Seden, Koray’ın öğle tatilini, telefonlarına gelen mesajları cevaplandırarak geçirdiğini fark etti. Son günlerde epey dalgın görünen Koray, tamamlaması gereken raporları da yetiştirememişti. Mutlaka bir derdi vardı. Ama bunu paylaşmak istemediği sürece ona yardım edemezdi. Belki de Seden’e söylemeye cesaret edemiyordu.
“ Son birkaç gündür çok dalgınsın Koray, kendini işine veremiyorsun. Ayrıca raporları da zamanında yetiştiremedin. Hayrola! Bir sorun mu var? Eğer paylaşmak istersen, seni memnuniyetle dinlerim. Ayrıca yardımcı olabileceğim bir şey varsa, elimden geleni yaparım.”
“ Gerçekten yardım eder misiniz amirim?”
“ Sen konun ne olduğunu anlatırsan elbette, tabii.”
“ Amirim, kuzenim evleniyor. Düğün, tanınmış bir otelde olacakmış. Dolayısıyla, benim de çok şık bir takım elbise ya da smokin giymem gerekiyormuş. Annem her gün, hiç üşenmeyip mağaza mağaza geziyor. Ne kadar smokin ve takım elbise modelleri varsa hepsinin resmini çekip bana yolluyor. Düğüne daha iki ay var, hem sonra benim takım elbise ya da smokine ihtiyacım yok. Ne gerek var şimdi durduk yere masraf çıkarmaya? Bir de takı meselesi var tabii. Böyle söyleyince de kıyamet kopuyor. Haksız mıyım amirim?”
“ Özensiz giyindiğinizde elbiseniz fak edilir, kusursuz giyindiğinizde siz fark edilirsiniz,”[1] dedi Seden gülerek.
“ Annemi haklı buldunuz tabii!”
“ Bazı insanlar, lüksü yoksulluğun tersi olarak düşünüyor. Hâlbuki lüks, bayağılın tersidir.[2] Bence annen, senin sade ve şık olmanı istiyor. Takım elbiseni en son ne zaman giymiştin?”
“ Devrem Samet’in düğününde giymiştim, neredeyse beş yıl oluyor. Başka evlenen olmadı ki, resmi bir toplantıya da katılmadım. Biliyorsunuz, ben spor kıyafetleri tercih ederim. Tamam! Tamam anlaşıldı, smokin alınacak. Takı işini nasıl çözeceğim peki?”
“ Bütçeni gözden geçireceksin ve sana yakışanı alıp takacaksın. Bu kadar basit Koray! Bunlar çok güzel ve anlamlı telaşlar, bakma bizler zorlaştırıyoruz.”
Seden’in cümlesi biter bitmez, telefon çaldı, Koray hemen ahizeyi kaldırdı. Karşı tarafı dinlerken, Seden’in yüzüne hayretle bakıyordu
“ Amirim, hiçbir şey tesadüf değildir dersiniz her zaman, sizden korkmaya başladım doğrusu. Bu smokin olayı, evrene negatif enerji olarak yayıldı galiba. İldeniz Modaevi’nin sahibi Ayda İldeniz, defilede aksesuar olarak kullandığı sandığın içinde ölü olarak bulunmuş.”
“ Smokin ve takı meselesinden spritüel konulara geçme şimdi. Olay yerinin tam adresini, ekip arkadaşlarımıza bildir de hemen çıkalım.”
***
Tunalı Hilmi Caddesindeki, Ayda İldeniz Modaevi’ne ait binanın önü gazetecilerle kaynıyordu. Seden ve Koray, görevli memurlar eşliğinde, modaevinin kapısından zar zor geçebilmişlerdi.
İçerisi ana –baba günüydü. Defileye katılan konukların, mankenlerin ve bütün çalışanların ifadeleri alınıyordu. Görevli memurlardan birisi hemen yanlarına geldi ve onları bilgilendirerek salonuna kadar eşlik etti.
Ayda’nın cansız bedeni, defilenin yapıldığı salonda, podyumun ortasındaki sedef kakmalı bir sandığın içinde yatıyordu.
“ Amirim, maktul Ayda İldeniz’in bugün defilesi varmış. Sekreteri Pınar Koç ve terzisi Belgin Şanlı’nın ifadelerine göre; maktul defileyi sürpriz bir kapanışla bitirmeyi planlamış. Sürpriz kapanış; erkek mankenler, ellerinde sedef kakmalı bir sandıkla podyumda yürüyecek, birkaç dakika sonra da sandığı açacaklarmış. Sandığın içinden de, gece kıyafeti giymiş bir manken çıkacak…”
“ Ama sürpriz olarak Ayda İldeniz’in cesedi çıkmış!” dedi Koray, görevli memurun bitirmesini beklemeden.
