“Boşver ya, bara gideyim,” dedi içinden. Biraz dağıtmak, stres atmak iyi gelecekti. Tanıdık birileriyle laflamak da öyle. Dudaklarının arasına bir sigara yerleştirip yaktı ve ellerini cebine sokup hafta sonu kalabalığının içine karışarak Sakarya’ya doğru yöneldi. Karşısına çıkan ilk bankamatikten biraz para çekti. Bir süre daha yürüdükten sonra barın kapısında güvenlikle selamlaşıyordu.
“N’aber Ahmet?”
“İyidir Bilge, kalabalık işte, uğraşıyoruz, ne olsun.”
Kapıda bekleşen, ‘damsız’ içeri girmeye çalışan birkaç adamın arasından bir omuz hamlesiyle sıyrılıp içeri girdi. Klasik Cuma’ydı işte. Bahçedeki masalar da, içerisi de tıklım tıklımdı. İçeride eski kırkbeşlikler çalıyor, sahnenin önünde millet kıvırta kıvırta dans ediyordu. Yıllardır değişmeyen manzara.
Her zamanki gibi barın en dip köşesine yanaştı, sırtını duvara verdi. Tek başına geldiğinde en çok burada oturmayı severdi. Hem bardakilerle muhabbet edebileceği, hem sahneyi hem de geleni gideni rahatlıkla görebileceği bir konumdu. Şu anda boşta sandalye yoktu, ama birazdan nasıl olsa biri dayanamayıp dans etmeye gider, sandalyesi ona kalırdı.
Barın içi de dışı gibi vızır vızır yoğundu. Bardakların biri dolup biri boşalıyor, siparişler üçer beşer geliyordu. “N’aber Ercan? Bir cin versene bana?” dedi hemen. Fazla oyalanmak da, oyalamak da istemedi. “Hemen geliyor şekerim,” dedi Ercan, iki arada bir derede Bilge’nin cinini siparişlerin arasına kaynattı, önüne tak diye koydu. Bilge ilk yudumunu yağ gibi yuvarladı boğazından aşağı. Tam istediği kıvamdaydı; cin, tonik, nane yaprağı, buz ve limonun muhteşem birlikteliği. Sağa sola bakınarak, dans edenleri izleyerek, girip çıkan tanıdıklarla selamlaşarak, aralarda çerez atıştırarak ilk bardağını hızlıca bitiriverdi. Bu arada bir de sandalye kapmış, sırtını sağlama almıştı. Çantasını ve montunu da Ercan’a vermişti, barın içine koyması için. Kafası bir nebze rahatlamış, keyfi yerine gelmeye başlamıştı.
Bir boşluğunda Bilge’ye biraz yanaşıp sessizce “Hafta içi Burak uğradı, seni sordu,” dedi Ercan. Şöyle hafiften bir göz kırpmayı da ihmal etmedi. Gözlerini devirerek omzunu silkti Bilge. Geçen hafta sonundan beri aklına bile gelmemişti Burak denen çocuk. İz bırakacak türden biri değildi Bilge için. Geniş omuzlu, yapılı, yakışıklıydı ama konuşacak bir şeyi yoktu. “Aman boşver onu, bir cin daha ver sen bana,” dedi kayıtsızca. “Şekerim yavaş, gece uzun,” dediyse de cini hazırlamaya koyuldu Ercan. Bilge’nin damarına basmak istemezdi.
Arada bir, iki arkadaşı uğradı Bilge’nin yanına, bazen de o dışarı çıktı sigara içmek için. Muhabbet kurmaya çalışan birkaç adam, hatta kadın da oldu ama bu hafta sonu hiç flört havasında değildi Bilge. Sadece içkisini içip, evine gidip zıbarmak niyetindeydi. Üçüncü cinin sonuna geldiğinde epey gevşemiş, keyiflenmiş, hatta gözlerini dans pistine dikmişti. O sırada hemen dibinde tanıdık bir ses duydu: “N’aber Bilge, nasılsın?” Burak’tı bu.
“İyidir, senden?”
“Ben de iyiyim.”
“…”
“Hiç haber alamadım senden tüm hafta?”
“Alman mı gerekiyordu?”
“Bilmem?”
“…”
“Geçen hafta sonu bayağı yakın davranıyordun da?”
“Eeee Burak? Ne demek bu? Şimdi davranmıyorum. Oldu mu?”
“Neden peki? Ters bir şey mi yaptım?”
“Yoo… O kadar samimiyet yetti galiba. Bu şekilde kalmasını tercih ederim.”
“…”
“Gerçekten, senlik bir şey yok, kusura bakma. Unutalım gitsin geçen haftayı da. Tek gecelik bir şeydi. Boşver, keyfine bak sen de…”
“…”
“…”
“Bu mudur yani? Bu kadar mı?”
“Daha ne olsun Burak? Ne söyleyeyim istiyorsun? Bu kadar, evet.”
Gözlerinden çelik gibi bir parıltı geçti Burak’ın. Bu bakışı tanırdı Bilge; babası başta olmak üzere geçmişindeki bazı erkeklerle olan tatsız münasebetlerinden aşinaydı, ama pabuç bırakacak değildi. Artık değildi. O yıllar ve yaşlar çok gerilerde kalmıştı. O da sertçe dikti bakışlarını Burak’ın gözlerine. İlk kim gözünü kaçıracak oyunu oynarmış gibi bir müddet dik dik bakıştılar, sonra hırsla arkasını dönüp gitti Burak.
“Çattık,” dercesine kafasını şöyle bir salladı Bilge. Sinirleri bozulmuştu. Cin bardağının dibindeki son fırtı çekip havada salladı Ercan’a doğru. Başıyla siparişi aldı Ercan. Yeni içkisini yudumlarken keyfi kaçmış, dikkati dağılmıştı. Dans pistini, geleni gideni boş gözlerle izliyordu. Sinirin de etkisiyle iyice hızlanmıştı içmesi. Kafası iyiydi. O kafayla yirmi dakikada bitirdi dördüncü cinini.
“Ercan bana bir duble Jack versene!” diye bağırdı ağzı çarpılarak.
“Karıştırma istersen Bilge, kötü oluyorsun sonra bak. Çok hızlı içtin zaten.”
“Ya ver sen, n’apıcan iyiyi kötüyü, hayret bi’şey!”
“Boşver sen viskiyi, ben sana bir yolluk birası vereyim, cilanı çek…”
Bir an ağzını bozacak gibi oldu, ama tuttu kendini Bilge. Ercan’ın iyi niyetli olduğunu biliyordu. Doğru söylüyordu aslında. Tam eşik sınırdaydı. Bu sınırı geçti mi durmak bilmezdi, tecrübeyle sabitti. “Bir içki daha içmesem, eve gidip zıbarsam mı acaba?” diye geçirdi içinden. Kararsız kaldı.
[Bilge bir içki daha içsin mi, içmesin mi?]
Karar Ver!