Tek kolumla adamın boğazına sıkıca sarıldım. Boştaki elimde bir karambit vardı. O kadar keskindi ki ben aleti adamın boğazına değdirir değdirmez boynundan ince ince sızan kanın kokusunu aldım. Hayır, ellerim titremiyordu. Bir insanı kanun namına, vatanı kurtarmak adına ya da nefsi müdafaa için değil sadece ben onun ölmesi gerektiğini düşündüğüm için öldürmek üzereydim.
Tam o anda yeni ortağım Folder Folder Hayriye, çakmak çakmak bakışlarımdan niyetimi anlamış olacak ki kararımı düşünebilmem için beni durdurdu:
“Dur Ozan! Yapma! Dur! Adaleti kendin sağlamak istediğinden emin misin? Bu kanı akıtınca vigilante olacaksın! Buradan geri dönüş yok biliyorsun!”
***
Başına bir taç koyduktan sonra bir köpeğe tasma takmak zordu. Game of Thrones’da böyle buyuruyordu Zerdüşt. Haklıydı.
Folfer Folder Hayriye ve ben Ozan Ilgın, zamanın yavaşlatıldığı gizli adaya gönderildikten sonra Sultanat Eyalet-Şehri bizi saf dışı bırakanlarca istila edilmişti. Giderken bıraktığım asmalar üzüm olmuş, ben gideli buralara olanlar olmuştu. Atı alan Vali-başkan İkram Papazoğlu üçüncü köprüden Üsküdar’ı geçmiş, bindiği Demir Kır At ise gemi iyice azıya almıştı.
Sultanat Eyalet-Şehri’ni ikiye bölen Burgaziçi Nehri, kıyılarına daha çok yalılar, binalar yapılabilsin diye bütün bitki örtüsünden, ormanından, park ve bahçelerinden arındırılmıştı. Yerin üstündeki suya bakan mavi camlı gökdelenlerin yerin altına inen katları kalan bitkilerimizin köklerini ve yer altı sularımızı zehirlemiş, şehir betondan bir mabet haline gelmişti. Yüzlerce yıllık misafirperverliğe dayalı ince diplomasi geleneklerimiz, hak etmediği mevkilere boş beleş diplomalar ve sertifikalarla atanan diploma-at’lar tarafından hiçe sayılmış, bürokrasiyi yaşatan ve yürüten kurumların sadece içeriği değil utanmadan isimleri bile değiştirilmişti.
Folder Folder Hayriye gibi müthiş bir hacker ve süper kadın polis olarak özel yetiştirilmiş olan benim gizli adada beş gün kalmamız, İkram Papazoğlu’nun Sultanat şehrinde üç yıl boyunca at koşturmasını sağlamıştı. Eskiden kurtarabiliriz diye az da olsa bir umudumuzun olduğu şehir artık tamamen ele geçirilmişti. Cebren ve hileyle bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve her köşesi bilfiil işgal edilmişti. Bizi okyanus ötesi göreve gideceksiniz diye kandırarak zamanın yavaşlatıldığı milyon dolarlık özel adaya gönderdiği için Sultanat Şehri Özel Kuvvetler-SSOK amiri Kozak Hayri de mesleğinde epeyi ilerlemişti. Her Emre Amade Şaşkın Hatta İşi Başından Aşkın Askerler İnisiyatifi-HAŞHAŞİ’lerin başına getirildiğini öğrendiğimde yüzümde acı bir gülümseme oluştu. Oysa onun görev yapması gereken kurumların başında EESEM geliyordu. Ama biz bu görüntüyü hazmettikten sonra yeni bir eylem planı yapmak zorunda olduğumuzu anladık.
***
Sultanat’ın sosyal hayatının yönetiminde Hinduuista eyaleti gibi ‘kast’ yani sınıf sistemi rol almıyor zannederdiniz. Oysaki şehrin tüm sosyal, akademik, eğlence veya aile hayatı katmanları ve sınırları artık belirsiz hale gelmiş sınıflandırmalarla yönetiliyordu. Bu belirsiz sınırlar, insanların hadlerini bilmemelerine sebep oluyordu. Haddimizi bilmememize neden olan en büyük etkenlerden biri tüm dünyayı saran sosyal medya denen sanal ortamdı. İnsanlara sınıfların üstünde fikirler aşılayan ve hiç gerçekleştiremeyecekleri hayaller satan bu icat hiç susmuyor, hiç kapanmıyordu.