“ Defile başlamadan önce, yine aynı tanıkların ifadelerine göre maktul; modacı Çiğdem Simli adlı şahısla çok kötü kavga etmiş.”
“ Kavganın sebebi neymiş peki?”dedi Seden.
“ Amirim, işte orası çok ilginç. Maktul, bu Çiğdem Simli adlı modacıya davetiye göndermediği halde şahsı kapıda görünce çıldırmış.”
“ Bunun neresi ilginç şimdi?”dedi Koray, sabırsız bir tavırla.
“ Çiğdem Simli, kendisine davetiyesi sorulunca çantasından davetiyesini çıkardığı gibi maktulun yüzüne fırlatmış. Sonra iki kadın fena halde kapışmış, zar zor ayırmışlar. Modacı Çiğdem Simli’yi oradan uzaklaştırarak, arabasına bindirmişler.”
“ Amirim, benim iyice kafam karıştı! Kim, nerede nasıl ne yapmış? Hepsi birbirine girmiş vaziyette,” dedi Koray.
Seden, Koray’a döndü ve “ Maktulun sekreteri Pınar’ı, terzisi Belgin’i ve modacı Çiğdem Simli’yi, detaylı ifadelerinin alınması için büroya alın. Burada işim biter bitmez size katılırım,” dedi.
***
Seden, cesedin içinde bulunduğu sandığı incelemek için podyuma çıktı. Olay yeri inceleme görevlileri cesedi henüz sandıktan çıkarmamışlardı. Sandıktaki incelemeleri bitince büyük bir titizlikle, cesedi çıkarıp podyuma yatırdılar.
“ Amirim, herhangi bir darp izi görünmüyor. Yüzünün sol tarafındaki sıyrık ve morluklar; ayrıca kollarında ve bacaklarında görülen sıyrıklar, ceset sandığa yerleştirilirken oluşmuş. Henüz katılaşma başlamadığı görülüyor, bu da tahminimce saat: 15.00 ila 17.30 arasında öldürülmüş olduğunu gösteriyor. Şimdilik söyleyebileceklerim bu kadar. Adli tıp doktoru, otopsiden sonra size ayrıntılı raporu gönderir.”
“ Peki, teşekkür ederim. Size verimli çalışmalar diliyorum.”
Seden, gazetecilerin patlayan flaşları ve burnuna kadar sokulan mikrofonların arasından hızlıca geçip aracına bindi.
***
Büroya vardığında, Pınar ve Belgin ağlamaktan şişmiş gözlerle oturuyorlardı. Kısa bir selamlaşma faslından sonra hiç beklemeden hemen konuya girdi.
“ Pınar Hanım, önce sizinle başlayalım. İldeniz Modaevi’nde ne zaman çalışmaya başladınız?”
“ Üç yıl öce çalışmaya başladım. Ama onu ben öldürmedim yemin ederim! Be…ben..ben kapıda konuklarla ilgileniyordum. Tek suçum, Çiğdem Simli’nin geldiğini Ayda Hanım’a haber vermekti. Kavgaya ben sebep olduuum!”dedi Pınar ağlayarak.
Pınar, yirmi sekiz yaşında, üniversitenin iki yıllık moda tasarımı bölümünü bitirmiş, orta boylu esmer, genç bir kadındı. Ayda’nın kaprislerine katlanır ve bütün ayak işlerini hiç şikayet etmeden yürütürdü. Ayda’ya, en uzun süre dayanan sekreterlerden biriydi.
“ Sakin olun Pınar Hanım. Sadece ifade vermek için burada bulunuyorsunuz, kimse sizi suçlamıyor. Siz sadece sorularımıza yanıt verin olur mu?” dedi Seden, yumuşak bir ses tonuyla. “ Ayda ve Çiğdem neden kavga ettiler?”
“ Davetiyeleri, konuk sayısına göre bastırdık ve konukların arasında Çiğdem Hanım yoktu. Sonra davetiyeleri, kuryeye ben teslim ettim. Ona davetiye gönderdiğimi hatırlamıyorum.”
“ Pınar Hanım davetiye konusunu anladık, siz kavganın sebebine gelseniz artık,” dedi Koray.
“ İşte ben de onu anlatmaya çalışıyorum ya zaten! Kadın davetiyesini alıp gelmiş. Kavga, Çiğdem’in davetiyesi yüzünden çıktı. Şimdi anladınız mı?”
