Güzel bir Nisan sabahıydı. Müge her zamanki gibi erkenden kalktı, giyindi. Danışanlarından önce, ilk ziyaretçisi her zamanki gibi, komşusu Peri Nur Hanım’dı. İkisi, sabah kahvelerini birlikte içmeyi uzun zamandır adet haline getirmişlerdi.
Peri Nur Hanım, seksen yaşlarında, tek başına yaşayan, son derece bakımlı, yaşını göstermeyen, Üsküdar Amerikan Kız Koleji mezunu, hiç evlenmemiş eski bir İstanbul hanımefendisiydi. Onunla sabah kahvesi içmek, Müge’ye büyük bir keyif veriyordu.
Ancak son zamanlarda ikisinin de canları çok sıkkındı. Zira üç gün önce karşı apartmanda oturan Mevhibe Hanım’ın evine hırsız girmiş ve ne yazık ki kadıncağız olay sırasında hayatını kaybetmişti.
Yetmişli yaşların ortalarında, hali vakti yerinde, İsviçre’de yaşayan bir kızından başka hiç kimsesi olmayan, sanat tarihi öğretmenliğinden emekli, dul bir kadındı Mevhibe Hanım. Pilot olan kocasının ölümünden sonra, uzun yıllar tek başına yaşamış, sonunda biraz güçten kuvvetten düşünce, biraz da kızının ısrarıyla yanına bir yardımcı almak zorunda kalmıştı.
Yardımcısı, Billur adında, uzun boylu, yeşil gözlü, kumral, uzun saçlı ve son derece hoş bir genç kızdı. Mevhibe Hanım Billur’u çok seviyordu. Kızı Miray’ın yerine koyuyor, hatta bazan onu kızının adıyla çağırdığı bile oluyordu. Hırsızlık esnasında Billur izinliydi. Polise o gece arkadaşları ile birlikte Pink Bar’da olduğunu söylemiş, genç kızın verdiği bu ifade daha sonra doğrulanmıştı.
Müge bütün bunları aklından geçirirken kapı çaldı.
“Günaydın güzel kızım Müge.“
“Günaydın Peri Nur Hanım, harika görünüyorsunuz her zamanki gibi.“
Yaşlı kadın, genç kızın ellerinden tutarak salona kadar kendisine eşlik etmesine izin verdi. Sonra, koltuğa yavaşça oturdu ve derin bir nefes aldı.
Müge, daha önce görmediği bir tedirginlik seziyordu Peri Nur Hanımda.
“Ben, bütün bu yaşananlara anlam veremiyorum Müge’ciğim. Mevhibe çok tedbirli bir kadındı, alarm sistemi kurdurmuştu hem de en iyisinden. Biliyorsun bende de var. Şirketle görüştüm ve kesinlikle alarmın devreye sokulmadığını söylüyorlar.“
“Polis ifadeleri alırken, alarmı sordu Billur’a. O da kesinlikle kurup evden çıktığını söyledi. Hırsızlar her tür kilidi ve alarmı etkisiz hale getirebiliyorlar Peri Nur Hanım.“
“Polis bunun araştırmasını yapıyordur eminim, ama asıl önemlisi şu bakıcı kız Billur. Benim içime sinmeyen bir şeyler var bu kızda. Seninle konuşmak istedim.“
“İç sesimiz her zaman önemlidir, siz hisleriniz ile hareket eden birisiniz ve mutlaka o ses size ne yapmanız gerektiğini söylüyordur. Ben de merak ettim şimdi.“
Müge sözlerini bitirince izin isteyip mutfağa gitti. Kahveleri hazırlarken son bir kaç gündür kendisinin de Billur’a karşı biraz şüpheci olduğunu hatırladı. Yeniden salona döndü, ikramını yaptı ve hemen yanına oturdu Peri Nur Hanım’ın.
