (Almanya, Gökyüzü Yayınevi Seçkisi) Tanzimat’tan Günümüze Rumeli Motifli Öyküler seçkilerinde öyküleri yer aldı. Kadın Yazarlar Derneği Yayını, Kadınlar Edebiyatla Buluşuyor adlı projede öykü atölyeleri düzenleyerek aynı adlı yapıtta ve yine Kadın Yazarlar Derneği Yayını olan Söz Kesmek, Kına Yakmak, Nikah Kıymak adlı kitapta incelemeleri, yayınlandı. Çalışmalarından Fadime Hanım’ın Işığı adlı öyküsü Petrol İş Sendikası – Kadın Öyküleri Yarışmasında 2007 birinciliğini, Sisin İzi adlı öyküsü, Madenci Öyküleri Yarışması 2007 ikinciliğini, 16/24 Vardiyası adlı öyküsü, Abdullah Baştürk İşçi Öyküleri Yarışması 2007 üçüncülüğünü kazanmıştır. 2009 yılında Tuz Saraylar adlı dosya ile katıldığı öyküleri Orhan Kemal Öykü Ödülü ikinciliğini almıştır. Öykü kitapları dışında oyunlar yazmakta, metin incelemelerini dergilerde, internet edebiyat siteleri, kendi bloğu ve edebiyat etkinliklerinde, paylaşmakta, yetişkinler ve çocuklar için öykü ve yazı atölyeleri düzenlemektedir.

“Karayolunda doğuya doğru giderken … yazan yan yola dikkat etmek gerekir. Yoksa çarpılmış, harflerden kalan yerlere kalın kalemlerle ayıp sözler yazılmış tabelayı göremezsin. Yolunu şaşırırsın. Hemen hemen on kilometre (sapaktan sonra yani) devam ediyorsun, anladın mı?  Bir tepeyi aşmış olacaksın. İkinci tabela bu tepededir… yazar.  Devam edersin. Belediyenin görmezden geldiği, kentin bağırsaklarındasın, anladın mı? İlerle. Kireç boyalı, topraktan kabarıp çıkmış gibi duran eğri büğrü evler. İçleri de dışları da çocuk kaynar.”

***

Yöredeki en pis, en dar sokağın başında bir beton mikseri durdu. Şoför bir sigara yaktı. İkirciklenmişti. Burada beton dökülecek yer var mı yok mu kestiremiyor insan. Camı indirip kapı eşiğine çömelmiş kadınlara seslendi.

“Burası Kanarya Sokak mı?”

Hiçbiri cevap vermedi.  Örtüleriyle ağızlarını kapatıp öylece baktılar. Mikser, eğimli sokakta biraz ilerledi. Çevresine üşüşen çocuklar yüzünden gözünü dört açması gerekiyordu. Sürücü bu kere çocuklara seslendi.

“Uşaklar, burası Kanarya Sokak mı?”

Altı, yedi yaşlarında bir oğlan başını kaldırıp baktı. Burnu akmış, üst dudağında kurumuştu.

“Bu ne kamyonu?” dedi yanaklarındaki yaraları kaşıyarak.

“Bu kamyon değil lan hergele, bunun adı mikser.”

“Heee, ne yapıyo?”

Daha büyük bir oğlan, sinsice arkasından sokulup kafasına güçlü bir tokat attı.

“Görmüyon mu lan? Beton kamyonu işte salak!”

Tokattan hafifçe sarsılan ama umursamayan küçük ısrarla devam etti.

“Hee, peki öbürüsü?”

Şoför sigara dumanını bezgince üfledi. Çocuğun işaret ettiği yöne baktı. Pompayı gördü. Demek doğru yer. İyi.

“Ona pompa denir,” diye bağırdı çocuğa. “Beton döker. Ben getiriyorum, o da inşaata döküyor. Anladın mı?”

“Hee, inşaata işiyo, biliyom.”

Gülüştüler. Sonra birbirlerini itip kakarak katıla katıla güldüler. Şoför motoru hırlattı. Korkup kaçtılar. Giderken pipilerini işeyecek gibi tutmuş, apışlarını aça aça yürüyorlardı.