“ Siz, Çiğdem’e davetiye göndermediniz ama Çiğdem elinde kapı gibi davetiyesiyle defileye geldi. Doğru mu anladım?” dedi Koray.
“ Evet, doğru anladınız. Ayda Hanım, davetiyelerin tanesine beş yüz lira ödemişti. Bir tanesi kayboldu diye, günlerce beni azarladı.”
“ Belki matbaadan eksik göndermişlerdir, olamaz mı?”
“ Bu mümkün değil! Çünkü Ayda Hanım, davetiyeleri sayılı olarak bizzat kendisi teslim aldı.”
Seden, Pınar’ın fazla üstüne gitmedi.
“ Belgin Hanım, siz ne zamandan beri İldeniz Modaevi’nde çalışıyorsunuz?”
“ On yıldır çalışıyorum. Ancak daha önce Çiğdem Simliyle birlikte çalıştım. Anlaşamayınca ben de Ayda’nın yanına geçtim.”
Belgin kırk yaşında, yalnız yaşayan, uzun boylu zarif bir kadındı. Kız meslek lisesinin, biçki dikiş bölümünü bitirmişti. Çiğdem ve Ayda ile çalışmaya başlamadan önce, hazır giyim sektöründe çalışıyordu.
“ Çiğdem Hanımın yanından neden ayrıldınız?”
“ Ayda, daha dolgun maaş teklif edince hiç düşünmeden ayrıldım. Hepsi bu.”
“ Sizce Ayda Hanımı kim öldürmüş olabilir? Düşmanı ya da ona kin besleyen birileri var mıydı?
“ Bildiğim kadarıyla yoktu. Moda dünyasında sevilen biriydi.”
“ O zaman neden öldürüldü peki? Hatta öldürmekle yetinmemiş bir de gösteride kullanılan sandığın içine tıkılmış zavallı kadıncağız!” dedi Koray.
“ Bilmiyorum. Gerçekten bilmiyorum inanın!”
“ Peki, Ayda Hanımı en son ne zaman gördünüz?”
“ Ben, giyinme odasında mankenleri hazırlarken, güvenlik görevlilerimizden biri geldi. Ayda ve Çiğdem’in kavga ettiklerini söyledi. İşlerimi bırakıp hemen yanlarına gittim. Ayda’yı, Çiğdem’in elinden zor aldım ve hemen çalışma ofisine götürdüm. Saçı başı dağılmış vaziyetteydi, toparlanmasına yardım ettim. Ofisindeki kanepeye yatırdım ve tekrar işimin başına döndüm. Defile zamanında başladı ama Ayda ortalarda görünmüyordu. Sürpriz kapanışa kadar gelir diye düşündüm ama gelmedi. Kapanış gösterisinde kullanılan sedef kakmalı sandığın içinde ölü olarak gördüm.”
“ Bu sedef kakmalı sandık nerede duruyordu?” dedi Seden.
“ Ayda’nın ofisinde duruyordu. O sandığa, on bin dolar ödemişti ve kimsenin dokunmasına izin vermiyordu.”
“ Sandığı, Ayda’nın odasından kim aldı peki?”
“ Sahne tasarımı ekibindeki arkadaşlar aldılar. Mankenin, sandığın içinde hazır vaziyette beklediğini söylediler. Ben de hiç tereddüt etmeden podyuma çıkardım.”
“ Peki, sizleri daha fazla yormak istemiyorum, gene görüşeceğiz nasıl olsa. Bu arada, şehir dışına çıkma gibi bir planınız varsa hemen iptal edin lütfen. Gidebilirsiniz,” dedi Seden.
Seden, notlarına göz gezdirirken, Koray elinde iki kutu kahveyle içeri girdi.
“ Amirim, kahveleri alırken Çiğdem Simli’nin avukatı aradı. Müvekkili ile birlikte, yarın sabah 10.00’da burada olacaklarını söyledi. Neden avukatına ihtiyaç duydu acaba.”
“ Gelince öğreneceğiz. Neyse, Pınar ve Belgin’in ifadelerine dönelim şimdi. Pınar, davetiyelerden bir tanesinin eksik olduğunu söyledi. Muhtemel, bu kayıp davetiye Çiğdem’e gönderildi?” Ama kim veya kimler tarafından gönderildi?”
“ Ayda, gazetelere manşet olabilmek için planlamış olabilir bu davetiye işini. Biliyorsunuz, reklamın iyisi kötüsü olmaz.”
