Ziya Müdür’ün öldürülmesinden sonra bir hafta izin alan Alpaslan, dönüşte genç komiser Selda’nın evinde vereceği yemeğe iştirak etti. Cinayet masasından birçok polisin de katılacağı yemek öncesinde hiçbir cinayetin yaşanmaması ve son bir ayda hiç ihbarın olmaması insanlık adına sevindirici bir gelişme olmalıydı.
İzinli gününde olduğu için mesai arkadaşları gelene kadar masayı hazırlamıştı Selda. Kapının çalınmasıyla da kapıyı açtı ve yüzüne yakışan gülümsemesiyle konuklarını içeri davet etti. Alpaslan yol üzerinde alınan çiçeği genç meslektaşına verdi ve gösterilen odaya doğru ilerledi. Yalnız yaşayan Selda Komiser’in evi son derece özenle döşenmiş mobilyaları, geniş holü ve odalarıyla ferah bir evdi.
Koltuklara oturulmadan masaya oturuldu. Öncelikle Selda’nın elleriyle yaptığı çorba içildi, sonra yine evin kadını tarafından hazırlanan yemek yendi. Üzerine de hazır alınan ancak şerbetinin evde döküldüğü tatlı yenildi. Sonra da masadan kalkılıp televizyon karşısındaki koltuklara oturuldu.
Masa kaldırılınca bir çay suyu konuldu.
Çay beklenirken televizyondaki haberler takip edildi, haberler üzerine konuşuldu. Ancak Alpaslan az konuşuyor, hâlâ arkadaşının öldürülmemesi için bir şey yapamamanın üzüntüsünü yaşıyordu.
Nihayet çaylar geldi. Çayın yanında kuru yemiş de geldi.
Ferdi, çayını yarıladıktan sonra evdeki sessizliği bozdu.
“Başkomiserim?”
Alpaslan çaydan aldığı yudumunu yuttuktan sonra komisere dönüp “Efendim,” diye yanıtladı.
“İstanbul’da hiç unutamadığınız bir cinayet olayı yaşandı mı?”
Alpaslan yarım dakika kadar düşündü. “Ne sormak istediğini biliyorum,” diye başladı. “Seri katiller var mıydı demeye getiriyorsun. Öncelikle biliyorsun ki, İstanbul çok büyük bir şehir, cinayet masasında da çok fazla polis var. Orada işlenen her cinayet dosyasında ben yoktum. Bu yüzden sana anlatabileceğim, içinde olduğum bir seri katil dosyası yok,” diye bitirdi.
Bugün başkomiseri konuşturmaya niyetli olan Ferdi yeni bir soru yöneltti.
“Önemli bir dosyada çalışmadınız mı yani?”
Alpaslan düşündü, sahiden de böyle bir dosya yok muydu? Hayır… Bir olay var ama… Hatta gazetelere de çıkmıştı, iki gün manşetleri süslemişti. Olayın başını anımsamaya uğraştı. Hatırladı.
“Hayır,” dedi. “Elbette unutamadığım bir olay var. Sarıyer Asayiş’te görev yapıyordum o sıralar. Komiserdim bu esnada. Her neyse… Bir ihbar aldık. Aslında bizim bakacağımız bir dosya değildi, ama hassas bir vaka olduğu için bize geldi. Sarıyer, Kumköy’den geliyordu bu ihbar. Şimdiki adı Kumköy. Eski adlı Kilyos, belki bu adla bilirsiniz. Halit diye bir mesai arkadaşım vardı, kulakları çınlasın, o da komiser yardımcısıydı henüz. Şimdi başkomiser oldu, Kayseri’de -memleketinde- görev yapıyor.”
Alpaslan’ın suskunluğu birden bozulmuştu, uzunca cümleler kuruyordu, ekip arkadaşları buna çok seviniyordu.
“Neydi olay başkomiserim?” diye sordu Cemil, ilgilendiğini belli etmek için.
“Sus da anlatıyor işte,” diye payladı Ferdi.
Alpaslan da devam etti:
“İkimiz çıktık yola. Bir, bir buçuk saat içinde de ihbarı yapan kadının evine vardık. Ama ne ev… Kadın ağlıyor, komşuları onu sakinleştirmeye çalışıyor. Evde de iki erkek var. Hemen onlara soruyoruz, nasıl olmuş gibisinden. Yaşlı olanı başladı anlatmaya… Söylemeyi unuttum değil mi? Kadının oğlu kaçırılmış… Hiç de âdeti değilmiş hâlbuki. Efendi, sessiz bir oğlanmış. Güpegündüz, evinin önünden alıp götürüyorlar çocuğu… Adam böyle anlatıyor. Kadın da ağlarken adamın dediklerini bağırarak tekrar ediyor. Halit ile birbirimize bakıyoruz. Nereden başlayacağımızı gerçekten hiç bilmiyoruz, ayrıca bu gibi olaylara İstanbul Emniyet’ten deneyimli polisler gelir.”
Selda, başkomiserinin boşalan bardağını aldı, mutfağa tazelemek için gitti.
“Kadının kocası yok mu başkomiserim?” diye sordu Ferdi.
“Anlatacağım,” dedi Alpaslan. “Dilim kurudu.”
“Ben size su getireyim başkomiserim,” dedi Cemil.
Cemil su için mutfağa giderken Selda da çayı getirdi. Alpaslan üfleyerek bir yudum aldı ve sehpanın üstüne bıraktı çay bardağını.