Bir zamanlar dillere destan bir gelinlik giymiş Ley DiDi isminde güzeller güzeli bir genç kız vardı. Kal-gel prensi Çarliston’la olan aşksız evliliği kendisine prenses unvanını verse de mutsuz sonla bitti, Prens, annesi Sonsuzabeth 96 yaşında ölünce kral olabildi. Kralın artık çirkin bir karısı vardı. Ama bu başka bir hikâyeydi. Ölümü de gelinliği kadar konuşulan Ley DiDi’nin gelinliğini sadece gerçek bir prensesin giyebileceğini eskiden hepimiz bilirdik. Aradan neredeyse elli yıl geçti. Teknoloji ve teknolojinin sunduğu her şeye ulaşabilmemiz kolaylaştı. Eskiden tabloid gazetelerin baş sayfalarında sadece ünlülerin ve soyluların fotoğrafları basılırken, teknoloji ve sosyal medya denen illet sayesinde artık hepimizin kendimize ait bir tabloid gazetemiz oldu. İsmine de Instagram dendi. Böylece sonradan görme herkes, prensesin taklidinin taklidinin taklidi oldu. Ünlü markaların fason üretimi sayesinde gündelik giysilerimizden tutun da balo kıyafetlerimizden gelinliklerimize kadar tüm giydiklerimiz prenseslerin kıyafetlerinin suyunun suyu haline geldi. Birbirinin kopyası insanlar, birbirinin kopyası çakma kıyafetler giyerek birbirinin kopyası çakma hayatlar yaşamaya başladılar. İyi de bu hiç dur durak bilmeden dönen yalancı hayatlar değirmenine gerekli olan sınırsız su nereden gelecekti? İşte burada devreye Dinero Negro girecekti.
***
Dinero Negro, öyle sessiz ve derinden akan bir imparatorluk kurmuştu ki, gelişmiş, gelişmekte olan, gelişmemiş ve hiç gelişemeyecek tüm ülkelerde hükümdarlara paralel olarak hüküm sürebiliyordu. Sadece tahtını devam ettirmek için bazı elverişli metalara ihtiyacı vardı. Bunlardan en yaygınları uyuşturucu ve bahis idi.
Uyuşturucu ya da bahse alıştırılan kişi, aile kurmaktan menediliyordu. Eğer ailesi varsa ona her türlü işkenceyi ediliyordu. İşe girmekten, maaş sistemine girmekten menediliyordu. Böyle açlık ve sefalet içinde yaşamaktansa kumar oynayarak her şeyini kaybettiği gibi hayatını da kaybedeceği günü iple çekiyordu. Eğer para kazanıyorsa, elinde avcunda ne varsa yasadışı bahisçilerin cebine, daha doğrusu yasadışı bahisçilerden haberi yokmuş gibi davranan büyük adamların ve yöneticilerin cebine giriyordu. Kazandığı üçün beşini bahis için harcıyordu. Uyuşturucu da işin içine girerse erken ölüyordu. Emekli de olamayacağına göre bu kişinin eyalete hiçbir maliyeti yoktu. Eyalet neden kumar ve uyuşturucuya engel olsundu ki?