“ Olabilir. Asıl soru, Ayda İldeniz’i kim ve neden öldürdü? Ayda hakkında neler var elimizde.”
“ Asıl adı Naciye Telli. İsmini meşhur olmaya başladıktan sonra değiştirmiş. Ankara doğumlu, elli beş yaşında ve hiç evlenmemiş. Annesi terzi, babası, araba tamircisiymiş. Kendinden üç yaş büyük ağabeyi varmış, o da babasıyla birlikte araba tamirciliği yapıyormuş. Kız Meslek Lisesinin biçki dikiş bölümünü bitirmiş, mahalleden ayrılana kadar Çıkrıkçılar Yokuşunda, küçük bir manifaturacıda çalışmış. Ağabeyi ve babası, bir trafik kazasında ölmüş, hayatta kalan tek yakını annesi. O da Alzheimer hastası, özel bir bakımevinde kalıyor.”
“ Yine de araştırmaya devam edin, belki yakından tanıyan birileri çıkar.”
***
Ertesi sabah, Çiğdem Simli ve Avukatı Galip Kutlu, saat tam 10.00’da Seden’in odasında hazır bulundular. Kısa bir selamlaşma faslından sonra Avukat Galip Kutlu hemen konuya girdi.
“ Sayın amirim, müvekkilimi neden burada olduğunu anlayamadım. Çiğdem Hanım tanınmış bir modacıdır, ayrıca dürüst bir vatandaştır. Zaten bildiğiniz üzere, kendisi Ayda Hanımla üzücü bir tartışma yaşamıştır. Henüz bunun şokunu atlatamadan, Ayda Hanımın ölü bulunduğu haberiyle epey sarsıldı. Son olarak şunu belirtmek isterim, müvekkilim o üzücü tartışmadan sonra hemen İldeniz Modaevi’ni terk etmiş ve kendisini eve kapatmıştır.”
“ Galip Bey, o üzücü tartışmadan sonra, İldeniz Modaevi’nden ayrılan müvekkilinize ulaşamadık. Kendisi telefonlarımızı yanıtsız bıraktı. En nihayetinde, lütfedip aradı ve sizin eşliğinizde buraya geleceğini söyledi. Ayda İldeniz öldürülmeden önce, müvekkilinizle üzücü değil saç saça baş başa kavga etmiş. Tanıkların ifadesine göre Ayda Hanımı, müvekkilinizin elinden zor almışlar. Müvekkiliniz ifade vermek zorunda!” dedi Koray.
Çiğdem, ateş saçan gözlerle Koray’a baktı. Sonra çantasından bir fotoğraf çıkardı. Seden’in masasının üstüne bırakırken “ Güven bir ruh gibidir, terk ettiği bedene asla geri dönmez,”[3] dedi.
Fotoğraf, Ayda ve Çiğdem’in lise yıllarına aitti.
“ Benim gerçek adım, Sabriye Uncu. Naciye ve ben aynı mahallede büyüdük, aynı okula gittik, aynı hayalleri kurduk. Ama o ne yaptı? Benim hayallerimi çaldı! Lise yıllarında, elbise çizimlerine merak sarmıştım. Öyle kendi çapımda, resim defterine elbise ve gece kıyafetleri çiziyordum. Naciye, bir gün bu çizimlerle çok para kazanacağımızı söyledi.”
“ Ayda, asıl adıyla Naciye, sizin çizimlerinizle ünlü bir modacı oldu. Sizde buna daha fazla katlanamadınız. Zaten kavga da bunun bahanesiydi. Aslında evinize gitmediniz. Etrafın sakinleşmesini bekleyip, kimsenin olmadığı bir anda ofisine girip onu öldürdünüz. Sonra cesedini sandığın içine gizlediniz!” dedi Koray araya girerek.
Çiğdem, kahkahalarla gülmeye başladı. Öyle ki, gülerken gözlerinden yaşlar akıyordu.
“ Uzun zamandır hiç bu kadar gülmemiştim. Bütün bu anlattıklarınızı aklımdan geçirmedim desem yalan olur. O kavgadan sonra, aynen söylediğiniz gibi Naciye’yi öldürmek istedim! Ama o, buna değmezdi. Ben çizim yapmaya devam ediyorum, üstelik bunları çok yüksek fiyatlarla Avrupa’daki moda evlerine satıyorum. Telli Naciye’den daha iyi durumdayım!”
Avukat Galip, Çiğdem’i daha fazla konuşmaması için uyardı. Ama Çiğdem’in, Avukatını dinlemeye hiç niyeti yoktu.
