Sultanat Şehri’ni batı ve doğu yakası olarak ikiye bölen Burgaziçi Nehri’nin, aynı adı taşıyan tek köprüsü, biri zenginlik diğeri fakirlikle damgalanmış iki yakayı bir araya getiremediği gibi bazen de kötü işlere sahne oluyordu. Köprünün fakir olan doğu yakası ayağının dibinde infaz edilen mafya babası Topal Kadir’e ait beş anahtarı protez ayağındaki gizli bölmede bulmuş ve sağlama almıştım. Ama Kozak Hayri amirimin bu delilleri sakladığı iddiasıyla Madenekon Terör Örgütü üyeliğiyle suçlanarak tutuklanmasına engel olamamıştım.
Altı yerinden kurşunlanarak öldürülen bu adamın sakladığı anahtarların bende olduğunu öğrendiklerinde evimi aradılar, bulamayınca ateşe verdiler. O zamanki amirim Solomon Sert, “Demek SSOK’a ait delilleri evinde sakladın, bulamadılar ve evini yaktılar!” diye beni gözaltına aldırmıştı.
Anahtar 1
Mafyaya ait anahtarlardan ilki Tünelsultanat’ın kilitli demir kapısının anahtarıydı. Varlığı gizli tutulan bu tünelin anahtarının mafyanın elinde olması beni hiç şaşırtmadı. Tünel elbette sadece polis ve asker tarafından değil, mafya tarafından da yasadışı ticaret amacıyla kullanılıyor olmalıydı. Belediye başkanı İkram Papazoğlu’nun pişkin cümleleri burnuma pis kokular gelmesine sebep oldu.
“Bu tünelden vatandaşların ve pek çok bürokratın haberi yok Ozan!”
Anahtar 2
Yırtık dondan çıkar gibi sürekli karşıma çıkan mafya babası Nuri Körleğene ve yol arkadaşı Chedot Woodpecker’in terk edilmiş bir depoda kurdukları tuzağa düşmüşken karşıma tuhaf bir araç çıktı. Cilmaya, ben ve Çakır o araca atladığımızda can havliyle elimde kalan dört anahtarı da denedim. İkinci anahtar aracın kontağını çevirdi.
Beraber çalışmaya başladığımız hacker ekibinin başı Siber Can, mafyaya ait bu tuhaf aracın havada helikopter ve jet gibi gidebildiği gibi denizde de yüzebildiğini tespit etti. Aracın motorunun gizli bir yerinde bir kısaltmaya rastlandı: WADAC. Bu harfler War And Defence Administration Company’nin kısaltmasıydı. Mukim Gottgabe‘nin yönettiği WADAC, uluslararası alanda savunma ve danışmanlık hizmetleri veren bir kuruluştu. Bu kuruluş aynı zamanda SSOK birlikleri için de silah ve mühimmat üretiyordu.
Geriye ne işe yaradığını bulmam gereken üç anahtar daha kalmıştı.
***
Hem mahalleden kankalarım hem meslektaşım olan Ramazan ve Hüsnü’yle beraber, şehrin en iyi hacker ekibi olan Siber Can, Tilki Baki ve Haypatya ile farmakoloji dehası Tekin Tanker’i mafyanın gözünden uzakta çalışabilmeleri için mahallemizdeki eski transformatör fabrikasına yerleştirmiştik. Sultanat Şehri’ni halktan biri olduğu için halkla iç içe yöneteceğini söyleyen ve büyük bir tantanayla seçilen İkram Papazoğlu, inşası hala devam eden Belediye Bilişim ve Enformasyon- Bel-Bil Kulesi ismini verdiği belediye binasının yedinci katında, halktan giderek uzaklaşmaya devam ediyordu. Hayri Kozak, Sultanat Özel Kuvvetler- SSOK amirliğine yeniden atanmıştı. Solomon Sert ise, başına getirildiğim Ar-Ge Laboratuvarı’nda kontrol altında tutulmam için gölge bir amir olarak tepemdeydi.
***
Amirim Hayri Kozak, beni özel görev koduyla odasına çağırdı. Bir Osteogenesis Imperfecta hastasıyken yüz binlerce dolar harcanarak verilen onca ilacın sonucunda süper kadın polis olan benim etimden sütümden posamı çıkarana kadar faydalanacaklardı elbette.
