Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

Karar Ver: Karakola Gitsin (13)

Diğer Yazılar

Yok, içi rahat etmeyecekti. En azından resmi bir kanal üzerinden şikâyette bulunmaya karar verdi. Yarın bir gün başka birine daha fena bir şey olursa, vicdan azabından kendini yer bitirirdi, biliyordu huyunu.

Cadde üzerinde ilk gördüğü taksiye atladı, yol üstünde gördüğü bir bankamatikten biraz para çekti. Kısa sürede bölgedeki polis karakoluna vardı. Fazla beklemesine gerek kalmadı. Gençten bir polis memuru ifadesini aldı kısa bir süre içinde. Şaşırtıcı derecede nazik ve ilgiliydi. Tüm detayları sordu, uzun uzun konuştu Bilge’yle. Ön yargılı düşüncelerinden biraz utandı Bilge. İçi rahatladı, iyi ki buraya gelmişti.

“İlk şikâyet sizinki değil,” dedi memur, “son hafta içinde üç benzer şikâyet geldi aynı bölgeden. Araştırıyoruz. Bölgedeki kamera kayıtları inceleniyor. Pazartesi itibariyle gece devriyemiz de başlayacak park bölgesinde. Siz ifadenizi imzalayın. Birilerini teşhis etmeniz gerekirse, size ulaşacağız,” diye ekledi.

Kuş gibi hafiflemiş şekilde karakoldan çıktı Bilge. Evinin bulunduğu sokağa doğru yürürken, her zaman uğradığı tanıdık bakkaldan birkaç bira, sigara ve pratik, atıştırmalık bir şeyler aldı. Nihayet, geç de olsa eve ulaşmanın mutluluğu içinde anahtarını kapı kilidinde döndürüp girdi içeri. Evinin tanıdık kokusu çarptı yüzüne. Kedisi ayaklarına dolandı sevinçle guruldayarak. Kontrol etti, yemeği de suyu da doluydu beyefendinin. Özellikle hafta sonları sabah çıkarken mutlaka bolca doldururdu Bilge kedinin tabaklarını, eve geç gelme, hatta gelmeme ihtimaline karşı. Aldıklarını hızlıca buzdolabına yerleştirdi, birasının birini açtı hemen, dikti kafasına. Kâselere atıştırmalık bir şeyler hazırlayıp salona geçti, ışıkları açtı, geniş TV koltuğuna yayıldı, televizyonun kumandasına basıp ayaklarını uzattı. “Oh be!” dedi nefesini seslice verirken. “Ne gündü ama!” Tüm eklemleri sızlıyordu yorgunluktan. Olsundu. Dinlenir, geçerdi.

Boş gözlerle televizyona bakıp kanallar arasında gezmeye devam ederken, telefonu çaldı. Numara tanıdık değildi. “Efendim?” diye açtı, donuk bir sesle. “Alo Bilge?” dedi bir erkek sesi, arka fonda feci gürültülü bir müzik eşliğinde.

“Evet, benim?”

“Ben Burak!”

“Hangi Burak?”

“Burak Sönmez yahu! Spor hocası olan…”

Aaaa, o Burak! Geçen hafta sonundan beri aklına bile gelmemişti Bilge’nin. Telefonunu ne ara vermişti acaba? Onu bile hatırlamıyordu.

“Ah selam Burak, kusura bakma, bende kayıtlı değilmişsin, nasılsın?”

“İyidir, sen nasılsın? Bardayım. Gelirsin belki diye bekledim, ama görünmeyince bir bakayım dedim.”

“İyi sayılırım. Evdeyim, gelemedim bugün. Yorgunum biraz.”

“Anladım. Kusura bakma, rahatsız ettim bu saatte seni. İyi dinlenmeler o zaman sana, sonra görüşürüz…”

“Aslında, baksana… Hmm… Bana gelmek ister misin?”

Bir anda çıkıvermişti ağzından. Tekrar görüşmeyi hiç düşünmemişti aslında bu Burak denen çocukla. Şimdi sesini duyunca, nedense, göresi gelmişti.

Burak da böyle bir teklif beklemiyordu belli ki. Bir anlık şaşkınlık yaşasa da, ikiletecek değildi. Sesindeki sevinç pırıltısını fark etmemek için kör olmak lazımdı.

“Olur tabii… Ne getireyim gelirken? Bir şey lazım mı?”

“Şarap iyi olur aslında. Evi hatırlıyorsun, değil mi? Konum atayım mı?”

“Yoo, gerek yok. Hatırlıyorum tabii ki.”

Burak gelmeden ortalığı şöyle bir topladı Bilge. Müzik kanalı açtı, ışıkları biraz kıstı. Üzerine rahat, ev haline uygun bir şeyler giydi, dişlerini fırçaladı, yüzünü yıkadı. Meyve ve peynir hazırladı bambu tabaklara. Tam zamanında geldi Burak. Gece kötü başlamıştı, ama giderek güzelleşiyordu neyse ki…

Ertesi gün öğleni buldu kalkıp güne başlamaları. Pırıl pırıl, yumuşak bir bahar havası vardı dışarıda. Kahvaltı için dışarı çıkmaya karar verdiler. Sokak arasında çok sevdiği bir kafe vardı Bilge’nin, oraya gittiler. Siparişlerini verip çay içerek gazete-dergi keyfi yapmaya koyuldular.

“Dün gece sabaha karşı Meclis Parkı’nda bir kız öldürülmüş!” dedi cep telefonundan gündelik haberlere bakan Burak. Şok oldu Bilge, hemen cep telefonunu çıkardı o da. Doğruydu haber, Deniz adında, henüz 18’ine yeni girmiş bir kız bıçaklanarak öldürülmüştü. Katil ya da katiller henüz yakalanamamıştı. Sosyal medya yıkılıyordu. Gündemin ilk sırasına yerleşmişti kızcağızın ölüm haberi. Aynı bölgeden daha önce de saldırı ve gasp şikâyetleri gelmesine rağmen neden herhangi bir önlem alınmamıştı? Meclis’in burnunun dibinde nasıl ellerini kollarını sallayarak cinayet işliyorlardı da kimsenin ruhu duymuyordu? Tüm ülkeden tepkiler sel gibi yağıyordu.

Bilge allak bullak oldu birden, midesi bulanmaya başladı. “Dün akşam eve gelirken bana da saldırdılar, biliyor musun?” dedi Burak’a sessizce. “Ne?! Neden bir şey söylemedin?” dedi Burak şaşkınlıkla. “Karakola şikâyet ettim. Sadece para çaldırmıştım, çok önemsemedim. Ufacık bebelerdi. Bıçak mıçak aklıma bile gelmedi,” dedi Bilge üzüntüyle. Saat 18:00’de parkta kadınlar toplanıp eylem yapacaktı. Katılmaya karar verdiler. Kahvaltılarını keyifsizce ve zoraki yapıp kalktılar.

Eylemde mahalleden tanıdığı epey bir insanı gördü Bilge. İnsanlar acılı ve öfkeliydi. Polis sert müdahale etti. Bol bol gaz ve cop yediler.

Bilge o hafta çalıştığı şirketten istifa etti.

Deniz’i bıçaklayanlar ise hiç yakalanamadı.

*** bu hikâyenin sonu ***

En Son Yazılar

EDİTÖRDEN

SUÇÜSTÜ

GECE YOLCUSU