Polisiye edebiyata yıllardır romanlarım, kurgu dışı çalışmalarım, Dedektif Dergi ve Zehirli Kalem yarışmasıyla katkı veriyorum. Yeni yazarların yetişmesi için çaba gösteriyor, dergiye emek veren tüm kalemlerin okurla buluşmasına yardımcı oluyorum. Bu birikimimle girdiğim Türkiye Polisiye Yazarları Birliği’nden (Poyabir) ayrılma nedenimi açıklamam artık ertelenemez hale geldi. Bugün sizlerle bu konudaki düşüncelerimi paylaşacağım.
Poyabir’in Yapısı
Öncelikle şunu belirteyim: Bu ayrılık, yalnızca tek bir olayın değil, uzun süredir devam eden sistematik bir yapılanmanın sonucudur.
Poyabir, 2017’de bir meslek örgütü olarak kurulmasına rağmen hukuki nitelikten yoksun, resmi statüsü bulunmayan bir topluluk olarak kaldı. Bu durum tek başına bir sorun olmayabilirdi; ancak yıllar içinde birlik, dar bir çevrenin kontrolüne girerek kapalı ve değişime dirençli bir yapıya dönüştü. Yönetim kademesinde aynı isimlerin uzun süre yer değiştirmemesi, karar süreçlerinin şeffaf olmaması ve dışarıdan katılımın görünür biçimde sınırlı kalması, birliğin temsil iddiasını zayıflattı.
Bu durum sosyolojide “alanın kapatılması” (closure) olarak bilinir. Bu, bir grubun, mevzilerini korumak için alanı dışarıya kapatmasıdır. Kapanma ilerledikçe örgüt, temsil ettiği topluluğa değil, kendi içindeki dar çıkar çevresine hizmet etmeye başlar, yani klanlaşır.
Yönetim kadrolarının yıllarca değişmemesi, aynı isimlerin sürekli aynı konumlarda kalması, dışarıdan gelen her yeni sesin “misafir” muamelesi görmesi, bu yapının tipik göstergesidir. Robert Michels’in “oligarşinin tunç kanunu”[1] tam da bu durumu tarif eder: Bir örgüt ne kadar demokratik görünürse görünsün, zamanla küçük bir azınlığın kontrolüne girer. Poyabir’in yıllardır aynı çekirdek grup tarafından yönetilmesi bu teoriyle birebir örtüşüyor.
Pierre Bourdieu, kültür alanlarındaki iktidarı “sembolik sermaye”[2] kavramıyla açıklar: Ödüller, unvanlar, görünürlük ve prestij, alanda güç devşirmenin en etkili araçlarıdır. Eğer bu araçlar şeffaf kriterlerden değil, kapalı çevre ilişkilerinden doğarsa, ortaya adaletli bir rekabet değil, sahte bir prestij ekonomisi çıkar.
2024’te katıldığım genel kurulda, işleyişin demokratik olmadığına tanık oldum. Çok açık bir biçimde, başkanlık için oylama yapılmadı. Yönetim kurulu üyeleri için de oylama yapılmadı. Örneğin, bana “Yönetim kuruluna girmek istermisiniz?” diye soruldu. Ben “Evet,” deyince adım doğrudan karar defterine yazıldı. Böylece genel kurula katılanların fikri sorulmadan yönetim kurulu üyesi olmuş oldum. Sistem bu şekilde çalışacaksa o zaman toplantıya ne gerek vardı diye bir soru akıllara geliyor. Gerek vardı, çünkü klanın güç devşirmesi, sahte prestij ekonomisiyle mümkün. Yani bu toplantılarda klanın yönetim kurulu üyesi olarak veya başka biçimlerde boy göstermesi, iktidarlarının sembolik sermayesini oluşturuyor.
Poyabir’in dağıttığı bazı ödüllerin, özellikle son yıllarda, hep aynı ilişkiler ağında dolaşması da bu sembolik sermaye döngüsünün en görünür örneği. Birbirine ödül verme anlayışı, polisiyenin gelişimine katkı sunmak yerine, küçük bir çevrenin kendini meşrulaştırmasına hizmet eden bir “ödül trafiği”ne dönüşmüş durumda.
Ödüllerin çoğu kez aynı ilişkiler ağı içinde alınıp verilmesinin yanı sıra, jüri üyelerinin niteliği, seçilme süreçleri ve ölçütlerdeki belirsizlik, birçok yazarın birliğe güvenini sarsmış, camiada sıkça dile getirilen bir “dar çevre” algısı oluşmuştur. Bu süreçte, çeşitli ödül veya etkinliklerle kurulan karşılıklı ödüllendirme pratikleri, birliğin objektif temsil gücünü zedelemiştir.
Poyabir’in Yazar Hakları Konusundaki İşlevsizliği
Bir meslek birliği olarak Poyabir, kendisinden beklenen en temel işi yapmalı, yani yazarları savunmalı, desteklemeli, polisiye yazımını teşvik etmeliydi. Ama bunu kuruluşunun üzerinden geçen bunca yıla rağmen yapmadı.
– Yazar haklarını korumaya dair hiçbir mekanizma geliştirmedi.
– Yeni yazar yetiştirme, mentorluk, eğitim, çeviri, telif farkındalığı gibi alanlarda faaliyet göstermedi.
– Ulusal ya da uluslararası alanda polisiye edebiyatımızı temsil etmek için hiçbir somut adım atmadı.
