Ersin eğilmiş, kaloriferin yanında duvara dayanmış sanki oturur gibi ruhunu teslim etmiş kadına bakıyordu. Kafasında bin bir soru. Geldikleri ev, Gülbağ’da bir apartman dairesinin giriş katı. Lakin bulundukları oda yedinci kat. Ersin içeri girdikten sonra kalabalıktan bunalıp kendini balkona atmış, hemen sonra küçük bir enfarktüs geçirip balkona çökmüştü. Soluğu normale dönünce dışarı fırlayıp girdikleri kapıya baktı, zeminaltı. Biraz ilerleyip apartmanın köşesinden dönünce de durumu anladı. Evin kapısı, aparmanın girişinin bir kat altında, koridorda pencere yok, sola dönünce oda sokağa bakıyor. Balkonuna çıktığı oda yedinci katta. Bu fraktal geometri başarısı apartmanlar artık kendisini şaşırtmasa da, yükseklik korkusu olan bir adam olarak esneme hareketini önce korkuluğun gerisine, sonra nasılsa giriş katı diye korkuluğun aşağısına doğru yapınca kendine gelmesi tabii epey zaman aldı garibin. Neden sonra kendine gelince, cesedin bulunduğu odaya döndü geri. Erhan telsizin antenini ısırırken çenesini kaşımakla meşguldü.
“Hah geldin mi abi?”
Erhan cevap vermedi. Başını yana eğmiş, anteni ısırmayı bırakıp yanağına yanağına vururken Ersin’e döndü, bir şey diyecekken Doğan Amir kapıda göründü.
“Hoş geldin birader. Nasıl ama…”
Bir dakika işareti yaparak yere çöktü Erhan Amir. Altmış yaşlarında bir kadıncağız, sırtı duvara dayalı bacaklarında, ayaklarında ve parmak uçlarında yanık izleri olmasa, oturmuş dinleniyor sanılacak bir pozisyonda duruyordu. Erhan, cesede bakıp bir şey söylemeden Doğan’a gözleriyle sordu.
Doğan Amir, “Gördüğün gibi, ilk düşündüğün gibi. Otopside daha kesin sonuç çıkar ama, bence elektrik çarpması sonucu bir ölüm bu” dedi.
Ersin, “Abi, elektrik çarpmasıysa biz niye geldik” diye sorunca, Erhan’la Doğan gözlerinden ya sabır çekip önce Ersin’e, sonra fişe takılı ve ucu açık kablolara, kenardaki bir kasenin içindeki suya baktılar. Ersin, bir şey demeden, kabloya hamle yapınca dokunamadan Doğan’ın sıyırtan tokadı kafasının arkasında patladı, refleksle elini beline atıp arkasına dönerken bir tane daha geldi.
“Elektrik diyoruz, ölüm diyoruz, kablolar çıplak görmüyor musun geri zekalı” diye höykürdü Doğan.
Erhan Amir hâlâ bir şey demiyordu.
Ersin “Pardon Amirim de, neden çekmediniz kabloyu yanlışlıkla birisi dokunacak” dediğinde, Erhan “Çocuk haklı” deyip fişi prizden çekti.
Tüm daireyi etraflıca aradılar. Komşularla konuştular. Kayda değer bir şey yoktu.
Cesedi karşı apartmanda oturan Hamiyet Hanım görmüştü. Evine dönerken penceresini açık görünce seslenmişti Samiye Hanım’a. Ses gelmeyince giriş kattaki odaya kafasını uzatıp şöyle bir bakmıştı. Bakınca yerde oturduğunu görmüş, ses vermeyince “Allah muhafaza” deyip hemen Samiye Hanım’ın üst komşusuna koşmuştu. Samiye Hanım’ın oğulları her ihtimale karşı diye anahtarı komşularına vermişlerdi. Üst komşuyla eve girdiklerinde de bunu görmüşlerdi. Aman evladımdı, aştmış yaşında kadının ne düşmanı olacak? İki yıl önce taşınmıştı Samiye Hanım buraya. Oğulları yakın olsun diye getirmişlerdi. Küçük oğlanın ne iş yaptığını bilmiyordu. Vakti zamanında üç beş kere tutuklanmıştı küçük oğlan. Samiye Hanım içeri girip çıktığını sebebiyle birlikte ağzından kaçırmıştı. Laf aramızdaydı ama galiba vatan hainiydi. Nereden mi anlamıştı? Siyasetten girmişti içeri, ne olacaktı? Büyük oğlan da gazeteciydi. Kendisi hiç çalışmamış. Kocası tapuda memurmuş ölmüş. Başka bir şey bilmiyormuş ailesine dair. Çok iyi insanmış çok. Ah o küçük oğlanın kahrındanmış bunlar. Kadın daha çok şey anlatırdı da, teşekkür edip uzaklaştılar.
