Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

SERİ KATİLLER RÜŞTLERİNİ İSPATLAYINCA

Diğer Yazılar

Arkın Gelişin
Arkın Gelişin
Arkın Gelişin, Almanya’da Suç Psikolojisi eğitimi almış bir polisiye yazarıdır. Eserleri: Bir Seri katilin Günlüğü (2012), Kansız (2014), Ted Bundy – Bir Seri Katilin Anatomisi (2014), Ted Kaczynski – Bir Seri Katilin Manifestosu (2014), Bir Suç Psikoloğunun Not Defteri (2015), Charles Manson – Bir Seri Katilin Felsefesi (2015), Seri Katiller Tarihi – İnsan Avcılarının İzinde (2015), Apokalips (2017). Arkın Gelişin 1976 doğumludur. Arkın Gelişin'in polisiye dergimizde yayınlanan eserlerini bu sayfada bulabilirsiniz.

Sınır Tanımayan Arena

1960’da ünlü yönetmen Alfred Hitchcock’un Psycho (Sapık) isimli ünlü filmi vizyona girdi. Siyah beyaz film, seri katil Ed Gein’den esinlenmişti. Annesine aşırı bağlı olan antisosyal Norman Bates, tek başına işlettiği otelin bayan müşterisini, ölmüş annesinin kıyafetlerini giyerek öldürür (meşhur duş sahnesi). Bu film, Amerika halkını adeta şoke etmişti. Çünkü onlar seri katillerin potansiyelini halen idrak edememişlerdi. Aslında bu film bir yerde bir sonraki 10 yılın habercisi gibiydi. Norman Bates karakteri kişilik bozukluğu yaşayan bir adamın, annesinin baskın karakteri sebebiyle kadınlarla yakınlık kuramıyor ve neticede cinayetler işliyordu. 1960 itibariyle ortaya çıkacak seri katiller, tam da bu profillemeye uygundu. Norman Bates’in giriş yapmış olduğu on yıllık dilimin sonunda belki de Amerika tarihinin en korkutucu ve inanılmaz seri katili ile tanışacağından bi-haberdi. Bir ulus kendi gölgelerini gözardı etmiş olacaktı.

Amerika II. Dünya Savaşı’nın ardından tam bir teknoloji patlaması yaşamıştı. Ülke olarak da albenisini koruyordu. Ekonomik açıdan da büyüyen Amerika, otel zincirleri ve fast food zincirleri ile ses getiriyordu. İş istihdamı her geçen gün büyüyordu. Kadınlar tam bağımsızlıklarını ilan etmişlerdi.

1960’da iki başkan adayı John F. Kennedy ile Richard Nixon ilk kez televizyonda canlı olarak kozlarını paylaştılar. Bu aynı zamanda televizyon tarihinde bir ilkti. ABD’nin en genç başkanı seçilen Kennedy, ilk icraatı olarak Sovyetler ile uzun zamandır süren aya çıkma rekabetinde öne geçmek için 1961’de start düğmesine bastı. Aynı yıl meşhur Berlin Duvarı yükseldi. Güney Afrika ise İngiliz sömürüsünden resmen ayrıldı.

Türkiye Adnan Menderes idami ile çalkalanıyordu. 27 mayıs darbesini yapan cuntacıların özel olarak kurdukları mahkeme olan Yüksek Adalet Divanı 9 ay 27 gün süren yargılama süreci sonunda 14 kişinin idamına, 31 kişinin de ömür boyu hapsine mahkûm edilmesine karar verdi. Geri kalan 418 sanığa ise 6 ay ile 20 yıl arasında değişen hapis cezaları veya beraat kararı verildi. Amerika Birleşik Devletleri başkanı Kennedy, Fransa cumhurbaşkanı Charles De Gaulle, Birleşik Krallık Kraliçesi II. Elizabeth, Almanya Başbakanı Konrad Adenauer, Pakistan Devlet Başkanı Muhammed Eyüb Han, ve İran Şahı Muhammed Rıza Pehlevi, idamların durdurulması için Cemal Gürsel başkanlığındaki Milli Birlik Komitesi’ne çağrıda bulundular. Cemal Gürsel başkanlığındaki Milli Birlik Komitesi; Celâl Bayar, Adnan Menderes, Hasan Polatkan ve Fatin Rüştü Zorlu dışındakilerin idam cezasını affetti. Celâl Bayar’ın cezası yaş haddi nedeniyle ömür boyu hapse çevrildi. Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan 16 Eylül 1961 tarihinde ve adet olduğu üzere sabaha karşı, o gün başarısız bir intihar teşebbüsünde bulunan Adnan Menderes ise İmralı Adası’nda 17 Eylül 1961’de sağlık muayenesini yapan doktor heyetinden sağlam raporu alınmasının ardından, öğleden sonra saat 13:21’de idam edildi. 60’ların sonlarına doğru Deniz Gezmiş liderliğinde Türkiye tekrar dünyanın gündemine oturacaktı. 1965’ten sonra, Türkiye’de gelişen gençlik hareketinin en önemli önderlerinden ve Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu (THKO)’nun kurucu ve yöneticilerinden Deniz Gezmiş, 1965’te Türkiye İşçi Partisi (TİP)’nin Üsküdar ilçe başkanlığına üye oldu. Başta emperyalizmi simgeleyen ABD’ye karşı duruşu olmak üzere, dönemin siyasî yapısına karşı durmaktaydı. 12 Mart Darbesi’nin ilk günlerinden sonra Yusuf Aslan ile birlikte Sivas’a gitmekteyken motosikletleri bozuldu. Bir ihbar sonucu polislerin gelmesi üzerine çıkan çatışmada Aslan ile birbirlerini kaybettiler. Aslan o esnada Elmalı’da iken, Gezmiş ise 16 Mart 1971 salı günü Sivas’ın Gemerek ilçesinde etrafı sarılarak yakalandı ve Kayseri’ye getirildi.[kaynak belirtilmeli] Buradan Ankara’ya zamanın İçişleri Bakanı Haldun Menteşeoğlu’nun makamına götürüldü. Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan ile birlikte 6 Mayıs 1972 tarihinde, gece 1:00-3:00 arası, Ulucanlar Cezaevi’nde asılarak idam edildi.[

1962 başlarında Amerika’nın çok tartışılan Vietman Harekatı başladı. Özellikle kolej gençliğinin yoğun katılımı ile protestolar başladı. 1950’lerden kalma asi gençlik tekrar uyanmıştı. Bu gençlik kimlik arayışı içerisinde, arkalarında sırt çantaları ile birlikte şehirden şehire amaçsızca geziyorlardı.

Güney Amerika’nın şiddetli siyasî harekatının gölgesinde seri katiller geziniyordu. Sadece Kolombiya’da resmi kayıtlara geçmiş 3 seri cinayet vakasında 100’den fazla kurban verilmişti. İngiltere ve Almanya’da seri katilleri ile mücadele etmekteydi. Ancak hiçbir ülke bu alanda da Amerika ile yarışamıyordu. Sanki bütün seri katiller Amerika kıtasına kaçmıştı. Her ay en az yeni bir seri katil vakası ortaya çıkıyordu. Sinema ve romanlarda bu konuları artık daha sık işliyorlardı. Boston Boğazlayanı, Co-Ed katili, Manson Katliamı ve Zodiac Şifrecisi gibi olaylar uluslararası boyutta yankılanıyordu.

Leonard Mill 3 kurban ve Julian Harvey 5 kurban ile Amerika da açılış yaparken, 1960 başlangıcının ilk seri katili ile tanıştı. 12 Haziran 1960’da Baslow İngiltere yakınlarında ayakkabısız bir ceset bulundu. Cesedin kafası ezilmişti. Olay yerinin yakınında bir sokak lambasına çarpmış vaziyette bulunan bir arabanın içerisinde bataklıkta bulunan adamın kanlı ayakkabıları bulundu. Polisin yapmış olduğu araştırma neticesinde asker olan 27 yaşındaki Michael Copeland gözaltına alındı. Michael yakalandığı esnada Almanya’da görevliydi. Delil yetersizliği ile serbest bırakıldıktan birkaç ay sonra bu sefer Almanya’da bıçaklanarak öldürülmüş genç bir kadının cesedi bulundu. Copeland tekrar gözaltına alındı, ancak yine serbest kaldı. İngiltere’ye geri döndü ve tesadüf mü bilinmez gittiği bölgede bu sefer de bir erkek ceset bulundu. Cesedin kafasının ezik olması ilk cinayeti hatırlattı. Copeland yine şüpheliler arasındaydı ancak ortada hiçbir delil yoktu. 2 yıl sonra bilinmeyen bir sebepten ötürü, Copeland polisi arayarak her şeyi itiraf etti. Nefret cinayetleri işlediğini belirtti. Öldürdüğü erkeklerin eşcinsel olduğuna inandığını ve bu yüzden öldürdüğünü itirafına ekledi. Ömür boyu hapis cezası alarak cezaevine gitti.