Maviş Akel isimli bir adam, sosyal medyadan kendisine aşılanan sınıfının üstünde fikirler ve bedavaya satılan, hiç gerçekleştiremeyeceği hayaller yüzünden en iyi huyları olan alkol ve uyuşturucu bağımlılığına kumarı da eklemişti. Karısı S3Z3N Hanım’ı yıllardır dövüp tecavüz ettiği gibi büyüyüp serpilen yedi kızını da feleğin pis çemberinden geçmeye zorlamıştı. Hayatı zindan ettiği kızlarından Gülüm S., bir gece, babasının borçları yüzünden peşkeş çekileceği kumarhane sahibinin arabasına binmeyi reddedince kızın bacağını iki yerinden kırdı. Ablasına yardım etmek için araya giren Une Zile’nin elini arabanın kapısına kıstırarak kızın dört parmağını birden koparttı. Üstelik parmakları zamanında hastaneye yetiştirmek şöyle dursun, kız neredeyse kan kaybından ölmek üzereyken gelen ambulanstaki görevlilere de zorluk çıkarttı. Sağlık personeli adamdan şikayetçi olmasına rağmen bütün yaptıkları yanına kâr kaldı. Adalet sistemi bu adama altı ay hapis cezası verdi. Hakkında uzaklaştırma kararı çıkmış ama Maviş denen şerefsiz hapisten çıkar çıkmaz hâlâ ortaokul ve lise çağında olan diğer beş kızı Senağ Lama, Fiğ Ruze, She Nanay, Begon Ville ve Serçe Minor’un hayatlarını zehretmek için tekrar yeşil sahalara dönmüştü.
O sırada, aynı yeşil sahalarda koşturan başka birileri de kazandıklarından çok harcama ‘trend’ine ayak uydurabilmek için çeşitli ayak oyunlarına başvuruyorlardı. Eyalet-şehir, Sultanat Futbol Oynayabilmek ve Oynatabilmek İçin Her Türlü Fedakârlığı Yapan Eski Futbolcular Federasyonu-SFFFF’ye bağlı hakemlerin ve Sultanat Paramıyer Ligi’ndeki futbolcuların yeşil sahalarda koştururken özel bahis sitelerinde de at koşturduğu haberi basına sızınca ortalık çalkalandı. Çünkü insanlar değil 9’dan 5’e kadar, gece-gündüz hayatları boyunca çalışsalar bile bu hiç dur durak bilmeden dönen yalancı zengin hayatlar değirmenine gerekli olan sınırsız suyu elde edemeyeceklerini biliyorlardı. Tabii ki bir futbolcu ve hakem için en kolay para kazanma yolu, kendi oynayacakları ve yönetecekleri maçların skoru veya sarı ve kırmızı kartlar için yasadışı bahse girmekti. Ama bu bahislerin sadece ismi yasadışıydı. Zaten bu dünyada yasadışı olarak nitelenen her şey;
ÇOK ALTIN,
ÇOK PARA,
ÇOK SEKS,
ÇOK ALKOL,
ÇOK GAYRİMENKUL,
GAYRİMEŞRU ÇOCUK SAHİBİ OLMAK,
KADIN TİCARETİ,
ORGAN TİCARETİ,
UYUŞTURUCU TİCARETİ,
SİLAH TİCARETİ,
SAHTE DİPLOMALAR,
SAHTE OY PUSULALARI,
BAŞKALARININ MALINA ÇÖKMEK,
HİLELİ DAVALAR,
HİLELİ SINAVLAR;
Hep zenginlere serbest fakirlere yasak değil miydi?
Bu işlerin uzmanı Dinero Negro Sultanat’ta devreye girdiğinde yanına aynı anneden ve Fransız bir babadan olma üvey kız kardeşi Argent Noir ile yine aynı anneden ama Savdi Akrep babadan olma üvey kız kardeşi Almal Al’Aswad’ı da almıştı. Artık yasadışı gelirler cenneti olmuş Sultanat şehrini daha kolay yönetebilmek ve nalıncı keseri gibi her şeyi kendine yontabilmek için İkram Papazoğlu’unun icat ettiği kurumlardan bazıları ve isimleri şöyleydi:
GGGGİB: Geldiği Gibi Giden Gelirler İdaresi Başkanlığı
UUUYAP: Uysal ve Uysa da Uymasa da Yaptık Projesi
TAPPEBİS: Tapular Arsalar ve Bu Tapuları Parsel Parsel Nasıl Elde Ederiz Biz Sistemi
EESEM: Evet Efendim Sepet Efendim Müdürlüğü
SBAMM: Salla Başını Al Maaşını Müsteşarlığı
RAEK: Rolexleri Ayarlama Enstitüsü Kurumu
DMDYBD: Devletin Malı Deniz Yemeyen Bizden Değil Daire Başkanlığı
DPT: Devlet Poponu Kaldırıp da Şu Evrakı İmzala Teşkilatı
ÇŞREİŞ: Çevre ve Şehirlerden Rant Elde Etme ve İklim Değişikliğinden Bana Ne Bakanlığı
STTTTTKK: Sivil Toplumu Teskin Edici Tatlı Dilli Takip Edilmesi ve Tepesine Binilmesi Kolay Kurumları
İKKBT: İpimle Kuşağım Kaldırımla Bordür Taşım Müdürlüğü
SBKAK: Sultanat Belediyesi Kapımdan Aşağı Kasımpaşa İdaresi
UHUGHA: Uzay Havacılık ve Uzaya Gidiyoruz Diye Hava Atmacılık Daire Başkanlığı
SUSAAŞ: Sultanat Eyaletçek Susuz Kalınca Ağzımızı Havaya ve Uzaya Açarız Artık A.Ş.
