Dedektif Dergi yazarlarına bu yaz okudukları yerli ve yabancı polisiye kitaplarla, bu kitaplara ilişkin değerlendirmelerini sorduk.
İşte yanıtları…
AYŞE ERBULAK
Yırtıcı Kuşlar Zamanı (Ahmet Ümit): Çok severek okudum. Ustanın yeniden doğuşu gibi olmuş bu kitap.
Perşembe Günü Cinayet Kulübü Serisi (Richard Osman): Seriden çıkan üç kitabı okudum. Netflix’e film de oldu. Sıradan ama eğlenceli kitaplardı. Sevmedim diyemem ama klasik, şaşırtmayan polisiye kitaplardı.
Cehennem Diskosu (Jean-Christophe Grangé): Sanırım iki kitap olacak ve ikincisi Gölgelerin Kralı, Eylül ayında gelecek. Yazarın son kitaplarından sıkılmış, ilk kitaplarından Kızıl Nehirler, Taş Meclisi, Leyleklerin Uçuşu gibi romanları okurken aldığım zevki pek almamıştım. Mesela, Mermer Adam’ı yarım bırakmıştım. Almanya’nın sokaklarını öğrenmek bana keyifli polisiye zevki vermemişti.
Sülün Katilleri (Jussi Adler): Zaten çok sevdiğim, Norveççe okuduğum bir yazardı. Dizisi de DEPT-Q olarak dijital kanalda yayınlandı. Heyecanla yeni sezonu bekliyorum.
SUPHİ VARIM
Lanetli Evin Katili (Gencoy Sümer): Klasik polisiyenin genel yapısını yansıtması, burjuvazinin dünyasından sosyal bir kesit sunarak anlatıyı renklendirmesi, karakterler ile olayların olağanlığı, birinci tekil şahıs anlatımının okuru sarması ve muammanın gerçekçi çözümü açılarından oldukça beğendim.
Zaman Durdukça (Burcu Argat): Tarihsel açıdan birbirlerinden farklı dönemlerde ve mekânlarda geçen olaylarla karakterleri polisiye kurgu içinde başarıyla bütünleştirmesi, çeşitli toplumsal sorunlara değinmesi açılarından etkilendiğim bir kitap oldu.
995 Km (Murathan Mungan): Kara polisiye özelliklerini taşıyan bir roman olduğu için beğendim.
Aristoteles ve Şiirsel Adalet (Margaret Doody): Antik Grek’i polisiye kurguyla yansıtması, dönemin sosyal yapısını sergilemesi ve çok karakter barındırması nedeniyle hoşlandım.
Yarınsız Ülke (Adrian McKinty): Siyasi polisiyede yeni bir boyut oluşturduğu ve gerçekçiliği ön planda tuttuğu için sevdiğim bir yapıt oldu.
Hayalet Koşucu (Parker Bilal): Mısır örneğinde, Ortadoğu ülkelerinin toplumsal sorunlarını polisiye yoluyla yansıttığı için okunması gereken önemli bir eser olarak görüyorum.
YEŞİM YÖRÜK
Kayıp Yüz (Elçin Poyrazlar): Cinayet Bürodan alınarak Emniyet’in İntihar Birimi’ne verilen Komiser Suat Zamir’in önüne evinin balkonundan atlayarak intihar ettiği söylenen bir genç kızın dosyası gelir. İlk andan itibaren bunun bir cinayet olduğunu savunan Suat Zamir gizli ve derinlemesine bir soruşturmaya başlar.
Çıplak Kalp (Elçin Poyrazlar): Son vakadan sonra apar topar Çocuk Şube’ye verilen Suat Zamir odasına getirilen kimsesiz bir çocuğun, babasının kalbini bir kutuda bulduğunu iddia etmesiyle kendisini devletin, tarikatların ve çocukların iç içe geçtiği bir maceranın içinde bulur. Aynı anda iktidarın gözde müteahhidi Cüneyt Canipoğlu’nun gizemli bir şekilde ortadan kaybolmasıyla Çocuk Bürodan Suat Zamir’in yolu Kayıp Bürodan Başkomiser Selim ve yardımcısı Beren’le yeniden kesişir.
İnci Küpeli Kadınlar (Armağan Tunaboylu): İktidara yakın gazeteci Altay Köken evinde öldürülmüş olarak bulunur ve Komiser Berkun İstanbullu biraz da amirinin zoruyla bu çetrefilli soruşturmaya dahil edilir.
Şeytanın Gözleri (Sabri Saydam): Üçleme olacağı önceden belirlenmiş polisiye hikâyeler serisinin ilk kitabı Başkomiser Eray Gürhan’ın anı defterinden derlenmiş birbirinden sürükleyici ve gizemli sekiz polisiye öyküden oluşuyor.