“Sizi dinliyorum, Billur’da içinize sinmeyen ne var mesela?“
“Cenazeden sonra kızı Miray beni evlerine davet etti. Kendini suçluyordu zavallı kız, ben de Billur’u nereden tanıdığını ve nasıl annesinin yanında daimi bakıcı olarak kalmasına karar verdiğini sordum.“
“ Kolay değil tabii annesini hiç tanımadığı birinse emanet etmişti sonuçta.“
“Elbette! Fakat işin en ilginç yanı, Billur’u aracı bir şirket tarafından annesin yanına yerleştirmiş olmaması. Biliyorsun bakıcılara ve bakıcı hemşirelere böyle iş imkanları sağlayan uzman bir çok şirket var, Miray kızımız bu şirketlerden birine baş vurmamış.“
Peri Nur Hanım derin nefesler alarak anlatıyordu.
“Neden? Kime güvenmiş olabilir bu konuda?“
“Ben de onu sordum. Buradaki evlerine taşınmadan önce Beşiktaş Balmumcu’da bir apartman dairesinde oturuyorlarmış, oturdukları daire küçükmüş, Mevhibe Hanım kendisi ile İsviçre’ye gitmemekte ısrar edince yanında daimi bir bakıcı ile kalmasını istemiş. Buraya taşınmadan üst kattaki komşuları kızının Mevhibe Hanım’la kalabileceğini söylemiş. Billur, teklifi yapan komşularının kızıymış. Billur ve annesi Ayla, beraber yaşıyorlarmış, başka kimseleri yokmuş. Ayla, eşini kızı çok küçükken kaybetmiş, oturdukları daireden başka bir varlıkları yokmuş, bir de eşinden emekli aylığı alıyormuş.“
“Buraya kadar her şey normal görünüyor, az çok tanımışlardır komşularını ne de olsa annesini emanet edecek. Benim dikkatimi çeken başka bir şey daha var Peri Nur Hanım. Miray evli ve iki de çocuğu var. Neden yalnız geldi cenazeye acaba?“
“Güzel soru tatlı kızım, ben onu da sordum. Mevhibe Hanım, damadını hiç sevememiş, kızını İsviçre’de okurken kandırdığını düşünüyormuş. Damadı Alpay’ın güzel işleyen bir restoranı varmış ve oldukça da varlıklıymış ama yine de Miray’ın anlatmasına bakacak olursak, annesi damadını aç gözlü olarak nitelendiriyormuş“
Müge, “Bütün bunların ışığında yine de elimizde hiçbir şey yok,“ derken, kapı çaldı. Gelen cinayet masası dedektifi Başkomiser Erdinç Göknel’di. Kahve ikramından sonra Erdinç, olay gecesi ile ilgili aklına takılan birkaç soru sordu ve not aldı. Olayı cinayet masasının devraldığını, ayrıca hırsızlık masasının da geniş bir çaplı soruşturma yürüttüğünü söyledi. Buraya gelmeden apartman sakinleri ile görüştüğünü, ancak kimsenin bir şey duymadığını ve görmediğini söyledi. Evde yapılan incelemelerde hırsızın değerli bir şey aradığını, Mevhibe Hanım’ı tanıdığını, ancak bulamayınca da onu öldürdüğü kanaatine vardıklarını söyledi.
Başkomiser Erdinç, şüpheli her hangi bir durumda veya akıllarına bir şey gelirse diye kartını bıraktı ve izin isteyip ayrıldı. Peri Nur da akabinde Müge’den izin istedi. Ertesi sabah yeniden kahve fincanları eşliğinde görüşmek üzere ayrıldılar.
Katilin aradığı ne olabilirdi? Müge’nin aklını epeyce kurcalamıştı bu soru. Danışanları ile randevularını bitirdikten sonra telefona sarıldı ve Peri Nur’u aradı. Aklına takılan soruyu ona da söyledi. Böylece, aynı sorunun Peri Nur’un da aklını kurcaladığını öğrenmiş oldu.
“Güzel kızım, dedektif gittiğinden bu yana düşünüyorum, Mevhibe varlıklı bir kadındı, yanında öyle çok para bulundurmazdı. Hepsini banka hesabında tutardı, lazım oldukça gidip çekerdi. Öldürülmeden bir ay kadar önce akşam üstü çarşı dönüşü bana gelmişti, sohbetimiz esnasında gözüm birden boynundaki kolyeye takılmıştı, o güne kadar hiç boynunda görmemiştim çok ilginç bir şekli vardı.“
“ Hatırlayabiliyor musunuz nasıl bir şekli vardı? Üzerinde değerli taş veya onun gibi şeyler var mıydı?“ Müge sözünü bitirir bitirmez bir kahkaha sesi geldi.
