SINIR TANIMAYAN ARENA
1960’da yönetmen Alfred Hitchcock’un ünlü filmi Psycho (Sapık) vizyona girdi. Siyah beyaz film, seri katil Ed Gein’den esinlenmişti. Filmin meşhur duş sahnesinde annesine aşırı bağlı, antisosyal Norman Bates, tek başına işlettiği otelin kadın müşterisini, ölmüş annesinin kıyafetlerini giydirerek öldürür. Amerikan halkı filmi izlediğinde adeta şoke olmuştu. Çünkü henüz seri katillerin potansiyelini idrak edememişlerdi. Aslında bu film bir sonraki on yılın habercisi gibiydi. Norman Bates karakteri kişilik bozukluğu yaşayan bir adamdı ve annesinin baskın karakteri sebebiyle kadınlarla yakınlık kuramıyor, neticede cinayetler işliyordu. 1960 itibariyle ortaya çıkacak seri katiller, tam da bu profillemeye uygundu. Halk, Norman Bates’in giriş yaptığı on yıllık dilimin sonunda belki de Amerika tarihinin en korkutucu ve inanılmaz seri katiliyle tanışacağından bihaberdi. Bir ulus kendi gölgelerini göz ardı etmişti.
A.B.D II. Dünya Savaşı’nın ardından tam bir teknoloji patlaması yaşamıştı, ülke olarak da albenisini koruyordu. Ekonomik açıdan büyüyen Amerika, otel ve fastfood zincirleriyle ses getiriyordu. İş istihdamı her geçen gün büyüyordu. Kadınlar tam bağımsızlıklarını ilan etmişlerdi.
1960’da iki başkan adayı John F. Kennedy ile Richard Nixon televizyonda canlı olarak kozlarını paylaştılar. Bu, televizyon tarihinde bir ilkti. ABD’nin en genç başkanı seçilen Kennedy, ilk icraatı olarak Sovyetler Birliği’yle uzun zamandır süren aya çıkma rekabetinde öne geçmek için 1961’de düğmeye bastı. Aynı yıl meşhur Berlin Duvarı yükseldi. Güney Afrika, İngiliz sömürgesi olmaktan resmen kurtuldu.
60’LARDA TÜRKİYE
Türkiye Adnan Menderes’in idamıyla çalkalanıyordu. 27 Mayıs darbesini yapan cuntacıların özel olarak kurdukları mahkeme, Yüksek Adalet Divanı 9 ay 27 gün süren yargılama süreci sonunda 14 kişinin idamına, 31 kişinin de ömür boyu hapsine karar verdi. Geri kalan 418 sanığaysa 6 ay ile 20 yıl arasında değişen hapis cezaları veya beraat verildi. Amerika Birleşik Devletleri başkanı Kennedy, Fransa Cumhurbaşkanı Charles De Gaulle, Birleşik Krallık Kraliçesi II. Elizabeth, Almanya Başbakanı Konrad Adenauer, Pakistan Devlet Başkanı Muhammed Eyüb Han ve İran Şahı Muhammed Rıza Pehlevi, idamların durdurulması için Cemal Gürsel başkanlığındaki Milli Birlik Komitesi’ne çağrıda bulundular. Cemal Gürsel başkanlığındaki komite; Celâl Bayar, Adnan Menderes, Hasan Polatkan ve Fatin Rüştü Zorlu dışındakilerin idam cezasını affetti. Celâl Bayar’ın cezası yaş haddi nedeniyle ömür boyu hapse çevrildi. Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan 16 Eylül 1961 tarihinde ve adet olduğu üzere sabaha karşı, o gün başarısız bir intihar teşebbüsünde bulunan Adnan Menderes ise İmralı Adası’nda 17 Eylül 1961’de sağlık muayenesini yapan doktor heyetinden sağlam raporu alınmasının ardından, öğleden sonra saat 13:21’de idam edildi.