“Kadının kocası serseri, sabah çıkar akşam gelir. Evde de baktığınız zaman eşya adına bir şey de yok. Çıplak bir ev,” dediğinde Cemil su getirmişti. Bardağı aldı, ama içmeden anlatmaya devam etti. “Yaşlı adamı kapı dışına aldım, anlattırıyorum: Adamın nerede olacağına dair bilgi aldıktan sonra Halit’i gönderdim. Sağlık ekibi çağırmışlar biz gelmeden önce, onlar geldi, kadını sakinleştirdiler. Kadın sakinleşince onunla konuşmaya başladım, kadın ev temizliği yaparken çocuk da oynuyor kapının önünde ve daha önce dediğim gibi alıp götürüyorlar… Kadının tarifine göre zayıf, uzun boylu, uzun saçlı bir adammış. Odadaki komşulara sordum, tanıyan, gören yok. Neyse ki, bizim Halit adamı bulmuş, getirdi. Ona tarif ettim. Biraz sessiz kaldı.”
Cemil’in getirdiği suyu içti, sehpaya boş bardağı koyarken de çaydan bir yudum aldı.
“Adamın sessiz kalması, sizi kuşkulandırdı tabii,” diye katıldı Selda.
“Elbette. Ama adam, tanıdığını da itiraf edince gelişme sağladık. Adamın bu ikinci evliliğiymiş. Bu kadını hamile bıraktığı için öteki terk etmiş, bununla evlenmiş. Eski kayını olduğunu söyledi. Ciddi bir ithamdır bu. Şüphelinin adresini aldıktan sonra o evden ayrıldık, adamı da yanımıza aldık, yüzleştirmek için. Şüpheli de Çayırbaşı dediğimiz yerde oturuyormuş. Kapısını çaldık, açan yok.”
“Kaçmış tabii…” diye akıl yürüttü Cemil.
Ferdi, başkomiserini konuşturmayı başardığı için mutlu, ama dosyanın konusu nedeniyle mutluluğunu belli edemiyor.
Alpaslan devam etti.
“Evet, Cemil. Kaçmış. Adamı suçlamak için elimizde delil yok doğrusu… Asayişten şüphelinin fotoğrafını bulduk. Kaçakçılık ve gasp gibi suçları varmış zaten. Sonra çocuğun annesine göstermek üzere yeniden eve yollandık. Fakat kadın, çocuğu bu adamın kaçırmadığını söyledi. Yani buna benzemiyormuş.”
“Hadi buyur…” diye tepki verdi Ferdi.
“İyice bakmasını söyledik, kadın aynı cevabı verdi. Birkaç gün geçti üzerinden. Kadının akrabalarıyla konuştuk, adamın akrabalarıyla konuştuk. Bu sırada çocuğun babası da biçare odamıza geldi. Her şeyi itiraf etti: Adam, çocuğunu kaçıranları biliyor.”
“E niye yalan söylemiş?” diye sordu Selda, bir açık yakalamıştı.
“Güzel yakaladın, Selda. Aferin. Adam tam bir fırlama! Aklı sıra bizi oyalayıp çocuğu satacak. Ama çocuğu satın alacak şerefsizler de,” bu esnada Selda’ya ve diğer polislere bakıp ağzını bozduğu için özür diledi, sonra devam etti, “işin içinde polis olduğu için çocuğu satın almaktan vazgeçmişler.”
“Çocuğu vermişler yani?”
“Hayır Cemilcim,” dedi Alpaslan. “Çocuğu teslim aldıkları ilk ân paranın çeyreğini vermişler bizim babaya. Sonra polis girince devreye, kalan parayı vermedikleri gibi, çocuğu geri vermek için de fidye istemişler.”
“Ciddi misiniz başkomiserim siz ya?” diye nefret ve şaşkınlıkla karışık bir ses tonuyla sordu Selda.
“Maalesef.” Alpaslan tam içilecek duruma gelen çayından büyükçe bir yudum aldı ve devam etti: “Ama adamı görmeniz lâzım. Çok pişman! Halit’e zor mâni oluyorum, adamı fena dövecek yoksa… Hemen İstanbul Emniyet’ten yardım istedik ve çocuğun yerini tespit ettikten sonra baskın düzenledik.”
“Çocuk öldü demeyin,” diye kaygı yüklü bir lâf çıktı Ferdi’nin ağzından.
“Hayır. Ben cinayet büroda çalışırken çocuk okula başlamıştı, hatta emniyet tarafından burslu okutuluyordu.”
“Unutulmaz cinayet olayını sormuştum, ama bu da unutulmaz başkomiserim.”
“Daha bitmedi. Sona geliyorum. Baskını düzenledik işte. Çocuğu başka yere nakletmişler, nerede olduğunu da öğrendik. Tam araçlara binip çocuğun tutulduğu yere almaya gidiyorduk ki, kadının taksici kardeşi, bizim babanın hakkından gelmişti. Adamın kafasına levyeyi indirdi, sonra da cansız kalana kadar…”
Çocuğun kurtulmasına sevinen evdeki polisler, birden şoka uğradılar. Kadının taksici kardeşi hiç hesapta yokken birden ortaya çıkmış, adamı öldürmüştü.
“Operasyon düzenleyeceğimizi söyleyince adam gelmek istedi. Karısına haber verdi. Meğer adresi de söylemiş. Biz bu esnada çıkmıştık odadan. Yalnız kalmıştı. O ara söylemiş olmalı. Kadın gelince biz de kızdık babaya. O kargaşada gözümüzden kaçmış taksici kardeş. İfadesinde ‘Yetti ettikleri,’ dedi.”
Ortam sessizdi.
“İşte Ferdi,” dedi Alpaslan. “Benim de unutamadığım cinayet olayı budur.”
Ferdi, başkomiseri konuşturduğu için az önce mutluydu. Şimdi ise gidene kadar bir soru daha sormamak üzere sustu.
9 Kasım 2018; 4. Levent
(Bu öykünün yarısı yeniden yazılmıştır, ilkyazım tarihi 20 Ağustos’tur.)