“ Nerede kalmıştık? Naciye, babasını ve ağabeyini kaybettikten sonra annesiyle birlikte mahalleden taşındı. Anlayacağınız, benim çizimlerimde Naciye ile birlikte gitti. Bugünlere gelebilmek için, ikinci sınıf moda evlerinde terzi yamağı olarak çok çalıştım. Naciye’nin durumu da, benden farklı değildi. Bu çabalarımız, en nihayetinde meyvelerini verdi. Sonunda hayallerimize kavuştuk, ama dost kalamadık. Onun, bir hırsız olduğunu, hiçbir zaman yüzüne vurmadım. Bir gün yaptığının bedelini çok pahallıya ödeyeceğini biliyordum. Kavga meselesine gelince; Ayda’nın, adıma kurye ile davetiye yolladığını görünce çok şaşırdım çünkü şimdiye kadar beni, hiçbir defilesine çağırmamıştı. Bozuntuya vermedim ve davetine icabet ettim. Ama o ne yaptı? Kavga çıkardı! Maksadı beni gazetecilerin önünde küçük düşürmekti!”
“ Peki, Ayda’nın gönderdiği davetiye hala siz de mi?” dedi Seden.
“ Hayır! Neden saklamaya tenezzül edeyim ki? Yüzüne fırlattım gitti!” dedi Çiğdem, küçümseyen bir tavırla.
“ Çiğdem Hanım, evinizde olduğunuza dair size şahitlik edecek biri ya da birileri var mı?” dedi Koray.
“ Şahide gerek yok. Yüksek güvenlikle korunan bir sitede oturuyorum. Sitenin her tarafı, yedi-yirmi dört kameralarla izleniyor. Bakabilirsiniz!”
“ Siz orasını bize bırakın Çiğdem Hanım. Şimdilik bu kadar, gerekirse sizi yine ararız. Gidebilirsiniz,” dedi Seden.
Çiğdem ve Avukatı Galip, kapıdan çıkarken içeri teknik ekipten Nejat girdi.
“ Hoş geldin Nejat. Umarım güzel haberlerle gelmişsindir.” dedi Seden.
“ Sen, her zaman güzel haberler bekliyorsun devrem. Ben de bu güzel haberler için deli gibi çalışıyorum. Çiğdem ve Ayda’nın kavgasına kadar olan görüntülerde güzel mankenlerden başka bir şey yok. Ama kavgayı ve sonrasındaki görüntüleri izleyin. Kolay gelsin!”
Seden ve Koray, kamera kayıtlarını izlemeye başladılar.
Giriş kapısındaki kameraların görüntülerinde, Ayda ve Çiğdem’in kavga sahneleri ifadelerle örtüşüyordu.
Ayda’nın odasındaki kamerada; Belgin’in, Ayda’yı sakinleştirdiği ve kanepeye yatmasına yardımcı olduğu görülüyordu. Ayrıca edef kakmalı sandığık çalışma masasının yanındaydı. Belgin’nin ofisten çıkış Saati 14.30’du. Defile söylenildiği gibi saat 15.00’te başlamıştı. Saat 15.30’a kadar da ofisin önünde, kimse görülmedi.
Saat 15.30’da, mankenlerden birisi Ayda’nın ofisine geliyor ve kapıyı çalıp içeri giriyor. Ayda’nın kanepede yattığını görünce yanına gidip hafifçe omzuna dokunuyor. Ayda’nın tepki vermediğini görünce, onu biraz sarsıyor. Bu sarsmanın sonucunda Ayda, kanepeden yere yuvarlanıyor. Manken hemen, nefes alıp almadığını kontrol ediyor ve suni teneffüs uyguluyor. Sonuç alamayınca paniğe kapılıp sağa sola bakınıyor ve sandığı görüyor. Sandığı sürükleyerek Ayda’nın yanına getiriyor ve onun cansız bedenini içine yerleştiriyor. Sonra başına geçip dua ediyor ve sandığı kapatıp ofisten çıkıyor.
Saat 16.30’da sahne tasarımı ekibinden üç kişi geliyor ve sandığı alıp sahne arkasına götürüyorlar. Belgin, erkek mankenlere sandığı alıp podyuma çıkmalarını söylüyor. Defile salonundaki kameralarda; sandıkla podyumda ilerleyen mankenler, birkaç dakika sonra sandığı açıyorlar. Ayda’nın cansız bedenini görünce korkup podyumdan kaçıyorlar. Aydan’nın cesedini sandığa yerleştiren manken de, diğer mankenlerle birlikte çığlık atarak kaçıyor. Defile salonu bir anda karışıyor. Güvenlik görevlileri, polis gelene kadar durumu kontrol altına almaya çalışıyor.
