Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

YeniSayı Çıktı

Polisiye Dergi Dedektif'in yeni sayısını şimdi ücretsiz okuyabilirsin!

OZAN OLGIN 26: ADALET

Diğer Yazılar

Tuğba Turan
Tuğba Turan
1972, Ankara doğumlu olan Turan, 1990 yılında Ankara Atatürk Anadolu Lisesi’nden mezun oldu. Ankara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’ni bitirip devlette çalıştıktan sonra 2008'de Karabük-Eflani ilçesine serbest eczane açtı. Kendisini 2003 doğumlu bir erkek evlat, üç köpek, on (zaman zaman daha fazla) kedi annesi olarak tanımlamaktadır. Safranbolu’da yaşıyor. Zalifre Yazıları isimli basılı dergide makaleleri yayınlanan yazarın Gölge e-Dergi'nin son yirmi sayısında fantastik hikâyeleri yer almıştır. Dedektif Dergi’nin kuruluşundan beri yazdığı 30 bölümlük Tilda ve Diğerleri isimli polisiye hikayeleri kitap haline gelmiştir. Kişisel sayfası olan tugbaturan.com'da tüm yazılarını yayımlayan yazar aynı zamanda Türkiye Polisiye Yazarları Birliği üyesidir. Eserleri: Adı Cemre Olacak (Roman) 2020, Herdem Yayınevi Dedektif Tilda ve Diğerlerinin Olağanüstü Maceraları (Polisiye Hikâye) 2021, Herdem Yayınevi Dedektif Dergi (Polisiye Hikâye Seçkisi, Kolektif) 2018, Paradigma Akademi Kırmızı Battaniye (Polisiye Hikâye, Kolektif) 2018, Paradigma Akademi Dark Polisiye – İkinci Kitap 2021, Dark İstanbul Yayınları

Sultanat Eyalet-Şehri Özel Kuvvetler- SSOK süper kadın polisi olan ben, görevimi ihmal ederek ve SSOK yetkilerimi kötüye kullanarak eyalet-şehrin güvenliğini sarsacak davranışlarda bulunduğum için vatan hainliğiyle suçlandım. Hâkim bey savunmam yapıldıktan sonra konuştu:

“Tangsuk Ozan Ilgın. SSOK süper polisi. Bana içinde ÖZGÜR kelimesi geçmeyen bir cümle kurabilirseniz sizi affedeceğim.”

Muhtaç olduğum kudret, damarlarımdaki asil kanda mevcuttu:

“Bilmiyor musunuz ÖZ’üm de sözüm de birdir benim, susturmaya kalkışırsanız daha GÜR çıkar sesim!”

Uzun lafın kısası Nâzım Hikmet gibi Tangsuk Ozan Ilgın da;

VATAN HAİNLİĞİNE HÂLÂ DEVAM EDİYORDU!

***

Beni uyuşturucularla etkisiz hale getirip bir eve kapattıktan sonra görüntü ve sesimi yükledikleri yapay zekâlı replikama kendi reklamlarını yaptıran kişiler, şimdi beni suçlu ilan etmişlerdi. Replikam, Vali-başkan İkram Papazoğlu’nun liderliğindeki iktidar partisi Sade Vatandaş Partisi-SEVAP’ın reklam aracı olarak kullanıldığında herkes benim yanımdaydı. Yapay zekâlı sahte Ozan, kendileri için bir suç işleme aparatı halindeyken, oy için fakir mahallelere haksız yere elde edilen rant artıklarını dağıtırken iyiydi. Kendi reklamları için ürettikleri SOGG marka arabalarla şehrin caddelerinde salınırken, kendilerine kâr sağlayacak şaşaalı düğünlerde boy gösterecekken iyiydi. Taklidime yaptırdıkları faaliyetlerin suç olduğu, birileri tarafından kulaklarına fısıldandığında hepsi karşı tarafa geçti. Beni suçlu ilan edip yalnız bıraktılar. İktidardakiler kendilerine faydalı olduğum sürece beni kullanmış ve sonuna kadar sömürmüşlerdi. Son kullanma tarihim biter bitmez, kirli bir çorap gibi ayaklarından fırlatıp atmaya çalışmışlardı. Başıma gelen bundan ibaretti.

