Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

Hikaye: Duvar Tabloları

Diğer Yazılar

UCUZ ETİN YAHNİSİ

FIRTINALI BİR GECE

SİYAH EL

Nurhan Işkın
Nurhan Işkın
Nurhan Işkın, Almanya doğumludur. Eğitim hayatını Almanya'da tamamlamıştır. Daha sonra Türkiye'ye dönen yazar İzmir'de yaşamaktadır. Evli ve iki çocuk annesi olan polisiye yazarının Geçmişten Gelen Cellat ve Katilin Özrü adlı iki polisiye kitabı bulunmaktadır. Nurhan Işkın'ın polisiye dergimizde yayınlanan eserlerini bu sayfada bulabilirsiniz.

Duvar tablolarına olan merakının ne zaman başladığını hatırlamıyordu ama onların olmadığı bir evin mutfağının veya banyosunun hatta tuvaletinin eksik olmasını yeğ tutacağını biliyordu. Duvar tablolarında yansıtılan karanlığın, gizemin ürkütücü yönü olmayan; aydınlık, düşündürmeyen sadece görüntüsü ile estetik olanlar ise hiç ilgisini çekmiyordu. İçindeki karanlıkla ünlü ressamların ruh halini bağdaştırıyor, bu tarz tabloları gördükçe bilmediği bir zaman diliminde itibaren, şeytanın müridi olduğunu düşünüyordu.

Ofisinin duvarına astığı röprodüksiyon tabloya ödediği her kuruşun değdiği konusunda hiç şüphesi yoktu. Dünya üzerinde kaç insan böyle bir başyapıta sahip olabilirdi ki? Şu an karşısında bir ayna olsa Azazili bile çıldırtacak bir gülüş ile gözlerinden ateş fışkırdığı için kendisini kıskanacağına adı kadar emindi. Birkaç adım geri gittikten sonra duvardaki tabloya tekrar odaklandı. Kendisi ile gurur duyarak,  ünlü İspanyol ressam Francisco Goya’nın 1819-1823 yılları arasında Kara Resimler olarak adlandırılan on dört tablodan bir tanesi olan Çocuklarını Yiyen Satürn’e kim sahip olabilir ki diye içinden geçirdi. Bu tablodaki karanlık yön kendisinin hayvani duygularını beslemekle birlikte, bilinen kişiliğinin aksine içinde taşıdığı korkunç duygularına gem vurmakta olduğunu akıl hocası kabul ettiği iblisten başka kimse bilmiyordu. O herkes kadar sanatsever biriydi. Yaşadığı şehirde açılan resim sergilerini ziyaret eden, yurt dışındaki müze ve tarihi binalar da boy gösterip, herkes tarafından sayılıp sevilen, nüfuz sahibi bir ailenin çocuğuydu.  Bu devasa gökdelenin ve ülkenin birçok yerinde bulunan taşınmazlarla hayatının her aşamasında güç ve iktidar sahibi olacağının farkındaydı. Tablodan gözlerini ayırmadan mini bara yönelerek bir kadeh viski doldurup, biraz önce durduğu yere geri döndü. Gökdelenin penceresinden içeri süzülen akşam güneşinin solgun ışıkları ile tabloya tekrar odaklandı. Dişlerinin arasında duyduğu tatlı, hafif uyuşukluğu elinde tuttuğu viskiden bir yudum alarak tablodaki Satürn’ün kendisi olduğu düşüncesi ile boğazını yakarak aşağıya inmesinin keyfini çıkardı. Artık duygularını bastırmayacaktı. Zorlukla gözlerini bu muhteşem başyapıttan ayırarak, şehrin üzerine çökmeye başlayan karanlığa çevirdi. Çocukluğundan beri merak ettiği karanlık yönü artık ortaya çıkmaya hazırdı.

Derin bir nefes aldıktan sonra, “Eee, Goya Efendi,” dedi. “Çocuklarını Yiyen Satürn eserinde anlattığın konuyu bir çok insan ürkütücü buluyorken, bu tabloda neyi anlattığın hakkında hiçbir bilgileri yok.  Eminim bu seni derinden üzüyordur. Ben biliyorum ve sana o yüzden büyük bir hayranlık duyuyorum. Ama şimdi üzülme. Bu tabloyu buraya seni ve karanlık yönünü anlatmak için astım. Ofisime gelen herkesle bu tablonun, Yunan mitolojisi tanrılarından biri olan Kronos yani Roma mitolojisindeki adıyla Satürn, bir kehanetle, tıpkı kendi babası Ouronos yani Roma mitolojisindeki adıyla Uranüs’ün de yaşadığı gibi çocuklarından birinin onu devireceğini ve başa geçeceğini anlatacağım. Tabii bu  gerçeği kabullenemeyen ve deliye dönen Kronos’un tüm çocuklarını doğdukları anda diri diri yemeye başladığını, son oğlu Zeus’un ise annesi tarafından kaçırıldığını ve Kronos’un ulaşamayacağı bir yere götürülüp, eşi Rhea’nın  Zeus yerine ona bir kaya parçası verdiğini fakat gözlerini hırs bürümüş Kronos’un bunu fark etmeden kayayı midesine indirdiğini, yıllarca ailesinden uzak bir yerde yaşayıp büyüyen Zeus’un ise sonunda gelip babasını tahtından ederek Olimpos Dağı’na hükmetmeye başladığını,  böylelikle kehanetin de doğrulanmış olduğunu,  Kronos’un çocuklarından birini canlı canlı yediği anı tasvir eden bu eserinin herkesi  dehşet düşürdüğünü, oysa ki bana sadece her insanda bulunan karanlık yönü resmettiğin hissini verdiğini de eklemeyi unutmayacağım. Ama senin tablon ne kadar ürkütücü olsa da benim yaşadıklarımın yanında masum kalıyor. Tabii bunu kimse bilmiyor.  Şimdi gitmek zorundayım. Ailemi senin için bile olsa bekletemem ama hiç merak etme yakında benim kim olduğumu öğrendiklerinde senin resmindeki dehşetten daha büyük bir dehşet yaşayacaklarından emin olabilirsin.”

Kadehi masanın üzerine bırakıp tabloya son kez baktıktan sonra, Arjantinli ressam Santiago Caruso’nun Yeğen İçin Kukla adlı eserine sahip olacağı günün hayali ile bulunduğu binadan ayrıldı…

 

PAZAR GÜNÜ

Hande oturduğu koltuktan doğrularak villanın bahçesinde bulunan havuzun yanındaki meşe ağacına baktı. O ağaç çocukluğundan beri bu bahçeyi süslüyordu. Heybetli duruşu nedense kendisine güç veriyordu. Babasının bahçeye havuz yaptırmaya karar aldığı gün saatlerce ağlamış ağaca sarılarak onun kesilmesine izin vermeyerek projenin değişmesine sebep olmuştu. Babası ise onunla günlerce konuşmayarak kendince cezalandırmıştı. Bir insan neden bir ağacı kesmek, yok etmek isterdi ki? Havuzun olup olmaması çok mu önemliydi? Yazlıklarında kocaman bir havuz olmasına rağmen babasını bir kez bile yüzerken görmemişti. O yüzden de bu ağacı kesmek istemesini bir türlü çocuk kalbi ile anlayamamıştı. Babasının kendisini şımarıklıkla suçlayıp annesine bağırdığı o günü bu ağaca her baktığında hatırlıyordu. Şimdi aradan geçen onca yıldan sonra babası, her bulduğu fırsatta, ağacın altında  boş zamanlarını eskitiyordu. Bu görkemli ağaç insana yuva hissi veriyordu. Hande her zaman yüreğinde hissettiklerini bu yaşlı ama dimdik duran ağacın hissettiğini düşünürdü.

[bctt tweet=”İnsanoğlu kendisine bahşedilen tüm güzellikleri elleri ile yok edip, kaybettikten sonra  yapmaya çalışıyordu. Bir ağacı keserek, yakarak  kast edenin, insana ve doğaya verdiği zararın ne denli büyük olduğunun bilinçsizliği yüreğine ağır geliyordu.” username=”dedektifdergi”]

Düşüncelerinden ve anılarından sıyrılıp, bu güzel eylül akşamında evde yalnız olmasının verdiği tedirginlikle, tekrar bakışlarını, rüzgarla hafif hafif dallarını sallayan, üzerine karanlığın ilk demleri vuran meşe ağacına çevirdi ve gördüğünün gerçek olmamasını dileyerek gözlerini art arda kırptı. Nefesi hızlanmış, kalbi yerinden çıkacak kadar hızlı atmaya başlamıştı. Orada biri vardı. Kesinlikle emindi. Gözlerini kıstı. Simsiyah bir gölge orada durmuş, bakışlarını tam gözlerinin içine hapsetmişti. Dehşetle, bilincsiz bir şekilde geriye doğru iki adım attı. O panikle annesinin çok sevdiği, anneannesinden yadigar büyük vazoya çarptı. Yere düşen vazonun kırılma sesi ile olduğu yerde zıpladı. Karanlık çökmeye başlamış, gölge ise kaybolmuştu. Hande cep telefonunu nerede bıraktığını düşünmeye çalıştığı sırada salonu dolduran telefonun sesi ile olduğu yerde kalakaldı. Sanki görünmez birileri ayaklarına beton dökmüş ve onu olduğu yere sabitlemişti. Oysa telefonu üç adım ilerisindeki koltuğun üzerinde çalmaya devam ediyordu. Ağlamaya başladı. Otuz yaşında olmasına rağmen, çocuklar gibi korkup eli ile çıkmaya çalışan hıçkırıklarını bastırdı. Anne ve babası tam da tatile gidecek zamanı bulmuşlardı. Onlara her zamankinden daha çok ihtiyacı olduğunu, boşandığı eski kocası Kenan’ın tehdit dolu telefonlarından, mesajlarından bahsetmiş olmayı diledi. Zorlukla adım attı. Buraya nasıl ve kiminle geldiğini düşündü fakat yaşadığı panikle sorusunun cevabını bulamadı. Salonun lambalarını açmak için yürümeye çalışıyordu. Bir ses duydu. Sanki kapı açılıp kapanmış, sert adım sesleri boş evde yankı yapmıştı. Tüm bedeni ürperdi. Lambaları açamadı. Ayaklarının kendisini daha fazla taşımayacağının bilinci ile yere düşerken, kendini bilinçsizliğin kollarına teslim ettiğini fark etmeden karanlık bir koridorun sonuna doğru çekilmeye başladı.