Avustralya’da benzer bir olay yaşandı. Haziran 1961’de başlayan 18 aylık cinayet serisi neticesinde katil, 4 erkeği özellikle kasık bölgelerini bıçaklayarak öldürdü. Kurbanların bir tanesinin kimliği Allan Brennan olarak belirlendi. Ancak bazı kayıtlara göre başka bir Allan Brennan olmalıydı. Kısa sürede anlaşıldı ki William McDonald isimli kişi, Allan Brennan ismini kullanıyordu. İtirafında askerken tecavüze uğradığını ve şimdi intikamını aldığını belirtti. Niçin kurbanlarının ismini kullanmış olduğu, hiçbir zaman çözülemedi. Aklî dengesinin bozuk olduğu iddia edilse de suçlu buluanarak mahkûm edildi.

Yine Avustralya’da ocak 1963’de tam anlamıyla bir katliam yaşandı. Perth şehrinde bir gecede genç bir çift arabalarında, 2 erkek yataklarında ve 1 erkek kurban daha kapısının önünde kurşunlandı. Kurbanlardan 2 tanesi öldü. Yetkililer 22 kalibre tüfek üzerinde analizler yapsalar da sonuç alamadılar. Ağustos ayında yine bir kadın başka bir tüfek ile kafasından vurularak öldürüldü. Uzmanların analizi bu sefer sonuç getirdi ve kısa sürede Eric Cooke yakalandı. Bilinen cinayetleri haricinde 1959’da geçekleşen 2 cinayeti daha itiraf etti. Amacının can yakmak olduğunu belirtti.

Benzer bir olay bu sefer de Kolombiya’da yaşandı. Ülke karışıktı. Siyaset olayları tetiklemişti ve yaşanan protestolarda 300.000’den fazla kişi hayatını kaybetmişti. Teofile Rojas gibi kanunsuzlar bu durumdan faydalandılar. Sadece Rojas’ın 500’den fazla kurbanı olduğu söylenmekteydi. Ekim 1963 ile şubat 1964 tarihleri arasında 10 çocuk cesedi bulundu. Bir kan karteli, çocukları öldürüp kanlarını satmaktaydı. Ancak bu olayın katilleri asla bulunamadı.

Aynı dönem içerisinde Kolombiya, Peru ve Ekuador’da Pedro Lopez isimli seri katil, genç kızları kaçırıyor, tecavüz ediyor ve ardından öldürüyordu. Bu seri cinayetler 20 yıl kadar devam edip 1980’de son buldu. 300’den fazla kişiyi öldürdüğünü itiraf etti. Ayrıca 18 yaşındayken kendisine tecavüz eden 3 erkeği öldürdüğünü de itiraf etti. Peru’da 9 yaşındaki bir kız çocuğunu kaçırmaya çalışırken yakalanınca ülkeyi terk etme şartıyla serbest bırakıldı.

Cinayetler Ekuadorda devam etti. 4 kızın cesedi bulunduktan sonra Lopez suçüstü yakalandı ve tekrar tutuklandı. İtirafında, kendisine yapılanların intikamını aldığını belirtti. Kurbanlarına tecavüz ederken, bir yandan onları boğarak ölümlerini izlemekten hoşlanıyordu. En çok da ölmeden önce gözlerine bakmaktan hoşlanıyordu.  1980 yılında dokuz ile on iki yaşları arasındaki López’in öldürdüğü 53 çocuğun cesetlerinin toplu mezarı polis tarafından bulunmuştu. 1983 yılında Ekvador’da 110 genç kızı tek başına öldürmekten suçlu bulunan seri katil, komşu Peru ve Kolombiya’da kayıp 240 çocuğun daha katili olmakla itham edilmişti. Yeniden cinayet işleyeceğine dair yeminler etmesine rağmen 1998 yılında Ekvador hükümeti tarafından serbest bırakılmış ve Kolombiya’ya sürgün edilmiştir. 1999 yılı ocak ayında yapılan bir röportajda, kendini “yüzyılın adamı” olarak tarif etmiştir ve “iyi davranış” sergilediği için serbest bırakılması gerektiğini söylemiştir.

SERİ KATİLLER RÜŞTLERİNİ İSPATLAYINCA 1
Pedro Lopez

Meksika’da Guadalajara bölgesinde son 10 yılda çok sayıda genç kızın kaybolması polisi uyandırmıştı. Josephina Guttieriez isimli kadını, polise bir genelev hakkında ihbarda bulunmuştu. Genelevi Maria ve Delfina de Jesus Gonzales isimli iki kız kardeş işletiyordu. Polisin düzenlediği baskın esnasında iki kardeş çoktan firar etmişti. Genelevin arka bahçesinde adeta bir mezarlık bulundu. Yapılan kazı işleminde 80’den fazla cesete ulaşıldı. Kız kardeşler uzun bir takibin ardından yakalanıp, ceza evine gönderildiler.