“İnanmayacaksın belki ama o tuhaf şeyi neden taktığını sordum. Çok değerli olduğunu, rahmetli eşinin, kızları doğduğunda ona doğum hediyesi olarak taktığını söyledi. Aslına bakarsan tek aklımda kalan, eşi Mısır’a gittiğinde orayı gezerken yolda çelimsiz bir gencin ona sattığı. Hatta kolyeyle ilgili bir sürü hikaye de anlattı ama hiç birisi aklımda kalmadı.“
“Kolyenin, hatırladığınız kadarı ile şeklini çizebilir misiniz? Önemli olabilir Peri Nur Hanım.“
“Tabii, neden olmasın? Ama baştan söyleyeyim, resmim o kadar iyi değildir.
Kolyenin şeklini çizer çizmez getireceğini söyleyip Telefonu kapattı.
Müge, belki de bütün sır bu kolyede diye düşünüyordu. Mısır, piramitler, sfenksler, tanrılar ve gizemleri. Kolye o kadar da değerli olmayabilir ama Mevhibe Hanım sanat tarihi öğretmeni idi. Hem kolye hakkında birçok şey anlatmıştı Peri Nur’a, keşke hatırlayabilseydi. Bunları düşünürken birden gülmeye başladı, ilgilenmezdi tabii o kolyeyle süslü Peri Nur. Giydiği her kıyafette mutlaka bir taş, boncuk vs bulunacak, sonra aile yadigarı elmas küpelerini, broşunu, yüzüğünü ve kolyesini mutlaka takacaktı her kıyafetine uygun.
Kendi kendine konuşurken kapı zili ardı ardına çalıyordu, çizim tamam diye düşündü ve kapıyı açtı, ama gelenler Billur ve annesi Ayla idi. Anne kız kocaman açılmış iri yeşil gözlerle ona bakıyorlardı. Müge onları hemen içeri buyur etti. Korkmuş gibi bir halleri vardı. Billur ellerinin titremesine engel olamıyordu.
Kapı tekrar çaldı, bu sefer kesin Peri Nur olmalıydı. Yaşlı kadın, dosya kağıdına yaptığı çizimi heyecanla sallıyordu. Kısa bir selamlaşmadan sonra Billur konuşmaya başladı.
“Müge abla başka kime gideceğimi bilemedim.“
Sesi titriyor ve gözünden sicim gibi yaş iniyordu.
“Billur, derin nefesler al, korku senin zihninde yarattığın bir duygu, seni ele geçirmesine izin verme. Dışarıda hiç bir şey yok şu anda her şeyi kendin yaratıyorsun ve o yüzden korkuyorsun anladın değil mi?“
Billur, titreyerek başını salladı ve derin nefesler alıp verdi.
“Olayın yaşandığı gece ben izinliydim, daha doğrusu bana Mevhibe Hanım izin vermişti, gitmem için ısrar etti. Evden çıkmadan beni yanına çağırdı ve bana bu kolyeyi verdi. Kolyenin onun için çok değerli olduğunu biliyordum almak istemedim ama çok ısrar etti.“
Çantasından titreyen elleri ile kolyeyi çıkardı ve Müge’ye uzattı.
“Ben, kızınız Miray’a verseniz daha iyi olmaz mı dedim, ama kızının bu kolyeyi hiç mi hiç beğenmediğini, hatta onun için bir anlam ifade etmediğini söyledi. Kolye zaten benimmiş, vasiyetinde de belirtmiş. Söyler misiniz ben ne yapacağım şimdi? Bana kim inanır?“
Gözlerindeki yaşları annesi Ayla silmeye çalışıyordu.
Müge herkesi sakinleştirdikten sonra, “Kolyeyi arkeoloji profesörü arkadaşım Belgin’e göstereceğim,” dedi. “Onun incelemesini istiyorum. Eğer tahmin ettiğim sonuç çıkarsa hemen hep birlikte Başkomiser Erdinç ile görüşmeye gideceğiz. Anlaşıldı mı?”