SFFFF: Sultanat Şehri’nde Futbol Oynayabilmek ve Oynatabilmek İçin Her Türlü Fedakârlığı Yapan Futbolcular Federasyonu
SAYKARTECH: Sultanat Ay Hep Yerimizde Sayacak Değiliz Ya Kardeşim Tech. Ltd.
***
Krallar, imparatorlar ve padişahlar adına baş kesen cellatları yüzlerce kez görmüştük. Tabii ki filmlerde. Bir seferinde uzak bir kalede, yanındaki yardımcısı, yardakçısı ve şövalyesi tarafından kendisine saygısızlık eden birini öldürmesi gerektiği yoksa kimsenin ona saygı duymayacağı kulağına fısıldanan kendini prens ilan etmiş korkak bir genç adam, başı kesilecek yürekli adamın “He who passes the sentence must swing the sword / hükmü veren kılıcı da sallamalıdır” diyerek kendisine meydan okuması üzerine idamı kendi gerçekleştirmek zorunda kaldı.
Hükmetme arzusu ve korku bin yıllardır kol kola bir hayat sürdüler. Çünkü ömür boyu küçük parmaklarını bile oynatmadan yaşayabilecek kadar büyük zenginliğin içine yani hükümran ailelere doğmuş kişiler, bu hükmetme güçlerini kan, kılıç ve parayla elde ettiklerini inkâr ettiler. Bu hakkın kendilerine doğuştan, üstelik de o diyarlarda hangi tanrıya tapılıyorsa o tanrı tarafından verildiğine başkalarını inandırdıkları gibi kendileri de inandılar.
Eğer siz de benim gibi hükümran ailede doğmamışsanız, hayatınız bok çukuru içinde soğuk ve açlıkla mücadele ederek geçecekti. Şanslı ve çirkinseniz hükümran ailede doğanlar yesin, içsin ve sıçsınlar diye onlar için meyve, şarap, tahıl ve et üretmek zorunda kalacaktınız. Şansız ve güzelseniz erkek ya da kadın olmanız fark etmez, bir genelevde ya da hükümran ailenin şahsi hareminde onların cinsel isteklerini doyurmakla yükümlüydünüz. Yani o soyadını taşımayan herkes yetiştirdiği ürünleri ya da kendi vücudunu bilabedel sunarak hükümran ailenin her türlü doyumuna hizmet etmek zorundaydı.
O yüzden o korkak genç prens de bir adamın kellesini alırken “kill or be killed- öl ya da öldür” ilkesiyle yani ruhundaki en aç hayatta kalma içgüdüsüyle hareket etti. Yüzyıllardır birike birike, süzüle süzüle, yoğunlaşa yoğunlaşa iyice arsızlaşmış, iyice yüzsüzleşmiş bu hükmetme genini taşıyanlar, “Bok çukurunda mı yoksa bok çukurunda yaşayanların sırtından geçinerek bir elimiz yağda bir elimiz balda mı yaşayalım?” dilemmasında tabii ki kendi refah ve keyiflerini düşündüler. Kendi refah, keyif ve bekaları hariç tüm tebaasını ya da günümüzdeki gibi tüm ülkeyi ateşe atmaktan çekinmediler.