Martin Beck Serisi / Kanaldaki Kadın (Per Wahlöö & Maj Sjöwall): Hikâye kimliği belirsiz bir kadının çıplak cesedinin Stockholm’deki bir kanalın dibinden çıkarılmasıyla başlıyor. Kadının kimliğini belirlemekle ile başlayan Martin Beck ve ekibinin yolları bürokratik engeller yüzünden olduğundan daha engebeli bir hal alıyor. Sonunda Martin Beck sabrı ve güçlü sezgileriyle kadının kimliğini ortaya çıkarıyor ve gerisi çorap söküğü gibi geliyor.
Suyun Şekli (Andrea Camilleri): Camilleri’nin sıra dışı karakteri Komiser Salvo Montalbano, Sicilya’nın Vigàta kentinde saygın biri olan mühendis Luperello’nun, arabasında uygunsuz bir pozisyonda ölü bulunmasıyla, kendini ucu yerel politikacılara, iş adamlarına hatta kiliseye kadar uzanan karmaşık bir soruşturmanın içinde buluyor. Romanı okurken biraz zorlandım, özellikle çeviriden kaynaklı olduğunu düşündüğüm bir sürü sorun vardı. Diyalog geçişleri çok hızlıydı ve sanki konudan konuya atlıyor gibiydi. Bazen diyaloglarda kimin konuştuğunu anlamak için dönüp tekrar okumak zorunda kaldım ve yine de çözemediğim bölümler oldu. Ayrıca benzer karakter isimleri birçok okuru rahatsız etmiş, beni de etti zira kimin kim olduğunu akılda tutmak çok zordu. Her şeye rağmen zekice yazılmış bir kurguydu ve serinin diğer kitaplarına da şans vermek niyetindeyim.
Yılan Avı (John Verdon): John Verdon’un NewYork Polis Teşkilatından emekli özel dedektifi David Gurney, Lenny Lerman’ı öldürmek suçundan hapsedilmiş, eski tenis oyuncusu Ziko Slade’in masumiyetini kanıtlamak üzere terapist Emma Martin tarafından görevlendirilir. Dave Gurney’in önce gönülsüz başladığı araştırma sonunda kendi hayatını da tehlikeye atan bir maceraya dönüşür.
KEREM KAŞ
Ona Kadar Say (Işıl Işık): Gerilim polisiye tarzında bir roman. Son yıllarda özellikle gençler arasında oldukça popüler olduğu ve çok sattığı için merak edip almıştım. Fena değildi. Karakterler oturaklı ve olay örgüsü de başlangıçta iyiydi. Korku romanı gibi başladı ancak ileriki sayfalarda polisiyeye evrildi. Yazarın kalemini sevdim, akıcı bir hikayeydi, anlatımı iyi. Sonunda da kafada soru işaretleri kalmıyor. Ben tabii sıkı bir polisiye okuru ve yazarı olduğumdan, olayı hemen anladım. Sadece şunu söyleyebilirim, bu kitapta on binler veya yüz binler satacak ekstra bir öğe göremedim. Piyasada bundan daha iyi bir sürü roman var.
İlk İntikam (Deniz Gürsoy): Romanı okurken zorlandım açıkçası. 200 sayfa civarı olmasına rağmen çok sıktı beni. Ana karakterimiz genç kadın bir memur ve nedense romandaki tüm erkekler sırayla kadına âşık oluyor. Biraz da sanki erkekleri dibe sokan bir roman olmuş. Erkeklerin çoğu bir kadın görünce hemen ağzının suyu akan, hepsi suçlu tanıtılmış. Yazarı da erkek olunca enteresan geldi bana. Bunun haricinde olay örgüsü basit, çok fazla gizem yoktu. Heyecan vardı, aksiyon da vardı ama her şey belliydi. Sonuca da çok çabuk ulaşıldı. Roman boyunca aynı evde kalan üç kızın birbirleriyle yaptığı sıkıcı muhabbetlerini okuduk. Cinayetin çözümü iki-üç sayfada hemen bitti. Çok beğenmedim. Yazarın bende İkinci İntikam adıyla bir romanı daha var ama okuyacağımı sanmam.
Lanetli Evin Katili (Gencoy Sümer): Tam bir katil kim polisiyesi. Çok beğendim. Sevimli yaşlı bir dul olan Aysel teyzemiz Miss Marple edasıyla komşu evde yaşanan esrarengiz olaylara müdahale ediyor ve hiç ummadığı sonuçlarla karşılaşıyor. Gencoy Sümer’in diğer kitaplarını aratmıyor bu romanı da. Bu yaz okuduğum en iyi roman diyebilirim. Sonuna kadar giden bir merak unsuru var bir kere, gizem var, kafaları karıştıran sorular var. Katili tahmin ettim hatta olayın bir kısmını anladım ama son bir gizem daha katmış ki yazar kitabın sonuna, onu tahmin edemedim. Kurgu mükemmeldi.