“Gizli görevle Baramoviç denen Urus oligarçın yatına bineceksin. Alitalia kıyısındaki Denedik şehri açıklarında demirleyecek olan yatta çeşitli ülkelerden kumar tutkunları toplanacak. Toplantıya milyon dolarlık değil milyar dolarlık adamlar katılacak.”
“Oooo James Bond’çuluk desenize amirim! Le Chiffre ile kumar da oynayacak mıyım?”
“Bu işin şakası yok Ozan. Yata en kadınsı haline bürünüp davetli olarak bineceksin. Ne kadar dekolte kıyafetin varsa al ve üç saat sonra Burgaziçi Limanı’nda ol. Baramoviç SSOK’tan koruma için adam istedi. Papazoğlu ise koruma görevine tek başına seni göndermeye karar verdi. Biraz tek başına on kişi gücünde olduğun için biraz da oligarça senin üzerinden biyoteknolojide ne kadar ileri olduğumuzu göstermek için. Adama hem koruma olacaksın hem ‘bal tuzağı’ olarak kullanacağız seni. Bu sayede üretimine yeni başladığımız çok pahalı bir nükleer elementin satışını bağlayacaksın.”
“Ben ve dekolte kıyafetler mi? Bu şehirdeki kadınsı denebilecek en son kişi benim amirim! Bond kızı Halle Berry gibi denizden çıkış sahnesi mi çekeceksiniz? Lady Godiva veya Bo Derek gibi çıplak ata mı bindireceksiniz? Raquel Welch gibi hapishanede duvara mı asacaksınız beni? Şişme kadın göndereceğinize bizim ucube Ozan’ı gönderelim diye mi düşündünüz? Şişme halime bir de zodiac bot fonksiyonu ekleyin tam olsun. Gemi batarsa adamı yüze yüze getiririm size.”
Kozak Hayri beni susturdu.
“Bu da diğerleri gibi bir görev. Her şey ayarlandı. Hadi marş marş!”
Haydaaa! Bir anda iş adamının yanında güzel giyinip toplantıya katılacak pretty woman mertebesine yükselmiştim iyi mi? İyi de benim hiç öyle askılı, yırtmaçlı elbisem filan yoktu ki! Ulan benim hiç elbisem yoktu ki!
Cilmaya’nın gizli bir gardırobu olduğu aklımın ucundan geçmezdi. Siyah satenden, sarı ipekliden, mor taftadan elbiseler, mink bolerolar, bordo kadifeden pelerinler, turkuaz kaşe mantolar, kırmızı stilettolar gözümün önüne saçıldı. “Ben de bir zamanlar gençtim yahu!” diye güldü Cilmaya. “Yakından bak. Bunların hepsi sen SSOK’a katılmadan ve ben emekli olmadan önceki Ar-Ge laboratuvarı ürünleridir. Askılı, siyah saten elbise paraşüt olur mesela. Sarı, ipekli tuvaletin +80/–40 derece arası sıcaklıklarda koruyucu özelliği vardır. Hepsinin marifetlerini göstereceğim ben sana. Hadi hazırlan sen.”
Çantama Cilmaya’nın en marifetli ‘Bond kızı’ kıyafetlerini doldurduktan sonra şoförüm kılığında beni iskeleye götüren Ramazan üzerimdeki çiçekli elbiseyi görünce pis pis sırıttı.
“Hadi len ordan! Her zamanki Ozan’ım işte! Ne sırıtıp duruyorsun? Hem Denedik’i görcem.”
“Denedik mi? Orası da neresi?”
“Oğlum var ya işte, hani kanal açmışlar şehrin her yerine ama şehri su basmış, olmayınca da Denedik koymuşlar ya şehrin adını! Çizme şeklindeki Alitalia yarımadasında. Hadi bas gaza, geç kalmayalım.”
***
Gizli görevle yatına bineceğim Orman Rakadyeviç Baramoviç, Kapalı Kapılar Ardında Komünizm Partisi- KKKP tarafından yönetilen kuzeydeki büyük ülkeden gelen dolar milyarderi bir iş adamıydı. Öyle ufak meblağlarla çalışan küçük şirketlere göz ucuyla bile bakmayan ve devletlerle iş yürüten bu tarz iş adamları oligarç diye anılıyorlardı.
