Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

YeniSayı Çıktı

Polisiye Dergi Dedektif'in yeni sayısını şimdi ücretsiz okuyabilirsin!

SON DÖNEMİN DİKKAT ÇEKİCİ CASUS DİZİLERİ

Diğer Yazılar

Bülent Tunga Yılmaz
Bülent Tunga Yılmaz
1975 yılında Samsun’da doğdu. Boğaziçi Üniversitesi’nde siyaset bilimi, sosyoloji ve kültürel çalışmalar alanında lisans ve yüksek lisans derecelerini aldı. Weitz Center for Sustainable Development’dan Yerel Kalkınma ve Kamu Yönetimi konusunda diploması bulunuyor. Çalışmaları ağırlıklı olarak AB-Türkiye İlişkileri, toplumsal araştırma, akademi-endüstri ilişkileri ve proje yönetimi alanında yoğunlaşan Yılmaz evli ve Kerem isminde bir çocuk babasıdır. Aİlesiyle birlikte Dubai’de ikamet etmektedir.

Benim espiyonaj dünyasına ve sonrasında da casus edebiyatına ve sinemasına yönelik merak ve ilgim Tinker, Tailor, Soldier, Spy isimli diziyle başladı. Dünya edebiyat tarihinin en iyi casus romanı olarak gördüğüm John Le Carré’nin Tinker, Tailor, Soldier, Spy romanı 1979 tarihinde yedi bölüm olarak BBC tarafından John Irvin yönetmenliğinde televizyona uyarlanmıştı. Dizinin yayınlanışının 40. yılı dolayısıyla The Guardian’da yazdığı yazıda Paul MacInnes BBC uyarlamasının “küçük ekranda görülmüş en muhteşem performanslardan birini de içerdiğini” yazar. Gerçekten de başta İngiliz tiyatrosunun ve sinemanın gelmiş geçmiş en büyük aktörlerinden biri kabul edilen, George Smiley rolündeki Sir Alec Guiness olmak üzere dizi adeta bir oyunculuk gösterisidir. Oyunculukların yanında Geoffrey Burgon’un müziği, yarattığı karanlık ve depresif atmosfer ile dizi adeta bir kült statüye ulaşmış; sadece casus edebiyatı uyarlamaları için değil televizyon dizileri için de standartları belirleyen bir televizyon fenomenine dönüşmüştü. Nitekim dizinin başarısı üzerine BBC Le Carré’nin Karla Üçlemesi’nin son halkası olan Smiley’s People romanını da 1982 yılında televizyona uyarlamış ve Guiness yine George Smiley rolünde ekrana geri dönmüştü.

Ben diziyi çocukken, Türkiye’nin tek kanallı ve siyah-beyaz televizyon ortamında seyretmiştim. 19 Aralık 1980 – 2 Şubat 1981 tarihleri arasında Köstebek adıyla yayınlanan dizi -ki roman da aynı adla Türkçeye çevrilmişti- henüz 6 yaşında olan beni çok derinden etkilemiş; özellikle Jim Prideaux’nun yakalanma sahnesi ve onu canlandıran Ian Bannen’ın yüzü uzun zaman rüyalarımdan çıkmamıştı.

Diziyi hala ara ara seyrederim. En son yayınlanışının 50. yıldönümü dolayısıyla romanı okurken geçen sene (2024) seyrettiğim dizi daha uzun yıllar kült statüsünü koruyacağa benziyor. Öte yandan casus dizileri elbette Le Carré uyarlamaları ile sınırlı değil. Özellikle son yıllarda casus dizilerinin yeniden belirli bir popülerliğe kavuştuğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu popülerlik doğrultusunda da televizyonlarda ve dijital platformlarda yayınlanan ‘casus’ dizilerinin sayısında belirgin bir artış oldu. Son yıllarda yayınlanan bazı casus dizileri her ne kadar bana Tinker, Tailor, Soldier, Spy kadar heyecan vermese ve onun kadar etkilemese de ilgimi çekiyor elbette. Bu kısa yazıda son dönemde izleme şansı bulduğum bu dizilerden dikkatimi çeken beş tanesi hakkında kısa kısa görüşlerimi aktarmak istiyorum.