Hande uzaktan kendisine birinin seslendiğini duyuyor fakat ne gözlerini açabiliyor ne de cevap verebiliyordu. Karanlık bir yerde sıkışıp kalmıştı. Bilincini sese odaklamaya zorladı. Bu ses ona çok tanıdık gelmesine rağmen, beyni kim olduğu hakkında kendisini kapatmış, bir isim, bir anı, herhangi bir ipucu vermemekte inat ediyordu. Yanağında dolaşan elin üzerine sinmiş tütün kokusu burnuna gelince dehşetle gözlerini açtı. Gördüğü manzara karşısında hem şaşkınlık hem de korkunun bilmediği bir türünün varlığını keşfediyordu. Yüzüne odaklanan gözlerdeki vahşilik ile bakışları kesişince hemen kendini savunmak için ayağa kalkmaya çalıştı. Kollarında hissettiği mengene o kadar güçlü ve canını yakıyordu ki boğazından gelen çığlığı bastırsa da cılız çıkmasına engel olamamıştı. Paniği giderek artıyordu. Kendisine söylenenleri duymuyor, kolları ve bacakları ile umutsuzca havayı dövüyordu. Kollarındaki güç onu daha sıkı yere bastırıp, kulağına doğru eğilerek,

“Beni özlediğini duydum ve hemen geldim. Şimdi akıllı bir kız ol! Seninle henüz işim bitmedi. Benden bu kadar kolay kurtulacağını sanıyorsan yanılıyorsun. Şimdi uslu bir kız olup, sana söylediklerimi yapmazsan başına neler geleceğini az çok tahmin edeceğini sanıyorum. Gerçi bu konularda sen benden daha da ustasın ama… Neyse…” diyerek onu kolundan tutarak ayağa kaldırdı. Hande bacaklarının titremesine engel olmaya çalışıyor avcısı  ise onu kollarından tutmaya devam ediyordu. Tüm bedeni kendisine ihanet ediyor, bir türlü otokontrolünü sağlayamıyordu. Avcı onu  yatak odasının bulunduğu ikinci kata doğru sürükleyip, üst kata çıkardı. Hande kendisinden istenileni yapmak için çaba sarf ediyordu. Canını kurtarması için bu gerekliydi. Bilmediği ise kendini bekleyen hazin sondu…

 

PAZARTESİ

Başkomiser Aylin Türkoğlu, nadiren bulduğu boş zamanı odasında kahve içip çikolata yiyerek geçirmeye çalışıyordu. Birazdan ellerinde olan bir cinayet zanlısını tekrar sorgulayacaktı. Çok yoğun bir hafta sonu geçirmişler devam eden bir cinayet davasını henüz çözememişlerdi. Yardımcısı Sinan’ın odaya damdan düşer gibi girmesi ile ağzında erimeye yüz tutmuş çikolatanın keyfini çıkaramadan yuttu.

“Biraz yavaş ol. Arkandan kim geliyor merak ettim doğrusu. İki dakika anasını satayım, sadece iki dakika şu odada anın tadını çıkaramıyorum.”

Çikolatadan arta kalanları ambalajına sarıp, çıkarmaya fırsat bulamadığı ceketinin cebini koydu. Kahve kupasını eline alıp, bir yudum içerek ağzında ki çikolatanın tadı ile bütünleşmesini sağladı. Kara gözlerini Sinan’a dikip “Bugün konuşmayı düşünüyor musun?” diye sordu.

“Komiserim, bir cinayet ihbarı aldık.”

“Bize cinayet dışında başka ne ihbar yapılır ki Sinan?”

“Haklısın. Eyüp Sultan Mezarlığı’nda bir kadın cesedi bulunmuş.”

Aylin, kahve kupasını masanın üzerine bıraktı. “Sorguya girecektim ama bekleyebilir. Biz hemen çıkalım. Sedat ve Emir narkotikten döndüler mi?”

“Dönmediler. Adli Tıp Kurumu’na geçmişler. Bana verdikleri bilgileri aktarayım.”

Aylin ayağa kalkıp, hem onu dinlemeye hem de emniyetten çıkmak için yürümeye başladı.

“Komiserim, elimizdeki son dosyada, öldürülen gencin cinayet zanlısı torbacı Kamil görünse de Adli Tıp Kurumu ellerinde bulunan kanlı ayak izinin Kamil’e ait olmadığını yazmış raporunda. Akşam gönderecekleri ek raporda daha detaylı bilgi verecekler. Narkotik ile yapılan görüşmede torbacı Kamil’in madde satışından bile kaydı yokmuş. Hiç ekiplerimizin ağına takılmamış. Oturduğu mahallede herkes onun özellikle gençlere madde sattığını bildiği halde birimlerimize ihbarda bulunmamışlar. Hiç bir insan evladı da  bu zehirlenenler bizim çocuklarımız dememiş, herkes göz yummuş. Verilen ifadelere göre kimse başının belaya girmesini istemediğini anlatmış. Bu bölüm özellikle dikkatimi çekti. İnsanlara ne oldu böyle Komiserim? Bizim çocukluğumuzda komşularımız bizleri evlat olarak görür ve gözetirdi. Şimdi ise bir boşvermişlik, bana değmeyen yılan bin yaşasın kabilinde insanlar git gide duyarsızlaşıyor fakat unutulan bir şey var o da birgün şu an değmeyen yılanın onlara da değeceğini hesaba katmamaları. Bu nasıl olabiliyor aklım almıyor.”

“Bir bilsem Sinan insanlara ne olduğunu çözmek için her şeyi yapardım. Senin dediğin gibi şimdi kimse kimsenin umrunda değil. Oysa bizim toplum olarak ne kadar duyarlı ve merhametli olduğumuzu tüm dünya biliyor. Atalarımız düşmanına bile su verirken, torunları, aç yatan komşusunu görmeyip sosyal medyada yediği yemeği paylaşıp egosunu büyütüyor. Yakında tuvalette nasıl sı..tıklarını da paylaşacaklar. Sonra da utanmadan yeni yetişen genç nesle laf atıyorlar. Yok saygısızlarmış yok edepsizlermiş diye. Oysa yeni nesil iki yüzlü değil. Hayvana, çocuğa, doğaya daha saygılı. Bir baksana cinayet işleyenlere. Kaç olayın kaçında katil bu beğenilmeyen genç nesilden? Kendimizi kandırmayı bırakalım. Komşu, komşusu gürültü yapıyor diye vuruyor, kadın kendisine şiddet uygulayan ya da değer vermeyen kocasından boşanmak isteyince katlediliyor; tüm ülke, siyasetçisinden sivil toplum örgütlerine, eğitmenler ve her birey bunları engellemek için uğraşacağı yerde genç nesil ile uğraşıyor.  Bütün bu cani erkekleri bir kadının yetiştirdiğini sorgulamak yerine sosyal medyada bol bol paylaşım yapıp kendilerini tatmin ediyorlar. Birçok anne çocuklara yaratılan bütün canlılara saygı göstermeyi, kim olursa olsun haklarını savunmayı öğretmek yerine en ufak bir olayda taraf tutup, karşı tarafı yargılamayı seçiyor. Çocukları doyumsuz yetiştirip biraz büyüdüklerinde ise onları kendilerinin yetiştirdiğini unutup, suçlamayı aşağılamayı tercih ediyorlar. Çok acı ve sanırım bunlar daha iyi günlerimiz. Neredeyse her gün birkaç kadınımızın öldürüldüğünü duyuyoruz ve şahit oluyoruz. Artık ceza yasasının da kadınları göz ardı ettiği gerçeğini kabul etmeye başladım. Baksana, sosyal medyada serbest bırakılan katil, tacizci gündeme gelmeden, neredeyse ceza yasası işlemiyor. Sosyal devletin, can ve mal güvenlik yasaları işlemiyor. Eğitim sisteminden hiç bahsetmeyeyim. Son yıllarda madde bağımlılığındaki artış ürkütücü boyutta. Neden en üst düzeydeki baronlar yerine torbacılarla uğraşıyoruz? Çünkü yukarıdakiler filanın yakını, falann amcası. Bu gençlerin vebali ise hepimizin. Görüp de görmezlikten geliyoruz. Bir çocuğun hayatı bu kadar ucuz olmamalı. Toplum olarak bilinçlenmeliyiz. Emniyet güçlerini arayıp ihbarda bulunmaktan insanlar neden çekiniyor hiç düşündün mü? Ben söyleyeyim, korkuyorlar. Olur da ihbar ettikleri kişi kendilerinin ihbarcı olduğunu öğrenirse başlarının belaya gireceğini düşünüyorlar. O yüzden torbacıyı ihbar etmediklerine şaşırmadım. İnsanların gözü önünde adam karısını öldürüyor ve bir yiğit çıkıp adama iki yumruk sallayıp kadını elinden almıyor. Of Sinan of! Ne günler yaşıyoruz farkında mısın? Neyse bu konu daha çok uzar şimdi biz asıl konumuza dönelim.”