Baramoviç, Anglosakson eyalet-şehri prömiyer futbol liginin yıldız takımlarından biri olan Çhelsiğ futbol kulübünün de sahibiydi. Kulübü satılığa çıkardığına göre paraya sıkışık olmalıydı. 340 milyon avroya mal olduğu tahmin edilen, Eclipse isimli 162,5 metre uzunluğuyla dünyanın ikinci en uzun yatının sahibi paraya sıkışık olabilir miydi? Adam, Londrun’da açık artırmayla satışa çıkarılan 850 gram trüf siyah mantarını 28 bin sterlin vererek satın almıştı. Benimki de laftı.
***
Bu arada Hatai ve Edene eyalet-şehirlerinde Sultanat İstihbarat Ajansı (SIA)’na ait tırların komşu ülke Muriye’ye giderken sıvacılar tarafından durdurulduğu haberi Sultanat şehrini sallamıştı. Eyalet-şehir Düşişleri Bakanı Echmed Davidoff bu tırların içinde Sult milletinin kardeş milleti Sultmenlere götürülen insanî yardım malzemesi olduğunu söyledi. Milliyetçi Vatandaş Partisi- MEVAP başkanı Etat LeJardin “SIA tırları, İkram Papazoğlu’nun partisi olan Sade Vatandaş Partisi –SEVAP’ın elinde patlamıştır” dedi.
İkram Papazoğlu ise içinde insanî yardım malzemesi mi yoksa Muriye’deki tehlikeli gruplara silah yardımı mı götürdüğü belirlenemeyen kamyonlar için 18-26 Kasım operasyonlarından sonra arasının iyice soğumuş olduğu Quiri cemaatini sorumlu tuttu.
Bu olayın üzerinden iki ay geçmişti ki Mazeri iş adamı Bheza Zhabbar, pahalı lacivert takım elbisesiyle sanki devlet erkânından biriymiş gibi Sult bayrağı altında SULTV’ye çıktı ve gözümüzün içine bakarak 18 Kasım’da gözaltına alınmasının hata olduğunu, kendisinin Sultanat eyalet-şehri ile Sult milletinin yararından başka hiçbir şeyi gözetmeyen halısever iş adamından başka bir şey olmadığını açıkladı.
18-26 Kasım gözaltı olaylarında hedefteki eski üç bakanın Supreme Couch’a gönderilip gönderilmemesiyle ilgili Sultanat Eyalet Meclis’i oylaması yapılacağı duyuruldu. Bu oylamanın sonucu olarak SEVAP 9 hayır, CEVAP 4 evet, MEVAP 1 evet, HEWAP 1 boş oy attı. Ve oy çoğunluğuyla Supreme Couch’a gönderilmekten son anda kurtulan üç bakanın gülerek sandığa oy attıkları görüntü medyaya yansıdı.
***
Kapitalist Birleşik Devletleri -KABD‘nin Kalifornia eyaletinde üretilen sentetik Kaliforniyum maddesi nükleer reaktörlerin başlatılmasında kullanılıyordu ve dünyanın en pahalı ikinci maddesiydi. Gramı yaklaşık 95 milyon dolardan alıcı bulan bu maddeye benzer bir element üretmek üzere kolları sıvayan Vatan Millet Sakarya Üniversitesi Biyoteknoloji bölümü profesörleri sonunda şehrimizin ismini taşıyan Sultanatyum isimli maddeyi üretmeyi başarmışlardı. Amirimin yeni üretmeye başladığımız çok pahalı nükleer element dediği işte buydu. Atom numarası 119 olan Sultanatyum, hem Kaliforniyum’un yerine kullanılabilsin hem de yüksek fiyatlardan satılarak eyalet-şehir ekonomisine katkıda bulunsun diye üretilmişti. Başkan beni Baramoviç’in yanına bu maddeyi satabilmem için göndermişti.