“Abi, bu kadına kesin işkence yapmışlar” dedi pat diye Ersin, olay mahalline yakın leşten öte beterden ziyade bir yerde tıkınırlarken.
Doğan’la Erhan birbirlerine baktılar. Bu defa haklı olabilir miydi Ersin? Bir şey dememeyi tercih ettiler.
Ersin bir yandan dudağının kenarındaki kırıntıları diliyle toplamaya çalışırken bir yandan da konuşmaya devam ediyordu, “Abi kesin siyasi, bak kesin terörcülerin işi bu”.
Erhan, boğulmaktan son anda kurtuldu böreğin lokması gırtlağından ancak bir şişe suyla gitti.
Doğan içtiği çayı burnundan çıkardı. İkisi de etrafa bakındılar eşelenen tavuklar gibi. Biri duymuş mudur acaba?… Sonra aynı anda Ersin’in ensesine birer tane patlattılar.
“Lan ne diyorsun yine ne terörcüsü”…
“Abi baksana, oğlan siyasi. Evde elektrik var. Bu ikisi bir araya başka nasıl gelir?”.
Erhan’ın gözlerinden ateş çıkarken Ersin konuşmaya devam etti. Akıllanmıyor bu çocuk.
“Ya Abi, girişte zorlama yok. Kapıda bir şey bulamadı Doğan Abiler. Cesedin olduğu odada korkuluk var, kesilmeden girilemez. Kod farkı var, arkadaki oda 7. katta, tırmanmak imkansız. Demek ki ya tanıdığı birini eve aldı bu kadın ya da güveneceği, mesela polis kimliği gösteren birini. Başka türlü nasıl olacak?”
Erhan arkasına yaslandı bir sigara yaktı. Sorar gözlerle Doğan’a baktı. Ersin birkaç konuda haklıydı. Zorla girilmemişti. Cinayet olduğu kesin miydi? Bu belli değildi henüz. Ama, siyasi ve elektrik. Bu iki kelime başka nasıl yan yana gelirdi?
Erhan, “Git Ersin, kadının geçmişine bak…” dedi.
Doğan, eliyle Ersin’e dur işareti yaptı. Son lokmasını yuttuktan sonra açıkladı. “Ben baktırdım, kadının geçmişinde bir şey bulamazsın. Siyasi bir durum da yok”.
Erhan, Ersin’e seslendi. “Lan, gelsene geri!” Ardından Doğan’a döndü. “Sen cinayete Allah’ın cezası hangi ara baktırdın?”
“Yoldayken. Ekipler ulaştığında ismi isteyip sordurdum gelene kadar.”
Erhan, ‘Gayrettepe’den Gülbağ’a gelmen on dakika sürmez ulan’ diyecekken vaz geçti. Kızsın mı gülsün mü bilemedi. “Kalkın haydi büroya.” dedi.
Ersin, “Abi benim bir işim var, iki saate gelsem olmaz mı?” diye sordu.
Ya sabır çeken Erhan, ne işi olduğunu bile sormadan elini silkeledi. “Git!”
***
Erhan masaya oturduğunda, nereden başlamaları gerektiği hakkında hiçbir fikre sahip değildi. Derlenenlere bir göz attı. Samiye Karaçalı. Almış bir yaşında, dul, iki oğlu var. Evde ölü bulundu. Elektrik çarpmasının lezyonları mevcut ve neredeyse ölüm sebebinden eminler. Otopsi raporu çıkmadı ama farklı bir sonuç gelmeyecek. İşaretler tipik. Ölüm gerçekleşeli birkaç saatten fazla olmamış. İntihar için fazla dolaylı ve acılı bir yol. İntihar için de bir sebep yok. Mutfakta dinlenmeye bırakılmış hamur bulundu. Komşularından alınan bilgiye göre, ertesi gün, altın günü varmış.
Erhan düşünmeyi bir süre bırakıp evrak işlerine döndü.
Ersin’le Doğan neredeyse aynı anda odaya girdiler.
Ersin, otourur oturmaz “Abi kesin terörcülerin, bence eski bir terörcünün işi. Eski defterleri kapatıyor.”
Doğan ellerini kavuşturup arkasına yaslandı. Ersin’e girişmeye çalışan Erhan’ı durdurdu. “Erhan, dur bakalım belki haklıdır çocuk, göremediğimiz bir şeyi görmüştür, düşünemediğimiz bir şeyi düşünmüştür belki.” dedi göz kırparak.