Sinan kaldığı yerden devam etti. “Komiserim, kısacası Kamil’in suç dosyası yok. Adli Tıp’tan alınan bilgilere göre ise  katilin adım uzunluğu seksen bir santimetre. Bu da katil eğer kadınsa, bir yetmiş yedi santimetre  erkek ise bir yetmiş üç santimetre boya sahip olduğuna işaret ediyor. Oysa Kamil, bir seksen santimetre uzunluğunda ve onun adım aralığı seksen dört santimetre. Kamil sol elini kullanıyor. Katil ise sağ elini kullanarak cinayeti işlemiş. Siz de biliyorsunuzki bıçak sağ el ile kullanılırsa  kesi ucu sağa doğru, sol el kullanıldığında ise sola doğru açı veriyor. Kurbanın gömleğinin üzerinde bulunan yirmi yedi santimetrelik kahverengi saç teli  de Kamil’in DNA’sı ile örtüşmüyor. Adli Tıp pataloğumuz Doktor Zeynep, bu saç telinin kuvvetli ihtimal  katile ait olduğunu savunuyor. Sebebi ise eğer saç teli kendiliğinden düşerse, saç kılıfı adı verilen bir hücre geride kalıyormuş. Boğuşma anında çekilmiş ise saç kılıfı da saç ile beraber düşüyormuş. Bu olayda bulunan saç telinin üzerinde saç kılıfı mevcut olup, sol parmaklarının arasında ise küçük  saç kırıkları varmış ki bu da kurban ile katilin boğuştuğunu ama katilin galip çıktığını gösteriyor. Burada da Kamil katilin bıraktığı delillerle eşleşmiyor. Adamın simsiyah kısa saçları var. Ve onu tanıyan herkes; Emir ve Sedat’a her zaman saçlarının kısa olduğunu söylemişler.”

“İyi de o zaman kurbanın üzerindeki bıçakta Kamil’in parmak izlerinin ne işi var? Adam bıçak yerine ustura taşıdığını söylüyor. Tanık ifadeleri de bu yönde. Kamil o bıçağı  hiç görmediğine dair yeminler etti. Belki kafası güzelken dokunmuştur  ama bu da bana biraz mantıksız geliyor. İnsan gördüğü şeyi hatırlamaz mı? Kamil ve kurban birbirlerini yeni tanıyorlarmış.  İyi de o izler oraya nasıl geldi? Bir de bıçağın değerli olması, Kamil gibi bir müptezelin alamayacağı kadar pahalı olduğu konusu var ki, artık beynim yandı; düşünemiyorum. Ya da bıçak kurbana ait. Bu düşüncemi de eliyorum çünkü katil Kamil değilse bıçak kurbana ait ise yine aynı soru ile karşı karşıyayız. O parmak izleri nasıl oluştu? Bir de toksikoloji raporunda kurbanın kanında madde ve alkole rastlanmış.  Ama Kamil ona madde vermediğini söylüyor. Kamil gerçekten sadece onun komşusu muydu? İfadesinde kurbanın öldüğü saatlerde iki arkadaşı ile beraber olduğuna dair tanıkları var.  Mahalleye geldiğinde bir  motorlu kuryenin akşam üzere yemek getirdiğini,  kurbana ulaşamadığını öğrenince çocuğa yardım etmek amacı ile kapıya gittiğini, kapının açık olduğunu ve delikanlı ile içeri girdiğini söylüyor. Delikanlı yalnız girme cesaretini bulamamış ve ifadeleri uyuşuyor. Katilin yemek siparişini kurbanın bulunması için verdiği kesinleşti. Ev telefonundan yapılan arama kaydına göre, kurban o saatten neredeyse iki saat önce katledilmiş. Kamil kurbana yaklaşmayıp onu yerde kanlar içinde görünce hemen kapının önüne kustuktan sonra bizleri aradığını söylüyor. İfadeleri aynı  olmasa belki kafası dumanlı olduğu için hatırlamıyordur diyeceğim ama elimizde olan deliller onu doğruluyor.  Bu işte bir bit yeniği var ama ne? Neyi göremiyorum Sinan?”

“Ben de düşünüyorum ama henüz zihnim bu bilmeceyi çözemedi ama mutlaka bir iz yakalayacağız Komiserim. Bu ara Emir ve Sedat mahalleli ile görüştükten sonra aramıza katılacaklarını bildirdiler.”

 

Komiser Aylin, Sinan ile olay yerine gelmeden, Olay Yeri İnceleme ve Savcı Turgut Akman’a haber vermişti. Henüz kimse gelmemişti. Aylin bu tarihi mekana geldiklerinde her zaman duyduğu huzuru duymadığını fark etti. Oysa burada yatan adı bilinen, bilinmeyen tüm insanlar onun için kutsaldı. Bir insan istemeden doğuyor, yaşıyor ve her zaman öleceğini bildiği halde o günün hiç gelmeyeceğini düşünüyor, ölümü kendine yakıştıramıyor fakat çok  kolay kabul ediyordu.  Bu ona her zaman ilginç geliyor, mezarlıkta gördüğü her kabirde bu düşüncesi ile tekrar tekrar yüzleşiyordu. Sonuçta kendisine de kimse doğmak isteyip istemediğini sormamıştı. Şimdi ise öleceği günün ne zaman olduğunu bilmemesine rağmen yine de bunun da sorulmayacağını, fikrinin alınmayacağını biliyordu. Düşünceleri ne kadar derin olursa olsun  bulamadığı cevaplardan sonra Yaratıcının böyle takdir buyurduğunu düşünüp, düşüncesini zihninden kovmaya çalışıyordu. Bu ise hiç kolay olmuyordu. Netice de kendisi cinayet masasında görevliydi. Ve her maktülün başında acaba öldürülmemiş olsaydı daha uzun yaşar mıydı sorusunu kendine sorarken yakalıyor, kurbanların şanssız olduğuna hüküm veriyordu.

[bctt tweet=”Her zaman olduğu gibi masumların kanı, zalimlerin ellerine bulaşıyordu.” username=”dedektifdergi”]

Komiser Aylin, düşüncelerinden Sinan’ın sesi ile sıyrıldı.

Sinan, karşıdan gelen yaşlı adamı  işaret ederek, “Komiserim, sanırım bize ihbarı yapan bekçi bu,” dedi. “Ne kadar da yaşlı. Yürümekte zorlanıyor

Adam onlara iyice yaklaşmıştı. Yüzü oldukça hüzünlüydü. Gözlerinde büyük bir keder vardı.

[bctt tweet=”Acıyı yüreğinde hissetmeyenin bakışı yavandır, ne göze dokunur ne de yüreğe.” username=”dedektifdergi”]

Aylin bu düşünce ile  kendilerini tanıttıktan sonra kurbanın yanına gitmek isteyince yaşlı adamın tedirginliği arttı.

Titreyen bir sesle, “Bunu görmemiş olmayı diledim,” dedi, “Ama ne tuhaf ki şimdi ikinci kez tekrar görmek zorundayım.”

Mezarlığın dik yokuşunda önlerine düşerek  ağır aksak adımlarla ilerlemeye başladı. Ara ara durup nefesini topluyor ve arkasından geliyorlar mı diye hafifçe başını çevirip kontrol ediyordu. Onlar yarı yola geldiklerinde Olay Yeri İnceleme ekibi yokuşun aşağısında belirdi. Sinan ile iletişime geçtikten sonra sarı şeritleri çekerek sabahın bu erken saatlerinde olası gelecek ziyaretcilerin kabristana girmesine izin verilmeyeceğinin tedbirini almaya başladılar. Yaşlı adam mezarların sık olduğu sağ tarafa döndü. Yaklaşık elli metre ileride durup,

“Şu iki mezarı geçince onu göreceksiniz. Ben… Ben daha fazla size eşlik edemeyeceğim ama burada sizi beklerim,” dedi ve sonra başını Haliç’e çevirdi. Sakalı titriyordu. Yanağından süzülen gözyaşı Aylin’in dikkatinden kaçmadıysa da bir şey söylemedi. Tuhaf olan ise bu adamın burada her gün gömülmüş olanları gördüğü halde gömülmeyene ağlamasıydı. Aylin her olay yerinde duyduğu kan kokusunu almaya başlamıştı. Sinan’a başı ile işaret verip,  olay yerini bozmamak için önce galoşlarını giyinip sonra eldivenlerini taktı. Dikkatli adımlarla yaşlı adamın işaret ettiği yere doğru ilerlemeye başladılar. Olay Yeri İnceleme ekibinden Komiser Erkan ve fotoğrafçısı Funda onlara yetişmiş, Aylin’in işaretini bekliyorlardı. Savcı Bey ise henüz ortalarda görünmüyordu.