Mahkeme kurulmuştu. Hâkim kararını vermek üzereydi. Beni savunmak için Sezen Eaublanche, Pir Sultan Abdal, Sabahı Ettin Ali, Bamsı Beyrek, Charlie Chaplin, Tevfik Fikret, Dadaloğlu, Abdürrahim Karakoç, Köroğlu, Aşık Mahzuni Şerif isimli ozan-şair ve düşünürler, yıllar, yüzyıllar, mahpushaneler, şehirler, imparatorluklar, beylikler aşıp gelmişlerdi. Onların yüzünü kara çıkarmamam, başımı öne eğmemem gerekiyordu.

***

Başıma gelen bütün bu felaketler zinciri, Nuri Körleğene’nin Sicilibozukya’dan kopup gelmiş kuzeni Uçan Kaçan Rüçhan’ın şehre gelişiyle başlamıştı. 17 Megabit Şadiye’nin kumarhane gemisini patlatmamla boş kalmış kumar ve uyuşturucu işlerini hiç çaba sarf etmeden kucağında bulan Rüçhan, mahallemdeki gençleri zehirlemekte gecikmemişti. Yetmiyormuş gibi Güvercin Ana’yı maşa olarak kullanarak beni de zehirlemişti. Hâkimin kararını açıklayacağı son duruşmadan önce denetimli olarak serbest kalınca ilk iş olarak Güvercin Ana’nın evine gittim. Tabii ki bana o uyuşturucu ilaç katılmış çayı ikram ettiği ve beni hapis tuttuğu gecekondunun yerinde yeller esiyordu. Rüçhan, o sokaktaki tüm evlerin tapularını çoktan ele geçirmiş ve AVM üzeri çok katlı rezidans inşaatını başlatmıştı.

Mahkemem devam ettiği için polis kimliğim ve silahım elimden alınmıştı. Süper güçlü kadın polis şeklime geçmem de ikinci bir emre kadar yasaklanmıştı. Amirim Hayri Kozak bile replika hâlim onun yerine geçerek SSOK amiri yapıldığı için bana sırt çevirmişti.

“Yahu amirim etme eyleme… Bari sen anla beni… Senin yerine geçen ben değildim… Benim replikamdı.”

“İyi de senin sesin, görüntün ve zekân yüklenmiş bir taklitti o. Demek yüreğinden beni ekarte edip SSOK amiri olmayı geçiriyordun ki o taklit de böyle bir işe kalkıştı!”

İşim zordu çünkü amirime laf anlatmaktansa bir deve bulup ona hendek atlatmam daha kolaydı. Silahım ve kimliğim olmasa da şehirdeki namım ve gençler arasında hâlâ sözümü sayanların bulunması sayesinde adım adım arayarak Güvercin Ana’nın yerini tespit ettim. Uçan Kaçan Rüçhan, zavallı kadının oğullarını kumar kıskacına aldıktan ve beş parasız bıraktıktan sonra güya kadını kanatlarının altına almıştı. Güvercin Ana, bal tutarken parmağını yalayan suç abidesi kadının ağzına çaldığı bir parmak bala kanmıştı muhtemelen. Ama Sultanat Eyalet-Şehri’ndeki dengeler yerine oturup polis kimliğime kavuştuğumda Rüçhan’ı tutuklayacaktım. O zaman ne yalanacak ne ağza çalınacak bal kalacaktı. Güvercin Ana’ya bu durumu lisanımünasip ile anlatıp bir an önce o suç batağından kaçması gerektiğini söyleyecektim. Eyalet-şehir bugüne kadar hangi mazlumu zalimin eline teslim etmişti de Güvercin Ana’yı yalnız bırakacaktı? Şükür ki, devletimiz hâlâ güçlü ve hâlâ mazlumların yanındaydı.