Erhan, “ne bok yerseniz yiyin,” deyip dahiliden çay ocağını aradı. “Yeni mi demlendi, tamam bekleriz Arif, demini alınca getirirsin.”
Ersin devam etti Doğan’ın verdiği gazla. “Abi bence kesin şöyle oldu, yıllar önce bu Samiye kesin illegal örgüt, sendika işlerine bulaştı, baksana oğlan da öyleymiş.”
Erhan, “Sendika niye illegal olsun la?” diye bir tane patlatmaya hazırlanırken Doğan’ın bıyık altı gülüşünü görüp durdu.
Ersin farkına bile varmadan heyecanla devam etti “Gazete, dergi falan da olabilir, bilemem. Kesin yasa dışı bir eylem oldu ya da bunlar eylem hazırlığında falanken yakalandılar. Bizimkiler bunları savcılığa, mahkemeye postaladılar. Mahkemeden hop dışarıda bunlar. İşte cumuk, insan hakları, delil yetersizliği her ne boksa. Bundan rahatsız olan, bunu yediremeyen, bu kadının hain olduğundan emin olan o dönemdeki terörcülerden biri de yıllar sonra izini bulup peşine düştü. Takip etti, uygun zamanı kolladı. Sonra da o vakti zamanındaki yakaladıkları ama bırakılanları düşünen eski bir terörcü işin peşini bırakmadı. Kadını buldu. Konuşturmaya çalıştı, hatta belki konuşturdu. Sonra da çıkıp gitti. Kesin böyle oldu”.
Erhan daha fazla dayanamayıp Ersin’e girişecekken, odanın kapısı çalınmadan TEM Amiri Cihat içeri daldı, üç beş TEM yelekliyle. Odaya böyle bodoslama girilince Doğan, Erhan ve Ersin ayağa fırladılar. Erhan, “Höösstt” diye bağırırken aynı anda Cihat da “Ne yaptığınızı sanıyorsunuz lan siz? Eski terörcüyü kaldırmak ne demek?…” diye Ersin’in üzerine yürüdü.
Tam Ersin’in burnunun üstüne bir yumruk inecekken Erhan sol eliyle yumruğu yakalayıp sağ eliyle bükünce, çömezlerin hepsi silahı çekti. Sese koşan diğer cinayetçiler de silahları görünce sürreal bir Meksika çıkmazı oluştu on iki metrekare odada.
Erhan, “İndirin lan silahları!” diye bağırıp Cihat’ın kolunu bıraktı. Koluna girip dışarı çıkardı. Cihat da elemanlarına gitmelerini söyledi.
Ersin, odada volta atıyordu. Erhan’la Cihat’ın yanına gidip gitmemekte kararsız olan Doğan, sonunda kalması gerektiğine karar verip tırnaklarını yemekle meşguldü.
Odanın kapısı yıkılırcasına açıldı, bu defa Doğan elini beline atıp ayağa fırladı, Ersin masaya pısıp kaldı. Erhan içeri girdi, Ersin sandalyeyle birlikte iki seksen. Doğan Erhan’ı zorlukla oturttu. Ersin’i de kaldırıp en uzak köşeye fırlattı. Doğan, Erhan’la Ersin arasına görüşlerini kapatmayacak, ama Erhan fırlarsa tutabilecek bir mesafeye çekti koltuğunu.
Erhan sakinleşince konuşmaya başladı, “Lan yavşak! Eski polisi tutup getirmek ne demek lan benden habersiz!”
Doğan, “Nasıl lan, lan oğlum ne yaptın?” dedi Ersin’e. “İşim var dediğin bu muydu?”.
Ersin, “Abi kesin eski terörcü işi, ben de tuttum getirdim”.
Erhan, “Lan devranını siktiğimin, hadi diyelim dediğin gibi. Bunu yapanın Eşber olduğunu nereden biliyorsun delilin mi var?” dedi.
Ersin, “Tek tanıdığım eski terörcü oydu, bilgisine başvurmak için…” derken cümlesini tamamlayamadan Erhan masanın üstünden uçtuğu gibi…
Sonrası, bolca acı, gözyaşı…
Araya girmeye çalışan Doğan demir dosya dolabına gangam stayl yapıştı. Yerde Ersin’in suratının izi. Doğan önce kendini sonra Ersin’i kaldırdı.
Erhan “Lan, omuriliğine soktuğum, bilgisine başvurulacak adam zorla mı getirilir?…”
Cümlesini tamamlamadan kalem, dosya eline ne geçtiyse Ersin’e fırlattı.