Krallık (Jo Nesbo): Ben Nesbo’nun biraz abartıldığını düşünüyorum. Kitapta öyle ahım şahım bir olay yok. Kurgu basit, hikâye sıradan. Yatırım yapıp para kazanmayı hedefleyen küçük kardeş karısını da alıp abisinin yanına eski kasabasına yerleşiyor. Abisi daha sert ve ömrü boyunca kasabada kalmış. Kitaptaki bu ağabey karakteri çok iyiydi, onu beğendim. Romanın baş kahramanı diyebiliriz ancak başka bir şey yok kitapta. Abi kardeş çekişmesi, ortada kalan kadın, geçmişteki bir sırla doldurmuş yazar kitabı. Pek beğenmedim.
Küllerin Günü (Jean-Christophe Grangé): Tam bir polisiye romandı. Grangé o gerilim tarzı hikâyelerinden bu romanında sıyrılmış bence. Romanda sırlar, gizemler vardı. Merak unsuru romanı okuttu. Amaçlarının ne olduğu muamma bir topluluk ve bu topluluğun etrafında gelişen olayları anlatan heyecanlı bir romandı. Genel olarak iyiydi. Karakterler sağlam, istikrarlıydı. Bazı yerler biraz gereksiz uzatılmıştı ama o kadar da olur artık. Genel olarak sevdim bu romanı.
11. Kat (Jane Casey): Aslında bu kitabı geçen sene kışın okumuştum. Kitap tam bir polisiye. Bir gökdelende öldürülen ünlü bir adam yüzünden ortalık karışıyor. Üstelik gökdelende yangın çıkmış ve delillerin bir kısmı yok olmuş. Yukarıdan gelen baskılar yüzünden polis teşkilatı zor durumda kalıyor. Jane Casey’in baş kahramanı genç kadın polis memuru olaya dahil olarak cinayeti çözmeye çalışıyor. Roman başta biraz sıkıcıydı, yavaş ilerledi ama sonu güzel bitti. Yazar, hiç olmazsa gizem ve merak unsurunu kitabın sonuna kadar sürdürmeyi başarmış. Böylelikle kitap hakkındaki olumsuz düşüncelerim kitap sonunda değişmiş oldu. Okunabilir bir polisiye ama her zaman söylediğim gibi bu tip romanları yazabilen hatta daha iyilerini yazan Türk romancılar var ama yeteri kadar değer görmüyorlar. İnanın bana bu romanı bir Türk yazmış olsaydı ve kapakta Jane Casey yerine, atıyorum, “Hatice Çağlar” yazsaydı bu kitap hiç satmazdı. Maalesef bu kısır döngüyü ben çözemiyorum.
RAMAZAN ATLEN
Kıyamet Park (Alper Canıgüz): Alper Kamu üç romandır beş yaşında takılıp kalmışken artık sıkıcılaşmaya mı başladı yoksa romandaki muamma yeterince tatmin edici değil miydi emin değilim ama maalesef beklediğimi bulamadım.
Felsefe Cinayetleri (Çağatay Yaşmut): Başkomiser Galip’i ilk iki romandan sonra ihmal etmiştim. Aradan geçen zamanda biraz daha olgunlaşmış bir Galip gördüm. Akıcı dili ve sürprizli kurgusuyla keyifle okudum ancak kitabın daha dikkatli bir editör süzgecinden geçmesi gerektiğini de düşündüm.
Ölümcül Takip (Elmore Leonard): Bir muammanın etrafında dönen bir polisiye olmasa da Elmore Leonard’ın usta işi kurgusu ve anlatımıyla keyifle okudum.
Bu Kimin Cesedi? (Dorothy L. Sayers): Hikâye zar zor ilerliyor, bütün karakterler aynı kitâbîlikle konuşuyor… Maalesef, anlatımını beğenmediğim gibi muamma ve çözümünü de makul bulmadım.
GAMZE YAYIK
POYABİR’in her yıl düzenlediği Kristal Kelepçe Polisiye Roman Ödülü jürisinde yer aldığım için bu yaz 19 yerli polisiye roman okumam gerekti. Sonuçlar henüz açıklanmadığı için kitaplar hakkında yorum yapamıyorum. Ancak içlerinde çok severek okuduğum ve yarışma sonrası hakkında yazmak, konuşmak istediğim romanlar oldu.