Mikser, arabanın çevresini sarmış, yerden kaynayan kara kafalı, koca ayakkabılı yaratıkların arasından özenle sarsılarak usulca ilerledi. Adam el frenini çekip aşağı atladı. Sigarayı attı, ezdi. Yüzünü buruşturarak, “Burası çok sıkışık,” dedi Pompacı Binali’ye selam falan vermeden.

“Hayatımda bu kadar çok çocuğun içinde kalmamıştım. Kanarya Sokak demişler ama karınca yuvası sanki, karınca sokak deselerdi,” dedi Binali.

“Dün Jandarma Atılgan Beton’un mikserini kaçak döküm yaparken enselemiş buralarda.”

“Boş ver be Harun, patron dökülecek diyor, dökeriz. Mikseri bağlarlar, onun mikseri. Ceza kesilecek, o ödeyecek. Hem artık hava kararıyor, bir şey olmaz.”

“Peki ya bize mesai parası? Ne mesaisiymiş, bedava çalış babam çalış.  Seçim üstü amma kaçak iş var. Gazeteler istediği kadar yıkılacak diye yazsın, valilik emir yayınlasın.”

“Çok yorgunum. Beton hiç bitmeyecek gibime geliyor. İçime fenalık geldi birader.  Pompayı iyi yere kurmuşsun.”

“İyi mi?”

“İyi, iyi.”

“Zemin eğimli. Bu kadar oluyor. Bir de etrafta şu çocuklar…”

“İyi yer. Ben başlayayım artık.”

“Şu çocuklar da evlerine gitmek bilmedi arkadaş. Kaza maza olacak başımıza iş çıkacak. Hepsi bu sokaktaki evlerin çocukları mı dersin?”

“Karınca yuvası valla,” dedi Harun. Sonra kamyonun çevresindekilere bağırdı. “Çekilin lan! Boşaltın burayı!”

Kaçıştılar. Çamura saplanan ayakkabılarını dönüp giyerek, kurtararak…

Yağcı geldi.

“Ne haber yağcı?”

“Şu yağcı lafına sinir oluyorum ya, kim çıkarmış? Pompacı yardımcısının nesi var sanki? Yağcı deyince başka şey… Mikseri yanaştırayım mı artık?”

Binali, başını evet anlamında sallayınca Harun mikseri pompanın arkasına yanaştırdı.  Yağcı Ahmet, işaret verince Harun kolu çekip mikser kazanını çalıştırdı. Betonu pompa kazanına aktarmaya başladı. Aşağı indi. Telsizden konuşmalar, cızırtılar geliyordu.  Pompa vuruntuyla çalışırken, mikser kazanı önce bir yana, sonra ters tarafa dönüyordu. Bunlara iki aracın motor gürültüleri karışıyordu.  Çocuklar büyülenmişçesine olup bitenleri izliyorlardı. Binali direksiyona tutunup kendini tekrar yukarı çekti, pompanın devrini yükseltti. Daha çok ses çıkmaya başladı.  Çocuklar bağırıştılar. Araçtan indi. Su deposunun musluğunda ellerini yıkadı, pantolonuna sildi.

Beklerken adamlar birer sigara daha yaktılar. Gece yarısına dek bitmez bu iş, diye düşündü Ahmet. Dönüşte pompa temizlenecek, yağlanacak, ohooo. Harun’a bir kez daha sıra gelecek gibi görünüyordu. Saatine baktı. Diğer mikser de neredeyse gelir.

Harun, “Çocuklar pompadan fazla ses yapıyor,” dedi Binali’ye. Adam duymadı. Dalmış gitmişti. Üstelemedi Harun.

Gece burada döküm yapmak feci olur. Hele bu çocuklar gitmezse işimiz iş…

“İnşaatın sahibi şu ileriki evde kiracı oturuyormuş,” dedi Binali.

“Gece ne yapacağız, hiç sokak aydınlatması yok,” dedi Harun.

“Ne bileyim ben!”

Sustular.

Ahmet, mikserin içindeki betonun bittiğini bildiren düdüğü çalınca çocuklar korkuyla bağrıştılar. Bir kedi karşıya sıçradı. Pompacı gidip pompayı durdurdu. Harun, mikser oluğunu temizledi, kazanın içini yıkadı. Ahmet de işini bitirmiş diğer mikserin gelişi için hazırlanmıştı. Binali teslim fişini yazdı, kim imzalayacak diyen bir hareket yaptı. İmzala gitsin, diye bir işaret yaptı arkadaşı.  Çocuklar araçların arasında saklambaç oynarken karanlık çöküyordu.