Odak Noktası Amerika

1960’lı yılların başında herkesin odak noktası Küba krizindeydi. ABD’ye ait bir U-2 casus uçağının 1 Mayıs 1960’ta düşürülmesiyle ABD-SSCB ilişkileri gerginleşirken Küba-SSCB dostluğu giderek sıkılaşıyordu. Bu sıcak ilişkilerin bir sonucu olarak 1962 sonbaharında Küba’ya Sovyet füzelerinin konuşlandırılmasına başlandı. Bir görüşe göre Küba bunalımının ortaya çıkardığı tehlike gerçek olmaktan çok görünüşteydi. Bu görüşe göre füzelerin yerleştirilmesi dönemin SSCB lideri Nikita Khrushchev açısından becerikli bir soğuk savaş oyunuydu ve füzeler dönemin ABD Başkanı J. F. Kennedy zorladığı takdirde sökülmek üzere yerleştirilmişti. Ancak, sökme bedeli olarak Khrushchev bazı ödünler beklemekteydi: Küba’nın işgal edilmeyeceğine dair güvence ve SSCB toprakları yakınına(özelde Türkiye’ye) yerleştirilmiş füzelerin sökülmesi. Füzelerin yerleştirilme amacı ne olursa olsun Küba ile SSCB arasında gelişen bu ilişkiler ABD’yi bir müdahaleye doğru itmeye başladı. ABD Başkanı Kennedy 1962 yılı ekim ayının hemen başında verdiği bir demeçte şu olasıklıkların gerçekleşmesi halinde Küba’ya müdahale edeceğini açıkladı: Küba’daki ABD’li Guantanamo Üssü, Panama Kanalı, öteki Latin Amerika ülkeleri veya kıtadaki Amerikalıların hayatları tehlikeye girerse; Cape Canaveral İstasyonu’na müdahale edilirse; SSCB’ Küba’da saldırgan üsler kurarsa. ABD’de seçim mücadelesinin hızlandığı bir dönemde 16 Ekim 1962 günü dönemin ABD Savunma Bakanı Robert McNamara Küba’da füze üslerini belirleyen hava fotoğraflarını Başkan Kennedy’e gösterdi. Fotoğraflardan edinilen bilgiye göre, Sovyet füzeleri yerleştirilmeye başlanmıştı ama ateşlemeye hazır hale gelmeleri için bazı parçaların Küba’ya gelmesi gerekiyordu. Kennedy teknik danışmanlarıyla uzun süren toplantılar yaptıktan sonra Küba’nın denizden abluka altına alınmasına karar verdi. ABD, abluka kararı konusunda Birleşmiş Milletler’e, OAS’a ve NATO’ya danışmadı ve sadece bu örgütleri kararından haberdar etmekle yetindi. 22 Ekim 1962 tarihinde abluka uygulanmaya başladı. Bu sırada, Atlantik Okyanusu’nda seyreden Sovyet gemileri Küba’ya yaklaşmaktaydı. Bu gemiler ablukaya uymadıkları takdirde batırılacaklardı. Khrushchev ilk tepki olarak saldırı değil savunma silahı taşıdığını söylediği gemilerin durması için emir vermeyeceğini açıkladı. Bu durum gerilimi daha da tırmandırdı. Khrushchev, 27 Ekim 1962’de Kennedy’e gönderdiği mektupta, ABD’nin Türkiye’deki benzer füzeleri sökmesi halinde (ABD 1959 yılında Türkiye ile anlaşmış, 1961 yılında Türkiye’ye Jüpiter füzeleri yerleştirmişti, füze durumları Türk halkına 40 yıl sonra açıklandı veya belgelendirildi.) SSCB’nin de Küba’dakileri sökeceğini, Türkiye’nin toprak bütünlüğüne ve bağımsızlığına saygı göstereceğini, içişlerine karışmayacağını ve işgal etmeyeceğini belirtmiş ve Küba’daki füzelerin sökülmesinin karşılığı olarak ABD’nin de aynı güvenceleri Küba açısından vermesi gerektiğini eklemiştir. Başkan Kennedy ise aynı tarihli cevabî mektubunda, Küba’daki füzeler söküldüğü taktirde Küba’ya karşı uygulanan ablukaya son verileceğini ve Küba’yı işgal etmeyeceği güvencesini verebileceğini kaydetmiş ancak Türkiye’deki füzelerin sökülmesi konusunda kesin bir güvence vermekten kaçınarak, “Dünyadaki gerginliklerin yumuşaması, mektubunuzda belirttiğiniz öteki silahlarla ilgili olarak daha geniş bir düzenlemeye gidebilmemize olanak sağlayabilir” demiştir. ABD Başkanı Kennedy kısa vadeli tedbirlerle uzun süreli tedbirleri birbirinden ayırmaktaydı. Kennedy için önemli olan ABD’ye yönelik tehditin ortadan kaldırılmasıydı. Jüpiterler ise daha sonra ele alınacak bir düzenleme içinde düşünülebilirdi. ABD’ye göre pazarlık unsurları da birbirine uymamaktaydı. Bir yanda birdenbire Küba’ya yerleştirilen füzeler öte yanda çok önce yerleştirilmiş bulunan ve yerleştirildikleri anda SSCB’nin tepkisiyle karşılaşmadığı için üstü kapalı olarak kabul edilmiş füzeler bulunuyordu. Khrushchev 28 Ekim 1962’de Kennedy’e ikinci bir mektup yazmıştır. Bu mektupta Türkiye’deki Jüpiter füzelerinden hiç bahsedilmemiş ve Kennedy’nin önerilerine sıcak bakıldığı vurgulanmıştır. Kennedy, aynı gün Khrushchev’e bir mektup göndermiş ve sağduyulu kararından dolayı kendisini tebrik etmiştir.[Amerika’da büyükelçiler nezdinde yapılan son görüşmede Sovyet elçi Küba’daki füzelerin kaldırmasının ancak Türkiye’deki füzelerin kaldırılmasına bağlayacak Amerikan elçi yedekte tuttuğu kozu kullanıp “zaten Türkiye’ye koyduğumuz füzeler eskimişti 6 ay içerisinde kaldıracaktık” demiştir(Amerikan elçi Kenndy’nin kardeşi bakandır ve ayrıca Sovyet elçi ile görüşmeden önce Türkiye’deki füze kozunu en son seçim olarak kullanmasını kararlaştırmışlardır. Füzelerin Sovyetlerin aynı dönemde kaldırılmamasının sebebi ise gelişen olaylar karşısında medyada sıkıntı çeken Kenndy’nin Türkiyede’ki füzelerin kaldırılmasının altında kalabilecek olmasıdır. Amerikan elçi bu gizli maddenin sadece Sovyet kurmaylar tarafından bilineceğini, Türkiye’deki füzelerin kaldırılmasının kamuoyu tarafından bilinmesinin anlaşmayı bozacağını ve askerî müdahalenin kaçınılmaz olacağını söylemiştir. Bir ihtimal de, Khrushchev’in sadece ülkesinin böyle bir tehlikeyle karşı karşıya kalmaması için başkanlık koltuğundan indirilirken bu gizli maddeyi açıklamamış olmasıdır. Ama Sovyetler kendini tehdit eden yakınındaki nükleer füzelerden kurtulmuştur. 28 Ekim 1962 tarihli mektuplarla ve ABD’nin Küba’ya uygulanan ablukayı kaldırmasıyla bunalım atlatılmıştır. Khrushchev’in füzeleri sökme kararı NATO’da da rahatlama yaşanmasına neden oldu. Çünkü, 28 Ekim 1962 tarihli NATO Konseyi toplantısında ABD Küba’yı işgal hareketine girişirse Türkiye’nin Sovyet işgaline uğrayabileceğine ve NATO’nun savaşa sürüklenebileceğine değinilmişti. NATO Konseyi’ndeki bazı delegeler ABD’den Küba’yı işgal etmeme garantisi istemiş, ABD delegesi ise bu güvenceyi vermekten kaçınmıştı.

Soğuk savaşın yankıları bu şekilde devam ederken, Boston’daki bir olay gazetelere haber olmuştu. 14 Haziran 1962 akşamında Anne Slesers oğlu tarafından banyoda ölü bulundu. Üzerindeki bornozun kordonu boynuna dolanmıştı. Şişe olduğu düşünülen sert bir cisim ile tecavüz edilmişti. 2 hafta sonra 68 yaşındaki Nina Nichols dairesinde ölü bulundu. Naylon çorapları ile boğazlanmıştı. Aynı gün 65 yaşındaki Helen Blake, bir önceki olay yerinde 25 kilometre mesafede benzer bir şekilde, naylon çorapları ile boğazlanmış olarak bulundu. Ardından 2 yaşlı kadın daha evlerinde aynı şekilde ölü bulundu. Kimliği belirsiz bir katil Boston sokaklarını tehdit ediyordu.

Bir süre sonra katilin kurban tercihi genç kadınlara yöneldi. 5 Aralık 1962’de 20 yaşındaki üniversite öğrencisi Sophie Clark, oda arkadaşı tarafından ölü bulundu. Komşulardan bir tanesi o gece siyah ceketli, yeşil pantolonlu bir adamın kapıları çaldığını görmüş.  31 aralıkta 23 yaşındaki Patricia Bissette, patronu tarafından ölü bulundu. Dairesi diğer kurbanlar Anna Slesers ve Sophie Clark’ın ikamet ettiği evlerine çok yakındı. 3 aylık bir soğuma evresinin ardından 06 Mart 1963’de 68 yaşındaki Mary Brown, boğazlanmış, darp edilmiş ve tecavüze uğramış bir şekilde bulundu. 08 Mayıs gecesi Beverly Samans isimli yeni üniversite mezunun cesedi bulundu. Arkadaşı kendisini kanepede çıplak, elleri arkadan bağlanmış ve boğazına beyaz bir tül bağlanmış şekilde buldu. 2.300 polis memuru yurt genelinde bu dosyaya dahil oldu. Toplamda 36.000 şüpheli sorgulandı. Yüzlerce şüphelinin parmak izleri alındı. 35 kişi yalan makinesi testine tabi tutuldu. Daha önceden cinsel suçtan ötürü sabıkalı olan herkes gözden geçirildi. Akıl hastanesinden taburcu edilmiş hastalar üzerine araştırmalar yapıldı. Ancak hiçbir çalışma sonuç vermedi.

Yaz sonuna kadar yine bir sessizlik oluştu. Sessizlik 08 eylülde bozuldu. 58 yaşındaki Evelyn Corbin, önceki kurbanlarda da olduğu gibi naylon çorapları ile boğularak ölmüştü. Gazetelerde büyük yankı uyandıran bu cinayetler zinciri başka bir cinayet ile herkesin odağını değiştirdi. 22 Kasım 1963 cuma günü yerel saat ile 12:30’da eşiyle birlikte açık bir araba içinde Dallas’ta bir konvoyun arasında ilerlerken ateş açıldı. Ensesinden ve başından iki kurşun alan Kennedy, Parkland Hastanesi’ne götürülürken yolda öldü. Kendisiyle aynı araçta bulunan Teksas Valisi John Connally, ağır yaralanmasına karşın kurtarıldı. Başkan Yardımcısı Lyndon Baines Johnson aynı gün yemin ederek başkanlığı üstlendi. Bugün hâlâ sırları ile birlikte tartışılan bu suikastin resmi katili Lee Harvey Oswald olarak gösterilse de, bunun son derece şüpheli olduğunu ispatlayan birçok kitap yazılmıştır ve belgesel yayınlanmıştır.