Kitaplığımda kış aylarında okumak için sabırsızlandığım yabancı polisiyeler var. Arnuldur Indridason’u Dedektif Kitap Kulübü’nde okumuş ve beğenmiştim. İki kitabı rafta okumamı bekliyor. Ayrıca Richard Osman’ın Perşembe Günü Cinayet Kulübü üyelerinin son macerasını da öncekiler kadar büyük iştahla okumayı umuyorum.
ORÇUN YENİLMEZ
Turan Caddesi No 25 (Hakan Güneri): Hakan Güneri’nin üçlemesinin ilk kitabı. Dili sade, okunması kolay. Başkomiser ve Eflatun karakterleri çok güzel yansıtılmış. Karakter ve olay örgüsüne bayıldım. Tempo hiç düşmedi ve merak uyandırdı.
Hotel İstanbul (Hakan Güneri): Üçlemenin ikinci kitabında yine karakter oluşumu harikuladeydi. Fakat bu sefer tempo ilk esere göre biraz zayıf kaldı. Bunun sebebi de; ilk kitapta Eflatun’un ve Başkomiser Salih’in yaşadıklarını ayrı bir gözle okurken, ikinci kitapta ağırlık Başkomiser üzerinden ilerledi. Bu durum bana göre temponun ağır ilerlemesine neden oldu.
Seri (Hasan Hüseyin Yıldız): Seri katil kurgularının artık çok sıradanlaştığını düşünüyorum. Gerilimli ve merak uyandırıcı olsa da diyalogların yoğunluğu romanın ritmini düşürmüş. Biraz klişe kalıplara kaçılmış hissi uyandırdı bende. Çözüm, finale bağlama kısmı aceleye getirilmiş gibiydi.
Ölüler Diyarı (Jean-Christophe Grangé): Grangé’nin yarattığı gizemi, karanlık atmosferi ve gerilimi seviyorum. Bu eserinde de yine aynı havayı hissettirdi. Tempo yine yüksekti. Bazı karakterlerin konu içinde sadece yer alması bende kafa karışıklığı yaratırken, “Bu kimdi acaba?” dememe neden oldu. Final kısmı çok aceleye getirilmiş gibiydi.
Hamamböcekleri (Jo Nesbo): Karakter, sürükleyicilik ve tempo bakımından çok keyifli bir kitaptı. Özellikle Harry Hole kimliği okuyucuyla bir bütün haline geliyor. Beni rahatsız eden kısmı yoktu, sadece yine işlevsiz karakterler olduğunu söyleyebilirim.
Perşembe Günü Cinayet Kulübü (Richard Osman): Farklı bir tat bırakıyor okurken. Dili akıcı ama karakterleri ve olayları birbirine karıştırdım. Olayların içine girmekte çok zorlandığımı belirtmem gerek. Ağır tempo fazla karakter sayısıyla birleşince okumamı zorlaştırdı.
İHSAN CİHANGİR
Polis (Jo Nesbo): Derin psikolojik tahliller dikkatimi çekti. Konudan çok bunlar beni aldı, sürükledi ve kitabın sonu geldim.
Şeytan Tuzağı (Zehirli Kalem Öyküleri): Birbirinden yetkin polisiye öykülerle karşılaştım. Nefes nefese okudum diyebilirim.
BÜLENT TUNGA YILMAZ
Tinker, Tailor, Soldier, Spy (John Le Carré): Yayınlanmasının üzerinden 50 yıl geçtiğinden, Tinker, Tailor, Soldier, Spy ile ilgili bir makale üzerine çalışıyorum. Dolayısıyla romanı yeniden okudum ve romandan uyarlanmış dizi ve filmi de yeniden seyrettim.
Ayrıca daha önce okuma şansı bulamadığım iki Le Carré romanı okudum: The Mission Song ve Absolute Friends.
Karla’s Choice (Nick Harkaway): John Le Carré’nin oğlu (gerçek adı Nicholas Cornwell) tarafından babasının Karla karakteri üzerine yazılan ve bu sene yayınlanan bu romanı genel anlamda beğendiğimi ve yazarın, babasının mirasına zarar vermeden bu yükün altından kalktığını rahatlıkla söyleyebilirim.
ZEHRA AÇİCBE TORUN
Huzur Cinayetleri (Mehmet Murat Somer): Mizahı ve renkli karakterleriyle okura vadettiğini veriyor. Huzur Cinayetleri, absürt, cozy ve queer gibi tanımlamaların hepsini birden karşılayabilen Hop- Çiki- Yaya serisinin beşinci kitabı. Amatör dedektifimiz Burçak Veral bir travesti. Çok yönlü bir kişilik olan Burçak geylerin müdavimi olduğu bir gece kulübüne ortak, hackerlik yapan bilgisayar programcısı ve aynı zamanda Audrey Hepburn hayranı. Bu renkli karakterin çözdüğü cinayetleri kaleme alan Mehmet Murat Somer, bir televizyon programına konuk olur ve canlı yayında tehdit edilirler. Kitabın kapağı ise gerçekten çok estetik ve albenili.