Komiser Aylin önce kurbanın başak sarısı saçlarını gördü. Ona yaklaştığı her adımda dehşetin kokusunu daha yakından almaya başladı. Baş ucuna geldiğinde ise boğazına dolan safrayı zorlukla yutmayı başardı. Zira kurbanın yüzünün derisi soyulmuştu. Her olay yerine gittiğinde karşılaştığı vahşetten daha beterinin olmayacağı düşüncesini son birkaç olayda bırakmıştı. İnsanlar artık şeytanlaşmıştı ve Aylin artık  şeytanın insanlardan kaçtığını düşünüyordu. Kurbana yaklaşmaya devam etti. Sinan ise her zamanki gibi kayıt cihazını çıkarmış ve kayda başlamak üzere tarihi ve olay yerinin bilgilerini söylüyordu. O da kadını görünce olduğu yerde donakaldı. Komiser Aylin kurbanın sağ tarafına geçip onu yakından incelemeye başladığı sırada Savcının geldiğini fark etti.  Savcı Turgut Akman’ın ağzından çıkan küfür havada asılı kalarak, mekanın kutsiyetinden dolayı  yerini sessizliğe teslim etti. Aylin kenara çekilip, Savcıya yol verdi. Kadının açık duran bacaklarında ölüm morlukları başlamıştı. Turgut acelece nabzına bakıp ayağa kalktı,

“Kurbanın kimliğini belirlediniz mi?”

“Yeni geldik efendim.”

“Biran önce başlayın! Şerefsiz evladını bulmak için elinizden gelenin fazlasını yapın.”

Aylin tekrar kurbanın yanına geçti. Kurbanın yüzü olmadığı için yaşını tahmin etmekte zorlansa da vücudunun özellikle ellerinin pürüzsüzlüğünü görünce onun otuzlu yaşlar arasında olduğunu düşündü. Boyu bir altmış civarı gibi görünüyordu. Zayıf vücut hatları ile orada bu şekilde yatmayı hak etmiyordu. Kurbanın bileklerinde halka şeklinde morluklar vardı ki, bu onun ellerinin sert bir cisimle bağlandığının işaretiydi. Boynunun sol tarafında bir kısmı görülen zinciri yavaşça çekip, ucunda bulunan damla şeklindeki taşın değerli olduğunu ve katilin kurbanı gasp etmek için öldürmediğine anladı. Boğazında morarmış izler dikkat çekiciydi. Eğilip, kurbanın başının altındaki toprağı biraz eşeledi. Kan toprağa bulaşmış olsa da fazla miktarda değildi. Kurbanın beyaz bluzunun ön kısmı kanı ile renklenip kurumaya başlamıştı. Siyah eteğinde ise yer yer kurumuş kan lekeleri sertleşmişti. Parmaklarında alyans yoktu fakat sol elinin orta parmağında boynundaki kolyenin takımı olduğu yüzük, güneşin yansıması ile ışıklar saçmaya başlamıştı. Aylin yerden doğrulup, kurbanın etrafını incelemeye başladı. Hiç bir şey yok gibiydi. Özellikle kurbanın kimliğine dair herhangi bir şey görünmüyordu. Kurbanın bulunduğu alandaki otlar yatık değildi ve çimlerin üzerine biriken az miktardaki kan onun buraya öldürüldükten sonra getirildiğinin işaretiydi. Aylin kadının yattığı yerden geldikleri yöne doğru dikkatlice ilerlemeye başladı. Belki katil onlara bir ipucu bırakmıştır diye özellikle çim olmayan ve dar yolun girişindeki toprak zemine odaklandı. Burada bir ayakkabı izi vardı ama bu iz daha önceden kalmış olabilirdi. Ne kadar düşünmek istemesede kurbanın yüzünün öldükten sonra yüzülmüş olmasını dilerken buldu kendini. Elini istem dışı yüz hizasına getirip sallayarak  havada sinek kovar gibi düşüncelerini kovmaya çalıştı. Bu hareketi  sıkça tekrarladığının farkında değildi. Sinan’ın yanına yaklaştıktan sonra, Olay Yeri İnceleme Ekibinden Komiser Erkan’a sesledi. Artık onların işi başlıyordu. Aylin,

“Erkan burayı fellik fellik araştırın. En ufak bir delili gözden kaçırmayın. İlk incelemelerime göre kadın burada öldürülmemiş. Yüzüne uygulanan eylem burada yapılmış olsaydı daha fazla kan olması gerekirdi. Oysa topraktaki kan çok yüzeysel. Yine de yanılıyor olabilirim. Şu an elimizde kimliğine dair bir bilgi yok. Sinan sen Kayıp Şubeyi ara bak bakalım ellerinde genç bir kadına veya kıza dair kayıp ihbarı var mı? Ben kurbanı bulan bekçi ile görüşeceğim. Erkan Adli Bilişim buraya gelen tüm yolların kamera kayıtlarını incelesin. Belki ekran da bir kadının zorla götürüldüğüne dair bir şey yakalarlar. Bunun samanlıkta iğne aramaya benzediğini biliyorum ama bir yerden başlamalıyız. Daha diğer cinayeti çözmeden bu kucağımıza düştü.” Diyerek adımlarını kenarda kendilerini inanmayan gözlerle izleyen yaşlı adama çevirdi.

 

GEÇEN HAFTA ÇARŞAMBA GÜNÜ

Osman bir ay önce kaybettiği tek varlığı annesinin mezarını ziyaret etmekten bir türlü vazgeçemiyordu. Babasını hiç tanımamıştı. Annesi kendisine hamile iken ölmüştü. Çocukken sorduğu soruları annesi cevaplarken biraz büyüdükten sonra annesini üzmemek adına soru sormaz olmuştu. Canından çok sevdiği annesi bir özel hastanede hemşirelik yapıyordu. Daha çok gençti. Onun öleceğini hiç düşünmemişti. Bir ay önce karın ağrısı sebebi ile çalıştığı hastaneye yatırılmış  ufak bir enfeksiyon geçirdiği söylenmişti. Tehlike yok demişti doktoru ama onun dediği gibi olmamıştı. Annesi ikinci günün gecesi kalp krizi sonuçu kendisinden ilelebet ayrılmış, canı kadar sevdiği oğlunu hayatın acımasız çarklarında yalnız bırakmıştı.  Bu ölümü bir türlü kabul edemiyor çalıştığı şirketin öğlen yemeği paydosunu yemek yemek yerine mezarlıkta geçiriyordu. Mahalledeki komşuları annesinin kıyafetlerini bir huzur evine götürmesini söylemişler fakat onun gönlü buna bir türlü razı olmamıştı. Her gün işe giderken kapının önünde duran terlik ve ayakkabılarını görünce o gün iş dönüşü bu işi halledeceğine dair kendisine verdiği sözü tutamıyordu. “ Ama bugün,” dedi, kendi kendine,” iş çıkışı bu işi halledeceğim.”

Osman eve geldiğinde doğruca annesinin odasına gitti. Bütün gün kendine telkin vermiş annesinin kıyafetlerini toparlaması gerektiğini öğütlemişti. Eğer başlamazsa yine vazgeçeceğini biliyordu. O yüzden ne açlığını ne de bütün günün yorgunluğunu atacağı duşa girmeyi düşünmeden soluğu bu beyaz sabun ve annesinin çok sevdiği yasemen kokan odada aldı. Yatak annesini topladığı gibi duruyordu. Yatağın başucundaki komedinin üzerinde duran, “Bir Cinayet Senfonisi” adlı kitabı uzanıp aldı. Yazar Burcu Argat annesinin adına imzalamıştı. Annesi en çok polisiye kitap okur, okuduktan sonra da her fırsatta konusunu kendisine anlatır, ne kadar yorgun olursa olsun mutlaka kitap okumak için zaman yaratırdı.