***

18 Haziran’da Piizişleri Bakanı Solomon Sert yine CEVAP partisine laf yetiştirmekle meşguldü:

“Bizi cinsiyetsizleştirip LGBT yapacaklarmış! Sen çok istiyorsan kendi yakınlarından başla. Sen bu milletin ahlakıyla neden uğraşıyorsun? Cumhuriyetçi Vatandaş Partisi-CEVAP lideri Klaus Klaudiusson! Sana istikamet vereyim. İlla yürüyeceksen evlatlarını terör örgütünden almak isteyen ve Her Daim Ezilen Vatandaş-HEWAP il binası önünde bekleyen annelerin yanında yürü!”

21 Haziran’da Milliyetçi Vatandaş Partisi-MEVAP lideri Etat Le Jardin ana akım medyadan pespayelik akarken, dijital platform olan Hopflix’e ve komedyenlere veryansın etti:

“Aile hayatı son sığınaktır. Bu sığınağın yağmalanması için planlı bir propaganda devrededir. Küfretmenin neresine güleceğiz? Kadını metalaştıran erkeği yozlaştıran ucube dizi sahnelerinin neresini beğenip takdir edeceğiz?”

Politikacılar üstlerine vazife olmayan her olaya maydanoz olurlarken eyalet-şehrimin 3KSİK3TEK isimli kadın rapçisi yine zımba gibi bir şarkıyla gündeme oturdu. Lafını sözünü asla esirgemeyen şarkıcının dizeleri yine buram buram başkaldırı ve isyan kokuyordu.

HARİTAMDA GÜLLER AÇTI / 3KSİK3T3K

Diktatör sonunda bırakınca demeyi habire sağı solu kes

Memleket aldı sonunda rahat bir nefes

Derelerin denizlerin kenarına baharlar geldi

Yerel seçim sonuçları bütün istatistikleri deldi

Güller açtı kıpkırmızı oldu haritam açılınca sandıklar

Sümen altı edildi daha önce kırılan tüm fındıklar

Sanıyorlardı ki bazıları bu dünya onlara kalacak

Mezarından Sultan Süleyman çıkıp geldi dedi ki

Bu dünya ne size ne de bana kalacak

Paşa paşa gidersin geldiğin yere eğer kakmadıysan bu dünyaya bir kazık

Kendini tüm evrenin paşası sanan adama bile kalmadı bu dünya yazık

Yedin yedin semirdin senden başkasına kalmadı rızık

Enflasyon tavan yaptı ama yaptırdığın hesaplarda yok matematik kimya ve fizik

Ne çok konuştun, dedin ki Kanuni yazmış at sırtında 9000 beyit

Sen devletsin bana devleti şikâyet etme yanlışları ben mi düzelteceğim ulan it oğlu it