Karanlıkta İki Ceset (Suphi Varım): 1800’lü yılların İzmir’inde, Dedektif Sokratis Eliseos ile Serkomiser Cevdet Sami yine birlikte görev başında. Arka planda büyüleyici ve kozmopolit İzmir’in eşsiz atmosferi… Karanlıkta İki Ceset tam anlamıyla bir Osmanlı polisiyesi. Avrupalı şirketler, İzmir’de ortaklık kuracakları tüccarları araştırmak, tahsil edilemeyen alacakların peşine düşmek gibi konularda sık sık Sokratis Eliseos’tan yardım alıyor. Kentte Ruslar, Fransızlar, İtalyanlar, Levantenler ve Rumlar Türklerle birlikte yaşıyor; tıngır mıngır ilerleyen kupa arabaları bu çok renkli topluluğu oradan buraya taşıyor. Rum dedektifimiz bu macerada bir cinayetin karanlık sırlarını çözmek zorunda kalıyor.
Kavgaz: Çantacı (Algan Sezgintüredi ve Mesut Demirbilek): Kitabın ismini gördüğümde acaba bildiğimiz Kafkas’ın Kavgaz’ı mı diye düşündüm ama hayır değil. Kavgaz Trakya’da bir yer adı ve Edirneli komiser yardımcısı Mutlu Kavgaz serisinin başlangıç kitabı. Cinayet büroda komiser yardımcısı olarak göreve başlayan çiçeği burnunda Mutlu Komiser, ilk görevinde -şans bu ya- sahilde bulunan kesik bir elle baş başa kalır. Yedikule’den merkeze gelirken bile kaybolan yeni komiser, yabancısı olduğu koskoca İstanbul’da katili nasıl kovalayacaktır? Arka plan seksenli yıllar; darbe yılları, Sansaryan Han, faili meçhul cinayetler. O yılların polis teşkilatında yaşanan dönüşüm dikkat çekici. Malum yapılanmanın cezasını ülkece halen çekiyoruz. Kıdemli polisiye yazarımız Algan Sezgintüredi ve emekli emniyet müdürü Mesut Demirbilek birlikte çalışarak yazmışlar. İyi de yapmışlar.
İstanbul Treni (Graham Greene): Avrupa kıtasının batı ucundaki Ostend’den başlayıp İstanbul’a uzanan bir tren yolculuğu düşünün; anlı şanlı Orient Express. Yolcular arasında kimler yok ki? İç hesaplaşmaları olan bir devrimci, kanun kaçağı bir katil, bir din adamı, İzmir’de inecek olan Yahudi bir üzüm tüccarı, İngiliz bir gazeteci ve ünlü bir yazar… İstanbul Treni, renkli karakterleri, sağlam kurgusu ve sonuna kadar süren gerilimiyle suç ve casusluk temalı modern bir klasik. 1930’lu yılların Avrupa’sını ideolojileri, çatışmaları ve sancılarıyla birlikte resmediyor. Bu kitabı sevenler, Graham Greene’in polisiye olmamakla birlikte çok çarpıcı bir diğer romanı olan Meselenin Özü’ne de göz atabilirler.
Tuhaf İlişkiler (William McIlvanney): Tuhaf İlişkiler, ekose polisiye akımının öncüsü ve sevilen polisiye yazarı Ian Rankin’in “Üzerimde etkisi büyük” dediği William McIlvanney’in Laidlaw üçlemesinin son romanı. Eşinden ayrılmış, hayatında bir türlü düzen kuramamış Glasgowlu dedektifin kardeşi bir trafik kazasında ölür. Bu zamansız ölüm, zaten huysuz ve geçimsiz olan dedektifi neredeyse teşkilata rest çekecek kadar sarsar. Kardeşi Scott, o idealist genç öğretmen, o yetenekli ressam, hayatının son zamanlarını nasıl geçirmiştir? Onu tüketen asıl büyük derdi nedir? Çemberin içindeki çember. Gümüş Kuğu kitabında da deneyimlediğim gibi, McIlvanney’in tarzı hem ilgi çekici hem de yorucu. Birkaç satırlık gerçeği, iki paragraflık felsefeyle tamamlıyor. Adalet, mutluluk, aşk… Dayanabilene ödüller mevcut; işçi sınıfının dertleri, İskoç milliyetçiliğinin asimilasyon tedirginliği, yoğun İngiliz antipatisi, siyasi yozlaşma. Alt metin oldukça sağlam. Ve elbette McIlvanney, kardeşinin sözünü ettiği o esrarengiz “Yeşil paltolu adamın” peşine düşecek, kim olduğunu bulacaktır.
