Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

YeniSayı Çıktı

Polisiye Dergi Dedektif'in yeni sayısını şimdi ücretsiz okuyabilirsin!

ÇAPKIN AVCI

Diğer Yazılar

TÜRKÇEYE KAZANDIRAN: Benan Eres

ÇAPKIN AVCI 1

YAZAR HAKKINDA

Richard Horatio Edgar Wallace, İngiliz romancı ve tiyatro yazarıdır. Bir artistin çocuğu olarak Greenwich, Birleşik Krallık, 1 Nisan 1875’te doğdu. Sokağa terkedilen yazar bir balıkçı ailesi tarafından büyütüldü. 12 yaşında gazete satıcılığı yaptı. 18 yaşında orduya girdi, Güney Afrika’da savaştı. Ordudan ayrılınca “Daily Mail” gazetesinin muhabiri olarak çalıştı. Tiyatro oyunlarının yanı sıra polisiye romanlar da yazdı. 27 yılda 200’e yakın ürün verdi. Bu roman türünün adeta kurucusu oldu. 10 Şubat 1932’de Beverly Hills, Kaliforniya’da öldü.

***

Bay Vernon Strate, muhtelif işleriyle ilgilenmek üzere şehre geri dönmesinden bir gün önce, kendine özgü sakinliğiyle teklifte bulunmuştu. Tavrı öyle durgun ve duygudan yoksundu ki Margaret Brand ne dediğini tam olarak anlayamamıştı:

“Elbette senden on, on iki yaş büyüğüm ve anlıyorum ki birçok yönden tercih edeceğin bir koca değilim.”

Önce şaşkınlıkla sonraysa kafa karışıklığı içinde dinledi kadın onu. Yirmi dört yaşındaydı ve tercih edeceği türden bir koca karşısına çıkmamıştı. Babasının ona bıraktığı bin poundu titizlikle saklayan piyade albayın kızının istikbali biraz umutsuz görünmeye başlamıştı. Yılda iki yüz pounda talim ettiği ve gelecek beklentisi olmayan bir durumda sıkışıp kalmıştı.

“Gerçekten ne diyeceğimi bilemiyorum Bay Strate; sizi doğru dürüst tanımıyorum bile.”

Bu doğruydu. Brightsea treninde tanışmışlardı. Beyefendi’nin kibarlığı ve ilgisi cezbediciydi, üstelik kadının yakınında olmak uğruna Maine Otel’in lüks konforunu bırakıp Akasya Pansiyon’un mütevazı rahatlığına razı olmuştu.

Şu kadarını açık etmişti: “Oldukça varlıklı bir adamım, hiçbir bağım veya ilişkim yok.” Ardından İtalya ve Riviera seyahatlerinden ve Kanada’daki çiftliğinin güzelliğinden bahsetti. “Yarın şehre gidiyorum. Bu konuyu ciddi bir şekilde düşünmeni isterim. Evlendiğimiz gün tarafınıza bin pound sunacağım.”

Kendisini yadsımasına rağmen kırk yaşında, çekici, uzun boylu bir erkekti ve bir bakıma göz alıcıydı. Konuşurken ara sıra ‘h’ sesini düşürme numarası başlarda kadını eğlendirmiş ancak genç yaşta verdiği yoksulluk mücadelesinden, kendi kendini eğitmiş olduğundan ve kibarlık öğrenebileceği fırsatların yokluğundan bahsettiğinde hissettiği küçümseme sempatiye dönüşmüştü.

Günün çoğunu içeride geçiriyordu. Gözleri zayıftı ve güneş başını ağrıtıyordu. Bazen geceleri yürüyüş yaparlardı ancak bu, evlilik teklifinden önceydi.

Onun yokluğunda kadın kendini, ciddi ciddi teklifi düşünürken buldu. Yine de… Çirkin bir düşünceydi: Bay Strate bir çapkın avcıydı. Hayatına davetsiz girmiş bir adamdı.

Margaret Brand çapkın avcılar hakkında çok şey işitmişti. Onlarla gezinti yollarında, iskelelerde bazen trenlerde karşılaşırdınız. Pencereyi açık mı kapalı mı, oturduğunuz yeri mi yoksa şu gölgede olan koltuğu mu tercih ettiğinizi sorarlar, havalardan, denizin dinginliğinden ya da diğer insanların tuhaflıklarından bahsederlerdi. Ve zamanla onlarla tanışık olur, faytonla şato harabelerine ya da filmlere giderken çok geçmeden kendinizi ilişkiler ya da apandisit gibi kişisel mevzuları konuşurken buluverirdiniz.