Hâlbuki geçtik âli bir kapıdan geldik makamına

Bir çay bile ısmarlamadın gelmiş misafirlerin ayağına

Demek ki kısmet değilmiş içmek bir çay bile senin elinden

Kısmet olsaydı gelirdi derler Hint’ten Yemen’den

Beni sustur basını sustur gençleri sustur her şeyi sustur

Dönersem ıslık çalarım sussam da gözlerim konuşur bu seni epey bir kudurtur

Güya kemerleri sıkacakmışız dedin tasarruf filan bunlar hep tedbir

Hâlâ kol kolasın o lanet olası cemaatlerle sokak ortasında getirirler tekbir

Tek bir yetimin hakkına bile girdiysen inşallah gelir burnundan fitil fitil

Ölürüm de dönmem yolumdan boşuna deme bana önümde eğil

***

Burgaziçi Nehri, eyalet-şehrin zengin Batı Yakası ile fakir Doğu Yakası’nı birbirinden ayıran doğal bir sınır gibi nazlı nazlı uzanırdı. Uçan Kaçan Rüçhan, Doğu Yakası’nın varoş mahallelerindeki insanların hayatlarını uyuşturucu ve kumarla yerle bir ederek evlerin tapularına çöküyordu. Amacı şehrin fakir yakasına da rezidanslar ve süper villalar yaptırmaktı. Böylece taşı toprağı altın olamayan şehrimizin, taşından ve toprağından külçe külçe altın devşiren yandaş müteahhitleri daha da zengin edecekti. Tabii ki bu şahane evlerde mahallenin fakir fukarası değil dönemin yeni yetme yandaş zenginleri oturacaktı.

Gençlerle olan iş birliğim ve yeraltından edindiğim istihbarattan sonra Güvercin Ana’nın Rüçhan tarafından kaçırılıp hangi eve yerleştirildiğini öğrendim. Adresini aldığım villaya gizlice sızdım. Villanın devasa salonuna girdiğimde gördüklerim oldukça ilginçti. Mermer sehpalarda içinde kırmızı şarap lekeleriyle boş kristal kadehler duruyordu. Şarap şişeleri yerdeki İran halısının orasına burasına devrilmişti. Bu yüzden salonu kesif bir ekşimiş üzüm kokusu sarmıştı. Tüylü topuklu terlikler ayaktan fırlatıldığı yerde kalmış, şal desenli ipek robdöşambr balıksırtı döşenmiş parke zemine toz bezi olmuştu. Gramofonda takılı kalmış plakta Etta James’in I just want to make love to you şarkısı çalıp duruyordu. Evine gittiğim gün, başında yaşmak, elinde tespih, namazlığının üzerine bağdaş kurmuş için için ağlarken bulduğum ve bana elleri titreyerek ince belli bardaktaki tavşan kanı çay ikram eden Güvercin Ana, nohut oda bakla sofa o eski evinden sonra nasıl olmuştu da bu eve terfi etmişti? Klozetinden kapı tokmağına kadar altın yaldızlarla süslü bu rüküş ev beni şaşırtmadı. Uçan Kaçan Rüçhan, kaz gelecek yerden tavuğu esirgememişti. Muhtemelen bu evdeki her şey Rüçhan’a aitti. Güvercin Ana beni suçlu ilan edecek olaylar silsilesini başlatmış ve sonunda böyle bir evde, bir eli yağda bir eli balda yaşamayı hak etmişti.

Evde tehlikeli bir durum olmadığına karar verince Güvercin Ana’ya seslendim. Sesimi duyan yaşlı kadın, villanın yukarı katından inen merdivenlerin başında belirdi. İnerken bir yandan yaşmağını bağlıyor bir yandan da entarisini düzeltiyordu. Kadıncağızı namaz kılarken ya da uyuklarken yakaladım diye üzüldüm.  Ama benim bir an önce ona gerçekleri anlatmam lazımdı.

“Bu Rüçhan denen kadın ve adamları hem uyuşturucu hem kumar hem de fuhuş mafyası aynı zamanda. Oğullarını kaptırdın biliyorum. Ya mahallemizin günahsız diğer gençleri? Düşünsene Güvercin Ana… Onları kim koruyacak bu kadından? Zenginin midesinde daha çok yer açmak için fakirlerin sofrasına çöküyorlar. Doymak bilmez zenginleri doyurmak için fakirin bir lokmasına göz dikiyorlar. Fakirlerin mahallelerdeki evlerine sırayla çöküp bahis ve uyuşturucu batağına batırdıktan sonra ele geçiriyorlar.”

Güvercin Ana anlamadı. Sinkaflı konuştum, yine anlamadı. Bağırdım çağırdım. Yüzüme boş boş baktı. Sanki hiç korkmamıştı.