Hükmetme arzusu ve ellerindeki gücü kaybetme korkusu, onları sıtmaya yakalanmış gibi korkudan titreyen insanlar haline getirdi. Biz ise, gözleri sıtmadan kör olmuş bu insanlardan eyaletimizin, insanlığımızın, gençliğimizin, çocuklarımızın ve dahi ülkede yaşayan tüm canlı mahlûkatın iyiliği için kararlar almalarını bekledik. Oysa aldıkları her kararda ataları olan o genç ve korkak prensin, o uzak kalede, kendisine meydan okuyan o yürekli adamın boynuna o kılıcı indirdiğinde arzusu, şehveti, şiddeti, korkusu ve adaletsizliği vardı. Kılıç indikten sonra o korkak prensin iç dünyasındaki yıkımı ve zulümle başa geldiğinden, tahtta kalabilmek için, tahta otururken yaptığından çok daha fazla zulüm yapmak zorunda olduğuna dair inancı ve gözlerindeki deliliği hesaba bile katmadık.
Taht zehirdi. Güç zehirdi. Eğer taht ve güç tek bir adamın eline verilirse bin bombadan daha çok yıkım getirecek kadar tehlikeliydi. Sultanat Eyalet-Şehri’nde biz, taht ve gücü tek bir adamın, Sade Vatandaş Partisi-SEVAP lideri İkram Papazoğlu’nun eline vermiştik. Ve ondan eyaletteki her bir birey için tek tek adaleti sağlamasını bekliyorduk. Ama adaleti sağlayacak kişinin sadece kendini ve etrafındaki yardakçıları düşünen adi bir korkak değil, kılıcını herkesin iyiliği için sallayacak adil bir şövalye olması gerektiğini unutmuştuk.
***
Ellerindeki gücü kaybetmek istemeyenler, her yerde kendileri gibi düşünen kendileri gibi davranan ve kendileri gibi bok çukurundan bir kere çıktıktan sonra oraya dönmek yerine dünyayı yakacak kararlar alabilecek kadar korkudan gözü dönmüş güç sarhoşu insanlar yönetsin istiyorlardı. İstiyorlardı ki tüm dünya liderleriyle aynı dili konuşsunlar ve iş birliği yapabilsinler. Rüküş bir gösteriş meraklısı ve bir kadın düşmanı olan Kapitalist Birleşik Devletler-KABD vali-başkanı Donald Mcduck, Bembeyaz Saray’ı kendi istediği gibi aşırı lükse bulayarak, altın varaklarla süsleyerek dekore etmeye kararlıydı. Belki de sadelik ve saflığın simgesi olan beyaz renginden sıkılacak ve sarayın adını Altın Saray yapacaktı.
19 Ekim günü Cennet Cybrys Tek Ada Cumhuriyetimiz Yavru Vatanımız – CCTC-Yv’de yapılan seçimleri ana muhalefetteki Republikan Sult Partisi-RSP lideri Tuphan Manfreeman kazandı. Milliyetçi Vatandaş Partisi-MEVAP lideri Etat Le Jardin: ’81 komşumuzdan sonra 82. komşu eyalet şehrimizin CCTC-Yv olması artık hayat memat konusu haline gelmiştir,’ dedi. Çünkü her daim hamaset dolu cümlelerle zehirleyerek ancak dizginleyebildiği tebaası ondan bunu bekliyordu. Eskiden atına atlayıp en yakın beylikleri sınırlarına katarak imparatorluk kurmuş atalarından aldıkları feyz sayesinde, arkalarına bol bol “C” harfi yapıştırılmış Mercedeslerine binip yavru vatanı anavatana katma görevlerini şevkle ifa edeceklerdi. Tabii arabalarında pudra şekeri çekmekten arta kalan vakitlerinde.
Vali-başkan İkram Papazoğlu ise daha itidalli bir açıklama yaptı:
“Bizim CCTC-Yv’ye yan bakmamız ters bakmamız asla mümkün değil. Yapılan önemli bir seçimdir ve Cybrys Sultunun iradesi bizim için çok saygındır.”