“ Amirim, bu cinayet davası Matruşka bebeklerine benzedi. Ayda’nın içinden Naciye, Çiğdem’in içinden Sabriye, kayıp davetinin içinden postalanmış davetiye, manken çıkması gereken sandıktan ceset çıkıyor. Ama katil çıkmıyor!”
***
Ertesi sabah, görevli memur otopsi raporunu ve laboratuar sonuçlarını Seden’in masasına bıraktı.
“ Amirim, Ayda’nın cesedini sandığa yerleştiren manken, Albina Yahantov isimli şahıs birazdan burada olur. Bu arada, Çiğdem’in oturduğu sitenin güvenlik kameralarını inceleyen arkadaşlar, Çiğdem’in ifadesini doğruladılar.”
“ Anlaşıldı, ama yine de kendisi şüpheli listemizdeki yerini koruyor. Otopsi raporuna ve laboratuar sonuçlarına bakalım şimdi.”
Otopsi raporuna göre ölüm sebebi; maktulun sağ kolunun koltuk altı hizasında, aksiler artere küçük uçlu enjektör kullanılarak, yılan zehri enjekte edilmesi sonucunda öldüğü tespit edilmiştir. Buna bağlı olarak, iskelet kaslarına giden sinir uçlarında bozukluk meydana gelmiş; bu bozukluk, beyindeki solunum merkezini ve soluk alıp vermede rol oynayan kasları etkileyip solunumunu durdurmuştur.
Maktulun, yüzünün sol tarafında, kollarında ve bacaklarında görülen, sıyrık ve morluklar öldükten sonra meydana geldiği tespit edilmiştir Saç derisinde kökünden kopmalara rastlanılmıştır. Kopmaların yoğun olduğu ense kökü bölgesinde kanama olduğu tespit edilmiştir.
Toksikoloji raporuna göre; Maktulun, kanından alınan örneklerde yüksek miktarda yılan zehrine rastlanılmıştır. İncelemelerin sonucunda zehrin anavatanı Afrika ola Kara Mamba yılana ait olduğu tespit edilmiştir.
Ayda İldeniz’in odasından alınan parmak izlerinin sonucunda; sekreteri Pınar, terzisi Belgin ve Ayda’nın parmak izlerine rastlanılmıştır.
Sandıktan alınan parmak izlerinin sonucu; temiz bir ize rastlanılmadığı için sonuç alınamamıştır.
“ Amirim, Ayda’ya yılan zehrini kim enjekte etmiş olabilir? Hadi etti diyelim, ne zaman oldu bu? Ayda’yı en son ofisinde görenler, Belgin ve manken Albina. Ama onlarında, elinde enjektör olmadığı görülüyor.”
Seden, Koray’ın sorularını yanıtsız bırakmak durumundaydı çünkü görevli memur eşliğinde, manken Albina Yahantov gelmişti. Albina o kadar uzundu ki neredeyse kapıdan eğilerek geçecekti. Sarışın, yeşil gözlü, beyaz tenli bir Rus güzeliydi. Albina’nın içeri girmesiyle birlikte, Koray’ın tavırları birden değişmişti. Daha centilmen bir hava vermişti kendine. Seden, yan gözlerle Koray’ı süzerken içinden de gülüyordu. Kısa bir hoş geldin faslından sonra, soruları Koray’ın yöneltmesine izin verdi.
“ Bayan Yahantov, ne zamandan beri Hale Pekcan mankenlik ajansında çalışıyorsunuz?”
“ Aaaaa..şimdi ben geçen yaz geldi Ankara’ya. Once, Hale benim memleketteydi sonra aldı beni getirdi buraya. Ben çok mutlu burda, bir yıldır burda yaşıyor ben,” dedi Albina bozuk Türkçesiyle.
“ Biliyorsunuz, defilesinde mankenlik yaptığınız modacı Ayda İldeniz öldürüld…”
“ Ya ya ya… olmüş o kadin! Ben çok üzüldü! Onu sandığa koydum ve dua ettim, işiklar içinde yatsin diye.. Onu oyle bırakamazdım ben!” dedi Albina, heyecanla.
“ Peki, bize neler olduğunu anlatır mısınız?
