“Bazı insanların derilerinin ve kemiklerinin altında, Tanrı’ya şükür ki çok az kişinin, kara delikler vardır.” Dedektif Bill Hodges rolünde harikalar yaratan Brendan Gleeson’un sözü bu.

Dizinin Adı: Mr. Mercedes
Başroller: Branden Gleeson, Harry Treadaway, Holland Taylor
Yayınlandığı Tarih: 2017-2019, 3 sezon, 30 bölüm
Senaryo: David E. Kelly
Uyarlandığı Kitap: Stephen King’in aynı adlı romanı
Yayınlandığı Platform: Netflix
IMDb puanı: 7.7 (30K)
Artık hikâyeler ve bu hikâyelerden doğan diziler, filmler insanlara doğru yolu göstermeyi hedeflemeyi çoktan bıraktı. Mr. Mercedes’i izlerken bu karara vardım. Dizi, katilin çalıntı bir Mercedes arabayla Amerikalıların ‘İş ve İşçi Bulma Kurumu’ önünde, dondurucu soğukta bir iş bulabilmek için ümitsizce bekleyen insanları ezip geçtiği sahneyle başlıyor. Ölen on altı kurban arasında bir kadın ve iki aylık bebeği de var. Bu yazdıklarım izleme zevkinizi etkilemeyecektir çünkü bunları ilk bölümünde göreceksiniz. Dizinin ilerleyen bölümlerinde bu dosyayı çözemeden emekli olmuş, tek başına yaşayan, bir nevi ‘loser’ kılıklı bir polis karşımıza çıkıyor. Adam inatçı, akıllı ve belki de kaybedecek bir şeyi olmadığı için korkusuz ve pervasız.
İşte bundan sonra -artık spoiler veriyorum sanırım- bu polisten daha da ‘loser’, günde iki işte çalışarak tırnaklarıyla dünyaya ve hayata tutunmaya çalışan, annesiyle beraber yaşayan bir genç adamla tanışıyoruz. Bu noktaya kadar her şey normal görünüyor. Ama annesinin oğlunun üzerine aşırı titremesi ve burada söyleyemeyeceğim şeyler yapması çocuğun bir psikopata dönüşmesine sebep olmuş. Üstelik iş yerindeki müdürü de elemanlarına kötü davranan, sürekli aşağılayıcı sözler sarf eden, insanlar kapitalizmin çarkları arasında ezilirken kapitalizmin bir dişlisi olmaktan haz duyan bir adam. Bunlar bu genç adamın dünyaya, hayata ve annesine karşı hissettiği nefretin perçinlenmesine neden oluyor.

Tam bu noktada “Anneler! Çocuklarınızın üzerine o kadar düşmeyin! Onları serbest bırakın! Patronlar ya da müdürler işçilerinize o kadar kötü davranmayın! Onlar da insan!” (‘onlar da’ derken ‘da’ eki önemli) filan gibi mesajlar vermeyi bırakıyor hikâye. Zaten insanlar bunu hep yapar. Anne baba olmak bencil bir davranıştır. Wayward’da Evelyn Wade karakterine Toni Colette şöyle dedirtir: “Birth is non-consensual – Doğum rıza-dışıdır.”
Evet, dünyaya gelmek sizin isteğinize bağlı değildir. İki kişinin “Çocuk yapalım da bize hizmet etsin, onu istediğimiz gibi eğitelim, ben bale yapamadım o bale yapmayı öğrensin, ben basketbol oynayamadım o oynasın, ben piyano çalamadım o çalsın,” diyerek kendilerinin küçük versiyonunu yaratmalarına ‘ebeveynlik’ diyoruz. ‘Benim yapamadığım her şeyi o yapsın’cı fikirlerimizi dayatarak psikolojisi bozuk bireyler yetiştiriyoruz. Elbette bir dizi incelemesinde ebeveynlik dersi verecek değilim. Zaten bu konuda yetkin insanlar nasıl öğütler verirlerse versinler hepimiz çocuğumuza kendi bildiğimiz ya da babamızdan annemizden gördüğümüz gibi davranıyoruz.

Bu dizinin de kimseye şöyle yapmayın, böyle etmeyin demek gibi bir derdi yok. En başta söylediğim gibi, artık hikâyelerin insanlara iyi olun, kötü olmayın, şöyle davranın, böyle yapmayın demek gibi bir derdi yok. Nasıl ki dünyayı yönetenler dünyayı saldılar çayıra… Sadece kendi paralarını, kendi lüks yaşamlarını ve refahlarını düşünüyorlar; dizileri yapanlar da biz hikâyeyi iyi anlatırsak bundan para kazanırız, biraz daha lüks yaşarız diye düşünüyorlar olsa gerek. O yüzden bu çok iyi anlatılmış hikâyede anneyle oğlunun arasındaki çarpık ilişki, dedektifin çaresizliği veya dedektife yardım eden yan karakterler sizi sarıp sarmalıyor. Annesi tarafından tacize uğrayan, baskı gören genç adam (Brady Hartsfield) rolündeki Harry Treadaway’e de şapka çıkartalım. Suçu gerçekten kimin işlediği -whodunnit- muamması ile ilk sezonun on bölümü boyunca sizi koltuğunuza ve ekranın önüne yapıştıran bir dizi Mr. Mercedes.
Diğer iki sezonu izlemek de artık size ve merakınıza kalmış. İyi seyirler.