***
9 Ekim’de Mysyr eyaletinde Gezzap şehri için ateşkes anlaşması imzalandı. Quatar, KABD, Mysyr ve Sultanat garantör eyalet oldular. Anlaşma Peesrail eyaletinde hükümet tarafından onaylanmayı bekliyordu. Peesrail’in Gezzap şehri üzerinden Freelistin eyaletine açtığı savaş 734 gün sürmüş, 67 binden fazla insan ölmüş, 169 bin kişi yaralanmıştı. Gezzap şehrinde binaların yüzde 90’ı yıkılmıştı. 1,5 milyondan fazla insan yerlerinden edilmişti. Ateşkes imzalandı ama tüm bu tiranlar ellerindeki hükmetme gücünü kaybetme korkusundan geçmişte mazlum olan Xahudi milletine “Mazlumken zalim oldunuz,” diyemiyorlardı. Gerçek hayat şarkılardaki gibi değildi. Zalimin zulmü varsa mazlumun Allah’ı yoktu.
***
Öte yandan Papazoğlu ve avanesi tarafından istila edilen şehrimizde istila eden hücreler hızla yayılıyordu. Bu kanserli oluşumun şehrin bütün organlarına yayılmasına metastaz deniyordu. Böyle bir durumda muhalifliğimizi, özgürlük arzumuzu ve hayallerimizi gizleyerek yaşamaktan ve onların adına çalışıyormuş gibi yapmaktan başka çaremiz kalmamıştı. Folder Folder Hayriye de ben de polis teşkilatında olduğumuz için elde ettiğimiz istihbaratlarla adalete yalvarmaya gelmişken adilerin pençesine düşmüş, başta kadınlar olmak üzere pek çok insanımızı bulundukları cendereden çıkarmaya ant içtik.
***
Görevden el çektirilen Engürü Belediye Başkanı-EBB İmelik Çekçek sabah saatinde EBB yeni başkanı Mensur Slowe’ye yapılacak olan gizli operasyonu tahmin(!) ederek tivit attı.
“Hazır mısın Engürü? Hazır mısın Sultanat? Engürü’de milyarlık vurgun patlıyor!”
Biz bunlarla uğraşırken 8 Kasım’da Sultanat’ın Dylovası mahallesinde bir parfüm fabrikasında 2’si çocuk 6 kadın işçi hayatını kaybetti. İş yeri sahibi yakalandı. 18 yaşın altında yasadışı olarak çalıştırılan bir genç kız şöyle ifade verdi:
“Alt kat depo olarak kullanılıyordu. Üstü patronun odasıydı. Patron gün boyu odasında sigara içip alkol alıyordu, bu arada da kadınları izliyordu. Güneş gören bir yerde oturup çalışanlara hakaret ediyordu. Sigortasız çalıştık. Zabıtalar geldiğinde patron parfüm hediye edip sigara alıp yollardı, denetim yapmasınlar diye.”
Bir şişe parfümü 11.000 Sult lirasından satan firma işçilerine yemek parası olarak 70 lira veriyordu.
11 Kasım’da Papazoğlu tarafından Cylivry Cezaevi’ne konulan İmam-ı Merkez Mahalle -İMM’nin 41. Aman Nazar Değmesin Mahkemesi’ne gönderilen iddianamesinde hakkında 2430 yıla kadar hapsi istendi. İMM için “örgütün kurucusu ve lideri” ifadeleri kullanıldı ve 142 eylemden cezalandırma talep edildi. Yöneltilen suçlamalar şöyleydi: 59 kez rüşvet, 7 kez suç gelirlerinin aklanması, 7 kez kamu kurum ve kuruluşları zararına dolandırıcılık, 2 kez “suç örgütünün kurucusu ve lideri olması dolayısıyla” örgüt mensupları tarafından işlenen kişisel verilerin kaydedilmesi, 2 kez kişisel verileri ele geçirme ve yayma, 4 kez suç delillerini gizleme, haberleşmenin engellenmesi, kamu malına zarar verme, 9 kez halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma, irtikâp, 39 kez kamu kurum ve kuruluşları zararına dolandırıcılık, 4 kez suçtan kaynaklanan mal varlığı değerlerini aklama, 70 kez ihaleye fesat karıştırma, çevrenin kasten kirletilmesi, vergi usul kanuna muhalefet, orman kanununa muhalefet, maden kanuna muhalefet…
Cumhuriyetçi Vatandaş Partisi- CEVAP Genel Başkanı Free Pharmacia, İMM hakkındaki iddianameye tepki göstererek, “Bu bir iddianame değil, darbecilerin siyasete yönelik bir muhtırasıdır,” dedi.