“ Aaaaa… ben sandığın içinde podyuma çikacaktım ama sandığa sığmadı ben. Dikiş diken kadina soyledim ama beni anlamadi. Sonra ben gitti Ayda Hanim’a. O da yatiyordu, ben uyandirmaya çalıştı ama o uyanmadı. Ben biraz sarstım yuvarlandı yere, baktim nefes almiyor. Sonra ne diyorsunuz siz ona.. hah! İlk yardim. İşte ondan uyguladım, nefes almayinca oldüğünü anladım. Çok korktum ben, onu oyle bırakamazdı ben. Dua etmek lazım, saygı yapmak lazım olülere. İşiklar içinde yatsin. Ama ben oldürmedim onu, yemim ederim,” dedi Albina, göğsünün üzerinde ıstavroz çıkararak.
“ Peki, Ayda Hanımı neden gösteride kullanılan sandığa koydunuz? Neden haber vermediniz güvenlik görevlilerine?”
“ Dedi ya ben! Ona saygı olsun, son bir kez sahnede olsun diye. Ama o guvenlik, sonra beni katil yapcakti.”
“ İfadenizi alan arkadaşlarımıza da, hiçbir şey görmediğinizi söylemişsiniz. Bu yalan ifade verdiğiniz anlamına geliyor. Biliyorsunuz değil mi?”
“Evet, biliyorum ben. Ama doğruyu soylersem, bana kim inanacakti?
“ Ayda Hanımın terzisi Belgin, sizi sandığın içinde olmadığınızı fark etmedi mi?”
“ Ben ustümde olan elbiseyi çikardım. Sonra arkadaşlarımın arasına kariştım ben.”
Seden, Albina’nın ifadesi tamamlandıktan sonra, ona teşekkür etti ve Koray’ın kapıya kadar uğurlamasına izin verdi.
Seden tekrar, kamera kayıtlarını incelemeye başladı. Sonra, küçük bir ayrıntı çarptı gözüne, hemen adli tabibi aradı. Yılan zehrinin, küçük uçlu enjektör haricinde ona benzer başka nelerle enjekte edileceğine dair bilgi aldı. Tam telefonu kapattığı esnada Koray geldi.
“ Amirim, gelirken polis muhabiri arkadaşlardan biri aradı. Magazinciler, İldeniz Modaevi’nin Ayda’nın avukatları tarafından satışa çıkarılacağını öğrenmişler. Bilin bakalım, talipliler arasında ilk sırada kim var?”
“ Hemen Simli Modaevi’ne gidiyoruz! Ayrıntıları yolda konuşuz.”
***
Çiğdem, Seden ve Koray’ın iş yerine gelmelerinden hiç hoşlanmamıştı. Çok geçmeden, arkalarından Belgin girmişti içeri.
“ Avukatım olmadan sizinle görüşmem ne kadar doğru olur bilemiyorum,” dedi Çiğdem.
“ Bence gayet iyi idare ediyorsunuz Çiğdem Hanım. Bu arada, Belgin Hanımın da aramıza katılması ne ilginç bir tesadüf,” dedi Koray.
Koray’ın bu sözleri Belgin ve Çiğdem’de gerginlik yaratmıştı.
“ Çiğdem Hanıma iş görüşmesi için geldim. Malum, Ayda’nın bütün mal varlığı annesine kalıyor. Avukatları, en kısa zamanda modaevini satışa çıkaracaklar. Benimde hayatımı idame ettirmem gerekiyor,” dedi Belgin.
“ Vakit, nakittir tabii! Neyse biz konumuza gelelim. Şu kayıp davetiyeyi bir türlü bulamadık. Çiğdem Hanımda da değil maalesef. Belki siz bize yardımcı olursunuz,” dedi Koray.
“ Hiçbir fikrim yok.”
“ Peki, ben yardımcı olayım size. Kamera kayıtlarında, sizin o hengamede Çiğdem Hanımın fırlatıp attığı davetiyeyi, kaşla göz arasında yerden aldığınız görülüyor. Aslında davetiye kayıp değildi. Onu, gizlice siz aldınız ve Çiğdem Hanıma yolladınız. Neden?”
“ Evet, ben yolladım. Ne var bunda bu kadar büyütecek? İki eski dostun arasını düzeltmek ne zamandan beri suç sayılıyor?”
Belgin’in, sorusu havada kalmıştı. Herkesin gözü, bir anda kapıyı çalmadan içeri giren Avukat Galip’e çevrilmişti. Çiğdem ve Belgin’in gerginliği, Galip’in gelmesinden sonra iyice artmıştı.
“ Ne iyi ettiniz de geldiniz Galip Bey. Çiğdem Hanımın gözleri yollarda kaldı,” dedi Koray.