***
Burgaziçi Limanı’ndan, Kuğu Gölü Balesi’nden meşhur Kuğu Teması’nı çalan bir oda orkestrası eşliğinde bindiğim Eclipse’e yat demek hakaret olurdu, keza kendisi beş katlı minik bir gemicikti. Yatın kendisi XXXL olduğundan İngilizcedeki ‘lux’ kelimesi bile bu yatı tanımlarken ‘luxxxxx’ diye yazılıyor olmalıydı. Savarona’yı yapan Blohm&Voss firması tarafından inşa edilmişti. Zaten sonradan kaptandan öğreneceğim üzere kırk metre ve üzeri olan yatlara ‘süperyat’ deniyordu. Süperyatta, sinema, bowling, kahvaltı ve yemek salonları, disko, kütüphane, yedi jakuzi, iki yüzme havuzu, iki helikopter pisti, 7/24 hizmet veren spa, unisex kuaför ve kumarhane vardı. Jetskiler, rüzgâr sörfü ve dalış ekipmanları da güvertedeki yerini almıştı. Misafirlerine hizmet vermek ve yatı opere etmek için kaptan da dahil yetmiş kişilik bir mürettebat yatta hazır bulunuyordu. Süperyatın güvenlik için füze tespit sistemi, füze rampası ve radar sistemleriyle donatılmış olduğunu görünce Baramoviç’in nasıl bir paranoyak olduğunu anladım.
Güvertesinde kumarhane olan bir süperyatın dünyanın en büyük kumarbazlarının ilgisini çekmemesi mümkün değildi. Biz Burgaziçi Nehri’nden ayrılıp Pakdeniz sularında seyretmeye başlayınca yanımızda kibrit kutusu gibi görünen bir yattan gelen üç misafir, ne denli büyük çapta bir kumar partisi döneceğinin habercisiydi. Meşhur Frenk ikili Mösyö DuPain ve Mösyö LaMort ile Anglosaksonların ismi kumar tutkusuyla anılan David Shrapnel gemiye buyur edildiler. Ertesi gün Alitalyan bandıralı başka bir yattan Don Baggio’yu güvertemizde ağırlamaktan şeref duyduk. Sonraki gün German Noti Scumacher’le Spanyol Antonio Zubizaretta’nın da aramıza katılmasıyla şampiyonlar ligi ilk on birimiz sahaya çıkmaya hazırdı.
***
Bu kumar tutkunu oligarçlarla ve diğer misafirlerle beraber Denedik, Kotar, Dublörnik demeden gezmeye başladım. Venetian Macao Oteli damgası taşıyan kumar masalarında, dünyadaki açlığı veya kıtlığı bitirebilecek miktarda avronun Schwyz bankalarında o hesaptan o hesaba fütursuzca transferine şahit oldum. Fakat şahit olduklarım bununla kalmayacaktı. Bir akşam en alt güvertede gezen mürettebattan birini Ramazan’a benzettim. Ertesi gün aynı adamı daha net gördüğümde bundan emin oldum. Demek Ramazan şoförüm numarasıyla beni yata getirirken kendisinin gizliden de gizli bir görevi vardı. Ve bundan benim haberim yoktu. Vay be! En yakın arkadaşı tarafından satılmak demek böyle bir şeydi.
Neyse ki kimseye güvenmediğim ve Cilmaya’yı tehlikeye düşürmek istemediğimden mafyaya ait son üç anahtarı yanıma almıştım. Anahtarları boynuma asamazdım, görünen oydu ki artık odamda da saklayamazdım. Çünkü Ramazan’ın neyin peşinde olduğunu bilmiyordum. Denedik’te kıyıya yanaştığımızda anahtarları Banca d’Italia bankasının Denedik şubesinde parmak iziyle açılan kasalarından birine kilitledim. Böylece anahtarları sağlama aldım. Bu ortamda kendimi de sağlama almam gerekiyordu.
***
Ben gizli görevdeyken Sultanat’ta seçim zamanı geldi. CEVAP ve MEVAP partileri bu seçimlerde Papazoğlunun karşısına Neetin Sen İnsanoğlu isimli kişiyi ortak aday olarak çıkarttılar. Fakat Papazoğlu tanınmayan bu aday karşısında yüzde ellinin üzerinde oy alarak tekrar belediye başkanı seçildi. HEWAP adayı, Sultanat şehrinin azınlık halkı olan Tuls kökenli Selocan Çakmaktaş ,ise yüzde ona yakın oy alarak tüm Sultanat’ı şaşırttı.
Başkan, seçimlerde ortalığın karışabileceği ihtimaline karşılık sımsıkı yönetim ilan etti. Çünkü Bel-Bil Kulesi’nin yedinci katındaki Viktorya tarzında yeni döşettiği odasını başkasına devretmeye hiç niyeti yoktu. Seçim sonrası kuleden yaptığı konuşmada “Sadece bana oy veren Sultların değil, tüm Sultanat nüfusu olan 27 milyonun belediye başkanı olacağım,” dedi.