SERİ KATİLLER RÜŞTLERİNİ İSPATLAYINCA 2
Albert DeSalvo

Herkes bu suikastin şokunu yaşarken, seri katil etkilenmemiş gibiydi. 24 kasımda Joann Graff tecavüze uğradıktan sonra boğazına dolanan naylon çoraplar ile boğularak öldürülmüştü. Yeni yıla geçiş suikastin ardından ABD Başkanlığına seçilen Lyndon Johnson ile başladı. Aynı zamanda yeni yıl 19 yaşındaki Mary Sullivan’ın diğer kurbanlardaki gibi aynı şekilde öldürülmüş olarak bulundu. Cesedin boğazına naylon çorap bağlanmıştı. Cinsel organına süpürge sapı sokulmuştu. Ayağının altına ise zımba teli ile bir kart iliştirilmişti. Kartın üzerinde “Yeni Yılınız Kutlu Olsun” yazıyordu. Massachusettesli avukat Edward Brook bu dava ile yakından ilgilendi. 37.000 dökümanı toplayarak analizler yaptı. Bir bilgisayar şirketi, tüm evrakları arşivleme konusunda destek oldu. Dr. Brussel davasınada bakan psikiyatristler bu davada da yorumlarda bulundular. Ancak yapılan analizler daha çok kafa karıştırıyordu. Kimi uzman tek bir katilden bahsederken, bazı uzmanlar bu cinayetlerin 2 kişi tarafından işlendiğini belirtiyorlardı.

 5 Kasım 1964’te Albert DeSalvo isimli kişi bir tecavüz olayı sebebiyle tutuklandı. Tutuklandığınıda üzerinde yeşil bir işçi tulumu vardı. Uzun bir sorgulama sürecinin sonunda aranan seri katil olduğu anlaşıldı. Ancak avukatı F. Lee Bailey müvekkilinin başka suçlarından ötürü yargılanmasını başararak, idam cezasından kurtardı. Ömür boyu hapis cezası alan DeSalvo işlediği hiçbir cinayetten ötürü yargılanmadı.

“Seri Katil” tanımı İngiltere’deki bazı davalarda kullanılırken, ABD bu konuda hâlâ farklı görüşteydi. Örneğin ABD’li bir kriminolog bu tür cinayetleri “Zincirleme Katil” olarak tanımlıyordu. Başka bir uzman ise “Şablon Katil” olarak adlandırmıştı. 1 kurbandan fazla öldüren katiller kitle katili olarak anılmaya devam etti.

SERİ KATİLLER RÜŞTLERİNİ İSPATLAYINCA 3

1965’te Boston’da yaşanan olayın benzeri yaşandı. Charles Schimd, 23 yaşında, Elvis Presley’i görsel olarak taklit ediyor ve kısa boyunu maskelemek için topuklarına gazete kağıdı yerleştiriyordu. Etrafındaki kızların dikkatini çekmeyi başarıyordu. Bunu fırsat bilen Schmid, ilk kurbanı olan Alleen Rowe’ye tecavüz ettikten sonra öldürüp çöle gömdü. Ardından 2 kadını daha öldürdü ve yakalandı.

Amerikan halkı, gençlerin serbestliğine karşı bir duruş sergiliyordu. Muhafazakar Amerikalar, mini etekler ve uyuşturucu kullanımına karşı sert bir duruş sergiliyordu. Böyle ortamlarda insanların kurban edilmesini doğal olarak adlandırıyorlardı. Siyah ile beyaz çatışması gittikçe büyüyordu. Aşırı ırkçılıklarıyla tanınan Ku Klux Klan 3 sivil hak savunucularını öldürdüler. Siyahî Müslüman lider Malcom X ise yine siyahî olan bir karşıt görüşlü tarafından suikaste uğradı. Seri katiller de durmak bilmiyordu. 19 yaşındaki Larry Lee Ranes 1964’te 5 kişiyi öldürdüğünü itiraf etmişti. Son kurbanı ise bir öğretmendi. Öğretmeni arabada gafil avlayan Lee, kurbanının kafasına kurşun sıkarak öldürdü. Ceset ile birlikte bir yolculuğa çıkıp yüzlerce kilometre yol katetti. Hatta polis kontrolünü bile fark edilmeden geçebildi. 8 yıl sonra Danny Ranes isimli kişi 4 kıza tecavüz ettikten sonra kızları öldürdü. Soyadlarından anlaşılacağı gibi her iki seri katil de aslında kardeştiler. Birbirlerinden bağımsız seri katiller olmaları ise bu davaları eşsiz yapıyordu.

Uluslararası Avcılar

1964’te “Jack” Londra’ya geri döndü. Her şey boğularak öldürülmüş ve çırılçıplak soyulmuş, fahişe oldukları anlaşılan cesetlerin bulunmasıyla başladı. Çoğu kurban boğularak ölmüştü. Bazıları ise oral sekse zorlandıkları için boğularak ölmüşlerdi. Gazeteler yeni seri katilin adını bulmuştu bile; Jack the Stripper. Bazı kaynaklara göre cinayet serisine 1959’da başlamıştı. 6 ile 8 arası kurbanı olduğu söylenmekteydi. Katil hiçbir zaman yakalanmadı. Ancak şüphelilerden bir tanesi intihar ettikten sonra cinayet serisi durdu.

Bu olaydan hemen sonra İngiltere diğer bir çılgınlık ile

tanıştı. Manchester’de yaşayan 17 yaşındaki David Smith, polise başvurarak bir katili tanıdığını söyleyince “Pandora’nın Kutusunu” açmış bulundu. Smith’in görümcesi Myra Hindley’in erkek arkadaşı Ian Brady, bir adamın kafasını balta ile parçaladıktan sonra, David’den kurbanı gömmek için yardım istedi. Bu ihbarın ardından evi arayan polis, kurbanın bedenini bodrum katında buldu. Bu keşfin ardından Brady ve Hindley tutuklandı.

SERİ KATİLLER RÜŞTLERİNİ İSPATLAYINCA 4
Ian Brady ve Myra Hindley

 Evin içerisindeki keşif bitmemişti. Aralık 1964’te 10 yaşındaki Lesley Ann Downey kaybolmuştu. Polislerin evin içerisinde kayıp çocuğun resimlerini buldular. Ayrıca bir kaset bulundu. Kayıtta küçük çocuğun yalvarışları duyuluyordu.  12 yaşındaki kayıp bir çocuk hakkında da delillere ulaşıldı. Anlaşıldığı üzere Hindley çevredeki çocukları bataklık bölgesinde piknik yapma bahanesiyle kandırıyordu. Kendilerini bekleyen Brady ise çocukları öldürüp orada gömüyordu. Bölgede daha çok çocuk kaybolmuştu. Bu durumda şüpheler bu çift üzerinde yoğunlaşıyordu. Ancak her ikisi de hiçbir suçlamayı kabul etmediler.

Brady tam bir postmodern nihilist (Hiççilik ya da Nihilizm veya Yokçuluk; 19. yüzyıl ortalarında Rusya’da, özellikle genç entelektüel kesim arasında taraftar bularak yükselen ve bu nedenle kendine büyük felsefî akımlar arasında yer edinen bir felsefî yaklaşımdır) idi. Dostoyevsky, Marquis de Sade ve Nietsche’den ciddi bir biçimde ilham almıştı. Kız arkadaşı Myra ile birlikte mükemmel cinayetin peşindeydiler. İlk kurbanları 16 yaşındaki genç bir kız öğrenci oldu. Brady daha sonradan The Gates of Janus isimli kitabında felsefesini anlatmaya çalıştı. Onun gibi katilleri şu şekilde özetliyordu “Hayatın yollarında elinden olmayan sebeplerden tökezleyenler”, “seri katiller, bir ömür bir koyun gibi yaşamaktansa, bir günlüğüne aslan gibi yaşayanlardır”. Ona göre seri katiller dünyanın normaliyken, diğer insanlar anormaldi.

Hindley, katil erkek arkadaşı ile tanışmadan önce sıradan bir kızdı. Brady için kolay bir av olmuştu. Mary’nin günlüğüne göre, ahlak göreceliydi. O da kısa sürede Brady gibi benzer duygular beslediğini keşfetti. Brady ile Hindley birbirlerini suç dünyası için yaratılmış bir çift olarak görüyorlardı. Ancak bunun bedeli çok ağır oldu. 1966’da her ikisi de ömür boyu mahkûmiyet ile cezalandırıldılar.

Almanya Nürnberg’de güpegündüz cinayetler işleyen bir seri katil ortaya çıktı. Bu sebepten ötürü “Gün ortası Katili” olarak anılmaya başlandı. 1965’te Klaus Gosman isimli şahıs, bir kişiyi vurarak öldürmekten ötürü tutuklanınca, günlüğü sayesinde seri cinayetleri gün yüzüne çıktı. 1960 ile 1965 yılları arasında 8 kişiyi vurarak öldürdüğünü kendi günlüğünde itiraf ediyordu.