“ Avukatınızda geldiğine göre başlayabiliriz artık. Çocukluk arkadaşınız ve aynı zamanda rakibiniz olan Ayda Hanımın, sizin tasarımlarınızla ünlü olmasını daha fazla kaldıramadınız. Çünkü siz, sadece çizim yapabiliyordunuz, geri kalan bütün yaratıcı fikirler Ayda’ya aitti. Başarısının sırrı buydu. Şu anda gelirinizin tamamı, Avrupa’daki modaevlerine sattığınız çizimlerden geliyor. İçinizde giderek büyüyen intikam hissini Belgin’le paylaştınız. Ne de olsa onu, Ayda’nın yanına siz yerleştirdiniz. Böylelikle İldeniz Modaevi’nin bütün sırlarını, rahatlıkla öğrenebiliyordunuz. Aslında amacınız, Ayda’yı moda dünyasından silmekti. Ama fikrinizi Belgin değiştirdi. Öyle değil mi Belgin Hanım?” dedi Seden.
Çiğdem, yine gözlerinden yaşlar gelerek gülmeye başladı.
“ Hayal dünyanız ne kadar geniş Seden Hanım. Kanıtları görelim lütfen!”
“ Ben bu planın yürümeyeceğini başından beri biliyordum. Defalarca söyledim sana. Ayda’yı öldürmek, beladan başka bir şey getirmez diye!” dedi Galip, bağırarak.
“ Evet, ben de kanıtları görmek istiyorum!” dedi Belgin, Galip’in hemen arkasından.
“ Kesin sesinizi beceriksizler! Görmüyor musunuz bizi birbirimize düşürüyorlar!” dedi Çiğdem çığlık çığlığa.
Ortalık bir anda karışmıştı. Koray, hemen ekip arkadaşlarını içeri çağırdı. Sonunda herkesi sakinleştirebilmişlerdi.
“ Belgin Hanım, elinizdeki yüzüğü lütfen görevli arkadaşımıza teslim edin!” dedi Seden.
“ Hayır, teslim etmeyeceğim. Özel bir tasarım o, üstelik çok pahallı.”
Belgin, istemeye istemeye titreyen eliyle, yüzüğü çıkardı ve görevli memura verdi. Sonra, ağlamaya başladı. Ortalık bir anda sessizleşti. Sessizliği bozan Çiğdem oldu.
“ Biliyor musun Galip? Avukat olarak ilk kez doğru bir şey söyledin. Ayda’yı öldürmek, beladan başka bir şey getirmez. Bu salak Belgin’i dinlediğime bin pişmanım!”
“ Sen de, en az benim kadar ölmesini istedin! Eteğimizdeki taşları dökelim o halde. Ayda, benim tasarımlarımı da çalıyordu. Kaç kere aldattı beni. Yaz defilesinde adını duyururuz Belgin, kış defilesini bekle Belgin! On yıllık emeğim heba oldu gitti. Ben de bir plan yaptım ve Çiğdem’e anlattım. O da Galip’e anlattı. İşin ucunda paradan çok, şöhret vardı. Davetiyeyi, Ayda’nın dalgın bir anında gizlice aldım ve Çiğdem’e gönderdim. Böylece bütün gözler Çiğdem’in üstünde olacaktı. Bu basit bir şaşırtmacadan ibaretti. Böylece işin içine gazeteciler girecek, ortalıkta dedikodular dönecekti. Çiğdem dedikodularla uğraşırken, ben de yurt dışına kaçacaktım. Bugün buraya, Galip’in hazırlattığı sahte pasaportumu almaya gelmiştim. Yüzüğü özel olarak yaptırdım. İçinde enjektör görevi gören bir mekanizma var ve içi yılan zehri ile zehir dolu. Kara Mamba, dünyanın en zehirli yılanlarından bir tanesi ve zehri neredeyse bir servet değerinde. Sağ olsun onun parasını da Çiğdem ödedi. Ayda’yı ofisine götürdükten sonra, yüzüğü elimde ters çevirdim ve kapağını açtım. Sonra onu kanepeye yatırma bahanesiyle koluna batırdım. İşte bütün hikaye bundan ibaret!”
Belgin’in itirafından sonra Koray, Galip ve Çiğdem’e de haklarını okudu ve görevli mamurlar tarafından kelepçelenip götürüldüler.
“ İstedikleri şöhrete, şimdi kavuştular amirim!”
“ Hayatın bize bahşettiği en büyük hazine, lekesiz bir ündür,” [4] dedi Seden.
[1] Coco Chanel
[2] Coco Chanel
[3] William Shakespeare
[4] William Shakespreare