***
Kumar oynamak için birleşmiş milletler, kumar keyfine ara verdiklerinde Baramoviç’i Sultanatyum satın alması için ikna ettim. Şansım o kadar yaver gitti ki Alitalyan, German, Anglosakson, Spanyol ve Frenk beyler de benim Sultanat adına pazarladığım nükleer elementle ilgilenmişlerdi. Bu bilgiyi Sultanat’a ulaştırdım. Üniversiteden her bir ülkeye numune gönderildi. Elementin denenmesi ve onaylanmasından sonra gelsin avrocuklar, gitsin Burgaziçi Nehri’nin doğu yakasındaki yoksulluk olacaktı.
Gönderilen numuneler kabul gördü. Ürün satılmış, Sultbank’ta ismime açılan bir hesaba 60 milyon avro yatmıştı. Yattan inip eşeğe binme zamanım gelmişti. Süperyat Eclipse, Akdeniz’de Sultanat Şehri’ne doğru seyrederken olanlar oldu. Tüm oligarçların telefonlarına aynı anda mesajlar yağmaya başladı. Mükemmel çalışan numunelerin aksine Sultanatyum elementinin her biri 10 milyon avro karşılığı gönderilen 1’er gramları fos çıkmıştı. Alitalyanlar, Anglosaksonlar, Frenkler, Spanyollar ve Germanları aynı anda kızdırmıştım.
Birden tepemizde helikopterler peyda oldu. Urusları da kızdırdığımı sanıyorken Baramoviç beni uçarcasına yatın en alt güvertesine kaçırdı. Tam Ramazan’ı bulmak için hamle yapıyordum ki Baramoviç artık çok geç manasında bir işaretle beni engelledi. Demek mürettebat içinde SSOK’tan biri daha olduğunu biliyordu. Nasıl bir komplonun içine düşmüştüm acaba?
Her biri ultra silahlarla donatılmış helikopterler kendi ülkelerinin oligarçlarını aldıktan sonra süperyatı yaylım ateşine tuttular. Kuvvetli kadın moduma geçsem bile o anda beş helikopterden atılan füzelerle başa çıkabilmem mümkün değildi.
Patlamalardan yayılan alevlerin arasında en alt güvertede gizli bir kapağı açan Baramoviç beni adeta içeri fırlattı. Zavallı 340 milyon avroluk yat tepemizde moleküllerine ayrılırken yatın altına gizlenmiş olan denizaltında bulduk kendimizi. Böylesi zengin ve ultra paranoyak bir adamın herhangi bir durumda kaçabilmek için bir B planı olduğuna emindim. Fakat yatın altına gizlemiş bir denizaltı mı? Bu benim hayal gücümü bile aşmıştı.
***
Baramoviç’in denizaltısı Sultanat karasularına girdi. Urus Oligarç inmeden önce bana sarı renkli bir toz paketi verdi. Sonra anlattı. Limanda Vuvuzüella eyalet-şehrinden gelmiş bir yük gemisi vardı. Bu gemide bu sarı tozdan yani, Erythroxylum kochumenii isimli bitkinin yapraklarının ekstraksiyonu ile elde edilen kochain isimli maddeden beş ton yük vardı. Tüm bu süperyat numaraları, James Bond’çuluk ve Sultanatyum satışı hikâyeleri, diğer oligarçların haberi olmadan geminin Sultanat’a yanaşması ve yükünü indirebilmesi içindi. Tabii ki hikâye burada bitmeyecekti.
Limana yanaştığımız zaman, Sultanat Şehri Bahriye Kuvvetleri-SSBK‘den bir bot gelip denizaltıdan beni aldı. Botla beni almaya gelenlerin arasında Ramazan’ı görünce “Yaşıyorsun!” diye bağırdım. Fakat Ramazan gülümsemedi ve bileklerime kelepçeyi geçiriverdi. Peşimden denizaltıdan inen Baramoviç’in de arkamızdaki araca bindirildiğini gördüm. Fakat onun elleri kelepçeli değildi.