“Güvercin Ana etme eyleme. Bak Rüçhan denen kadın iyi niyetli değil. Kadın mafya. Gel seni götüreyim buradan. Devletin bir yaşlılar evine teslim edeyim. Huzur içinde yaşa. Belki evlatların da gelip seni orada bulurlar.”

Bu sefer uyuşturucu almış gibi bakmak sırası Güvercin Ana’daydı. Ben diyeceğimi demiştim. Onu şimdilik o evden çıkaramazdım. Rüçhan’ın haberi olursa belki kadıncağızın başı derde girer diye korktum. Onu mafyanın elinden kurtarmayı sonraya bıraktım. Mahkemeye doğru yola koyuldum.

***

Mahkemede Hâkim kararını açıklayacaktı. Duruşma salonuna girmeden önce yanıma biri yanaştı:

“Kendi işlerine geldiği zaman sana keselerle altın yağdırırlar Ozan. Ama işlerine gelmediği zaman seni bir kaşık suda boğmak isterler. İktidardakilerin tutarsızlığı böyle bir şeydir.”

İbn Rüşd, son duruşmamda beni savunmak için yüzyıllar öteden imdadıma yetişmişti. Ama nereden bilebilirdim ki İmam Gazali’nin de ‘devleti aliyye’yi savunmak için çıkıp gelebileceğini?

Selina O’Grady “Ve İnsan Tanrıyı Yarattı” isimli kitabında şöyle diyordu:

“Dinin ve krallığın karşılıklı avantaj sağlayabilmesi için, dinin kral tarafından devreye sokulması için kendisini yeterince güçlü kılması ve kralın da bir dini kendi halkına dayatabilmesi için yeterince güçlü olması şarttı. Büyük imparator Asoka, milattan önce üçüncü yüzyılda Budizm’i kendi Hint İmparatorluğu’na dayatmıştı. Hristiyanlık da kendi Konstantinos’una milattan sonra dördüncü yüzyılda kavuşmuştu.”

Duruşma salonuna girdik. Sanık sandalyesine oturdum. Hâkim bey duruşmayı başlattı. Hâkim’in kürsüdeki isimliğinde adı yazıyordu: Hâkim Platon. Yanıma yanaşıp iktidarların tutarsızlığından bahseden İbn Rüşd savunma avukatım olarak yanımda yer aldı. Savcılık makamındaki İmam Gazali konuşmaya başladı:

“Siyasetin amacı, toplumu dine uygun şekilde yönetmektir. Devlet otoritesi, şeriatı korumakla yükümlüdür. Filozofların çoğu sapkındır ve siyaseti akılla temellendirmeleri hatalıdır. Halifelik, ilahi bir kurumdur. Siyasi iktidar Allah’ın yeryüzündeki düzenini uygulamalıdır. Akıl dinin hizmetinde olmalıdır. İktidarın meşruiyeti dinden gelir. Filozofların yönettiği bir toplum tehlikelidir.”

Savunmamı üstlenmiş olan İbn Rüşd sözü aldı:

“Aklı yücelten bir filozoftur. Siyaset, akıl ve hikmetle yürütülmelidir. Farabi ve Aristoteles’in geleneği izlenmelidir. Devlet erdemli olmalıdır. İdeal toplum, filozof-kralların yönettiği toplumdur. Din ve felsefe çatışmaz. İkisi farklı yollarla hakikate ulaşır. Akıl merkeze alınmalıdır. Siyasal meşruiyet bilgelik olmazsa olmaz. Dinin yorumlanmasında aklın üstün rolü vardır.”

Mahkemenin devamı bir tiyatro gibi seyirlikti:

HÂKİM PLATON: Bu şehrin ve bu genç kadın polisin geleceği için sizi dinleyeceğim. İktidar nedir? Kime emanet edilmelidir?