“Sen çıkabilecek misin?” dedi Binali etrafına bakınıp. Yüzü olanaksız der gibiydi.

“Çıkacağız, artık mecbur… Anaları öyle oturup duruyor, çekil diyen yok. Hiç böylesini görmedim. Akşam vakti başım derde girmesin de…”

O sırada çocuklardan birinin fırlattığı taş ön cama geldi. Açılan küçük delikten anında bir kar tanesi şekli çıtırdayarak yayıldı. Bir küfür savurdu şoför. Sinirlenmişti. Ne yapacağını bilemez gibiydi.

“İnsanların ayaklarına böcekler tırmanır ya çıtır çıtır, öyle bir his uyandırıyor bende bu çocuklar,” dedi tiksintiyle. “Gitti cam!”

Yerden taşlar aldı, çocuklara fırlattı. Oralı olmadılar. Küfredip bağırmaya koyuldu. Mikserin çevresini defalarca dolandı. Ne çamur Allah’ım ne çocuk! İçim daraldı!

Sonunda hepsini tümseklerin üstüne kovalamayı başarmıştı. Oradan bağırıp itişiyorlar, mikseri taşlıyorlardı. Eğilip aracın altına tekrar baktı, kapıyı açıp kendini yukarı çekti. Adamlara eliyle selâm verdi. Bu trafikte şantiyeye gitmek yarım saatten fazla sürer. Vitesi taktı. Oğlan gene uyumuş olacak. Hay ben bu hayatın… El frenini indirdi. Gaz verip motoru hırlattı. Yan camdan dışarı baktı. Dev bir bıçak toprağı beklenmedik bir zamanda yarmıştı sanki. Kahverengi katmanların gevşek ve yumuşak olduğu besbelliydi. Sevimsiz beyaz kıllara benzeyen bitki kökleri açıkta kalmış… Üstünde çocuklar tepiniyordu. Tekerleklerin tırnakları çamuru kavradı. Kavrayıp geri attı. Direksiyondan elleri hissediyordu. Buraya saplanmak da var şimdi. Gaz verdi. Olmadı. Gözlerini camdaki çatlağa dikti. Gaz verdi. Tekerlekler döndü. Kazı sırasında oluşan kenardaki tümseklerden çamurlar kopup arabanın altına yuvarlanıyordu. Sarsıntıdan mı? Düşen lokmalar tekerin çevresini doldurur mu dersin? Gaz verdi. Çamur tekerin altında yapışkandı. Tok ses çıkmıyor, şılak şuluk diye bir ses… Buraya saplanırsak işimiz kötü aslanım!  Gaz verdi. Kurtardı. İki metre kadar gidince ayağını gazdan çekti. Sol aynayla dikiz aynasından dışarıya göz attı. Çocuklar bağırışıp zıplayıp duruyordu. Birden içgüdüsel olarak fren pedalını ezdi. Bağrışlar arttı.  Camı açmayı akıl edemedi. Ne olduğunu anlamış değildi. Sezgisel olarak…

Araç durdu. Anlatılmaz bir panik dalgası ensesinden fren pedalındaki ayağına şimşek hızıyla aktı. Saplandım mı yoksa!  Mikseri geri almaya karar verdi. Geri aldı. Bağrışlar ve çığlıklar durmuyordu! Tüm bunlar birkaç saniyede olmasına karşın ürkütücü bir yavaşlık duygusuna kapılmıştı. El frenini çekip indi. Sağır eden çığlıklar!  Ne oldu? Allah’ım!  Zaman sakız olmuş uzadıkça uzuyor… Alacakaranlık bir de… Tam olarak görünen bir şey yoktu. Eğilip dört tekeri de göreceği bir nokta bulmaya çalıştı.

“Ne yaptın gördün mü?” diye haykırdı bir erkek sesi.

“Ne?” 

Hızla döndü. Sol arka tekerin altında renkli bir bez vardı. Ahmet ve Binali çıldırmış gibiydi. Bağırıyorlardı.

“Mikseri ileri al!”

“Ne!”

“İleri dedim!”

