“En mükemmel adalet vicdandır.” Victor Hugo
Agatha Christie’nin bazı romanlarında suçluların hukuki yaptırımlardan kurtulması, sadece kurguya dair bir tercih değil, aynı zamanda adaletin doğasına dair bir sorgulamadır. Gerek bireysel vicdan, gerekse kolektif bilinç düzeyinde şekillenen adalet anlayışı, Christie’nin eserlerinde zaman zaman yasal çerçevelerin ötesine geçer. Bu yönüyle yazar, yalnızca bir dedektif öyküsü anlatmakla kalmaz; aynı zamanda okuyucusunu adaletin anlamı ve sınırları üzerine düşünmeye davet eder.
Christie’nin suçlu karakterleri bazen bilinçli suskunluklarla, bazen zamanın getirdiği belirsizliklerle, bazen de sosyal rollerin ardına saklanarak yasal sistemin cezai yaptırımlarından sıyrılırlar. Ancak yazar, bu durumları ahlaki sorgulama eksenine taşıyarak, okurun “Suçlu bunu hak etti mi?” diye sormasına imkan tanır. Bu yönüyle Christie, polisiye türüne etik derinlik katan bir anlatı ustası olarak da değerlendirilebilir.
Agatha Christie’nin Beş Küçük Domuz (Five Little Pigs), Şark Ekpresinde Cinayet (Murder on the Orient Express), Filler de Hatırlar (Elephant Can Remember), Roger Ackroyd Cinayeti (The Murder of Roger Ackroyd), Ve Perde İndi (The Curtain) ve Çarpık Evdeki Cesetler (Crooked House) romanlarında suçlular adalete teslim edilmezler. Ancak burada kastedilen resmi adalet sistemidir. Yoksa, ilahi adalet bir şekilde tecelli eder. Bundan da hiçbir suçun cezasız kalmayacağı şeklinde bir sonuç çıkarılabilir.
Bu romanların çoğunda dedektif, Hercule Poirot’dur. Bu nedenle, adalet anlayışındaki bu esnek ve keyfi yaklaşım, sadece yazarın değil aynı zamanda, bir dedektif figürü olan Poirot’nun yaklaşımı olarak da ele alınabilir. Nitekim Miss Marple’ın yer aldığı romanlarda buna benzer bir eğilim görülmez. Aksine, Miss Marple, daha çok toplumsal bağlamda adaletin yerine gelmesini savunur. Suçluların topluma verdiği zararları dikkate alarak, adaletin yalnızca cezalandırma ile mümkün olduğuna inanır. Hercule Poirot ise evrensel bir adalet anlayışıyla hareket eder; suçların yalnızca çözüme kavuşturulmasını değil, aynı zamanda içsel ve toplumsal düzeydeki dengelerin sağlanması gerektiğini düşünür.
Bilindiği gibi, klasik polisiye romanlarda dedektif, genellikle gerçeği ortaya çıkaran, tarafsız ve ahlaki tutumundan şüphe edilmeyen bir karakterdir. Agatha Christie, Poirot karakteri aracılığıyla bu geleneği hem sürdürür hem de sorgular. Özellikle bazı vakalarda Poirot, katilin kimliğini bildiği halde onu adli makamlara teslim etmez. Bu durum, Agatha Christie için, adaletin salt yasal bir kavram olmadığına, aynı zamanda vicdani ve etik bir boyut taşıdığına işaret eder.
Yazar’ın Doğu Ekspresinde Cinayet adlı eseri, yukarıda sözünü ettiğimiz farklı adalet yaklaşımının sergilendiği, ahlaki sorgulamaların yapıldığı ve suçlunun (daha doğrusu suçluların) cezalandırılmadığı bir romandır.

Doğu Ekspresinde Cinayet (Murder on the Orient Express)
Agatha Christie’nin ünlü eseri “Doğu Ekspresinde Cinayet”, adaletin doğası ve vicdani muhakemenin sınırları üzerine derin etik sorular ortaya koyan bir dedektif romanıdır. Hercule Poirot’nun suçluları adalete teslim etmeme kararı, klasik hukuk sisteminin ötesine geçerek okuyucuyu adaletin ne olduğuna dair düşünmeye zorlar.
Roman, tren yolculuğu sırasında işlenen bir cinayeti konu alır. Öldürülen kişi, Ratchett takma adını kullanan Amerikalı gangster Cassetti’dir. Cassetti, yıllar önce küçük Daisy Armstrong’un kaçırılıp öldürülmesinden sorumlu tutulmuş, ancak adalet sistemindeki açıkları kullanarak cezadan kurtulmayı başarmıştır. Bu olay, Daisy’nin ailesinin de trajik şekilde dağılmasına neden olmuştur. Yani Ratchett aslında çok daha önce ağır bir suç işlemiş, ama hukuk onu cezalandıramamıştır. Bu durum, klasik hukuk sisteminin bazen yetersiz kaldığını göstermektedir.