***
Bana kalırsa bu mesele artık Kaçakçılık ve Ergen Suçlarla Mücadele- KEM birimlerinin işiydi. Bu sarı tozun içeriğinde Tebaine isimli maddeden de bol miktarda olduğu çıkacaktı ortaya. TV’lerdeki haberlerle uyuşturulamayan tebaayı uyuşturmak amaçlı kullanılacaktı.
Bana kalmadı elbette. Bu gemideki yüke ödenen 60 milyon avro, süperyattaki kumarbazlardan sahte Sultanatyum satışı ile elde edilmişti. Her ne hikmetse eyaletin kolaylık olsun diye ismime açtırdığını düşündüğüm hesaptan, Vuvuzüellalı sarı toz satıcılarının Schwyz bankalarındaki hesabına benim talimatımla aktarılmıştı. Uzun lafın kısası eyalet-şehir limanında yakalanan beş ton kochain benimdi!
***
Anladım, Ramazan ve Baramoviç bu işin içindelerdi de başka kimler vardı acaba? Yatın her halükârda saldırıya uğrayacağını bilen Urus oligarç, yatın altına denizaltıyı boşuna yaptırmamıştı. Biz yattan kaçarken duyduğum helikopterlerden biri de tahminen Papazoğlu tarafından Ramazan’ı almak üzere gönderilmişti. Bunlar buz dağının görünmeyen kısmıydı. Bense dikkat dağıtmak için gönderilmiş bir kuklaydım. Günün sonunda zimmete para geçirme, uyuşturucu ticareti ve tabii ki vatan hainliği suçlamasıyla tutuklanmıştım.
***
O eski halimden eser yoktu şimdi. Beni düşman bellemiş adamlarla savaşmak hiç gücüme gitmemişti ama beraber dayak attığım, beraber dayak yediğim, beraber ağladığım, güldüğüm, sarhoş olduğum ve canımı emanet ettiğim kankalarımdan biri olan Ramazan’ın ihaneti çok canımı yakmıştı. Hapiste, aklımdan tek şey geçiyordu. Elime geçecek ilk ateşli silahla ya kendimi ya da Ramazan’ı öldürmem lazımdı. İkisinden biri olmadan yoluma devam edemezdim.
Gün doğmadan neler doğar, bir gece yarısı bulunduğum hücrenin kilidi açıldı. İçeri giren polisler kafama çuvalı geçirdikten sonra bir iğne yaptılar. Gerisini hatırlamıyorum.
***
Üzerimde yata binerken giydiğim çiçekli elbise ve yanımda minik bir çantayla, bir otelin lobisinde gözümü açtım. Şaşkın gözlerle etrafa bakıp nerede olduğumu anlamaya çalışırken çantadaki telefona bir mesaj geldi.
Denetik’tesin. Banca d’Italia, 2.451,8 ton altınla dünyanın üçüncü büyük altın rezervine sahiptir. Bu altının bir tonu da benim. Güzel seçim Ozan. Şimdi oradaki bir özel kasada payın olan parayı ve kaçabilmen için gerekli evrak ve pasaportu bulacaksın. Sen tutuklandın, limandaki toza el kondu ve bil bakalım ne oldu? Hiçbir zaman SSOK delil deposuna girmedi. Bölünüp satılmak üzere dağıtıldı. Ben bu alavereden çok para kazandım ve kazanacağım da. Ama sen ihanete uğradın ve ben hainleri sevmem. Bu parayla kaç ve kendine yeni bir hayat kur.
O. R. Baramoviç.
Elbette bu mesaj az sonra kendini imha edecekti. Bana kaderimin bir oyunu muydu ki, bir oligarç tarafından hapisten kaçırıldıktan sonra dünyanın en güzel şehirlerinden birindeki bir otele baygın olarak bırakılmıştım. Bu alavereden çok para kazanmışmış da hainleri sevmezmişmiş de! Ulan pis oligarç! Sen para kazanacaksın diye ben neden memleketimden, mesleğimden, anneannemden ve canım köpeğim Çakır’ımdan uzakta kaçak bir hayat sürecekmişim ki! Koşarak bankaya gittim. Daha önce kasaya koyduğum anahtarları alabilmem için parmak izim yeterliydi. Baramoviç’in bana ayırttığı parayı almayı da hiç mi hiç düşünmüyordum.