“Senin yüzünden Cihat’la papaz olduk. Senin yüzünden özür dilemek zorunda kaldım. Şimdilik kapandı, Eşber de gitti. Yarın ilk işin gidip özür dilemek olacak, amına kodumun bal kabağı, seri katil dedin başımıza gelmeyen kalmadı, vatan haini dedin, MİT geldi adamların hayatı kaydı, şimdi eski terörcü diyosun, az kalsın birbirimizi vuracaktık siktir git lan gözüme gözükme bir daha!”
Doğan Ersin’in omzuna sağlam bir kroşe çakıp kapıyı gösterdi.
Arif, çayları getirirken bağırtıları duyunca istifini bozmadan geri dönmüştü. Ortalığın sakin olduğunu çay ocağının kapısından sadece kulağını çıkarıp anlayınca, pısır pısır gelmişti. Erhan’ın odası yüksek gerilim hattı gibiydi. Ama sıcak bozkırda pişmiş insan boyuna eprimiş teller gibi. İçeri girdiğinde Erhan’ın lafının bitmesini bekledi, bu sinirden gerilimden bacaklarındaki ağrının geri geldiğini söylüyordu Erhan.
Arif, “Amirim bir doktor var, bacaklara elektrik veriyor. Bizim bacanakgil gitmişler. Baya elektrik çarpıyormuş gibiymiş, iyi gelmiş… Benim bacanak hatta, ‘lan evde de mi yapsam acaba’ bizim hanıma diye keh keh espri yapıyordu bir de…”
Erhan, sırtını dikleştirdi “Lan?”.
Doğan’a baktı. Doğan “oooooooofffffff” diye dağları yıktı.
Erhan, Arif’e gözüyle çıkmasını işaret etti. Yumruğunu alnına dayayıp masaya çöktü gözleri kapalı…
“Allah’ım neden hep ben…”
***
Doktora gidemedim geçen hafta. Biraz halsiz hissediyordum kendimi. Arkadaşlar gittiler, MR, ultrason hepsini çektirmişler. Bugün gittim ben de sabah erkenden. Benim de çektiler MR’ımı. Yarın anlatırım arkadaşlara. Dizlerimdeki ağrı geçmek bilmiyor, ortopedici, fizyocu görsün dedi. Ona da gittim. Acayip şeyler öğrendim. Pek de iyi geldi. Ağrılarımı azaltmak için elektrikli fizyoterapi diye bir şey varmış. Pek tatlı minicik bir hanım kız yaptı. Elektiriği dokundurdu dokundurdu çekti dizlerimden. Nasıl iyi geldi anlatamam. Ama korktum önce, “Aman kızım,” dedim, “Elektrik bu, şakaya gelmez.” “Teyzecim” dedi, “Ağrıyan yere anlık tutup çekiyoruz, uzun süre tutmuyoruz o yüzden bir şey olmaz sen merak etme”. Gerçekten de bir şey olmadı. İki tane kablo epi topu. Uçları metal. Pazara gittim sonra, yarınki gün için eksik gedik kalmadı. Ama dizlerimde de derman kalmadı. Şu elektriği ben de vereyim bacağıma[1]. Rahatlayayım. Keşke sorsaydım evde nasıl yaparım diye. Elektriği vereyim de nasıl vereyim, üçlü prizin kablosunu kesip ucunu açarsam, o metalleri hızlıca dokundurup çekersem rahatlarım. Hamur da dinlenmiş olur hem o arada… Bir jel sürdüydü hanım kızım, nemlendirmemiz lazım dediydi. Keşke jeli de soraydım. Neyse suyla nemlendirem de, yarın gidip jeli de yazdıram.
***
Yazdıramadı.
[1] Olmaz mı? Bir kere daha düşünün.
Bu öyküye ilham olan bir anı okumuştum sağlıkla ilgili bir haberde. Kaynağı haftalardır araştırıyorum. Yok bulamadım. Kişisel arşivimde vardı. Orada da bulamadım. Hikaye şu, bir doktorun bir hasta grubu var. 6-7 tane orta yaşın üstünde kadın hasta. Doktor diyor ki, anımsadığım kadarıyla “her hafta randevu alırlar. Toplanıp muayeneye gelirler. Hâlâ gelirler. Birkaç gelişte bir de ultrason falan isterler, bir baksınlar içimize diye. Artık alıştım. Bir gün bir tanesi gelmedi. X hanım niye bugün yok diye sorunca “o kendini biraz hasta hissediyor bu hafta, o yüzden gelemedi…” Tam atıf yapamadığım hekimden özür diliyorum. Atıf için haberi bulmaya çalışırken de şu geldi karşıma: https://bilimfili.com/evde-beynimize-elektrik-akimi-vermek-iyi-bir-fikir-mi/