GAZALİ: İktidar, Allah’ın yeryüzündeki düzenini sağlamak için vardır. Emir, şeriata dayanmazsa fitne doğar. Hikmet değil, vahiy öncüdür. Akıl, rehber değil, hizmetkârdır.

İBN RÜŞD: Akıl, Allah’ın insana en büyük lütfudur. Vahiy, akla ters düşmez. Fakat iktidarı sadece dinin muhafızı yaparsanız, zalimler dindarlık perdesi altında hüküm sürer.

GAZALİ: Filozofların sapkın fikirleriyle halkın gönlü bulanırsa, hikmetin ardına saklanan şeytanlar çoğalır. Din giderse devlet kalır mı?

İBN RÜŞD: Eğer her akıl susturulursa, hakikat nasıl savunulur? Erdemli devlet, bilenlerin yönetimidir. Bilge kral, sadece imam değil, aynı zamanda filozof olmalıdır.

GAZALİ: İktidar, dini korumak için vardır!

İBN RÜŞD: İktidar, akılla erdemli toplumu inşa etmek için vardır!

“İktidar kendi çıkarları için bir robot imal ettirip ondan faydalandıktan sonra robotun benzetildiği özel kuvvetler süper kadın polisini haksız yere suçlamamalıdır! Akıl ve erdem bunu emreder!

Eski SSOK süper kadın polisi ve anneannem Cilmaya bu sözleri söyleyerek mahkeme salonuna daldı. Bense, filozofların ağız dalaşına dalmış, neredeyse fizikî olarak salondan uçmuş gitmiştim. Cilmaya ve süper köpeğim Çakır’ı beraberlerinde üzerinden hâlâ sular damlayan Replika Ozan’la salona girerken görünce kendime geldim.

“Buyurun Hâkim bey. Ozan’ın köprüden aşağı Burgaziçi Nehri’ne attığı robot. Kendisi Ozan’ın zekâsı yüklenerek inşa edilen bir replika. Bu süper polis köpeğiyle beraber nehre dalıp çıkardık. Mahkemeye delil olarak sunuyoruz. Tangsuk Ozan Ilgın’a isnat edilen tüm suçları bu işledi. Kanıtı da kara kutusundaki hard diskte. Her şeyi görüntülü ve sesli olarak kaydetmiş. İzleyin ve karar verin.”

***

İmam Gazali ve İbn Rüşd’ün mahkememdeki ibret dolu tartışmasından birkaç gün sonra, 24 Haziran’da Senağabenağaineklerikimsağa Cemaati’nin lideri Mahmut Bilmemne’nin cenaze namazı vardı. Gazali’nin yolundan giden veİktidar, dini korumak için vardır” savını sonuna kadar destekleyerek uygulayan Vali-başkan İkram Papazoğlu, cemaat liderinin yerine kimin geçeceğini açıkladı. Kubbeli Ah-vah Hoca cenazede ağladı. Dizaynet İşleri Başkanı da dua etti. İbn Rüşd’ün “İktidar, akılla erdemli toplumu inşa etmek için vardır” öğretisi kim bilir hangi yüzyılda kurulacak başka bir eyalet-şehrin bilge insanları tarafından dikkate alınmak üzere yaşadığımız yüzyılda rafa kaldırıldı.
***

21 Temmuz Sultanat’ın ilk nükleer santrali Yokkuyu Nükleer Santrali’nin son reaktör temeli atıldı. Enerji ve Tabii ki Kaynaklar Bakanı Conquerer Turning ve KKKP Devleti Devlet Atom Enerjisi Kurumu- ROSATOM Genel Müdürü Aleksey Likhachev katıldı.

22 Temmuz KKKP Devleti’nin Kurayna’yı istilası sebebiyle oluşan tahıl krizinin çözümü ve Kurayna limanlarını alarak bir tahıl koridoru oluşturulması anlaşması İkram Papazoğlu, BM genel sekreteri Antonio Gitarez, Rusya savunma bakanı Sergey Şoygu ve Defence Bakanımız Special Flow tarafından Sultanat Şehri’nde imzalandı.