Güzel Haber Ne Zaman Gelir? (Kate Atkinson): Yazar, dedektifi Jackson Brodie ile nasıl bağlantısı olduğunu anlayamadığımız eksantrik karakterleri maharetle birbirine ekliyor; ailesini taşraya sürükleyen dört çocuklu alkolik bir şair, hippi bir anne, bebek bakıcısı bir genç kız, onun avukat patronu, avukatın gece kulübü işletmecisi eşi, genç kıza Latince ve antik Yunan tarihi öğreten idealist öğretmen, göçmen bakkal Mr. Hussain. İngiliz kültür öğelerinin olmazsa olmazı Chicken Tikka Masala, çim bahçe ve halk kütüphanesi de eksik değil elbette. “Güzel Haber Ne Zaman Gelir?” yazarın en sevdiğim kitabı. Yazarın diğer romanlarında zaman zaman fazlaca fanteziye kaçtığı, polisiyeden biraz uzaklaştığı görülmemiş değil. Tarzında ve yazımında Ruth Rendell ruhunu bulduğum yazarın bol ödüllü kitabı Hayat Sil Baştan’ı henüz okumadım ve polisiye de değil zaten.
ALİ HULKİ CİHAN
Buzlar Çözülünce (Melih Günaydın): Kitabı biraz zorlanarak bitirdim. Katil hikâyeye çok sonradan katıldı. Bence bu bakımdan eleştirilebilir. Hikâye olması gerekenden çok uzun geldi bana ayrıca.
Peygamber Cinayetleri (Mehmet Murat Somer): Hikâye eğlenceli ve çok gerçekçi. Burada katil tek bir kişi olabilirdi ve o kişi katil çıktı… Eleştirim bu olabilir. Ancak sürükleyici ve akıcı dili, gerçekçiliği ile keyifle okudum.
Perşembe Günü Cinayet Kulübü (Richard Osman): Kitap genel olarak çok hoşuma gitti. Özellikle de cozy polisiye sevdiğim için keyifle okudum. Ancak kitabın ilk 200 sayfası bence gereksiz tasvir ve ayrıntı ile doluydu. Yaklaşık 400 sayfa olan bu kitap aslında pekâlâ 200 sayfada olabilirdi ve bence daha da iyi olurdu. Filmini de izledim geçen hafta, film iki saatti ve iki saatin içine tüm konular sığmıştı. Filmi izledikten sonra da kitabın gereksiz uzun olduğu kanaatim daha da güçlendi. Bunun dışında son derece güzel, yaratıcı bir hikâye ve olayın geçtiği yerler çok hoş.
MURAT YÜKSEL
Gölgenin Eli (Elçin Poyrazlar): Önceki maceralarından tamamen farklı bir Suat Zamir polisiyesi. Genç bir fenomen kadının vahşice katledilmesi, peşinden kocasının öldürülmesiyle devam eden cinayetlerin peşinde bu kez Suat değil Başkomiser Selim ve yardımcısı Kaya var. Çünkü Suat Zamir bu sırada bambaşka sularda yüzüyor. İstihbarat adına çalıştığı yeni görevinde aynı zamanda yalanlarla gerçeklerin birbiriyle kıyasıya mücadele ettiği, kazdıkça daha derin işlerin ortaya çıktığı derin devlet denilen olguyla / yapıyla yüzleşiyor Suat. Üstelik anne ve babasıyla ilgili kendisinden yıllarca saklanan ya da gerçeklerin anlatılmadığı ne varsa onların da peşine düşüyor. Bilinmeyenin ardı sıra gittiği bu macerada okuyanı aksiyonun, heyecanın hiç eksik olmadığı siyasi bir polisiye bekliyor. Yakın geçmişimizdeki Susurluk kazası ve sonrasıyla ilişkilendirilmiş son Suat Zamir macerasının bu yaz okuduğum en güzel kitap olduğunu söyleyebilirim.