Billur bu öneriyi zorlukla kabul etti. “Tamam,” dedi en sonunda. “Hiç olmazsa içimdeki bu yükten kurtulmuş olacağım.”
Müge herkesi uğurladıktan sonra çantasını aldı ve bir taksi çağırıp Belgin’in çalıştığı fakültenin yolunu tuttu. Kolyenin, Nil’in anahtarı da denen altın bir Ankh olduğunu görür görmez anlamıştı. T harfi üzerine oturtulmuş küçük bir daireden oluşan en yaygın eski Mısır sembolerinden biriydi bu. Ama antik bir çağa ait olup olmadığını bilemezdi elbette. Bunu ona Belgin söyleyecekti. Ve eğer çok eski bir çağa aitse, Mevhibe Hanım’ın öldürülme sebebi de ortaya çıkıyordu. Çünkü, bu durumda kolyenin değerine paha biçilemezdi.
Belgin Altın Ankh’a heyecanla baktı.
“Müge, şu anda elimizde tutuğumuz Ankh, Mısır’ın Eski İmparatorluk dönemine ait. Eski Krallık’ta İkinci Hanedan döneminin sonuna kadar ( yaklaşık İ.Ö 1650 ) krallar ve soylular, mastaba denen mezarlara gömülürlerdi. Mastabalara yapılan arkeolojik kazılarda bulunan bu kolye, Kahire müzesinde sergileniyordu. 1958 yılında müzede bir soygun oldu ve bazı değerli parçalar çalındı. Bu kolye de onların arasındaydı. Çalınan eserlerin bir kısmı daha sonra bulundu. Ama bu Ankh o zamandan beri kayıp. Mısır hükümeti bu altın Ankhı bulup getirene yüklü bir ödül vereceğini duyurmuştu o yıllarda. Şimdi ödül ne kadardır kim bilir?“
“Demek bu altın Ankhı bilen birisi öldürdü Mevhibe Hanımı“
“Kim öldürüldü Müge? Aman Allah’ım! Başın dertte mi yoksa? Söyle lütfen! Biliyorsun, sana her zaman yardım etmeye hazırım.“
“Dur dur sakin ol! Hayır, canım başım dertte falan değil.“
Olanları arkadaşına kısaca anlatmak zorunda kalan Müge, yarım saat sonra bir taksiye binmiş, polis merkezine doğru gidiyordu. Yolsa Başkomiser Erdinç’i aramış, geleceğini söylemiş, ondan da Billur, annesi ve Peri Nur Hanım’ın merkezde olduklarını öğrenmişti. Başkomiser ayrıca, Mevhibe Hanım’ın avukatı Selim Bey’in, kızı Miray’la onun kocasının da Emniyet’e geldiklerini açıklamıştı.
Şimdi Müge’nin yüzünde tuhaf bir gülümseme vardı. Kafasının içinde, bütün ipuçlarını değerlendiriyordu. Altın Ankh çok değerli bir tarihi eserdi. Katil bunun için uzun bir mücadele vermiş olmalıydı. Mevhibe Hanım, manevi değerlere önem veren bir kadındı. Değeri ne olursa olsun kolyeyi satmak istememiş, bu da onun hayatına mal olmuştu.
Emniyet’e vardığında kendisini Erdinç karşıladı ve birlikte toplantı salonuna geçtiler. Herkesin heyecanı yüzünden okunuyordu. Miray annesinin katilinin ne zaman yakalanacağını ve herhangi bir gelişme olup olmadığını sordu. Üzüntüsünü gizleyemiyor, usul usul ağlıyordu.
“Miray Hanım, size tekrar baş sağlığı diliyorum,” dedi Erdinç. “Annenizin ölümü son derece üzücü ama şunu belirtmeliyim ki, bu basit bir hırsızlık olayı değil. İfadeleriniz ve hırsızlık masası ile sürdürdüğümüz geniş çaplı soruşturma sonucunda, planlı bir cinayet olduğunu anlamış bulunuyoruz.“
Mügeye dönerek Altın Ankh’ı istedi, aldıktan sonra, zincirinden tutarak salladı. Miray şaşkın gözlerle kolyeye bakıyordu.
“Bu kolye için mi annem öldürüldü? Ne özelliği var bu tuhaf kolyenin söyler misiniz?”