23 Temmuz Tahıl Koridoru Antlaşması’nın üzerinden 24 saat geçmeden KKKP Devleti, açılması planlanan Odessa Limanı’nı iki füzeyle vurdu. Bu, KKKP’nin, Bolodimir Direnskyy’nin ülkesi Kurayna’ya yaptığı ilk yamuk olmayacaktı.

***

Cilmaya’nın suçsuzluğumu kanıtlamak için su altından çıkardığı kanıt su götürmezdi. Replika Ozan’ın hard diski açıldı. Hâkim Platon, görüntüleri kırk dakika kadar inceledi ve beraatıma karar verdi. Hakkımdaki onlarca suçtan suçsuz bulunmuş, polis kimliğim ve silahıma kavuşmuştum. Aklım Güvercin Ana’daydı. Tam onu o evden kurtarmak üzere yola çıkacaktım, beraatım haber alınır alınmaz SSOK ağına dahil edilmiş olan telefonuma bir mesaj düştü.

SULTANAT’IN DOĞU YAKASI’NDA BİR HÜCRE EVİNDE BULUNAN SİLAH LİSTESİDİR:

PKM Bixi makineli tüfek: 14

AK 47- Kalaşnikof: 143

RPG 7 roketatar: 57

Lav silahı: 8

Silahlar parçalarına ayrılmış, gres yağıyla yağlanmış ve Miki Fare’li bebek battaniyelerine sarılarak gömülmüş olarak bulundu.

Gömülü silahların adresini sormama gerek yoktu. Güvercin Ana’yı bıraktığım villanın bahçesine girdiğimde, bahçede başka gömülü şeyler var mı diye hummalı bir çalışma içindeki SSOK personeli beni karşıladı. Tek tek sarılıp “Geçmiş olsun Ozan…” dediler ve işlerine devam ettiler. Amirim Hayri Kozak gözümün içine bakamıyordu. Belli ki bana söylediği o saçma sözler yüzünden çok utanmıştı. Yüzüne vurmadım.

“Neler dönüyor burada amirim?”

İşin içine Nuri Körleğene girince Deep Devlet de girmeseydi şaşardım. Komşu eyalet-devletlerden biriyle aramızda savaş çıkaracak kadar silah ve mühimmatı tabii ki üç beş sokak ve mahalledeki gecekonduyu ele geçirmek için gömmemişlerdi. Bu işin içinde daha derin ve tehlikeli ilişkiler yatıyordu. Sanırım uyandırmak üzere olduğumuz dev, derin devletin koynunda mışıl mışıl uyuyordu.

Hayri Kozak amirimle ben villanın salonuna girince, birden buradaki TV açıldı. Ekranda bilinmeyen bir yerden bize bakarak gülümseyen Rüçhan’ın görüntüsü belirdi. Beni duyup duymadığını bilmediğim halde ekrana doğru bağırdım:

“Uçan Kaçan Rüçhan! Bakıyorum da Sicilibozukya’dan Sultanat Eyalet-Şehri’ne hızlı bir giriş yapmışsın! Ama giriş-gelişme sonuç benim işimdir! Senin sonunu seyrederken inan ki sana acımayacağım!”

Ekrandaki görüntü değişti. Mahkememden önce villaya girişim kayıt altına alınmıştı. Etrafı kolaçan edip Güvercin Ana’ya seslenişim ekranlara geldi. Sonra ona yalvarışım, ikna edemeyişim ve onca şey anlatmama karşın hiç korkmayışı… Ekran yine değişti. Topuklu terlikler, şal desenli ipek ropdöşambır şimdi bir kadının üzerindeydi. Şarap şişeleri yarı doluydu. Kırmızı şarapla dolu kadehler ipek ropdöşambırlı kadının kırmızı ojeli elindeydi. Salon henüz dağınık değildi. Kadının üzerinde pembe ipek şalvar ve beline kadar inen lüle lüle karamel rengi saçları vardı. Ben bu pembe ipek şalvarı ve bu lüle lüle karamel saçları bir yerden hatırlıyordum. Ama? Ama? Hani başındaki yaşmak? Elindeki tespih? Hani namazlığın üzerine bağdaş kurmuş namaz kılmakta olan Güvercin Ana? Uçan Kaçan Rüçhan ekrandaki kadının bulunduğu kadraja girdi. Sonra kadeh tokuşturarak birbirlerine sarıldılar:

