Sherlock’un o sabah ki hali görülecek şeydi. Büyük bir enerji ile yatağından kalkmış, şarkılar söyleyerek traş olmuş, bordo kadife robe de chambre’nı kuşanıp, ikinci kattan bahar havasına açtığı pencerenin önünde, güneşin ısıttığı arkası yüksek rahat koltuğuna gömülmüş, bir yandan piposunu kahvaltı sonrasına hazırlıyor, bir yandan elindeki fotografa bakıp kahkahalar atıyor.
Elinde bakıp bakıp kahkalar attığı fotografı merak edenler için bilgi: Fotograf bugüne kadar okuduğunuz, bildiğiniz, duyduğunuz, gördüğünüz ne kadar dinazor romanı, filmi varsa hepsinin ilham kaynağı o muhteşem eser, Sir Arthur Conan Doyle’un 1912’de yazdığı “Kayıp Dünya” adlı romanının başkahramanı, Profesör Challenger’ın fotografıydı.
Tuhaf bir fotograftır. Hakikaten bakanı güldüren cinsten.
Sherlock’u güldüren tarafı farklı. Fotografa bakar bakmaz, romanın yazarı Sir Arthur’un saçını sakalını uzatıp, kaşlarını kalınlaştırarak kendi fotografını okurlarına kahramanı Profesör Challenger diye göstermesine basmıştı kahkahayı bizimki. Romanı ilk yayınladığı 1912 yılnda hikayesinin gerçekçiliğine ve de esprisine katkıda bulunmak adına Sir Arthur’un ne kılıklara girdiğini görmenin Sherlock’a verdiği keyif bambaşka bir keyif. Bütün okurlar taktir eder ki, Sherlock’un yazarı Sir Arthur’dan çekmediği kalmadı. O uygunsuz dahinin, komşumu, Reichenbach şelalesine atarak öldürmek dahil başına açmadığı iş kalmadı. Malum. Tabii o bunları yaptıkça tersi oldu, komşum her seferinde ölümden döndü geri geldi ve dünya bu şekilde eşi enderi bulunmayan ölümsüz bir dedektif kazandı.
İşte o uygunsuz dahiyi Profesör Challenger kılığında görmek Sherlock’u güldürmez mi? O sabah, onun kahkahalarıyla uyanan Doktor Watson, endişe içinde ne olduğunu tam anlamadan pijamalarıyla apar topar odaya geldi. Bizimki gülmekten konuşamadığı için, Watson’ı artık el işaretleriyle yayına çağırıp fotografı gösterdi. Kısa sürede gülme hali Watson’a da sirayet etti tabii. Birlikte bir süre karşılıklı güldüler.
– gördün mü şunun halini Watson? Böyle bir kahraman yaratmak için kendini ne hallere sokmuş!
Masanın üzerinde duran “Kayıp Dünya” adlı kalın romanı işaret etti Watson’a.
– fotograf kitabın içinden çıktı.
Watson kitabı eline aldı, ilk bölümün son paragrafını yüksek sesle okumaya koyuldu:
“… o kasımın sisli akşamında kendimi, gögsümde kalbim sıcak bir kor gibi pırıldarken, sevdiğime layık bir şey başarmak için hiç vakit kaybetmeden harekete geçmeye kararlı halde Camberwell tramvayında buldum. Ama o an, böyle bir başarının beni nerelere götüreceği, ne tuhaf ve beklenmedik bir maceraya sürükleyeceği kimin aklına gelirdi. … o sırada Günlük Gazete’nin en önemsiz biriminde görevliydim, ve işte tam o akşam Gladis’ime layık bir arayışa girme kararlığı üzerime çökmüştü. Daha ileri bir yaşta olsaydım belki, hani, acaba onun kendini böyle övüp göklere çıkarmak için benim hayatımı riske atmaktan kaçınmayışını katılık ya da bencillik olarak düşünebilirdim ama o an ilk aşkının ateşiyle yanan çoşku dolu o yirmiüç yaşımdaki ben bunu yapamazdım.”
Birlikte tekrar güldüler. Sonra Watson hâlâ anlamamış halde Sherlock’a baktı, bu nereden icap etti diye sorunca mesele ortaya çıktı.
O günkü gazete manşetleri, dünya yüzünde hâlâ insan elinin değmediği nadir alanlardan Canaima Milli Parkı’nın altına hücum eden maden arayıcılarınca talan edildiğini haberini duyuruyordu.
Seçimlerde yaptığı hile ile bir türlü koltuğu bırakmayan Venezuela diktatörü Nicolas Maduro sayesinde, halk açlıktan ve çaresizlikten Unesco koruması altındaki Canaima Milli Parkındaki maden kaynaklarına hücum etmişti.
Tam yüzyıl önce Sir Arthur’un “Kayıp Dünya” romanına konu olan Canaima, hâlâ balta girmemiş olağanüstü zengin bir doğa parçasıydı düne dek. Dünyanın en yüksek şelalesi Angel Falls’un da bulunduğu bu doğa parçası Sir Arthur’u o kadar etkilemişti ki, kendi fotografından yarattığı Profesör Challenger’ı orada yaşayan dinazorları keşfetmeye yollamıştı.
Komşumun, edebi dünyanın önemli bir karakteri olmasından tam yirmidört yıl sonraydı, Profesör Challenger ve dinazorlarının ortaya çıkması. Challenger, komşumun tam tersi, hani İngilizce deyimle “kalbini gömleğinin manşetinde taşıyan” yani asla soğukkanlı denemeyecek tersine çabucak celallenen bir tipti. Komşum gibi uzun, ince, zarif ve saçsız değil, tersine kalın, dörtköşe, kısa ve hani saçı sakalı kaşı yüzünü gözünü örten kıllı bir adamdı. Bilek kuvvetinin yanında tek benzerlikleri ikisinin de bilime olan bağlılığıydı.
Sir Arthur, Kayıp Dünya ile yine soluksuz okunan bir macera romanı yazdı. Dedektifi gibi dinazorları da o gün bugündür aramızda. Çünkü, Profesör Challenger’a, binbir maceradan sonra nihayet bulduğu dinazorlardan birini bir kafesin içinde örnek olarak İngiltere’ye bile getirtti o zaman. Ve tabii, yaratık kamu önüne çıkmadan önce Challenger’ın elinden kurtulup bilinmeyen bir istikamette kaçıp kayboldu. Böylece Sir Arthur’un ölümsüz kahramanlarından birine dönüştü.
www.sebnemsenyener.com