1962’de 4 çocuk Almanya Bonn’da öldürüldü. Dövülmüşlerdi, işkenceye maruz kalmışlardı ve katil kurbanlarının gözlerini oyuyordu. 1966’da 5 yaşındaki Peter Frese katilin elinden kurtulmayı başarınca, polisler 19 yaşındaki Jürgen Bartsch’ın izine rastladı. Bartsch tutuklandı ve ardından suçlu bulunarak cezaevine gönderildi. Mahkûmiyeti ile birlikte hayat hikâyesi keşfedilmeye başlandı.

SERİ KATİLLER RÜŞTLERİNİ İSPATLAYINCA 5
Jürgen Bartsch

Annesi tarafından reddedilerek evlatlık olarak başka bir aileye verildi. Yeni ailesi, başka çocuklarla oynamasına asla izin vermiyordu. 12 yaşında okulunda görevli olan peder tarafından tecavüze uğramıştı. Bu olaydan 2 yıl sonra kendisiden küçük çocukları taciz etmeye başladı. Hadım edilmeyi talep eden Bartsch, ameliyat esnasında yanlışlıkla verilen yüksek dozda anestezi sebebiyle öldü.

Karmaşık Huzursuzluklar

13-16 Ağustos 1965’te, Los Angelesli siyahlar ayaklandılar. Trafik polisi ile yayalar arasında geçen bir olay iki günlük bir ayaklanmaya yol açtı. Sürekli takviye edilen birliklere rağmen, düzenin kuvvetleri sokakların kontrolünü yeniden ele geçiremediler. Üçüncü güne gelindiğinde, civardaki silah dükkanlarını yağmalayarak silahlanan siyahlar, polis helikopterlerine ateş bile açabildiler. Ayaklanmanın Watts bölgesiyle sınırlı kalması ve günlerce süren sokak çatışmalarının nihayetinde kontrol altına alınması, tanklarla desteklenen bir piyade tümeni dahil olmak üzere, binlerce polis ve asker gerektirdi. Dükkanlar tamamen yağmalandı ve çoğu yakıldı. Resmi kaynaklar (27’si siyah olmak üzere) 34 ölü, 800 yaralı ve 3000 tutuklu rapor ediyordu. Siyahî ayaklanmaların öncüsü olarak kabul edilen Dr. Martin Luther King, Amerika’nın hemen hemen tüm büyük şehirlerinde, siyahî vatandaşları beyaz sömürge karşısında durmaya davet ediyordu. “siyah ile beyaz” çatışması 2 yıl devam etti. Aynı zamanda ABD’nin Vietnam politakası herkes tarafından eleştiriliyordu. Hükümet sokaklardaki çatışmalar karşısında çaresizdi. Polisler “domuz” ilan edildi.

Tüm bu karmaşanın içersinde, Cincinnati halkı yine bir seri katille tanıştı. Ekim 1965’te kimliği belirsiz bir kişi 65 yaşındaki bir kadına saldırarak tecavüz etmeye çalıştı. Başarısız olunca kadını çamaşır ipi ile boğdu. 4 ay sonra ise bu sefer “işini” tamamladı. 58 yaşındaki bir kadına evinde tecavüz ettikten sonra, onu öldürdü. Haziran ve ekim ayında 2 yaşlı kadın daha öldürüldü. Son cinayetin üzerinden 8 gün geçince 81 yaşındaki bir kadın yine dairesinde bir kablo ile boğularak öldürülmüştü. Tüm kurbanların tecavüze uğraması ve boğularak öldürülmeleri, cinayetin aynı kişi tarafından işlendiğini gösteriyordu. Aralık 1966’da yine yaşlı bir kadın oturduğu apartmanının asansörü içerisinde boğularak öldürüldü. Bu cinayetin ardından Posteal Laskey isimli kişi yakalandı. Bu tutuklamanın ardından cinayetlerde sonlanınca, diğer cinayetlerde bu kişinin üzerine yıkıldı ve Posteal ömür boyu hapis cezası aldı.

1965 ile 1966 arasında New Jersey’de 9 hasta, zehir enjekte edilerek öldürüldü. Ancak zehirleyici asla yakalanmadı. Aynı zaman diliminde Ocean County’de her iki cinsiyetten de 6 kişi tecavüze uğradıktan sonra öldürüldüler. Yine katil yakalanmadı. Ancak cinayetler başladığı gibi bitti.

1966 sonunda 3 kitle katili Amerikan basınını meşgul edecekti. Richard Speck, hemşirelik okulunda okuyan öğrencilere ait eve basarak 8 kişiyi vurarak öldürdü. Charles Whitman Teksas Üniversitesi’nin saat kulesine çıkarak tüfeği ile 45 kişiye rastgele ateş açtı. 14’ü öldü. Polis tarafından vurularak öldürene dek ateş etmeye devam etti. 18 yaşındaki Robert Smith doğum gününde hediye edilen silahı ile bir Estetisyenler okulunu basarak 5 kadın ve 2 çocuğu öldürdü. Yakalandığında verdiği demeç ise manidardı: “Tanınmak istiyordum!”

1967 başlarında Janice Gibbs eşini ve 5 çocuğunu zehirleyerek öldürdü. Sigortadan almış olduğu paranın bir kısmını kiliseye bağışlaması, şüphelerin azalmasına ve serbest kalmasına sebep oldu. Yetkililer bir hata yaptıklarını anladıklarında kendisini tekrar tutukladılar. Bu sefer tüm cinayetleri itiraf etti. Öldürme sebebi olarak ise ailesinin bu kötü dünyada yaşamalarının doğru olmayacağını düşündüğü için olduğunu söyledi. Dava 1976’ya kadar devam etti ve sonunda 5 cinayetten ötürü suçlu bulundu.

Bu sefer William Dale Archered 1 yeğenini ve 7 eşinden 2’sini öldürmekten ötürü şüpheli olarak tutuklandı. Amerika tarihinin ilk insülin kullanarak cinayet işleyen katili olma ünvanını aldı. Ayrıca 1947’de gerçekleşen 3 farklı cinayetten ötürü de ayrıca suçlu bulundu.

Çoklu katiller sadece ABD’nin sorunu değildi. 7 farklı ülkede daha benzer cinayetler işlendi. 1967’de Hollanda’da Hans van Zon eşinin ihbarı üzerine tutuklanıp tekrar serbest kaldı. Halbuki o tutuklanmaya kadar birçok cinayet işlemişti. Bir kadını kendisiyle cinsel ilişkiye girmeyi reddetmesi üzerine  ekmek bıçağı ile öldürdü. Diğer bir kurbanı ise erkek bir film yönetmeniydi. Sonrasında 2 kadın bir erkek daha katilin kanlı imzasına kurban gitti. Aynı cinayet serisi içersinde yaşlı bir kadının bağırması sonucu kurtuldu ve polis Zon’u tekrar yakaladı ve bu sefer hapise gitmesini sağladı.

Polonya’da “üretken” bir katil çıktı ortaya. Sarışın genç kadınlar özellikle resmi tatillerde “Kırmızı Örümcek” lakaplı katil tarafından parçalanarak öldürülüyorlardı. Lakabını ise cinayetlerden sonra polise kırmızı mürekkep ile örümceksi yazı stiline borçluydu. Şifreli olarak yazdığı mektuplarda, kurbanlarının gömülü olduklara işaret ederek polis teşkilatına meydan okuyordu. Kullanılan kırmızı mürekkebin analiz edilmesi neticesinde katilin izini sürmek kolaylaştı. Çünkü kullanılan mürekkep, resim yapmak için kullanılan özel bir boyaydı. 2 kurbanın ise bir sanat okulu öğrencileri olmaları, polislerin onları nerede araması gerektiğine işaret ediyordu. Polisin dikkatini bir resim çekti. Ağırlıklı olarak kırmızı boya ile parçalanmış bir kadının ceset resmi tasvir edilmişti. Çalışmanın sahibi Lucien Staniak isimli tercümandı. Bir sonraki cinayetin ardından yakalandı. Lucien hükümet adına da tercümanlık yapıyordu. Cinayet sebebi ise çok ilginçti. Sarışın bir kadın bir trafik kazasında, Lucien’in ailesinin ölmesine sebep olmuştu. Mahkemeye çıkarılan kadının serbest kalmasını hazmedemeyen Lucien sarışın kadınları hedef alarak cinayetlerine başladı. 20 cinayeti üstlense de 6 cinayetten ötürü suçlu bulundu ve tımarhaneye gönderildi.