“Sağlığına anneciğim! Ozan! Bu seferki tuzağımızdan kurtuldun ama sakın bir yere kaçma. Seninle çok işimiz var! Sen çok TV seyretmişsin ama hiç Dallas seyretmemişsin bebeğim! Ben Ceyar’dan da kötüyüm! Beni gören kötü olmaktan cayar, iyi saflarına geçer! Ben senin giriş, gelişme, sonuç ve geleceğin hakkında düşündüm! Galiba sen gelemeyeceksin! Ahahahahahah!”

Salona giren polislerden biri bize bilgi verdiğinde ikimiz de sinirimizden kudurmak üzereydik.

“Bu işe Kaçakçılık ve Ergenize Suçlarla Mücadele – KEM bakacak amirim. Ama bu işin içinde sadece ergenler olamaz. Ergenize değil organize bir iş bu.”

“Başlatma lan organizenden! Baksana kadın bizimle canlı yayında taşak geçiyor!”

Elimde olmadan hırsımı polis memurundan almıştım. İçimden dev ekran televizyonu bahçeye fırlatıp kürekle kırmak geliyordu ama bu namussuz kadının dedikleri ve diyecekleri benim hırsımı almamdan daha önemliydi:

“Sen sanıyor musun ki akıllı telefonlar, nano robotlar veya yapay zekâ gibi yeni yetme teknolojiler insanlığın iyiliğini düşünmek için geliştirilir? Kanseri iyileştirmek, hastalıkları yok etmek, açlığı yok etmek veya insanlara daha uzun ömür vermek için mi geliştiriliyor tüm ilaçlar? Öyle bir dünya yok! Dikkat et bütün teknolojiler insanları gözetlemekten ve onlara daha çok şey alıştırmak ve daha çok şey satmak için doğar! Yani casusluk için üretilir bütün teknolojiler! Hiç James Bond filmi de mi izlemedin be ahmak! Paraların üzerine sıktığımız halüsinojenler nano robotlarla tutundular. Bu nano robotlarla insanları takip ettik. Nereye giderlerse gitsinler, ne yaparlarsa yapsınlar bizim oldular. Artık tüm ruhlarıyla bizimler. Şeytanla anlaşma yapan Faust’u hatırla Ozan!”

“Mahallemizin bir yaşlı ferdinin derdine çare olamayacaksam süper kadın polis olmamın ne kıymeti vardı?”

“Eyalet-şehir bugüne kadar hangi mazlumu zalimin eline teslim etmişti de Güvercin Ana’yı yalnız bırakacaktı? Şükür ki, devletimiz hâlâ güçlü ve hâlâ mazlumların yanındaydı.”

Böyle demiştim, değil mi? Ne kadar da safmışım. Güvercin Ana yüzüme boş boş bakmıştı, değil mi? Sanki hiç korkmamıştı. Güvercin Ana’ya, villanın darmadağınık salonunda seni Rüçhan’dan kurtarayım diye yalvardığım zaman neden korkmadığını anlayamamıştım. Artık anlamıştım. Elebaşı Rüçhan değildi ki! Güvercin Ana’ydı. Bu kadın sadece Rüçhan’ın değil bütün kötülüklerin öz be öz anasıydı.

Öyle ya, insan hiç kendinden korkar mıydı?

DEVAM EDECEK…

En Son Yazılar