Binali kollarını deli gibi sallıyordu! Dizlerini bağı çözüldü. Kulağına birtakım konuşmalar takıldı ama anlam veremedi.  Bu telaşta, alçak sesle aralarında konuşan adamları da kimsenin fark ettiği yoktu zaten.

“Bu senin dediğin şirket mi?” dedi biri.

“Benim dediğim.”

“Tamam mı peki?”

“Tamam. Baksana… Evet, sol arka tekerin altına baksana.”
“Vay canına evi yaptın say leeen! Dünyanın kan parasını istersin artık! Ama senin karı…”

“Ne benim karı? Kafadan sakat bir döl zaten… Ağlar ağlar geçer.”

Binali, fırlayıp direksiyona geçti, titreyerek aracı ileri aldı. Ne oluyor Allah’ım ne?

O sırada sokağa giren öteki mikserin farları Harun’un yüzüne vurdu! Sol arka tekeri de aydınlatmıştı. Aynı anda her şey bir kadın çığlığı içinde yüzmeye başladı…

***

[Davacılar vekili tarafından davalılar aleyhine açılan davanın yapılan yargılaması sonunda:

GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ: Davalılar yetkili mercilerden izin almadan ve bilgi vermeksizin, caddeyi trafiğe kapatmak, çevre sakinlerinin can ve mal güvenliği emniyetini sağlayacak tedbirleri almaksızın Burak Bütün’ün ölümüne sebebiyet verdiklerinden kusurludurlar. Maktul davalının kasıtlarından dolayı altı yaşında hayatını kaybetmiş ve geride gözü yaşlı anne, baba ve sekiz kardeş bırakmıştır. Müvekkillerim büyük bir keder ve ıstırap içerisindedir. Müvekkillerim maktulün yasal mirasçılarıdır. Davalılar hakkında 7. Asliye Ceza Mahkemesinde …./444 E sayılı dosya ile kamu davası açılmış ve sanıklar bilinçli taksirle adam öldürme suçundan dolayı yargılanmaktadır. Müvekkillerim anne ve baba, bir oğullarının desteğinden yoksun kalmıştır. Evladın ileride anne ve babaya destek olması, hayatın genel beklenen deneyimine uygundur. Bu durumda evladın ileride anne ve babaya destek olacağı karinedir. Maddi ve manevi büyük mağduriyet içindedirler. Destekten de yoksun kalmışlardır. Yaşanan acının parayla ölçülmesi mümkün değildir. Aile acı çekmektedir. Ayrıca görenek çerçevesinde erkek çocuğa verilen değer ondan gelecekte beklenilen fayda nedeniyle üzüntüleri çok fazladır. Ancak bir nebze olsun maddi destekle acılarının hafifletilmesi için…]

***

“Karayolunda doğuya doğru giderken … yazan yan yola dikkat etmek gerekir. Yoksa çarpılmış, harflerden kalan yerlere kalın kalemlerle ayıp sözler yazılmış tabelayı göremezsin. Yolunu şaşırırsın. Hemen hemen on kilometre (sapaktan sonra yani) devam ediyorsun, anladın mı? Bir tepeyi aşmış olacaksın. İkinci tabela bu tepededir … yazar.  Devam edersin. Belediyenin görmezden geldiği, kentin bağırsaklarındasın, anladın mı? İlerle. Kireç boyalı, topraktan kabarıp pıtırak gibi çıkmış eğri büğrü evler göreceksin. İçleri de dışları da çocuk kaynar. Orada oldu işte. Kanarya Sokak’ta… Bir karı kuş gibi cırladı durdu saatlerce… Kanarya Sokak’ta… Bana inanmıyor musun? Bak bu el tanıktı işte, her şeyi gördü. Benim elimdi bu.  Bu el var ya bu el, onu kesmem gerekiyordu çünkü oğlunu ezilmesi için kamyonun altına iten el buydu! Sana hikâyeyi böyle anlatmasaydım dinlemeyecektin. Ben deli değilim.”

“Niçin?”

“O elle yaşamak canımı sıkacaktı da ondan…”

“Bu benim sorumun karşılığı değil.”

“Biliyorum. Birazdan neden diye başlayan bir soru daha soracaksın. Her ikisine de cevap olsun diye, anladın mı? Artık sus.”

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

En Son Yazılar