Müge, kolyeyle ilgili edindiği bütün bilgileri anlattı. Herkes şaşkınlık içindeydi.
Başkomiser, “Müge Hanıma teşekkürü bir borç biliyorum,” dedi. “Çünkü biz katilin kim olduğunu tespit ettik fakat elimizde kanıt olmadığı için harekete geçemedik. Bu kanıtı, Müge Hanım olmasa bulamayacaktık. Katilin planı kusursuzdu. Billur gece arkadaşları ile dışarıda olacaktı. Yani Mevhibe Hanım yalnızdı. Bunu biliyordu. Tıpkı alarmın şifresini bildiği gibi. Dolayısıyla eve girişinde hiçbir sorun yoktu. Anneniz erken uyuduğu için sessizce kolyeyi alıp alarmı tekrar devreye sokacak ve evden ayrılacaktı. Hesapta olmayan ise annenizin o gece ısrarla kolyeyi takması için Billur’a vermesi idi. Evi alt üst edip kolyeyi bulamadı. O sırada anneniz uyandı ve hırsızı tanıdı. O da kimliği açığa çıkmasın diye maalesef annenizi öldürdü, aslında amacı öldürmek değildi, öyle değil mi Selim Bey.”
Avukat Selim bir an kaçacakmış gibi bir hareket yaptı ama kapıdaki polisleri görünce vaz geçti. Pişkin pişkin arkasına yaslanıp Erdinç’i alkışladı. Miray yaşlı ve şaşkın gözlerle adama bakıyordu.
“Tebrik ederim baş komiserim! Yakaladınız beni! Ne diyebilirim, aç gözlülüğümün kurbanı oldum. Tam on beş yıldır bekliyordum, yurt dışındaki bağlantılarım bir türlü istediğim fiyatı vermiyorlardı, sonunda İngiltere’de bir müzayede şirketi ile anlaştım, tabii istediğim rakamın beş milyon fazlasına. Miray’cığım aslında bu senin suçun. Neden ısrarla istemedin ki o kolyeyi. Hatırlıyorsan sana, annenin kalbini kırdığını, eğer ona biraz değer veriyorsan kabul edersin o kolyeyi demiştim. Sen katır gibi inatçı bir kızsın tıpkı baban gibi. Kolye senin olsaydı cüzi bir miktara satın alacaktım, tabii annen de yaşıyor olacaktı. Billur zavallısına miras bıraktığını biliyor muydun?”
Selim Bey, konuşmasını tamamladığında salondaki herkes adeta buz kesmişti.
Erdinç, görevli iki polis memuruna tutuklama işlemleri için avukatı salondan çıkarmalarını söyledi. Miray, Selim’i götürürlerken aniden yerinden fırladı ve adamın pişkin suratına bir tokat attı. Eşi Alpay, bir hamlede onu kollarından tutarak salondan çıkardı. Herkes için çok zor bir gün olmuştu, Erdinç, Peri Nur, Billur ve annesini bir ekip arabası ile evlerine bırakmaları için bir memur görevlendirdi.
“Müge Hanım siz biraz daha bizimle kalacaksınız bir mahsuru yoksa. Size bir yemek borcum var.”
Cümlesini bitirir bitirmez içeri Levent girdi.
“Aaaa senin ne işin var burada? Yoksa tayinin İstanbul’a mı çıktı?”
“Hayır, devrem Erdinç’le iddia’ya girmiştik ve ben kazandım.”
“Ne iddiası? Neler oluyor burada?
Bu soruya Erdinç Cevap verdi.
“Büyük lokma ye büyük konuşma demiş atalarımız, şöyle ki Müge Hanım, geçen yaz, tatil köyünde işlenen cinayetleri nasıl çözdüğünüzü Levent’ten dinledim. Devrem gururla anlatmıştı ama ben asla böyle bir şeyin benim başıma gelmeyeceğini söyledim. Olay yerine geldiğimizde ifadenizi alırken isminizi duyunca şaşırmadım desem yeridir. Neyse uzatmayayım, hemen devreme telefon açtım ve iddia’ya girdim. Kaybedeceğim aklımın ucundan bile geçmedi. Eeee söyleyin bakalım nereye gidiyoruz?”