Dizaynet İşleri Başkanlığı- DİB kadar gereksiz bir kurumun başındaki kişiye zırhlı Mercedes araba tahsis eden ve kendi Mercedeslerini uçaklarla gittikleri ülkelere taşıyanlarca yönetilen Sultanat’ın 1968 model askeri kargo uçağı 11 Kasım’da düştü. 20 askerimiz şehit oldu. Bunun üzerine açıklama yapan Nasyonal Defiance Bakanlığı “Uçağın düşme sebebi uçak enkazında yapılacak detaylı inceleme sonucunda belirlenecektir,” dedi.
***
Ozon Untitrust isimli aktör, sevgilisi Mer Non-Cloudy’yi dövdüğü iddialarına karşı kameraların karşısında kendini şöyle savundu:
“Bir kadının ne kadar canı vardır ki?”
Bir kadın daha dokuz canından sekizini şerefsiz kocasının uğrunda harcamasın diye S3Z3N ve yedi kızını Maviş Akel denen babaları olacak soysuzun elinden kurtaracaktık. Kızlarını taciz eden, ona buna peşkeş çeken, karısını öldüresiye döven ama her seferinde hastaneden çıktıktan sonra iyileşmesini bekleyip tekrar döven bu adamı adalete teslim edemeyeceğimizi biliyordum. Çünkü kızlar ne kadar uzaklaştırma davası açsalar ne kadar anneleriyle beraber başka şehre taşınmış olsalar da bir türlü bu adamın zulmünden kurtulamamışlardı. Sonunda şerefsizi müdavimi olduğu kumarhanelerden birinde kıskıvrak yakaladık. Önce biraz direndi ama Folder Folder Hayriye’nin elindeki sustalıyla bendeki karambiti görünce sesini çıkaramadı. Adamı zaten tekinsiz olan mahallenin kuytu bir köşesine çektik. Biraz debelendi ama içtiği kaplardan sünger olmuş beyni ve bir pırasa kadar gücü kalmış bedeniyle bana karşı koyması imkânsızdı.
Tek kolumla adamın boğazına sıkıca sarıldım. Boştaki elimde bir karambit vardı. O kadar keskindi ki ben aleti adamın boğazına değdirir değdirmez boynundan ince ince sızan kanın kokusunu aldım. Hayır, ellerim titremiyordu. Bir insanı kanun namına, vatanı kurtarmak adına ya da nefsi müdafaa için değil sadece ben onun ölmesi gerektiğini düşündüğüm için öldürmek üzereydim.
Adamın boynundan kan sızmaya başlayınca benimle itişmeye başladı. Daha sıkı tuttum. Bana dirsek atamaya kalktı. Bunun üzerine kolunu arkadan kıvırıp o iki büklüm haldeyken topuklarına bir tekme savurdum ve yüz üstü yere yatırdım. O zaman cebinden cüzdanı ve cüzdanından kimliği fırladı. Hayriye’ye bağırdım:
“Ohaaaa! Bu orospu çocuğunun asıl adı Maviş değilmiş ki! Bu karaktersizin Türkçe karaktersiz yazılı ismi Mavis’miş. Soyadı da Akel değil Akal’mış! Yani MAVİ SAKAL! Vay şerefsizin evladı! Demek meşhur kadın katili Mavi Sakal’ın torunusun sen! Demek kendine Maviş gibi tatlişko bir isim uydurdun ama genetiğinde dedenle aynı boktan DNA’yı taşıyorsun! Sen her türlü ölümü hak ediyorsun ulan!”
Tam o anda yeni ortağım Folder Folder Hayriye, çakmak çakmak bakışlarımdan niyetimi anlamış olacak ki kararımı düşünebilmem için beni durdurdu:
“Dur Ozan! Yapma! Dur! Adaleti kendin sağlamak istediğinden emin misin? Bu kanı akıtınca vigilante olacaksın! Buradan geri dönüş yok biliyorsun!”
DEVAM EDECEK…