Poyabir’in yapması gerekenleri yapmaması, enerjisini ödül ilişkilerine ve kapalı çevreye aktarması, bu yapının yazarların haklarını korumada işlevsiz kaldığının en büyük göstergesi oldu. Bütün enerji, görünürlük yaratmayan etkinliklere, kapalı çevre ilişkilerine ve sembolik sermaye döngülerine harcandı. Böylece Poyabir, birlik olmaktan çıktı, klanlaşmanın kurumsal maskesine dönüştü.
Kristal Kelepçe’nin İşlevsizliği
Poyabir’in her yıl verdiği Kristal Kelepçe Polisiye Roman Ödülü, dışarıdan bakıldığında türün gelişimini destekleyen değerli bir girişim gibi görünür. Fakat, uygulamada tablo bambaşkadır.
Ödül, bir çeşit vitrin süsüdür. Klanın, kendi iktidarını gizlemek için çevreye dağıttığı sembolik bir ulufedir. İşlevi, polisiye roman yazmayı teşvik etmek değil; “bakın biz herkese açığız” görüntüsü verip eleştirileri savuşturmaktır.
Ödülü kazananlara hiçbir destek sağlanmaz. Ne görünürlük, ne prestij, ne tanıtım, ne danışmanlık, ne yayın alanında destek… Ödülü kazanmak, yazara hiçbir kapı açmaz, eser adeta kendi kaderine bırakılır.
Kristal Kelepçe ödülü, bu ödülü kazanan yazarların hiçbirinin edebi kariyerinde bir dönüm noktası olmamıştır.
Jürinin niteliği de ayrı bir sorundur.
Kristal Kelepçe jürisi, birlik üyeleri arasından seçilir. Üye sayısı 150’den fazla olmasına rağmen her sene genel kurula katılanlar 30–40 kişi civarındadır. Bu dar katılım içinden oluşturulan jüri, çoğu zaman editoryal olarak bile yetkinleşmemiş kişilerden meydana gelebilmektedir. Böyle bir jüri, edebi kaliteyi aşağıya çeken bir mekanizmadır.
Jüri oluşumuyla ilgili eleştirilerimi defalarca yönetime bildirmeme rağmen, asla üzerinde durulmamış ve bir değişikliğe gidilmemiştir. Poyabir yönetimi, klanlaşmış iktidar yapısını gizlemek için Kristal Kelepçe ödülünü bir araç olarak kullanmaya devam etmiştir.
2025 Polisiyeye Katkı Ödülü Krizi: Klanlaşmış Yapının Görünür Hale Gelişi
Bu yıl yaşanan süreç, tüm bu yapısal sorunların adeta teşhiri oldu.
Poyabir yönetim kurulunda Dedektif Dergi’ye onur ödülü verilmesi kararı önce kabul edildi. Ardından aynı ödülün 221B ile “paylaşılması” gündeme getirildi. İtirazlarım dikkate alınmadı ve ikinci bir oylama yapılarak iki dergiye birden ödül verilmesi kararlaştırıldı.
Sonra şu haber geldi: 221B, ödülü “Dedektif Dergi’yle paylaşmak istemediğini” bildirerek reddetmiş. “Ya sadece bize verirsiniz ya da hiç vermeyin,” denilmiş.
Bunun üzerine üçüncü bir oylama yapıldı ve sonuç, “Bu yıl hiç kimseye polisiyeye katkı ödülü verilmeyecek” şeklinde çıktı. 221b’nin çektiği rest karşısında dehşete düşen Poyabir, hak eden tarafa verilecek ödülü iptal etti. Poyabir’in kapalı çevre dinamiklerinin dışına çıkamayan bir yapı olduğu artık inkâr edilemez bir durumdaydı.
Bu süreçten sonra Poyabir’den ayrıldım. Ayrılışım, yalnızca ödülle ilgili değildir. Gerçek neden, yıllardır süren klan siyasetinin, sembolik sermaye ticaretinin, dar çevre yönetiminin ve işlevsizliğin artık dayanılmaz hale gelmesidir. Poyabir’in, ödül olayındaki korkak, kaypak ve klancı yaklaşımı bardağı taşıran son damla olmuştur.
Daha önce de bazı yazarlar Poyabir’le ilişkilerini sona erdirdiler. Bunların çoğu birliğin kuruluşunda emeği geçmiş, ilk yıllarında gönüllü destek sağlamış kişilerdi. Bu süreçte benimle birlikte 12 yazarın daha birlikten ayrılması, sorunun kişisel değil yapısal olduğunu göstermektedir.
Polisiye edebiyat, dar bir grubun prestij alışverişine sıkıştırılamayacak kadar geniş ve yaşayan bir alandır. Yeni yazarların önü kapatılıp hakları korunmadığında, ödüller kapalı devre bir çevrenin oyuncağı haline geldiğinde, birlik temsil gücünü kaybetmiş demektir.
Bu yapının parçası olmak istemediğim için Poyabir üyeliğimi sona erdirdim. Eserleriyle, emeğiyle, polisiyeye katkı sağlayan herkesle ortak zeminde buluşmaya hazırım; ancak kapalı bir klan düzenine hizmet eden bir oluşumda yer almayı reddediyorum.
Polisiyemizin geleceği, kapalı bir çevrenin sembolik sermaye oyunlarına teslim edilemez. Polisiye yazarlarımız şeffaf, çoğulcu, katılımcı, adil ve kişisel ilişkilerle değil üretimle şekillenen daha iyi bir örgütlenmeyi hak ediyor. Ben bu anlayışla yoluma devam etme kararındayım.
[1] Robert Michels, Political Parties: A Sociological Study of the Oligarchical Tendencies of Modern Democracy (1911)
[2] Pierre Bourdieu, The Field of Cultural Production: Essays on Art and Literature (1993)