Gelişmeler 

1965 ile 1967 yılları arasında, adlî bilim teknolojinin desteği ile büyük bir gelişim gösterdi. Adlî bilim envanterine ilk yüksek çözünürlü elektron mikroskop gibi teçhizatlar dahil olurken, FBI ise National Crime Information Center (Ulusal Suç Bilgi Merkezi ) departmanını kurdu. FBI’nın kurmuş olduğu bu departman birçok ülke için rol model oldu. Bu bilgi merkezi sayesinde, gerektiği taktirde, FBI’ının arşivine erişim sağlayarak, araç plakası, daha önce çalınmış veya başka bir olayda kullanılmış silahların seri numaralarını sorgulamak mümkündü. Ayrıca kayıp şahıslar ile ilgili notlar ve bildiriler de bulunmakta mümkün oldu.

1967 yazı nefret ve sevgiyi içerisinde barındırıyordu. ABD’li yazar, ruhbilimci ve bilgisayar yazılımcısı Timothy Francis Leary, karşıt kültür ikonu olarak özellikle LSD başta olmak üzere psikotrop (uyuşturucu) maddelerin araştırılması ve kullanımını savunurken “Turn on, tune in, drop out.” olarak bilinen sloganını hayatımıza soktu. Aynı zamanda Detroit ayaklanması devam ederken, çok sayıda bina yakıldı ve 38 kişi öldü. Kanada Ontario’da 5 kadının cesedi bulundu ancak katil asla bulunamadı. Kanada sınırının diğer tarafında, yani Michigan’da bir üniversite öğrencisinin bir çiftliğin arazisinde cesedi bulundu. Ardından ilkbaharda aynı bölgede 47 kez bıçaklanmış olan bir ceset daha bulundu. Bu olayda da katil yakalanmadı.

John F. Kennedy suikastinin şoku henüz atlatılmamıştı ki,  1968’de başka bir suikast dünyayı sarsacaktı. John F. Kennedy’nin kardeşi Robert Kennedy abisinin izinde yürüyordu. Ancak aynı kaderi paylaşacağını tahmin edemezdi. Seçim kampanyası çerçevesinde bulunduğu otelin lobisinde tıpkı abisi gibi bir suikast girişimi neticesinde hayatını kaybetti.

1968’de Chicago’daki Demokrat Parti kongresinde sert bir polis karşılığı aldıkları bir Vietnam Savaşı karşıtı protestosu nedeniyle, isyankar olarak ve komplo teorileri kurmaktan ötürü 7 aktivistin tutuklanmasına şahitlik etti. Chicago Yedilisi (Jerry Rubin, David Dellinger, Tom Hayden, Rennie Davis, John Froines, Lee Weiner ve Abbot Howard “Abbie” Hoffman) adı verilen grup, duruşmalarını tam bir şova dönüştürdüler. Bir gün Hoffman ve Jerry Rubin yargıç kaftanlarıyla mahkemeye geldi, başka bir gün ise Hoffman tanık olarak yemin ederken bir yandan da hareket çekiyordu. Yargıç Hoffman, Şikago Yedilisi’nin ana hedefiydi ve sık sık kendisine hareket ediliyordu. Hoffman ve 4 kişi daha, eyalet sınırlarını aşarak isyan başlatmaya teşvikten suçlu bulundu. Hoffman, hüküm sırasında yargıca LSD denemesini önerdi ve mahkeme sonrası yargıcın Florida’ya gideceğini bildiği için Florida’da tanıdığı bir uyuşturucu satıcısıyla tanıştırmayı teklif etti. Her biri 5 yıllık hapis cezasına ve 5.000 dolar para cezasına çarptırıldı ancak cezalar yargıtay tarafından kabul edilmedi.

Kennedy ailesinin 8 kardeşten en küçük olanı Ted Kennedy, kardeşlerinin suikast sonucu ölmesinden sonra başkanlığa aday olmasına neredeyse kesin gözüyle bakılmaktayken 1969 yılında başından geçen bir olay başkanlık şansını yitirmesine yol açmıştır. Bu olaya Chappaquiddick skandalı denir. Kennedy, Mary Jo Kopechne adlı genç bir kadınla gece geç saatte muhtemelen sarhoş bir şekilde Chappaquiddick adasındaki bir partiden ayrılır ve kısa bir süre sonra arabası bir köprüden uçarak küçük bir gölün içine düşer. Kazadan sonra Kennedy’nin hemen polisi aramaması, Mary Jo Kopechne’nin Kennedy’nin sarhoş araba kullanması sonucu ölmüş olduğu söylentileri Kennedy’nin siyasî hayatını çok olumsuz etkilemiştir. Jim Morrison, Janis Choplin ve Beatles gibi müzik oluşumları, gençleri yeni bir nesile dönüştürüyordu. Öğrenci ayaklanmaları Amerika’da başlayıp Avrupa’ya sıçradı.

Dünya değişime uğrarken, tek bir şey ısrarla varlığını koruyordu; seri katiller. 1969’da Michigan’da 5 kadın öldürüldü. En genci ise henüz 13 yaşında bir kız çocuğuydu. Tüm kurbanlar Eastern Michigan Üniversite kampüsü yakınında ikamet ediyorlardı. Hepsi tecavüze uğradılar ancak öldürülme şekilleri değişkendi. Biri vurularak, 2’si bıçaklanarak ve diğer 2’si boğularak öldürüldüler. Tüm cinayetleri bir kişinin işlemiş olma ihtimali yüksekken, yine de bir karmaşa vardı.

Katil, kurbanları saklamakla vakit harcamıyordu. Kurbanlar kolayca bulunacak yerlere bırakılmıştı. Ayrıca oyun oynamaktan da hoşlanıyordu. Polisler yanmış bir ahırın içerisinde delil aramakla meşgulken, kimliği belirsiz bir kişi, ahırın önüne 5 adet çiçek buketi bıraktı. Bu rakam o an ki kurban sayısına tekabül ediyordu.  Ardından 18 yaşındaki Karen Sue Beineman’ın cesedi bulundu.

20 Temmuz 1969’da Ay’a adım atan ilk insan ABD’li Neil Armstrong oldu. Ağustos 1969’da sevgi festivali Woodstock açılışını yaptı. Tüm bu gelişmeler arasında son kurban Beineman’ın katili yakalandı. Katil yakışıklı üniversite öğrencisi Norman Collins’ti. Motorsikleti ile genç kızları etkiliyor ve ardından öldürüyordu. İkinci cinayetin ardından şüpheli olarak gözaltına alındı ancak serbest kaldı. Beineman cinayetindeki deliller kesindi.

Yeni bir adlî bilim tekniği denenmeye başlandı. Nötron aktivasyon analizi denilen bu uygulama sayesinde, en küçük parçacıklar üzerinde analizler gerçekleştirmek mümkündü. Saç örnekleri, iplik gibi bulgular artık çok daha önem kazanmış durumdaydı. Tıpkı Beineman cinayetinde olduğu gibi. Eğer bu teknik uygulanmasaydı, bu cinayeti çözmek mümkün olmayacaktı. Collin’s ömür boyu hapis cezası alarak cezaevine gönderildi.

Tutuklanmasının ardından yeni bir cinayet, herkesi dehşete düşürdü. 09 Ağustos 1969, cumartesi gecesi, ünlü yönetmen Roman Polanski’nin evinde tam anlamıyla bir katliam gerçekleşti. Aralarında Roman Polanski’nin 8 aylık eşi Sharon Tate’in de bulunduğu 5 kişi hunharca öldürüldü. İlk kurban Steve Parent yanlış zamanda yanlış yerde bulunuyordu. Bir tanıdığını ziyaret ettikten sonra ayırlmak üzereydi. Diğer kurbanlar ile hiçbir alakası yoktu. Polanski malikanesinin içerisinde kan gölü içerisinde yatan 2 beden vardı. Sharon Tate, 16 kez bıçaklanmıştı. Diğer ceset ise saç tasarımcısı Ja Sebring’e aitti. Jay’ın bedeninde 1 kurşun yarası ve 7 bıçak yarası vardı. Giriş kapısına kan ile “PIG” (Domuz) kelimesi yazılmıştı. Evin dışarısında Voytek Frykowski almış olduğu sayısız yaralarından kanayarak yatıyordu. Bedenine 5 mermi saplanmıştı. Tam 51 kez bıçaklanmıştı. 13 kez de kafasına sert bir cisim ile vurulmuştu. Hemen yakınında ise 28 bıçak darbesiyle Abigail Folger yatıyordu.