[bctt tweet=”Ne çabuk ve zamansız eskimişti anılar.” username=”dedektifdergi”]

Kitabı aldığı yere geri bırakıp, gardroba yöneldi. Elleri titriyor, kalbi sıkışıyordu. Derin nefes aldıktan sonra sürgü kapağı açtı. Odaya annesinin kokusu dolunca gözyaşlarına hakim olamadı. Bir çocuk ne kadar büyürse büyüsün annesinin yokluğuna alışamıyordu. Osman dizlerinin üzerine çöktü. İçinde ki yangını söndürmek için ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Bir müddet öylece oturduktan sonra ellerini annesinin asılı olan kıyafetlerinin üzerinde gezdirdi. Gardrobun dibinde ise kutular içinde ayakkabıları ve bir kaç tane çanta duruyordu. Kutunun birini açtı. İçine çöreklenen acısı artıyordu. Kutudaki ayakkabıların birini eline alıp okşadıktan sonra  kapatıp hemen yan tarafına koydu. Diğer kutuları da aynı işlemi yaptı. Gardrobun dibi boşalmıştı. Osman yerde oturduğu için dolabın arka tarafında duran bir defter hemen dikkatini çekti. Annesinin en özeline dokunacak olmasının rahatsızlığını duysa da deftere uzanmaktan kendini alamadı. Kadife kaplı defter eskiydi ve yaprakları sararmış görünüyordu. Arkasında duran bıçağı görünce şaşkınlıkla eline alıp, biraz inceledi. Annesinin bu bıçağı neden burada sakladığını ise bir türlü anlamadıysa  da karton yığınının yanına bıraktı. Defter ise elinin altında yanan bir ateş misali kendisine bakıyordu.  Kendisini yabancı gibi hissediyor okuyup okumamak arasında gidip geliyordu. Artık annesi yoktu. Belki kendisine özel şeyler yazmıştı. Bir anne en güzel sözlerini evladına söylerdi bunu biliyordu. Gözyaşlarını silip, bacaklarını uzattı. Birden annesi ile bu defter aracılığı ile konuşacağı düşüncesi gülümsemesine sebep olduysa da gerçekliğe çabuk dönüş yaptı. Defterin ilk sayfasını açtı. Tarih dikkat çekiciydi çünkü bindokuzyüzseksensekiz yılına aitti. Bu onun heyecanlandırdı. O yılın sonunda dünyaya gelmişti. Sayfaları ardarda çevirip, kah gülümseyerek, bazen kızarak ama en çokta ağlayarak okudu.

Osman defteri kapattığı anda hayatının kökten değiştiğini henüz algılamasa da  öğrendiği gerçekler karşısında nasıl bir yol izleyeceğinin henüz farkında değildi. Annesine duyduğu anlık kızgınlık odasında duyduğu kokusu ile yerini acıya bıraktı. Onun kendisini büyütmek için nasıl fedakarlıklar yaptığı olmadığını sandığı aile büyükleri annesini ailenin yüz karası olarak evlatlıktan ret etmiş ve hayatın acımasız çarklarında tek başına bırakmışlardı. İnsan bir hata yaptı diye kötü mü oluyordu? Annesinin defterini göğüsüne bastırıp, hıçkırıklar arasında kaybolup yok olmak istedi. Bunun imkansız olduğunu bildiği halde zihnine doluşan korkunç fikirler ile oturduğu yerden kalkıp, annesinin dağınık odasına bir daha girmemek üzere kapısını kapatıp, bıçağı da eline aldı. Bıçak annesine hediye edilmiş ve günü geldiğinde kullanılmak üzere emanet bırakılmış. Bu ibarenin altına ise annesi bunun ne anlama geldiğini anlamadığı konusundaki düşünceleri yazılıydı. Osman tüm bu yeni bilgiler ve karmakarışık düşünceler ile intikam planı yapmak için kendi odasının yolunu tuttu…

 

Ertesi gün Osman işe gitmedi. Gelen tüm aramaları ret edip, mutfağın masasının üzerinde duran defter ve bıçağı düşünerek bilinçsiz bir şekilde bütün gününü camdan dışarıyı seyrederek geçirmeye başladı. O kadar dalgındı ki pencereye kadar yaklaşan torbacı Kamil’i görmedi. Adam pencere camına vurunca daldığı tüm düşüncelerden sıyrılıp, sadece selam verdiği bu adamın, annesinin cenaze töreninde yardımlarını düşünerek içeri davet etti. Kamil ise şaşkınlıkla ve biraz da çekinerek davete icabet etmek için binanın önüne doğru yürümeye başladı. Osman onun kafasının güzel olduğunu yürüyüşünden anladıysa da bir kaç dakikalık bu daveti kısa keseceğine odaklanarak, evin dış kapısına doğru yöneldi…

 

GEÇEN HAFTA CUMA GÜNÜ

Faruk Bey holdingdeki odasında yönetim kurul toplantısına hazırlığını yaptığı sırada sekreteri kapıya vurarak açıp, içeri başına uzatarak,

“Faruk Bey biliyorum rahatsız edilmek istemediğinizi söylediniz fakat dışarı da bir misafiriniz var ve eğer size haber vermezsem rezillik çıkaracağını söyledi. Güvenliğe haber verdim fakat adam ısrarla sizinle konuşmazsa sizin hakkınızda basına açıklamalar yapacağı tehditi savurunca size bilgi vermek istedim.” Deyince Faruk Bey başını dosyalardan kaldırıp, sekreteri Yonca’ya,

“Her tehdit savuranı bu şekilde kabul mu edeceğiz? Ben sana rahatsız etme dediysem etmeyeceksin! Yıllardır bunu öğrenemedin mi? Şimdi çık dışarı ve beni rahatsız etme. Güvenlik gerekeni yapsın. Onlara boşuna mı para ödüyorum!” Diye gürleyince Yonca geri adım atıp, kapıyı kapatmak için, elini uzattığı anda Osman, Yonca’yı ittirerek içeri daldı. Faruk oturduğu yerden ayağa kalkıp,

“Bu ne saygısızlık! Ne hakla bu şekilde içeri giriyorsun? Yonca hemen polisi ara!” Deyince, Osman,

“Ben buraya annem Birsen’e yaptığın saygısızlığın hesabını sormaya geldim. Sen mi saygıdan bahsediyorsun? Annemi hamile bırakıp, terk ettiğinde saygının ne olduğunu bilmiyor muydun? Bir genç kızın tüm hayatını karartırken, onu bir başına bırakırken aklın neredeydi? Şimdi bırak bu ayakları da yıllarca arayıp sormadığın oğlun ile tanış.” Dediği anda odanın ortasına bomba düşmüş kadar gürültülü bir sessizlik hakim oldu. Yonca yaşadığı şoku hemen atlattıktan sonra kapıyı çekip dışarı çıktı. Faruk Bey ise karşısında duran ve kendisine ikizi kadar benzeyen ama özellikle delice bakışlarında kendini gördüğü Osman’a kitlemişti. Ne ileri ne geri adım atamadı. Olduğu yerde kalakaldı. Osman ise tam onun yazı masasının önünde duran deri koltuğa oturup, bacak bacak üstüne attı. İçinden Kamil’e binbir teşekkür ediyordu. Bir haftaya yakın süre buraya gelmeye cesaret edememiş sonrasında ise Kamil’den kendisine cesaret verecek bir madde temin etmesini istemişti. Kamil iki gün üst üste onu ziyaret edip, daha önce hiç denemediği ot diye tabir edilen esrar ile tanışmasını sağlamıştı. Kamil’e neler anlattığının farkında değildi. Ona verdiği parayı sonuna kadar hak ettiğini düşünerek anın tadını çıkarmaya başladı. Ofisin ortasında asılı kalan sessizlik büyüsede Osman tebessüm ederek, Faruk Bey’i izlemeyi sürdürüyordu. Faruk biraz kendini toparlayıp, bu ne olduğu belli olmayan ama annesini tanıdığı delikanlıya bakarak,

“Ben, Birsen diye birini tanımıyorum. Hem tanısam bile benim oğlum olduğun ne malum?  Tanıdığım neredeyse tüm kadınlar aynı hikayeyi uydurup, çocuklarının babası olduğumu iddia ettiler. Bir düşün bakalım sen olsan, anlattığın hikayeye inanır mıydın?” Diyerek biraz önce oturduğu sandalyeye geri oturdu. Osman’ın gözlerinin içine bakıyordu. Onun bir maddenin etkisinde olduğu fikri aklına gelince sert konuştuğunu onun neler yapacağını bilemediği fikrine kapıldıysa da geri adım atmayarak, bakışlarını çekmedi. İlk göz temasını kaybeden Osman, ayağa kalkıp, cebinden çıkardığı fotoğrafları adamın önüne bıraktı. Bu fotoğrafların bir kaçında annesi hamile ve Faruk Bey’in eli annesinin karnının üzerindeydi. Faruk ise özellikle bir fotoğrafı çıkarıp eline aldı. Bu fotoğraf  Birsen ile gittiği İngiltere’de çekilmişti. O günlere doğru yol alacağını anlayınca elinde tuttuğu fotoğrafı masanın üzerine bırakarak,

“Bu hiçbir şeyi kanıtlamaz!” Diyerek Osman’a doğru ittirdi. Osman ise olanca sakinliği ile,

“Kabul et ya da etme yasal olarak babam olduğunu kanıtlamak için her şeyi yapacağım. Anneme yaşattığınız her şeyin intikamını ailenin arasına girerek alacağım. Hala evliymişsin. Karının mal varlığı yüzünden evli kaldığını, annemi paraya ve güce değiştiğini biliyorum. Veee şimdi o gücü ben de istiyorum. Yıllardır esirgediğin babalığı artık bana da yaparsın demi babacığım… Aslında ne güzel bir ikili olur…” Diyerek adamla alay etmeye başladığı sırada, Faruk,

“Çabuk çık dışarı! Sen kiminle konuştuğunun farkında mısın? Defol! Sen benim oğlum filan değilsin! Hele o pis ağzına ailemin adını almaya bir daha cesaret edeyim deme yoksa seni doğduğuna pişman ederim anladın mı pişman ederim! Şimdi ya kendin def olur gidersin ya da polis çağırırım!” Diyerek masasının arkasından çıktı. Osman ise yavaş hareketlerle ayağa kalkıp,

“Benden bu kadar kolay kurtulacağını sanıyorsan yanılıyorsun. Senin oğlun olduğumu adın kadar iyi biliyorsun. Tehdidine gelince, emin ol benim sana yapabileceklerimi sen rüyanda bile göremezsin. Sana üç gün süre veriyorum ya beni yasal olarak kabul edersin, ya da ben önce basına sonra mahkemeye giderim. Buraya telefon numaramı bırakıyorum. İster ararsın, ister aramazsın.” Diyerek onun cevap vermesini beklemeden odanın kapısını çarparak çıktı. Arkasından bakan kadını ve kızı görmeden asansörlerin bulunduğu tarafa doğru ilerledi….