60’ların sonlarına doğru Deniz Gezmiş liderliğindeki gençlik hareketleriyle Türkiye tekrar dünyanın gündemine oturacaktı. 1965’ten sonra, Türkiye’de gelişen gençlik hareketinin en önemli önderlerinden ve Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu (THKO)’nun kurucu ve yöneticilerinden Deniz Gezmiş, başta emperyalizmi simgeleyen ABD olmak üzere, dönemin siyasî yapısına karşı durmaktaydı. 12 Mart Darbesi’nin ilk günlerinden sonra Yusuf Aslan ile birlikte Sivas’a giderken motosikletleri bozuldu. İhbar alan polislerin gelmesi üzerine çıkan çatışmada Aslan ile birbirlerini kaybettiler. Aslan o esnada Elmalı’da, Gezmiş’se 16 Mart 1971 Salı günü Sivas’ın Gemerek ilçesinde etrafı sarılarak yakalandı ve Kayseri’ye getirildi. Buradan Ankara’ya zamanın İçişleri Bakanı Haldun Menteşeoğlu’nun makamına götürüldü. Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’la birlikte 6 Mayıs 1972 gecesi Ulucanlar Cezaevi‘nde asılarak idam edildi.
1962 başlarında Amerika’nın çok tartışılan Vietnam Harekâtı başladı. Özellikle kolej gençliğinin yoğun katılımıyla protestolar oldu. 1950’lerden kalma asi gençlik ruhu tekrar uyanmıştı. Bu gençlik kimlik arayışı içerisinde, arkalarında sırt çantalarıyla şehirden şehre amaçsızca dolaşıyordu.
O sırada Güney Amerika’nın şiddetli siyasî ortamının gölgesinde seri katiller geziniyordu. Sadece Kolombiya’da resmi kayıtlara geçmiş 3 seri cinayet vakasında 100’den fazla kurban verilmişti. Polis İngiltere ve Almanya’da da seri katillerle mücadele etmekteydi. Ancak hiçbir ülke bu alanda Amerika ile yarışamazdı. Sanki bütün seri katiller Amerika kıtasına kaçmıştı. Her ay en bir yeni seri katil vakası ortaya çıkıyordu. Sinemacılar ve roman yazarları bu konuları artık daha sık işliyorlardı. Boston Canavarı, Co-Ed Katili, Manson Katliamı ve Zodiac Şifrecisi gibi olaylar uluslararası boyutta yankı uyandırdı.
İNGİLİZ SERİ KATİL
Leonard Mill 3 kurban ve Julian Harvey 5 kurbanla Amerika’da açılış yaparken, İngiltere 1960 başlarında ilk seri katiliyle tanıştı. 12 Haziran 1960’da Baslow yakınlarındaki bir bataklıkta ayakkabısız bir ceset bulundu. Cesedin kafası ezilmişti. Olay yerinin yakınında sokak lambasına çarpmış bir arabanın içinde bataklıktaki adamın kanlı ayakkabıları bulundu. Polisin yapmış olduğu araştırma neticesinde asker olduğu anlaşılan 27 yaşındaki Michael Copeland gözaltına alındı. Michael yakalandığı esnada Almanya’da görevliydi. Delil yetersizliğiyle serbest bırakıldıktan birkaç ay sonra bu sefer Almanya’da bıçaklanarak öldürülmüş genç bir kadının cesedi bulundu. Copeland tekrar gözaltına alındı, ancak yine serbest kaldı. İngiltere’ye geri döndü ve tesadüf mü bilinmez gittiği bölgede bu sefer de bir erkek cesedi bulundu. Cesedin kafasının ezik olması polise ilk cinayeti hatırlattı. Copeland yine şüpheliler arasındaydı ancak ortada hiçbir delil yoktu. Copeland iki yıl sonra bilinmeyen bir sebeple polisi arayarak her şeyi itiraf etti. Nefret cinayetleri işlediğini belirtti. Öldürdüğü erkeklerin eşcinsel olduğuna inandığını ve bu yüzden öldürdüğünü itirafına ekledi. Ömür boyu hapis cezası alarak cezaevine gitti.