Kumarbaz (Tuna Kiremitçi): Bir zamanların ünlü iş insanlarından ve Eski TBMM vekili Sadık Alpsoykan her ay kumar oynamaya gittiği Kuzey Kıbrıs’ta ölü bulunur. KKTC’nin destek talebi üzerine, İstanbul’dan Başkomiser Perihan Uygur ile Ankara’dan Cumhuriyet Başsavcısı Yelda Kansu Girne’ye vakayı soruşturmaya gönderilirler. Diğer taraftan, İstanbul Tarlabaşı’nda işlenen bir cinayeti araştırma görevi Komiser Ayla ve Komiser Yardımcısı Hasret’e düşer. Kıbrıs’ta işlenen cinayetin üstünün kapatılmaya çalışıldığını ve adadaki yasal boşluktan faydalanarak pıtrak gibi türemiş mafyanın terörize ve devlet içine sızmayı başarmış karmaşık güç ilişkilerini hisseden Başkomiser Perihan’la -bütün zıtlıklarına rağmen- ekürisi Yelda savcı bu işin peşini bırakmamaya kararlıdırlar. Konusunu kısaca bu şekilde özetleyebileceğimiz kitapta hikâye İstanbul’da Ayla’nın, Kıbrıs’ta Perihan’ın araştırdığı cinayetler bir şekilde ortak noktada buluşuyor, merak unsuru kitap boyunca okurla birlikte ilerliyor: “İş insanını kim neden öldürmüştür? İstanbul’daki cinayetle Kıbrıs’ta öldürülen iş insanının bağlantısı nedir?” soruları başarılı bir finalle okurunu tatmin ediyor. Katman katman açılan olay örgüsüyle, derinlikli karakterleriyle, yükselen temposu ve heyecanıyla sanırım dört kitap arasında Perihan ablanın en sevdiğim macerası Kumarbaz oldu.
Lanetli Evin Katili (Gencoy Sümer): Katil Kim polisiyelerini bayılarak okuyan bir polisiyesever olarak sevgili ustamız, Dedektif Dergi’nin kurucularından Gencoy Sümer’in son romanı Lanetli Evin Katili’ni nasıl keyifle okuduğumu söylememe gerek var mı? Miss Marple’ın Türkiye şubesi olan, esasen emekli bir öğretmen teyzemiz Ayten Hanım, kendini bir anda bir cinayetin ortasında bulur. Sadece etrafındakiler tarafından değil kendi ailesi tarafından da pek sevilmeyen zengin iş adamı Fikret Erbay ölür. Ama tek ölen Fikret olmayacaktır. Lanetli eve kıyısından köşesinden mabadı değmiş başka insanlar da ölür. Yaşananlar tesadüf mü? Cinayet mi? Yoksa hepsi aslında doğal ölüm olup bizim yerli Marple teyzemiz mi kuruntu yapıyor? İşte, ters köşe yapan enfes bir katil kim polisiyesi. Lanetli Evin Katili, polisiye sevenlerin, özellikle de Agatha Christie hayranlarının kaçırmaması gereken bir dedektiflik macerası.
Ayrıca bu yaz Celil Oker’in Remzi Ünal serisinden Çıplak Ceset, Kramponlu Ceset, Yenik ve Yalnız, Bir Şapka Bir Tabanca, Son Ceset ve Ateş Etme İstanbul kitaplarının tekrar okumasını bitirdim. Agatha Christie’den Ölüm Sessiz Geldi, Sıfıra Doğru, Dört Büyükler, Porsuk Ağacı Cinayeti ve Arka Sokaktaki Cinayet’i okudum. Bu iki büyük ismin romanları hakkında yorum yapmak konusunda ise kendimde bir hak göremiyorum. Keşke binlerce yazsalardı biz de hep ama hep okusaydık.
RIDVAN ADIYAMAN
Çelenk Tanzim ve Tertip Sanatı (İbrahim Yıldırım): Klasik polisiye türünden farklı bir antoloji kitabı. Kitabın bölüm başlıklarına ithafen yazılan faili meçhul cinayetler asıl cinayeti çözmek için anlatılıyor. Sultan Abdülaziz için Londra’da düzenlenen bir baloda ölen Madam’ın cinayetini yazan bir defterin bulunmasıyla hikâye ses kayıtları olarak başlıyor. Romanda kahraman geçmişe gidip geldiği için bazen konudan kopma yaşanıyor. Ancak farklı bir polisiye okumak adına güzel bir hikâye.
Kesik Baş (Hüseyin Rahmi Gürpınar): Hikâye sarhoş halde evine dönmeye uğraşan Nafiz Efendi’nin düştüğü kuyuda kesik bir baş bulmasıyla başlıyor. Muammanın iyi işlendiği, Hüseyin Rahmi’nin kendine has üslubuyla bir solukta okunuyor. Merak uyandırması, sokak dili kullanımı ve sonuyla iyi bir kitap.
Karınca Karambolü (Alper Kaya): Karakterin kolluk kuvvetinden olmaması ve haksızlık yüzünden hapiste olması hikâyeyi heyecanlı yapıyor. Karakterin olayları çözümlerken bazı durumları şıp diye anlaması hikâyede boşluklara sebep olsa da akıcı ve muammanın karmaşık olmadığı kitap bir solukta bitiyor.