Osman rahatlamıştı. Holdingden çıktığında Kamil’i görünce sevindi. Osman ayaküstü olanları anlattı. Kamil ise plana sadık kalmasını yoksa Faruk Beyin kendini ortadan kaldıracağını, bu tür adamların her türlü pisliğin içinde olduğundan dem vurdu. Osman ise onu dinlemiyor kendi hayal dünyasında yolculuğuna devam ediyordu. Bu kendisine sahip çıkmaya baba müsveddesine yapmak istediği o kadar çok şey vardı ki. Annesinin acı çektiği her günü için o da acı çekmeli, doğduğuna pişman olmalıydı. Özellikle yaptığı araştırma sonucu öğrendiği, el bebek gül bebek büyüyen kız kardeşini ve onun annesini de intikam listesine eklemekte sakınca görmüyordu. Ne de olsa bu adam annesini hamile bıraktıktan sonra bu kadın için terk etmişti. Dalgın adımlarla yürümeye başladı. Kamil sürekli bir şeyler anlatıyor ama o dinlemiyor biran önce eve gitmek için çaba sarf ediyordu…

 

PAZARTESİ

Komiser Aylin mezarlık bekçisi ile görüştükten sonra, Patolog Doktor Zeynep’i arayıp,  kurban hakkında bilgi verip, acil otopsi istediğini bildirdi. Kurbanın kimliğini tespit edecekleri diş kayıtlarına zaman kaybetmeden ulaşmasını istedikten sonra kurbanın Adli Tıp’a gönderilişini izledi. Sinan ve kendisi de emniyete dönmek için yola koyuldular. Olay yerinde ne bir çanta, ne de kurbanın kimlik bilgilerine ulaşabilecekleri bir ipucuna denk gelmemişlerdi. İşlerinin zor olduğunun farkındaydı. Katiler zaten  acımasız olurdu ama bu katil daha da acımasızdı yoksa bir insan neden öldürdüğü birinin yüzünün derisini soyma ihtiyacı hissederdi ki? Zaten kurbanı hayattan koparmıştı ama bu bile içinde taşıdığı öfkenin dinmesine yetmemişti. Kurbanın kimliğini bulmaları için kayıp vakaları araştırmakla  işe başlayacaklardı. Emniyete döndüklerinde Sedat ve Emir’i kendilerini bekler halde buldular. Aylin, not panosuna geçip, son cinayet ile ilgili notlarını almaya başladı. Sedat ve Emir’e yeni kurban hakkında bilgi verdikten sonra,

“Emir sen  Adli Bileşim’in yürüttüğü mezarlığa giden MOBESE kayıtları ve cumartesi işlenen cinayet dosyasının kayıtları ve şu bıçak ile ilgili araştırmayı takip et. Sinan kayıp bürodan kurbanımıza uygun bir ihbar var mı?”

“Yok, komiserim.”

“Sedat sen kayıp büroya gidip, son günlerde yirmi ile kırk beş yaş arası kayıp kadın ihbarı var mı bizzat kontrol et. Sinan sen benimle kal. Kamil’i cinayet ile suçlayacağımız herhangi bir delil yok elimizde hoş madde sattığı her bir gencimiz için onun müebbet ile yargılanmasını isterdim fakat bu artık mahkemenin işi. Sinan, biz de  Kamil’in  kurbanımız Osman Yankı’nın  babası olduğunu iddia ettiği,  işadamı ile görüşmeye gidelim. Bakalım bu konuda bize neler anlatacak. ” Dedikten sonra dosyayı tekrar eline alıp, tüm Adli Tıp, Olay Yeri İnceleme raporlarını hızlıca göz attı…

 

GEÇEN HAFTA CUMA GÜNÜ

Faruk, Osman ayrıldıktan sonra avukatı ile iletişime geçip durumunu bildirdi. Avukatı ise eğer Osman gerçekten oğlu ise mahkemeye gitmeden bu işi halletmesi gerektiğini yoksa iş dünyasında prestijini sarsılacağını söyledi. Faruk ise birkaç gün düşünmek istediğini belirterek eşine ve kızına bu konu hakkında bir şey söylememesini tembih etti isede adamın eşinin aile avukatı olduğunu biliyordu. Aslında söylese kendine yardımı dokunacağını düşünerek  konuşmayı sonlandırdı. Yıllardır bu anın bir gün geleceğini biliyordu. Her ne kadar  Birsen’i yoksaysa da ondan bir çocuğu olacağını bilmesine rağmen onu terk edip başka bir kadınla hayatını birleştirmişti. Ailesinin sahip olduğu şirket o dönem iflasın eşiğine gelmiş, eşi Melike ile evlenip, şirketi holding olarak büyütmüştü. Birsen ise gençlik anısı olarak tarihin tozlu sayfalarında yerini almıştı. Yıllar içinde ondan haber alamayınca onun doğmamış çocuğuna kendinden bahsetmediği fikrine sarılsa da bir tarafı hep bu çocuğun birgün kapısını çalacağını fısıldamıştı. Melike’ye ve kızı Hande’ye bu durumu nasıl izah edeceği konusunda henüz bir fikir üretmemişti. Ofiste bir ileri bir geri yürümeye başladığı sırada Hande’nin eski kocası Kenan içeri girince daldığı düşüncelerden sıyrılıp,

“Senin burada ne işin var yine?” Diye çıkıştı. Kenan ise pişkin pişkin,

“Her zaman ki gibi yine formundasınız sevgli kayınpederim ama telaşlanmayın buraya son kez geldim bir kaç gün içinde ülkeden ayrılıyorum. Size tek bir şey söylemek için geldim. O deli kızınıza söyleyin benden uzak dursun. Hoş yurt dışında nereye gideceğimi kimseye bildirmeyeceğim ama yine de söyleyin. Son bombasından haberiniz var mı? Eminim yokturdur. Bana iki aylık hamile olduğunu söyledi. Siz de biliyorsunuz biz bir yıldır ayrıyız ve ben onunla o günden beri hiç ilişki kurmadım. Artık tehdit ve bana gönderdiği ölü hayvanlardan sıkıldım. Onun hakkında suç duyurusunda bulunmadı isem bu sadece size olan saygımdan. Yalnız söylemeden geçemeyeceğim, kendi selametiniz için onu bir kliniğe yatırın ve orada unutun yoksa birgün birinizin canını yakacak. Sürekli iş yerime gelip tehditler savurmasından, her yanımda gördüğü kadın arkadaşlarıma hakaret etmesinden, hele köpeğim “Kurt”u dağ evine götürüp, silahla vurduktan sonra onun ile aynı şehirde değil aynı ülkede bile  yaşamak istemiyorum. Bu ara ailemden uzak dursun yoksa onu doğduğuna pişman ederim.” Diyerek Faruk’un gözlerine baktı. Onun ne derece ciddi olduğunu anlamasını istiyordu. Faruk ise tüm öfkesini onun üzerine yıkmak için ağzını açıp,

“Seni pislik! Sen önce kendi yaptıklarını anlat.  Onun canını nasıl yaktığını, onu zorla ilişkiye girmeye; yani tecavüz ettiğini söyle! Kızımın kullandığı antidepresanları ondan habersiz evdeki hizmetliye gizlice yemeklerine koydurduğunu anlat! Seni ellerimle gebertebilirim şerefsiz! Sen önce kendi pisliklerine bak! Dua et en yakın arkadaşımın oğlusun yoksa seni birgün bile yaşatmazdım. Şimdi defol git buradan yoksa elimden bir kaza çıkacak!” Diyerek Kenan’ın üzerine doğru hamle yaptı. Kenan ise hiç umursamadan,