AVUSTRALYA’DA BENZER CİNAYETLER
Avustralya’da benzer bir olay yaşandı. Haziran 1961’de başlayan 18 aylık cinayet serisi neticesinde katil, 4 erkeği özellikle kasık bölgelerinden bıçaklayarak öldürdü. Kurbanların birinin kimliği Allan Brennan olarak belirlendi. Ancak bazı kayıtlara göre başka bir Allan Brennan olmalıydı. Kısa sürede anlaşıldı ki William McDonald isimli kişi, Allan Brennan ismini kullanıyordu. İtirafında askerken tecavüze uğradığını ve şimdi erkeklerden intikam aldığını belirtti. Niçin kurbanlarının ismini kullanmış olduğu hiçbir zaman çözülemedi. Aklî dengesinin bozuk olduğu iddia edilse de suçlu bulunarak mahkûm edildi.
Yine Avustralya’da Ocak 1963’de tam anlamıyla bir katliam yaşandı. Perth şehrinde aynı gece genç bir çift arabalarında, iki erkek yataklarında ve bir erkek de kapısının önünde kurşunlandı. Kurbanlardan ikisi öldü. Yetkililer suç aleti 22 kalibre tüfek üzerinde analizler yaptılarsa da sonuç alamadılar. Ağustos ayında yine bir kadın başka bir tüfekle kafasından vurularak öldürüldü. Uzmanların analizi bu sefer sonuç getirdi ve kısa sürede Eric Cooke adlı zanlı yakalandı. Sorgusunda bilinen cinayetleri haricinde 1959’da geçekleşen iki cinayeti daha itiraf etti. Amacının can yakmak olduğunu belirtti.
GÜNEY AMERİKA’DA YÜZLERCE CESET
Benzer bir olay bu sefer de Kolombiya’da yaşandı. Ülke karışıktı. Siyaset toplumsal olayları tetiklemişti ve yaşanan protestolarda 300.000’den fazla kişi hayatını kaybetmişti. Teofile Rojas gibi kanunsuzlar bu durumdan faydalandılar. Sadece Rojas’ın 500’den fazla kurbanı olduğu söylenmekteydi. Ekim 1963 ile Şubat 1964 tarihleri arasında 10 çocuk cesedi bulundu. Bir kan karteli, çocukları öldürüp kanlarını satmaktaydı. Ancak bu olayın katilleri asla bulunamadı.
Aynı dönemde Kolombiya, Peru ve Equador’da Pedro Lopez, genç kızları kaçırıyor, tecavüz ediyor ve ardından öldürüyordu. Bu seri cinayetler 20 yıl kadar devam edip 1980’de son buldu. Katil, 300’den fazla kişiyi öldürdüğünü itiraf etti. Ayrıca 18 yaşındayken kendisine tecavüz eden 3 erkeği öldürdüğünü de itiraf etti. Peru’da 9 yaşındaki bir kız çocuğunu kaçırmaya çalışırken yakalanınca ülkeyi terk etme şartıyla serbest bırakıldı.
Meksika’da Guadalajara bölgesinde son 10 yılda çok sayıda genç kızın kaybolması polisi uyandırmıştı. Josephina Guttieriez isimli hayat kadını, polise bir genelev hakkında ihbarda bulunmuştu. Genelevi Maria ve Delfina de Jesus Gonzales isimli iki kız kardeş işletiyordu. Polisin düzenlediği baskın esnasında iki kardeş çoktan firar etmişti. Genelevin arka bahçesinde adeta bir mezarlık bulundu. Yapılan kazı işleminde 80’den fazla cesede ulaşıldı. Kız kardeşler uzun bir takibin ardından yakalanıp, cezaevine gönderildiler.