Yetkililer 31 temmuzda işlenmiş başka bir cinayet ile bir bağlantı olduğunu ilk başta farketmemişti. Müzisyen kurbanın bulunduğu evin duvarlarına da “pig” kelimesinin yer aldığı notlar yazılmıştı. Bir gece sonra ise başka bir cinayet daha işlendi. Leno ve Rosemary LaBianca evlerinde bıçaklanarak öldürülmüşlerdi. Leno’nun göğüs bölgesine bıçak ile “War” (Savaş) kelimesi yazılmıştı. Kurbanlarını kanı ile duvarlara “Death to Pigs” (Domuzlara ölüm), “Rise” (Dirilme) ve “Helter Skelter” (Beatles şarkısı) yazılmıştı.

Ekim ayı içerisinde ise şans polisten yanaydı. Çeşitli suçlardan ötürü tutuklu bulunan Susan Atkins isimli mahkum, koğuş arkadaşına, işlenen cinayetler ile bağlantısı olduğunu söyledi. Polisler Spahn çiftliğine yöneldiler. Şehrin dışında bulunan bu çiftliğin sakinleri bir hippi topluluydu. Liderleri ise Charles Manson isimli adamdı.

Şüphe üzerine 5 kişi tutuklandı; Charles Manson, Susan Atkins, Leslie Van Houten, Patricia Krenwinkel ve “Tex” Watson. Parçalar birleşince, işlenen cinayetlerin baş sorumlusunun Manson olduğu anlaşıldı. Manson çevresinde toplanan hippi gençliği, lidelerine kayıtsız şartsız itaat ediyorlardı. Manson ailesi bir tür tarikattı. Manson kendisini mesih ilan etmişti. Tarikatın felsefesi ise “Helter Skelter” şarkısına dayanmaktaydı. Beatles grubunun “White Album” isimli albümünde yer alan bu şarkıyı, Manson kendisine göre yorumlamıştı. Manson’a göre şarkının mesajı, siyah ırkının beyaz ırkı üzerinde bir üstünlük kuracağıydı. Ancak şarkı sözlerini yalın bir şekilde dinlediğiniz zaman bu mesajı almak mümkün değildir.

SERİ KATİLLER RÜŞTLERİNİ İSPATLAYINCA 6

Savcı Vince Bugliosi, duruşmanın ilk gününden itibaren, baş sorumlunun Charles Manson olduğuna inanıyordu. Manson ailesini savunan ilk avukat, gizemli bir şekilde ortadan kaybolduktan kısa bir süre sonra, Charles Manson, Susan Atkins ve Patricia Krenwinkel birinci derecede 7 cinayetten ötürü suçlu bulundular. Leslie Van Houten 2 cinayetten ötürü suçlu bulundu. Ayrı görülen bir davada ise Tex Watson kendi payına düşenden ötürü suçlu bulundu.

Kararın açıklandığı gün Manson her zamanki gibi herkesi şaşırttı. O ana kadar uzun saçları ile bilinen Manson, saçlarını sıfıra kazıtmıştı ve sakalını bir tür çatala benzetmişti. Salonda bir anda ayağa fırladı: “Ben şeytanım ve şeytan daima keldir”. Dava birçok uzmanı sentetik uyuşturucu LSD’nin etkilerini tanımaya teşfik etti. Ancak bu durum kararı hiçbir şekilde etkilemedi. Tüm sanıklar idam cezası alsalar da, hiçbiri infaz edilmedi. Toplamda 37 cinayetten ötürü şüpheli konumundaydılar. Manson ailesinin birçok üyesi ise yer yarılmışçasına ortalıktan kaybolmuştu.

Davanın yankıları sürerken, bu kez Memphis’te dördü kadın, 5 kişi evlerinde ölü bulundular. 14 Ağustos 1969 gecesi Roy Dumas ve eşi öldürüldükten sonra polis alarma geçti. Yine bir seri katil iş başındaydı. Dumas çiftinin cinsel organları makas ile kesilmişti. Polis Boston Boğazlayıcısı’nı anımsayarak, farklı bir yöntemle katilin peşine düştü. Boston Boğazlayıcısı’ndan etkilendiğini düşündükleri katili, kütüphanelerde aramaya başladılar. Amaçları son zamanlarda kimlerin Boston cinayetleri ile ilgili kitapları ödünç aldıklarını araştırmaktı. Ancak araştırmayı derinleştirmeye gerek kalmadan George Howard Putt isimli katil görgü tanıklarının ifadelerinden yola çıkarak yakalanmıştı. Katilin açıklanmasının ardından herkes şoktaydı. Çünkü Putt örnek eş sayılabilecek, mutlu evliliği ile bilinen bir adamdı.

1968 itibariyle sosyopat terimi sık sık telafuz edilmeye başlandı. Manson ve Putt gibi katiller bu tanımlamayı temsil ediyorlardı. Özellikle ABD’de yaşanan seri cinayetler herkesi sosyal şartların tekrar sorgulanmasına teşfik ediyordu. Artık medya da her tür seri katil vakasının peşine düşüyordu. Medyanın gözünde seri katiller “görünmez” olmaktan “görünür” olmaya dönüşmüştü. Görünür olanlardan bir tanesi ise dünyanın gelmiş geçmiş en tanınmış seri katili olabilme dürtüsü ile yola çıkacaktı.

Aralık 1968 ve haziran 1969’da kimliği belirsiz bir kişi 2 çifti kafalarından vurarak öldürdü. Genç bir adam ise kurtulmayı başardı. Bu cinayetin ardından San Fransico’da 3 yerel gazeteye aynı gün gizemli bir mesaj ulaştı. Mesajı şekiller ve sembollerden oluşan kripto tekniğiyle şifrelenmişti. Bir öğretmen ise bu şifreyi çözmeyi başardı. Mesaj hataları ile birlikte aşağıda gibiydi:

SERİ KATİLLER RÜŞTLERİNİ İSPATLAYINCA 7

İNSAN ÖLDÜRMEKTEN HOŞLANIYORUM ÇÜNKÜ ÇOK ZEVKLİ ORMANDA BİR HAAYVAN AVLAMAKTANDA DAHA ZEVKLİ ÇÜNKÜ İNSAN HAYVANLAR ARASINDA EN TEHLİKELİ OLANI ÖLDÜRMEK BANA MÜTHİŞ BİR HEYECAN VERİYOR BİR KIZ İLE FİNGİRDEŞMEKTEN DAHA DA BÜYÜK BİR HEYECAN EN GÜZEL YANA İSE BEN ÖLDÜĞÜMDE CENNETTE YENİDEN DOĞACAĞIM VE TÜM ÖLDÜRDÜKLERİM BENİM KÖLELERİM OLACAKLAR SİZE İSMİMİ VERMEYECEĞİM ÇÜNKÜ BENİ YAVŞATLATACAKSINIZ YÂ DA SONRAKİ HAYATIM İÇİN KOLEKSİYON YAPMAMI DURDURACAKSINIZ

Kendisini sonradan Zodiak olarak tanıtacak olan katil ile polis arasında kedi fare oyunu başladı. 27 Eylül 1969’da Cecelia Ann Shepard ve erkek arkadaşı Bryan Hartnell, Berryessa Gölü kenarında baş başa piknik yapıyorlardı. Yanlarına gelen adamı çok geç farketmiş olacaklardı. Adamın yüzünü, bir cellat maskesi gizliyordu. Elindeki bıçağı defalarca üzerlerine savurdu. Kız kaçmaya çalışıyordu. Ama her defasında başka bir yerinden bıçaklanıyordu. Cinayetini sonuçlandırdıktan sonra soğukkanlı bir şekilde polisi arayarak, cinayetleri ihbar etti. 2 hafta sonra tekrar harekete geçti. Paul Stine isimli taksi sürücüsünü öldürdü. Ancak bu sefer arabanın içerisindeki kurumuş kan birikintisinde 2 adet parmak izi bulundu. Bir süre sonra Chronicle gazetesine ikinci şifreli mektup ulaştı. Bu sefer zarfın içerisinde son kurban Stine’nin gömleğinden koparılmış bir kumaş parçası vardı. 1984’e kadar 7 kişiyi öldürmüştü. O tarihe kadar Chronicles gazetesi ile irtibat halinde kalmayı ihmal etmedi. Kimliği hiçbir zaman açığa kavuşmadığı için, Jack the Ripper gizeminden sonra ikinci sırada yerini halen korumaktadır.