İlk kasayı parmak izimle açıp mafyaya ait anahtarları aldıktan sonra kasa dairesine gelen görevli elimdekileri görünce o heyecanlı Alitalyanca diliyle elini kolunu sallayarak hızlı hızlı bir şeyler anlatmaya başladı. “Kuella kiave ela nostra kiave! Nostra kiave!”
Anahtar 3
Ne diyor bu kadın diye telefona tercüme ettirirdim, bizim anahtar deyip dururmuş. Baramoviç’in benim için kiraladığı diğer kasanın numarasıyla çıktı geldi. Benim kiraladığım kasanın tam yanındaki kasayı da Baramoviç kiralamıştı. Demek adam yattan inince beni takip ettirmişti ve üstelik bankada da adamları vardı. “Eee, benim de bankada bir ton altınım olsa…” diye düşünecektim ki, kadın benim salak salak bakmama dayanamayıp elimdeki üç anahtardan birini kasaya yerleştirdi.
Ta Denedik’te, tonlarca altın saklanan çok zengin bir bankaya ait kasanın anahtarının mafyada bulunuyor olması da bu saatten sonra beni şaşırtmazdı. “Hayat bu işte,” dedim. “Yaşamak için bir neden ararken ölmek için bulursun. Kasadaki pasaport ve paraları kaçmak için değil dönmek için alırsın.”
Kasadan Sultanat’a dönecek kadar para ve arandığım için gümrükten geçmeme yarayacak o sahte pasaportu aldım. Anahtarı, umarım bana bir daha lazım olmaz diyerek banka görevlisi kadına bıraktım. Elimde kim bilir neyi açacak ya da kilitleyecek olan iki anahtar daha kalmıştı. Sahte pasaportu arandığı yerden kaçmak için değil de oraya geri dönmek için kullanan ilk geri zekâlı ben olmalıydım.
***
Sultanat’a sahte pasaportla sıkıntısız giriş yaptım. İlk iş mahalleye gidip Ramazan’ı buldum. Hayri Kozak amirime de sorulacak iki sorum vardı. Ama o sırasını bekleyecekti.
“Neden?” diye sordum şerefsizi kıskıvrak yakalayıp ormanlık bir alana götürdüğümde.
“Neden ha neden? Şu fani dünyada aynı şişeden bira içebildiğin tek kadındım ben! Neden ihanet ettin bana?”
“Asıl sen neden o aptal süper-kahramanlardan biriymişsin gibi davranıyorsun ki Ozan? Kahraman değilsin, mehdi değilsin, peygamber değilsin, sadece vücuduna saçma sapan şeyler zerk edilerek aşırı güçlendirilmiş bir ucubesin! Dünyayı kurtaran adam filmini oynamayı bırak artık! Baksana adam bile değilsin!”
“Adamlıktan bahsetmişken bir hain olarak adam kelimesini cümle içinde kullanman sence de ironik değil mi Ramazan?”
“Neymiş empatiymiş, merhametmiş, daha güzel, daha adil, sevgi dolu bir dünya içinmiş, barış için, insanlık için, kardeşlik içinmiş! Sana ne Sultanat şehrinden veya Sult halkının geleceğinden!”
“Batmadı lan hâlâ bu dünya! Sana inat batmadı lan!”
“Yanlış taraftasın Ozan. Hep yanlış tarafta oldun. Hep muhalefettesin. Güçlüden yana olaydın, paradan yana olaydın bu şehri beraber yönetebilirdik. Polis gücünü arkana alırdın ve sırtın yere gelmezdi.”
“Sen benim sırtımı yere getirdiğini mi sanıyorsun! Alçak! Kaça sattın lan bunca yıllık dostluğumuzu? Sırf hatırın için seni öldürmeyeceğim, Fizan’a sürdüreceğim, sittin sene dönemeyeceksin ve akıllanacaksın dememi bekliyorsun değil mi? Ama “Adam değilsin,” dedin ya çok üzdün beni. Bende taşak yok ama taşaklarından kavrayıp seni yere vurmama engel değil bu!”
Dediğim gibi yaptım. Yerde kıvranan Ramazan’a üç el ateş ettim. Üçünü de alnının ortasına isabet ettirdim.
“Daha dur, gökten üç elma düşecek,” dedim. “Ve ben üçünü de siktir edeceğim.”
Devam edecek…