“Sen o delinin yerine benim söylediklerime kulak ver, ver ki pişman olmayasın. Melike Hanıma söyle onunla evde yalnız kalmasın gerçi o Hande’den daha deli ama neyse. En iyisi siz kendinize dikkat edin! Söyleyeceklerim bu kadar.” Deyip, geldiği gibi ofisten çıkıp gitti. Faruk o çıkar çıkmaz Hande’nin neden bu kadar yalan söylediğini, neden bir türlü mutlu olmadığını anlamaya çalıştı. Kızı onun için cevherdi fakat onun gözlerinde gördüğü düşmanca bakışı hatırlayınca ürpermesine engel olamadı. Gerçekten Hande annesi Melike’ye ve kendisine zarar verebilir miydi? Onun çocukluk yıllarında ne kadar mutlu olduğunu on yaşından sonra bir daha eskisi gibi gülmediğini, konuşmadığını, annesinden ve kendisinden ne kadar uzaklaştığını düşündü. O yıllarda ne olmuştu? Hayatı birdenbire büyük bir kaosun içine sürükleniyor ve henüz ne yapması gerektiğine karar veremiyordu. Bildiği bir şey vardı o da Kenan’ın söylediklerinin gerçek, Hande’nin söylediklerinin yalan olduğuydu. Eşi Melike ve Hande’nin yönetim kurulu toplantısı için holding’te olduklarını bilmesine rağmen sekreteri Yonca’yı arayıp toplantıyı iptal etmesini istedi. En iyisi abisi Azer’i ziyaret etmek olduğuna karar vererek ofisten ayrıldı. Ne de olsa Azer ailenin zor gün dostuydu. İçinde bulunduğu durumu en iyi o anlardı. Tam kapıyı açtığı anda eşi Melike ve Hande ile karşılaştı. Karısı onun yüzüne odaklanmıştı. Faruk ise onun ağzından çıkan kelimeleri duymayarak hızlıca asansörlere doğru  yöneldi. Şimdi çok sevdiği karısının gözlerine bakıp, yalan söyleyemezdi. Melike bunu hak edecek bir şey yapmamıştı. O hayatta başına gelmiş en güzel şeydi. Osman’ı ona anlatamazdı. Bu geçmişine aitti ve orada kalmalıydı…

Faruk holdingten çıkar çıkmaz Azer’i arayıp nerede olduğunu öğrendi. Evde olduğunu öğrenince şaşırdıysa da mutlu oldu. Yengesi bir dost ziyareti için Antalya’ya gitmişti. Çocukları yoktu. Azer onun yaşayan tek aile ferdiydi. Çok yakın olmasalarda başı sıkışınca koşabileceğini biliyor ama ne ara birbirlerinden bu kadar uzaklaştıklarını anlamaya çalışıyordu.  Hande doğduktan sonra yengesi hiçbir zaman evlat sahibi  olamayacağı gerçeği ile yüzleştikten sonra  yavaş yavaş uzaklaşmış olmasına rağmen ağabeyinin de onunla birlikte hareket etmiş olmasını bir türlü kabul etmiyordu. Aralarında görünmez bir perde vardı. Azer kendisini gördüğü zaman sıcaklığını hissettirir ama ayrı kaldıkları zaman diliminden kendisini yok farzedip hayatına devam ederdi. Melike ile Hande ise ellerinden geldiğince görüşmemeyi tercih ediyorlardı. Yıllar içinde kendisi de bu durumu kabul etmeye başlamış, aralarında ki mesafe git gide açılmıştı. Tüm bu düşünceler eşliğinde Azer’in evinin bulunduğu bahçe kapısından içeri girmişti. Onu karşılayan uşak Orhan Efendi, Azer Beyin iki dakika içinde yanına geleceği bilgisini verip, koca salonda tek başına bırakarak yanından ayrıldı. Kendini ilk kez bu evde yabancı gibi hissetti. Oysa tüm çocukluğu bu evde geçmiş, anne ve babası öldükten sonra ağabeyi bu eve yerleşmişti. Kendini ne kadar zorladıysa da bir türlü çocukluk anıları ile zihnini buluşturamadı. Ağabeyinin sesi ile kendini toparlamaya çalıştıysa da kendini kucaklayan bu adamın yanında hissettiği yabancılığı yüreğinin içinde hissederek ürperdi. Yanlış bir karar verdiğini düşündü. Gelmemiş olmayı dilediyse de başka kimden destek alabileceği konusunda hiçbir fikri yoktu. Hal hatır sorma faslından sonra onun da tanıdığı Birsen hakkında konuşmaya, olanları anlatmaya başladı. Azer onu can kulağıyla dinliyordu. Konu Osman’a gelince ağabeyinden aldığı tepki onu oldukça şaşırttı. Azer o çocuğun kendisine ait olmadığını eğer olsaydı Birsen’in bugüne kadar sessiz kalmayacağını, kesinlikle kabul etmemesi gerektiğini yıllar önce Faruk’un aldığı evde oturduklarını eğer Osman onun oğlu olsaydı daha fazlasını isteyeceğini en azından bir oğlu olduğu hakkında bilgi vereceğini söyleyip durdu. . Faruk ise  “Babalık Testi” ile Osman’ın bunu çok rahat ispat edebileceğini, bu olayın basına yansımadan kapanması gerektiğini, oğlunu kabul etme eğiliminde olduğunu itiraf ederek onunla arasında ki uçurumun daha da derinleşmesine yol açtığından habersiz bir şekilde, geldiğinden daha keyifsiz olarak oradan ayrıldı. Gün akşamın hüznü ile buluşmaya başlamıştı bile…

 

 CUMARTESİ GÜNÜ

Ertesi gün Faruk her zamanki saatte kalkıp hazırladı. Gece boyunca hiç uyumamış en doğru kararı almak için uğraşmıştı. Melike’nin tüm ısrarlarına rağmen keyifsizliğini bahane ederek, dünki durumunu açıklamaya çalışıp, Hande’nin düşmanca bakışları ile göz göze gelmeden evden ayrıldı. Holdinge gidip Osman’ın bıraktığı telefon numarasını arayıp, onunla tekrar görüşüp, nüfusuna almaya karar vermişti. Evden ayrılır ayrılmaz avukatını arayıp, gereken işlemleri başlatmasını söyledi. Melike ve Hande’ye durumu bir şekilde izah edebilmeyi diledi. Bu iş kolay olmayacaktı ama üstesinden geleceğine inanıyordu. Keyfi biraz yerine gelir gibi olunca Osman’ı düşünmeye çalışarak biran önce ofise ulaşması için şoförüne emir verdi. Arkasına yaslanıp, bir oğul sahibi olmanın nasıl bir his olduğunu düşünmeye başladı. “Sağlıklı bir oğul,” dedi kendi kendine. Bunları düşünürken beklemediği olaylarla karşılaşacağından habersiz derin nefesler alarak rahatlamaya çalıştı….

 

AYNI GÜN İÇERİSİNDE

Osman ikindi vakti baş ağrısı ile gözünü açtı. Bütün gece Kamil ile alem yapmışlardı. Salondaki koltukta ne zaman sızdığını bilmeden odanın içine odaklanmaya çalıştı. Kamil ortalarda görünmüyordu. Yattığı yerden doğrulup, mutfağa gitmek için ayağa kalktı. Orta sehpanın üzerinde akşamdan kalan yarım sigarayı görünce tekrar kalktığı koltuğa oturup yaktı. İçinde biriken öfkeyi kontrol altında tutmak için buna ihtiyacı vardı. Yarım şişe birayı kafasına dikti. Bugün babası olacak adamı arayacaktı. Adam ona hiç dostça davranmamıştı. Kamil’e kalsa basına gitmeliydi. Ülke genelinde kopacak sansasyonun onu dize getireceğini söylüyor zengin olunca kendisini unutmamasını söyleyip duruyordu. Oysa bu işi halledince Kamil’in hayatına girdiği gibi hızla  çıkmasını istiyordu. Sigarayı bitirip ayağa kalktı. Annesinin çok sevdiği mutfağa doğru ilerlemeye başladı. Zihni karmakarışıktı. Mutfağın kapısına geldiği sırada gözüne annesinin defteri ve bıçak ilişti. Kapının kenarına yaslandı. Boş olan midesi bulanıp başı döndü. Olduğu yere çöktü. Kendini o kadar yalnız hissediyordu ki, ne yapacağını nasıl kararlar alması gerektiğini bir türlü bulamıyordu. O babasız dünyaya gelen sayısız çocuktan sadece bir tanesiydi. Annesini hem çok özlüyor hem de ona öfke duyuyordu. Yıllarca bir yalanın içinde yaşamış, gerçeklerle yüzleşmek ruhunu onarılamayacak kadar yaralamıştı. Zil sesini duyunca şaşırdı. Bu saatte kim gelmiş olabilirdi ki? Çöktüğü yerden kalktı. Kafası bir dünyaydı. Duvarlara tutunarak ilerlerken eğer gelen Kamil ise onu başından def edeceğine dair kendi kendine söylenerek kapıyı açtı. Karşısında gördüğü kişi onun şaşkınlıkla baka kalmasına sebep oldu. Bu hiç beklenmeyen misafir onun bir şey demesine fırsat vermeden içeri geçip,

“Beni beklemediğini biliyorum ama sen de bir emanetim var onu almaya geldim.” Deyince olanları anlamaya çalışarak, gözlerini karşısında durana kilitledi. Ne emaneti diye soramadı. Misafiri sanki bu eve daha önce gelmiş gibi rahat tavırlarla mutfağa doğru yönelerek,

“Seninle konuşmam lazım. Annen ile ciddi konuşmalarımızı hep mutfakta yapardık. Nedense beni evin başka bir yerinde kabul etmezdi. Şimdi biz de onun bu davranışına saygı duyarak konuşmamızı orada yapacağız.” Diyerek ilerleyip, mutfak camının önünde duran masanın etrafındaki sandalyelerden birine oturup, gözlerini defter ve bıçağa kilitleyerek,