Asıl çapkın avcı ufukta belirdiğinde Margaret iki haftadır Brightsea’deydi. Akasya’da, Londra’da süveter ören orta yaşlı hanımefendilerin, Brightsea’de süveter örmek üzere geldikleri tertemiz ve bütçeye uygun döşenmiş pansiyonda kalmıyordu. Adam ne ön bahçede yanı başındaki sandalyeye pervasızca damlamış, ne de göz göze gelmek umuduyla önünden defalarca geçmişti.

Karşılaşmaları alışılmadıktı. Kimsenin olmadığı iskeleden sallana sallana geldiğinde, Margaret bejler içindeki narin bedeniyle ahşap bankta oturuyordu. Açık kırmızı güneş şemsiyesi, güneş yanığı hoş yüzüne daha derin bir renk katmıştı. Sabahın sekiziydi ve etrafta koşuşturan balıkçılardan başka kimse yoktu.

Hafif uzun boylu, kahverengi suratlı, açık yakalı kolsuz içliğinin üzerine, göğüs cebinde beyaz güvercin arması bulunan koyu mavi spor ceket giymiş bir adamdı. Yanından tek bir bakış atmadan geçti ve kadın başını kitabından kaldırıp, onu iskelenin sonundaki çadırın yanından dönüp gözden kaybolana kadar aylakça izledi.

Geri döndüğünde Margaret kitabını okumaya devam ediyordu. Hikâyeye o kadar dalmıştı ki adam takılıp ayaklarının dibinde yere serilmeseydi farkına bile varmayacaktı.

Ayağa kalkarken, “Kahretsin!” dedi sakince. “Ayakkabı bağcıklarım… Çok affedersiniz!”

Tek ayağını banka koyup takılıp düştüğü uzun bağcığı hışımla çekiştirdi.

Kadın bir şeycik demedi; gözlerini tekrar kitabına çevirdi ama artık okumuyordu.

“Sizinle tanışma peşinde olsaydım daha az can yakıcı bir yol denemeliydim.” Bir mendille, çizilmiş elini siliyordu. “Ama durum öyle değil. Ve size zaten daha önce tanışmış olduğumuzu da söylemeyeceğim çünkü bu da doğru değil. Harika bir sabah değil mi?”

“Öyle mi?” Margaret gözünü sayfalardan ancak kaldırmıştı.

“Öyle olduğunu bal gibi de biliyorsunuz.” Davetsizce banka oturmuştu. “Siz Margaret Brand’siniz. Kız kardeşimle aynı okuldaydınız. Benim adım Denman –Ian ya da John, hangisi keyfinize uyarsa. Kardeşim dün size işaret edip dikkatinizi çekmeye çalıştı.”

Margaret Brand’in son sınıf gözdesi, Helen Denman’ın da sınıf başkanı olduğu St. Mary’deki eski günlerde, okulda Rezil Kardeş efsanesi yayılmıştı. Bahsi geçen kişi,  Helen’in kardeşiydi ve söz konusu rezillik, disiplinsizliği, kabadayılığı, değerli vazoları ve camları kırma eğilimi ve sabah banyolarından kaytarma alışkanlığından kaynaklanıyordu.

En nihayet, son yıl öyle fena bir şey yapmıştı ki (Margaret’in ne kadar ukala olduğunu hatırladığı) Helen en yakın arkadaşına bile anlatamamıştı. Hatırladığı tek şey durumun utanç verici olduğuydu. Denmanlar varlıklı ve Kont soyundandılar. Baba Denman, Baronet payesine sahipti: Bayan Denman görüşeceği kişiler hakkında oldukça seçici bir hanımefendiydi. Rezil kardeş ise azami rezillikte bir fiilden sorumluydu. Bir bar kadınıyla mı evlenmişti ya da bir kasabın karısıyla mı kaçmıştı? Margaret hatırlayamıyordu; belki de hiçbir zaman öğrenmemişti.

“Sen… Rezil Kardeş misin yoksa?” diye ağzından kaçırdı.

Adam gülümsemeksizin başıyla onayladı.

“İşte o benim,” dedi sakince. “Şimdi bana nazik davranacak mısın?”

Margaret bir anlığına ürkmesine rağmen güldü.

“Evet, Rezil Kardeş benim; şeytani bir çıkmazdayım. Zavallı yaşlı peder geçen yıl vefat etti ve ben de geçmişimi gizlemeye çalışıyorum. Görüyorsun ki artık Birleşik Krallık’ın bir baronetiyim ve bu bazı durumlarla pek uyuşmuyor. Gazeteler bunu bir öğrenirse, sansasyona çevirirler. Ama gelecek hafta yeni bir sayfa açıyorum, her şeyi bir kenara bırakıyorum. Son bir kaçamak, ulu Tanrı’m, temize çıkmadan önce şöyle ses getirecek son bir zaferi ne çok istiyorum!”