SON DÖNEMİN DİKKAT ÇEKİCİ CASUS DİZİLERİ 1

SLOW HORSES (2022 – 2024)

Dizinin aynı adı taşıyan tema şarkısının sözleri Mick Jagger’ın kendine özgü çok tanıdık sesinden dökülmeye başladığı andan itibaren farklı ve özel bir diziyle karşı karşıya olduğumuzu anlıyoruz. Ne diyor Jagger şarkının başında:

Etrafın kaybedenler, uyumsuzlar ve ayyaşlarla çevrili

Tırnaklarınla asılısın

Bir hata yaptın, kazıkta yakıldın

Bittin, aptalsın, başarısız oldun

Yine de bu kaygan yokuşta

Her zaman bir umut vardır

Bir yerlerde bir şans hayaleti

O oyuna geri dönmek, utancını yakmak

Ve büyük çocuklarla tekrar dans etmek için

Slow Horses, bu sözlerin de anlattığı üzere İngiliz İç İstihbarat Servisi MI-5’da çalışırken çok büyük hatalar yaparak kariyerlerini bitiren ve amiyane tabirle ıskartaya çıkmış eski ajanlara takılan bir lakaptır. MI-5 bu ajanları gözden çıkarmak yerine angarya ve pis işleri yapmaları ve basit idari süreçleri yürütmeleri için oluşturulan Slough House adlı birimde çalışmaya gönderir. Mick Herron’un aynı adlı romanından Apple+ tarafından uyarlanan yapım son dönemin belki de en popüler casus dizisi ve benim de bu yazıda sözünü edeceğim yapımlar içindeki favorim.

Slough House’un yöneticisi olan ve eskiden teşkilatın en büyük efsanelerinden biriyken bir şekilde kendini yeni pozisyonunda bulan Jackson Lamb rolünde büyük aktör Gary Oldman’ın, MI-5’ın operasyon yöneticisi rolünde de bir diğer büyük oyuncu Kristin Scott Thomas’ın yer aldığı dizinin en büyük avantajı hiç kuşkusuz başroldeki oyunculuklar. Diziyi adeta tek başına sürükleyen Oldman ve onunla (akla mükemmel bir uyum sağladıkları diğer yapıt The Darkest Hour geliyor) müthiş bir kimya yaratan Thomas diziyi bir üst seviyeye taşıyorlar. Onlara eşlik eden diğer yan karakterlerin de başarılı oyunculukları, aksiyonu, gerilimi ve heyecan düzeyi ile Slow Horses takip edilmeyi kesinlikle hak ediyor. 5. Sezonu 24 Eylül’de yayınlanacak olan dizinin hali hazırda 6. ve 7. Sezonları’nın da hazırlıkları başlamış durumda.

Her bir sezonda geçmişte başarısız olmuş ve kariyerleri neredeyse bitmiş olan MI-5 görevlilerinin sürekli içen, gaz çıkaran, sürekli pis gezen Lamb liderliğinde bir takım haline gelmesini ve büyük davaları çözmesini anlatan Slow Horses arka planda da espiyonaj dünyasının gerçek yüzünü; özünde kendini dev aynasında gören karakterlerin, yüksek egoların çatışmalarını; kişisel çıkarların teşkilatın üzerinde tutulmasını ve teşkilat içi ihanetleri gözler önüne seriyor. Le Carré’nin ‘Soğuktan Gelen Casus’ romanının baş karakteri Alec Leamas’ın ağzından ifade ettiği “Casusların ne halt olduğunu sanıyorsun? Tanrının veya Karl Marx’ın sözlerine aykırı olarak yaptıklarını ölçen ahlak filozofları mı? Hayır değiller… Onlar sadece benim gibi bencil p.çlerdir: Küçük insanlar, ayyaşlar, ne idüğü belirsiz, kılıbık kocalar; kokuşmuş yaşamlarını kovboy-kızıldericilik oynayarak parlatmaya çalışan memurlar… Onların keşiş gibi bir hücrede oturup yanlış karşısında doğruyu tarttıklarını mı sanıyorsun” sözlerini günümüz Londra’sına taşıyan dizi aynı zamanda casuslar dünyasına anti-Bond bir yaklaşık sergiliyor. Nitekim dizinin tanıtım videolarının birinde Gary Oldman şöyle diyor: “Cool arabalar, ışıltılı mekanlar ve yüksek teknoloji yok (…) Bu gazinolar, şampanya ve Aston Martin hakkında değil. Bu James Bond değil.”

Eğlence derecesi son derece yüksek olan dizi özellikle Gary Oldman’ın muhteşem oyunculuğu ve Oldman ile Thomas’ın karşılıklı sahneleri için bile görülmeli.