Aynı yıl, yani 1969’da İskoçya’da boğazlanmış 3 kadın cesedi bulundu. “İncil John” lakaplı adam, baş şüpheli konumundaydı. Üçüncü kurbanın, kız kardeşi aynı taksiyi paylaştıkları adamı tarif etti. Kendisini John olarak tanıtan bu adam, yolculuk boyunca yazıtlardan ve dualardan bahsetti. Üç kurban da bir balo salonundan çıkmışlardı. Üç kurbanın da adet dönemiydi. Detaylı bir eşgal tarifi olmasına rağmen, katil asla yakalanmadı.

Oregon State Üniversitesi’ne bir seri katil dadandı. Üniversite yakınlarındaki nehir kenarında, çürümüş cesetler bulundu. Ağaca bağlı olan bu cesetler baş aşağı asılıydı. Bazı bayan üniversite öğrencileri aldıkları tuhaf telefon çağrılarından bahsettiler. Telefonun diğer ucundaki kişi, kızları dışarı çıkmaları için ikna etmeye çalışıyordu. Aynı zamanda kampüs çevresinde şüpheli tavırlar sergileyen bir adamın ihbarı da ulaştı. Polisler, çok sürmeden şüpheli adamı yakaladılar. Jerry Brudos isimli bu adam, gözaltındayken 4 kadını öldürüp parçaladığını itiraf etti. Özellikle bazı uzuvlar onun ilgisini çekmekteydi. İlk kurbanının sol ayağı kesilmişti. Diğer iki kurbanın ise göğüsleri kesilmişti. Kurbanlarına tecavüz ederken fotoğraflarını çekmişti. Kestiği uzuvları ise dondurucuda saklıyordu. Mahkeme süresince uzmanlarca yapılan analizler kişilik bozukluğunu doğrulamaktaydı. Ancak işlediği suçun tamamen farkında olduğuna da kanaat getirdiler. 3 cinayetten ötürü suçlu bulunarak, ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı.

ABD’nin diğer ucunda, Antone Costa isimli katil, Massachusetts ile California arasındaki seyahati boyunca birçok kişiyi öldürmüştü. Kurbanlarını uyuşturucu içme vaadiyle kandırıyordu. Kurbanlarını öldürdükten sonra ise cesetlere tecavüz ediyordu. Şizofren teşhisi sebebiyle asla yargılanmayan Costa, kaldığı hastane odasında kendisini asarak intihar etti.

Sakinliği ile tanınan Kanada da nasibini almıştı. 1968’de öğretmen olan Norma Vaillancourt, Montreal’deki dairesinde ölü bulundu. Boğazlanmış, tecavüze uğramış ve göğüs bölgesinden defalarca ısırılmıştı. Son derece sadistçe işlenen bu cinayetin 1 gün sonrasında, ikinci kurban da bulundu. İkinci kurban da aynı şekilde öldürülmüştü. İki ceset üzerinde tespit edilen ısırık izleri birbirleri ile eşleşiyordu. Polisler kurbanlar ile katil arasında yakın bir ilişki olduğunu düşünüyorlardı. Ardından Marielle Archambauls isimli kadın, çalışma arkadaşlarına yeni tanıştığı bir adamdan bahsetti. Kısa süre sonra ise diğer iki kurban gibi ölü bulundu. Onun da vücudunda ısırıklar vardı.

İki kurban daha öldükten sonra, 1971’de “vampir” durduruldu. Wayne Boden isimli şahıs tutuklandı. 

SERİ KATİLLER RÜŞTLERİNİ İSPATLAYINCA 8

Diş yapısı örneği alındıktan sonra, kurbanların üzerindeki izler ile karşılaştırıldığında, katilin bulunduğu anlaşıldı. Wayne tüm cinayetleri itiraf etti. Tanıştığı kadınlarla sert sevişirken öldürdüğünü itiraf etti.

O dönemde dünyanın her yerinde benzer cinayetler işleyen seri katiller türedi. Bazıları yıllar sonra yakalandılar, bazıları ise asla yakalanmadılar. 60’lı yıllar dünyanın değişimine şahitlik etti. Özgürlük ve paradoks düşünceler ön plandaydı. Ancak şiddet sadece seri katillerden ibaret değildi.  1969 yılında Michigan Üniversitesi’nin Ann Arbour kampüsünde SDS (Demokratik Toplum İçin Öğrenciler) örgütünün büyük bir kongresinde temelleri atılan Weather Underground örgütü başka bir deyişle Weathermanlar çoğunlukla radikal biçimde eklektik olan Leninist fraksiyonun ağırlıkta olduğu Markist bir öğrenci hareketi idi. Ancak bir kampüsün toplantı salonunda komünist öğrencilerin, siyahların, ezilenler için öncü bir hareket gerçekleştirmek isteyen özgürlükçü ve eşitlikçilerin bu ilk büyük öğrenci toplantısı o zamanlar ulusal ölçekte pek tepki çekmemişti. 1969 yılında Demokratik Toplum İçin Öğrenciler hareketinin ilk konvansiyonunda alınan karar gereği siyah özgürlüğü hareketinden gelen komünist öğrenciler ile “beyaz” komünist öğrencilerin güçlerini birleştirmesi, radikal biçimde dünyadaki sosyalist devrimleri hedefleyen örgütlerin eylemleriyle dayanışmak adına Bob Dylan’ın bir parçasından ismi alınarak kurulan Devrimci Gençlik Hareketi, Weather Underground için bir geçiş örgütü durumunda oldu. Daha sonraki yıllarda Leninist bir örügtlenme yapısına kavuşan örgütün delegelerinin Kuzey Vietnam’a ve Küba’ya sosyalist hükümetlerle görüşmek için gitmesinin ardından yapılan ateşli tartışmalar sonucu Weather Underground yönelimini belirlemiş oldu. Ama 70’lerin ilk yarısında süregelen bu dönemde, örgütün stratejisini Amerikan emperyalizmini kendi çelişkilerinden kaynaklanan devrimci bir iç savaşa sürüklemek yoluyla yok etmek ve Vietnam Savaşı yerine içeri dönük bir sınıf savaşını kışkırtmak ve destklemek olarak özetlenebilir. Hedefleri öncü, illegal bir perspektif ile Amerika’nın dışındaki coğrafyalardaki savaşlar için harcanan enerjiyi ve ilgiyi içeri hapsetmek, emperyalizmin bir sınıfsal iç savaş ile hakkından gelerek, Birleşik Devletler hükümetini devirerek yönetimi ele geçirmek hareketin birbiriyle bağlantılı olarak gerçekleştirmek istediği iki hedefti. Gerçekten de büyük gösteriler düzenleyen örgüt o dönemin radikal sol çevresinde büyük ilgi uyandırdı ve arkasına savaş karşıtı rüzgarı da alarak büyük yankılar doğurdu. Irkçılık karşıtı, beyaz ayrımcılığını hiçe sayan, sınıf savaşını destekleyen komünist Amerikalı radikal gençler tarafından sempatiyle karşılandı. 1 Mayıs’ta Haymarket’te işçilerin üzerine atılan bombayı anmak için aynı yerdekİ polis anıtının önünde gerçekleştirilen bomba eylemi, savaş kaşıtı “mücadele günleri” eylemleri, Pentagon dahil hükümet binalarına bomba konması gibi sansasyonel eylemler grubun üyelerinin FBI ile çift uçlu “içeriden ve dışarıdan” aynı anda yürütülebilecek bir mücadele alanı doğurmuş oldu.  

Onlara göre ABD, milyonlarca masum insanı öldürmüştü. “İntikam Günleri” olarak anılacak o günlerde çıkan çatışmalarda çok kişi hayatını kaybetti. Aslında bu olay, ABD’de ilk kez terör eylemleri ile karşı karşıya kalmanın tecrübesiydi. Başkan Nixon, bu kişileri “eşkiya” ve “serseri” olarak adlandırdı.

1969’da gerçekleşen Woodstock sevgi konseri kapsamında ünlü Rolling Stones grubu konser verirken, Hell’s Angels isimli anarşist motorcu grubunun, sahne önünde siyahî bir genci öldüresiye dövmesi büyük yankı uyandırdı. Vietnam Savaşı sırasında ABD güçleri tarafından, Güney Vietnam yönetimine bağlı köyler olan My Lai, My Khe ve Son My’da 347 sivilin katledilmesi olayı ile ilgili görseller Time dergisi tarafından yayınlanınca büyük tartışmalara yol açtı. İşte bu olay Weatherman örgütünü ayaklandırdı ve bomba ihbarları yağmaya başladı.

60’lardan 70’lere geçiş son derece sancılı oldu. Seri katiller çığ gibi türerken, FBI’nın bazı dedektifleri kendilerini ön plana çıkararacak hamleler yapacaklardı.

En Son Yazılar