Bu bağlamda, cinayet sıradan bir intikam eylemi değil, yasaların işlememesine karşı kolektif bir adalet hareketidir. Cinayeti işleyenler, Armstrong ailesiyle bir şekilde bağlantılı olan 12 kişilik bir gruptur ve her biri kendi acısını ve kaybını temsilen bu eyleme katılmıştır. Cinayeti birlikte planlamış ve Rachetti’yi sırayla bıçaklayarak öldürmüşlerdir.
Poirot, finalde iki farklı çözüm sunar: İlki, tren dışından biri tarafından işlenen klasik bir cinayet senaryosudur. Bu, tamamen kurgusal uydurma bir hikayedir. Ancak inandırıcı bir yanı vardır. Cinayet işlendiği sırada tren Yugoslavya sınırları içinde yoğun kar yüzünden durmuş, yolun açılmasını beklemektedir. Dolayısıyla bu durum, dışarıdan birinin trene girerek cinayeti işlemiş olma olasılığının yabana atılmaması gerektiğini gösterir.
İkinci ve gerçeğe en yakın olan çözüm ise, cinayetin, trenin içindeki yolcular tarafından ortaklaşa planlandığı ve hayata geçirildiği şeklindedir.
Poirot her zaman yasalara bağlı biri olarak tanınır ama aynı zamanda vicdanlı bir insandır. Bu olayda, yasal adaletin geçmişte işlemediğini ve suçlunun elini kolunu sallayarak kaçtığını gördüğü için, farklı bir ahlaki değerlendirme yapar.
“Bazen yasa yeterli değildir, bazen adalet farklı bir yoldan gelir.”
Poirot, gerçek senaryo yerine, ilk senaryoyu Yugoslav yetkililerine bildirir. Bu, yasalara değil, vicdani muhasebeye dayanarak verilmiş ahlaki bir karardır.
Poirot’nun kararı, adaletin yalnızca hukuki normlara indirgenemeyeceğini gösterir. Yasalar evrensel olabilir, fakat olaylar bağlamında esnetilmesi gereken etik alanlar da vardır. Bu noktada Poirot’nun katilleri teslim etmeme kararının altında şu gerekçeler yatmaktadır:
1-Suçun mağduru, toplumun cezalandırmadığı bir canidir. Dolayısıyla şimdi hak ettiği cezayı (yani ölüm cezasını) almış olmasında ahlaki bir sorun yoktur.
2-Katiller, yalnızca kişisel intikam değil, derin bir adalet duygusuyla hareket etmişlerdir.
3-Toplu bir karar ve dayanışma ile işlenmiş bir suç, bireysel çıkarların ötesinde ahlaki bir mesaj taşımaktadır.
Poirot, bir dedektif olarak gerçeği çözmekle yükümlüdür; ancak bir insan olarak bu gerçeği nasıl açıklayacağına dair ahlaki bir sorumluluk da taşımaktadır.
Hercule Poirot’nun kararı, Agatha Christie’nin klasik dedektif romanları kalıplarının dışına çıktığı bir durumu temsil eder. Burada adalet, mahkeme salonlarının duvarları arasında değil, insanların kalplerinde aranır. Poirot, “iyinin ve kötünün” mutlak sınırlarını reddederek, adaletin öznel ve bağlamsal bir değer olduğunu bizlere düşündürür.
Bu karar, Poirot’nun karakter gelişiminde önemli bir dönüm noktasıdır ve kitabın en çarpıcı felsefi mesajlarından birini oluşturur:
“Adalet her zaman siyah-beyaz değildir.”
Bu yönüyle Doğu Ekspresinde Cinayet, yalnızca bir suçun çözümünü değil, adaletin farklı yüzlerini ve insan doğasının karmaşıklığını da bizlere sunar. Poirot’nun kararı, vicdanın yasaların önüne geçtiği nadir anlardan biridir ve bu yüzden unutulmazdır.
Kaynakça:
- Christie, Agatha. Doğu Ekspresinde Cinayet, Altın Kitaplar, 2007.
- Bargainnier, Earl F. The Gentle Art of Murder: The Detective Fiction of Agatha Christie. Bowling Green University Press, 1980.
- Makinen, Merja. Agatha Christie: Investigating Femininity. Palgrave Macmillan, 2006.
- Curran, John. Agatha Christie’s Secret Notebooks. HarperCollins, 2009.
- Scaggs, John. Crime Fiction. Routledge, 2005.