Hızlı hızlı, düzensiz ve Margaret’a göre tutarsız konuşuyordu. Adamın neden bahsettiği hakkında en ufak bir fikri yoktu. John, aynı oturduğu gibi aniden ayağa fırladı.

“Biraz etrafta dolanacağım,” dedi. “Sizinle karşılaştığıma çok sevindim. Sakın beni ele vermeyin!”

Onu akşamüstü tekrar gördüğünde adam kızı birlikte çay içmeye sürükledi. Akşam birlikte tiyatroya gitmek ve sabahın köründe de balık tutma dersi için ısrarla çağırdı.

Üçüncü günün sonunda Margaret artık ona durumunu söylemenin uygun olacağını düşündü.

“Nişanlı mısınız?” derken yakışıklı yüzü bir anda soldu. “Gerçekten… Bilmiyordum.”

“Yani, tam olarak nişanlı denemez,” diye hızlıca açıkladı Margaret ve bu heyecanlı adama gerektiği kadarını anlatıp konuyu olabildiğince hızlı değiştirdi. “Ses getirecek zaferinizden ne haber?” diye sordu. “Neymiş bu büyük zafer?”

Ian başını olumsuzca salladı. “Yok, sanırım vazgeçmeliyim. Brightsea insanın öylesine bir başarıyı bekleyeceği yer değil.”

Bu, Margaret’ın kafasını karıştırmıştı. Bu adam acaba ailesine kara leke sürecek ne yapmıştı? Bir mücevher hırsızı mıydı ya da… Bir şekilde konunun bir bar kadınıyla alakası olmadığını düşündü.

O akşamüstü Bay Strate, Londra’dan döndüğünde Margaret kararını vermek üzere cesaretini toplamıştı. “Dışarı çıkabilir misin? Seninle konuşmak istiyorum.”

Adam tereddüt etti. “Güneş gözlerim için oldukça kuvvetli,” diye serzenişe başladı.

“Koyu camlı gözlüklerini takarsın,” diye ısrar etti Margaret. “Bir gün kullanmıştın ve başın ağrımamıştı.”

Bay Strate kabul etti. On dakika sonra iskele boyunca yürüyorlardı.

“Hadi buraya oturalım.” Margaret oturdu ve diğeri de yanına ilişti. “Bay Strate, size söylemek istediğim bir şey var. Sizinle evlenebileceğimi sanmıyorum. Bana bahşettiğiniz şeref için minnettarım ama evlenmeye pek hevesli değilim…”

“Ama hayatım,” diye lafa girişti adam. “Ben bu izdivaca kalbimi koymuştum –“

Ve tam o anda, uzakta Rezil Kardeş’in ince uzun silüeti belirdi. Onları gördü ve el salladı.

“Bir dostum,” diye açıkladı Margaret. “Ian Denman. Kız kardeşini tanıyordum…”

Yanındaki adam Margaret’ı hayrete düşürecek biçimde bir küfür savurarak ayağa fırlayıverdi.

“Kimseyle tanışmak istemiyorum!” Neredeyse bağırıyordu. “Ona iyi olmadığımı söyle.” Ama artık çok geçti. Ian Denman yanı başlarında bitmişti.

“İşte bu Bay Strate,” dedi Margaret tereddütle. “Sana bahsettiğim arkadaş.”

Rezil Kardeş ikisine dik dik bakıyordu. “Aman yarabbim!” diye inledi sonra. “İşte fırsat kucağıma kadar gelmiş ama ben değerlendiremiyorum… Defol, kaybol ortadan Smith!”

Margaret, kendi hâlindeki Bay Strate’nin fırlayıp iskelenin girişine kadar son hızla koşuşunu ve Rezil Kardeş’in onun peşinden gidişini dehşet ve hayretle izledi.

Bay Strate bomboş denize düşerken, Ian “İşi fena bozdun hayatım!” diyordu. “Teşkilattan zafer parıltılarıyla ayrılmayı düşünüyordum! Şimdi bu mümkün değil!”

Soluk soluğa, “Kim… kimsin sen?” diye sorabildi Margaret.

Ian kıkırdadı. “Aileme, polis teşkilatına katılmak suretiyle leke sürdüğümü bilmiyor muydun? Bow Sokağı Karakolu’ndan Dedektif Muavini Denman, emrinizdeyim efendim. Ayrıca Smith’in, başka adıyla Bocosco’nun, diğer adıyla Strate’nin peşindeydim. Profesyonel bir hanım avcısıdır kendisi ve ağına düşürmek üzere etrafta, banka hesaplarında birkaç yüz poundu bulunan yalnız ve genç hanımefendilerin peşinde dolanır.

“Gel bir limonata içelim ve sana balayımızı nerede geçireceğimizi anlatayım.”

En Son Yazılar