Yarasa (Jo Nesbo): Nordik Edebiyatın güzel örneklerinden, olayın muamması kitaba odaklanmayı artırıyor. Kurgusu, akıcılığı, karakterin iç dünyasını yansıtması hikâyeyi güçlendirerek merak duygusunu canlı tutuyor. Okurken merak duyuyor, keyif alıyorsunuz.
Bir Katilin Güncesi (Kim Young-Ha): Sonu sürpriz bir şekilde biten kitabın karakteri eski seri katildi. Kahramanın, unutma hastalığı olması ve geçmişiyle ilgili hikayeleri anlatması kitabı okurken akıcı hale getiriyor. Kısa olmasına rağmen etkili bir kitap.
Suikast Bürosu (Jack London): En kısa anlatımla günümüz seri filmlerinden olan John Wick’in dünyasına benzeyen bir hikâyeye sahip. Akıcı ve aksiyonlu ilerleyen hikâye kitabın kısa sürede okunmasını sağlıyor.
DERİN GEZMİŞ
Yırtıcı Kuşlar Zamanı (Ahmet Ümit): Ülkemizde şüphesiz en çok okunan roman kahramanı olan Başkomiser Nevzat’ın son macerası Yırtıcı Kuşlar Zamanı. Ünlü Yazar Ahmet Ümit’in hikâye anlatıcılığını çok beğensem de kitaplarında sık sık kullandığı intihar teması sebebiyle ön yargıyla başladım romanı okumaya. Lakin yazar beni şaşırttı ve etkileyici bir sonla bitirdi hikâyeyi.
Bir Adam Üç Gölge (Hakan Güneri): Hakan Güneri’nin, ilk polisiye romanı Turan Caddesi No 25 ile başlayan Salih Başkomiser’in macerasının son kitabı. Turan Caddesi No 25’in tadı gerek hikâye anlatımı gerek kurgu olarak hala damağımda. Lakin Bir Adam Üç Gölge benim için… üzücü bir deneyimdi demekle yetineceğim.
Fon (Mahfi Eğilmez): İnferis, Sahte Sultan ve Fon. Bir üçleme daha. Mahfi Eğilmez’in son kitabı Fon bana yine sevdiğim okuma lezzetini sundu. Akıcı olay kurgusu, kusursuz hikâye anlatıcılığıyla birleşince keyifli okuma saatleri kaçınılmaz oluyor haliyle. Ve Mahfi Eğilmez gerçek hayatta yaşanılan sonları değil, olması gereken, doğru olan sonları yazmaktan kaçınmıyor.
DİNÇER BATIRBEK
Davetli Listesi (Lucy Foley): “Issız adaya davet edilen konukların birer birer ölmesi ve içlerinden birinin aslında katil olması” temasını, yarattığı gerilim ve kuşku ortamı nedeniyle oldum olası sevmişimdir. Bu çok satan kitabı da beğenerek ve keyifle okudum. Kurgusu sağlam, ters köşeleri sürprizli idi. Genellikle romanları tek bir başkahramanın gözünden / ağzından okuyarak daha kolay içselleştiriyorum, bu nedenle öykülerimi de birinci tekil kişi diliyle yazmayı tercih ediyorum. Her bölümün farklı bir karakterin ağzından / gözünden anlatıldığı romanları takip etmekte çoğunlukla zorlanmama karşın, benzer bir anlatıya sahip Davetli Listesi’ni rahatça okuyabildim. Demek ki, yazarın kişiler arasında yumuşak geçiş yapmayı başardığını söyleyebilirim.
Sarı Odanın Esrarı (Gaston Leroux): Büyük bir beklentiyle aldığım ancak aynı boyutta bir düş kırıklığıyla bir kenara fırlattığım, saçma sapan kurgusu ve anlamsız finaliyle beni kilitli oda polisiyesinden soğutan, sözde kilitli oda polisiyesi. Üstelik kapağında “20. Yüzyılın En İyi Klasik Polisiye Romanı” ibaresi var. Pes.
Haşhaşîler (Eric Giacometti & Jacques Ravenne): Amazon’un indirim kampanyasından sudan ucuza aldığım ve daha önce hiçbir paylaşımına / eleştirisine rastlamadığım için fazla bir beklentiye girmeden hoşça vakit geçirmek üzere okuduğum serinin ilk kitabını (Kan Kardeş) çok beğenmiştim. Bu yüzden kısa olduğu için her anı kıymetli yıllık iznim için serinin ikinci kitabını seçtim; çok da iyi yapmışım. Fransız Mason Komiser Antoine Marcas’ın, Tapınak Şövalyeleri ve Haşhaşîlerin sırlarıyla örülü serüvenini yine keyifle okudum. Tarihin farklı dönemlerindeki iki paralel kurgunun dönüşümlü olarak anlatıldığı ve finalde -elbette- kesiştiği kurgusunu ve temposunu beğendim.