SON DÖNEMİN DİKKAT ÇEKİCİ CASUS DİZİLERİ 2

THE AGENCY: Central Intelligence (2024 – )

Slow Horses ile birlikte benim için son dönemin en ilgi çekici casus dizisi olan The Agency Fransız yönetmen ve senarist Eric Rochant tarafından yaratılan Le Bureau des Légendes (2015-2018) isimli yapıtın bir yeniden uyarlaması. Espiyonaj dünyasının çıkmazlarını; o dünyanın üyelerinin aile ve aşk hayatına etkilerini ve kariyerleriyle özel yaşamları arasındaki sıkışmışlıklarını yarattığı atmosfer ile başarıyla yansıtan dizi öncelikle oyunculuklarıyla dikkat çekiyor. Başroldeki Michael Fassbender Steven Soderbergh’in Black Bag (2025) filmindeki rolüyle casus rolünde çok başarılı olabileceğini göstermişti. Dizide o filmdeki ‘cool’ tavrından farklı olarak Fassbender bu yapımda daha kırılgan, iç hesaplaşmaları içinde bir çıkmazın içine sıkışmış Brandon Colby rolünde çok başarılı bir oyunculuk ortaya koyuyor.  Oyunculuğuyla diziyi sürükleyen Fassbender’e yan rollerde efsanevi aktörler Jeremy Wright (ki o da Daniel Craig’in oynadığı Bond serisinde Bond’un CIA’deki yakın dostu Felix Leiter rolüyle casus filmlerinin yabancısı değil) ve Richard Gere destek veriyorlar. Diğer yan karakterlerin inandırıcı oyunculukları sayesinde de dizi bir başka seviyeye çıkıyor.

Eski tarz casus yapımlarını andıran bir şekilde gerçekçi senaryosu ve bazı anlarda çok yüksek bir noktaya çıkan gerilimin getirdiği seyir zevki yanında günümüzün uluslarası konjonktürüne yaptığı doğrudan göndermelerle de dizi ilgi çekici bir politik arka sunuyor ve izlenmeyi hakkediyor.

SON DÖNEMİN DİKKAT ÇEKİCİ CASUS DİZİLERİ 3

THE TOTEMS (2022)

Casuslar dünyasında adı pek geçmeyen ve bu alana dair yapımların ender çıktığı Fransa son yıllarda türün popülerliğine katkıda bulunan ilgi çekici yapımlarla atağa kalkmış durumda. Espiyonaj dünyasını hicve alan casus-komedi dizisi Au service de la France (2015-2018), yukarıda sözünü ettiğim Le Bureau des Légendes ve Les Deniers Panthers (2015-16) hemen akla gelen örnekler. The Totems ise son dönem Fransız casus dizileri arasında farklı yere sahip; keza dizi Soğuk Savaş’ın en yoğun olduğu 1960’ları ve o günlerin en sıcak konularından biri olan nükleer silahları konu alan tam bir ‘Soğuk Savaş’ yapımı. Senaryoya diziye derinlik katmak amacıyla eklenen kişisel/iç çatışmalarla, ideolojik ve etik tartışmalarla ilgi çekici hale gelen yapımın göze batan belki de tek kusuru kimi zaman melodrama göz kırpan arka plandaki aşk hikayesi. Bir sezon ve sekiz bölüm süren ve bu sayede adeta uzun bir film gibi aksiyonunu, gerilimini ve heyecanını dozunda tutmayı başaran dizide Fransız roket bilimci Francis Mareuil rolünde Niels Schneider, CIA adına çalışan Virgile rolünde Jose Garcia ve Fransız Gizli Servisi’nin üst düzey yöneticisi Charles Contigne rolünde de büyük aktör Lambert Wilson başarılı bir oyunculuk sergiliyorlar. Mareuil’in karısı Anne rolünde Ana Girardot’nun oyunculuğunun da altını çizmeliyiz. Bir Amazon Prime dizisi olan The Totems alternatif bir Soğuk Savaş hikayesi görmek ve o yılların Paris’i, Doğu Berlin’i ve Prag’ında tarihi bir gezinti yapmak isteyenler için güzel anlar vadediyor.

SON DÖNEMİN DİKKAT ÇEKİCİ CASUS DİZİLERİ 4

THE LITTLE DRUMMER GIRL (2018)

Bir John Le Carré uyarlamasıyla daha karşı karşıyayız. Yazarın 1983 tarihli aynı adlı eserinden uyarlanan dizi ilginçtir Tinker, Tailor, Soldier, Spy ile tam zıt bir serüvene sahip. Onun aksine önce sinemaya uyarlanan (1984 yılında George Roy Hill tarafından yönetilen filmde başrolde Diane Keaton var) roman ekrana sonra geliyor. Le Carré’nin Ortadoğu ve İsrail-Arap meselesine dair kaleme aldığı tek roman olan The Little Drummer Girl yazarın en başarılı eserleri listesinde çok da üst sıralarda yer almamasına karşın gerek içeriğinin aksiyona ve dinamik bir gerilime uygun olması gerekse de konusunun popülerliği dolayısıyla sinemaya ve televizyona uyarlanmış durumda. Film uyarlaması çekildiği dönemde karışık yorumlar almıştı. Altı bölümden oluşan diziyse hem seyirci hem de eleştirmenler tarafından genel olarak beğenilmiş durumda. Mossad ajanları tarafından teşkilat için çalışmaya ikna edilen İngiliz oyuncu Charlie rolünde Florence Pugh, Mossad ekibinin başındaki Kutz rolünde Michael Shannon ve Mossad istihbarat subayı Becker rolünde Alexander Skarsgård çok başarılı bir oyunculuk ortaya koyuyorlar elbette ama Le Carré’nin metni yanında dizinin arkasındaki asıl itici güç ise bir Güney Kore işbirliği: Sadece yükselen Güney Kore sinemasının değil 21. Yüzyıl sinemasının da en büyük isimlerinden biri olan Park Chan-Wook’un yönetmenliği ve yönetmenle yaptığı işbirliğiyle tanınan ve yine 21. Yüzyıl’ın en büyük film müzikleri bestecilerinden biri olan Cho Young-Wuk’un müzikleriyle birlikte dizi seviye atlıyor.

SON DÖNEMİN DİKKAT ÇEKİCİ CASUS DİZİLERİ 5

LOSI, EL ESPIA ARREPENTIDO (2022 – 2023)

Listede sürpriz bir şekilde yer alan bir Arjantin yapımı. Arjantinli yönetmen ve senarist Daniel Burman tarafından Horacio Lutzky and Miriam Lewin’ın 2015 tarihli aynı adlı kitabından uyarlanan dizinin en ilgi çekici yanı hiç kuşkusuz özgün konusu. Arjantin Federal Polisi içinde demokrasiye geçişten sonra yeni yönetimin politikalarını beğenmeyen aşırı sağcı bir birim, Andinia Planı olarak bilinen ve nihai amacının İsrail’den sonra dünya üzerindeki ikinci Yahudi Devleti’nin Arjantin ve Şili topraklarında kurmak olduğu iddia edilen bir komplo teorisinin gerçekleşmemesi için harekete geçer. Bu amaçla Polis Örgütü’ne katılmak üzere olan ve annesi bir Yahudi doktorla evli olduğundan Yahudiliğe aşina olduğunu düşünülen Jose (Yosi) adlı genç bir polis adayını Arjantin’deki Yahudi Cemaati’ne sızmak üzere görevlendirir. Dizi Yosi’nin Yahudi Cemaati içindeki faaliyetlerini ve Yahudi hedeflerine karşı küresel düzeyde yapılan en büyük terör eylemleri arasında yer alan İsrail’in 1992’de Buenos Aires Büyükelçiliği ve 1994’te Arjantin-İsrail Kültür Merkezi’ni bombalamalarına kadar geçen süredeki olayları ele alır.

Dünyanın en büyük altıncı Yahudi Topluluğu olan Arjantin Yahudi Cemaatine karşı Arjantin aşırı-sağcı unsurlarının antisemitist geleneğinin demokrasiye geçişten sonra bile devam ettiğini ve özellikle kökenleri 19. Yüzyıl’ın sonu ve 20. Yüzyıl’ın başına kadar dayanan Andinia Planı Komplo Teorisi’nin bu unsurlar tarafından nasıl Yahudilere yapılan bazı saldırılar için kullanıldığı anlatan dizi içerdiği politik ton dışında kimi anlarda başarıyla yansıttığı gerilimli atmosfer ile de dikkate değer.

Listeme almama rağmen dizinin yine de kaçırılmış bir fırsat olduğunu düşünüyorum. Öncelikle bu kadar özgün ve ilgi çekici bir konu daha derinlikli bir şekilde uyarlanabilirmiş. Araya eklenmiş melodramatik unsurlar ve dizinin geneli için gerekli olmayan havada kalan karakterler dizinin ritmini bozuyor. Genel anlamda kötü bir iş çıkarmayan Jose/Yosi rolündeki Gustavo Bassani karakterin içine düştüğü ahlaki ikilemi yansıtmaktaysa pek ikna edici olamıyor. Tüm bunlara ek olarak dizinin en büyük handikaplarından biri de uzunluğu. İki sezon ve 16 bölümden oluşan dizi kimi zaman fazla uzamış ve bu amaçla da bazı gereksiz detaylarla doldurulmuş hissi veriyor.

En Son Yazılar