“Bu defterden haberdarım ama içerisinde ne yazdığını bilmiyorum. Anneni o kadar uyarmama rağmen sana gerçekleri yazdığı bir defter olduğunu ağzından kaçırmıştı.”  diyerek sağ eli ile saçını arkaya doğru ittirdi. Osman ise onun elindeki eldivene odaklanmıştı. Bu çok tuhaf diye geçirdi aklından zira yaz günü hiç kimse eline siyah deri eldiven giymezdi. Bulantısı ve baş dönmesi artmıştı. Masadan tutarak destek almaya çalıştı. Misafiri ayağa kalkmış, defterin yanında duran bıçağı eline almıştı. Bir adım atıp, kendisine yaklaştığını fark edemedi. Omzuna dokunan eli hissedince gayri ihtiyari ona doğru döndü. Çelik bıçak eldivenli el ile havaya kalkmıştı. Osman bir gayretle misafirinin kolunu tutmaya çalışırken avucuna gelen saç ile irkildi. Baş dönmesi ile cebelleşirken havada hareket eden kol yerine saçları tutmuştu. Göğsüne gelen darbe o kadar şiddetliydi ki, ne olduğunu anlayamadan yere yığıldı. Annesi ile ilgili anılar saklı oldukları bir yerden çıkmış, gerçekliğe bürünmeye çalışıyordu. Canı acıyor fakat ruhu dinginleşiyordu. Konuşmak istedi ama başaramadı. Tüm vücudu titriyordu. Misafiri ise biraz önce oturduğu sandalyeye geçmeden önce annesinin defterini eline almıştı. Osman o defteri almak için yerinden kalkmaya çalışınca misafiri ayak tabanı ile omuzuna bastırdı. Artık gücü tükeniyordu. Bilinci onu terk ediyordu. Katili soğukkanlılıkla sandalyeye geçip oturdu. Bakışları buluştu. Bu gözlerdeki dehşet ölen bir insanın bile kanını donduracak şekilde acımasızdı. Özellikle vahşi gülüşü, son nefesini vermek üzere olan kendini izliyordu…

 

PAZARTESİ GÜNÜ

Aylin ve Sinan holdinge gelmişlerdi. Faruk Beyin sekreterine kendilerini tanıttıktan sonra görüşmek için beklemeye başladılar.. Faruk Bey odasının kapısını açıp onları telaşla karşılayarak,

“ Ne kadar hızlısınız daha kızımın kayıp ihbarını yarım saat önce verdim. Lütfen buyurun.”Diyerek ofis kapısından, onların geçmesi için kenara çekildi. Aylin ve Sinan bakıştılar. Aylin içeri girer girmez rozetini gösterip kendilerini tanıtırken ofisin sol köşesinde sessiz hıçkırıklarla ağlayan kadını gördüyse de, dikkatini Faruk Beye yoğunlaştırarak,

“Faruk Bey, biz sizi soruşturduğumuz bir cinayet davası için görmeye geldik. Siz ise kayıp kızınızdan bahsediyorsunuz. Sanırım bir yanlış anlama oldu.” Diyerek adamın şaşkınlıkla kendilerini izlediğini görünce,

“Kızınız ne zamandır kayıp?” Diye sormaktan kendini alamadı.

“Dün akşam saatlerinden itibaren kendisinden haber alamıyoruz. Gidebileceği her yere baktık ama sanki buhar olup uçtu. Hande yani kızım kolay kolay evden dışarı çıkmaz. Ya evde takılır, ya buraya gelir çok nadirde olsa Ortaköy’de bulunan ve fırsat buldukça hafta sonlarını geçirdiğimiz  eve geçer fakat bu sefer oraya gitmemiş olduğunu teyit ettirdim. Arabası oturduğumuz evin garajında. Hande taksiye binmeyi sevmez ve uzak mesafe bir yere gidecekse mutlaka şoförüm ile gider fakat dün böyle birşey olmadı.”

“Hemen telaşlanmayın, belki bir arkadaşına gitmiştir.”

“Onun görüştüğü kimse yok Aylin Hanım! Kızımın ruhsal sıkıntıları var. Paranoid Kişilik Bozukluğu yani Paranoya rahatsızlığına sahip. Tedavi kabul etmediği için sürekli annesinin ve benim gözetimim altında. Daha önce hiç haber vermeden ortadan kaybolmamıştı” Son cümle endişe ve titrek kelimelerle çıkmıştı ağzından. Nefes alıp, kravatını gevşettikten sonra,

“Eski eşi Kenan’ı aradım ama ulaşamadım. Yurtdışına çıktığını unuttum yinede belki Hande onu aramıştır diye düşündüm. Ne yapacağımı bilmediğim için emniyet güçlerini aradım ve sizi görünce kızım ile ilgili bilgi almak için geldiğinizi düşündüm.” Diyerek telaşla yazı masasının arkasına geçti. Önce sandalyesine oturduysa da hemen geri kalktı. Telaş ve korku ile,

“Ben şimdi ne yapacağım? Lütfen onu bulmam için yardım edin.” Diyerek baba yüreğini ortaya koydu. Aylin,

“Hemen telaşa kapılıp, kötü şeyler düşünmeyin. Sakin olun. Onunla en son ne zaman gördünüz?”

“Dün sabah evden çıkmadan önce gördüm. O benimle çok iletişim kurmaz daha çok annesi ile muhatap olur. Onlu yaşlarda rahatsızlığından dolayı beni yok saymaya başladı ama ben her zaman onun arkasında durmaya çalıştım. Rahatsızlığı geçen yıl eşinden boşanması ile daha da arttı. O yüzden onun başına bir şey gelmiş olduğunu düşünüyorum ve neredeyse eminim. Hande, herkesten ve her olayda kendini tehdit altında hissediyor, zaman zaman kriz geçiriyor. Size yalvarıyorum bir şeyler yapın!” Diyerek sandalyesine çöker vaziyette oturdu. Tüm bu konuşmalar olurken, köşede ağlayan kadın,

“Siz Faruk Beyin söylediklerine bakmayın. Hande her ne kadar rahatsız olsa da kendi başının çaresine bakacak güçte. Eminim yine  eski kocası Kenan’ın peşinden gitmiştir.” Deyince, şaşırma sırası Aylin’e gelmişti. Biraz önce ağlayan kadın gitmiş, bakışlarında gizem dolu gölgeler gezinen başka bir kadına dönüşmüştü. Aylin iki adım atarak kadına doğru ilerleyerek,

“Siz Faruk Beyin eşi Hande’nin annesisiniz anladığım kadarı ile. Siz kızınızı en son ne zaman gördünüz?”

“Ben dün öğlene kadar evdeydim. O ise huzursuz bir şekilde ortalıkta dolanıyordu. İlaçlarını alması için verdiğimde aramızda ufak bir sürtüşme oldu. İlac almak istemiyor, sürekli onu öldüreceğimden bahsediyordu. Bu onun her zamanki haliydi. Ben de çok ciddiye almadım. Tartışmaya daha fazla katlanamayacağımı belirtip, buraya geldim. Ofiste yapılacak işlerim vardı. Bir iki saat sonra onu aradım ama cevap vermedi.” Kadın tekrar ağlamaya başlayınca Aylin, Hande’nin rahatsızlığının kalıtımsal olup olmadığını düşündüyse de kadına odaklanarak,

“Onun kayıp olduğu fikrine katılmadığınızı belirtiniz nasıl bu kadar emin olabiliyorsunuz?”

“Çünkü kızım olmayan olaylar kurgular, yaşanmamış anılar üretir, herkesi suçlayarak kendine düşman olduklarını anlatır ve sanrı ile gerçeği ayırt edemez.” Dediği an Faruk Bey,

“Bu kadar yeter Melike! Belki de her dediği gerçekti! Sen ona asla inanmadın! Ne acı ki ben de senin ile aynı yolu izledim. Ben… Çok üzgünüm. Ne olur bir şeyler yapın Aylin Hanım! Kızımı bulun!” Diyerek ellerini masasının üzerine koydu. Biran onları ne yapacağını bilemedi. Sonra başını ellerinin arasına aldı. O an kapının vurulması ile herkes o yöne döndü. Gelen sekreter Melike Hanıma yurtdışından misafiri olduğu bilgisini verince, kadın ayağa kalkıp, üzerindeki siyah eteği üzerinde bir şey varmış gibi elleri ile silkeleyip düzelttikten sonra,ofisin kapısına yöneldi. Çıkmadan önce Aylin’e bakarak,

“Bence ilk iş havaalanlarını soruşturun. Emin olun Hande, Kenan’a dünyayı dar etmek için onun peşinden gitmiştir.” Diyerek kapıdan çıktı. Faruk Beyin sesli küfürüde onun arkasından kapının kapanma sesi  ile birlikte yankılandı. Aylin bu garip davranışlı kadın ile tekrar görüşmeyi zihninin bir köşesine not ettikten sonra,

“Faruk Bey, yirmidört saat geçmeden kızınız için kayıp dosyası açamayız ama size söz veriyorum emniyete döner dönmez, bu konu ile ilgileneceğim. Şimdi ziyaretimizin asıl konusuna  gelelim. Biz buraya Osman Yankı cinayetini soruşturmak için geldik. Bir görgü tanığımız Osman’ın sizin oğlunuz olduğu konusunda bilgi verdi. Kurban ölmeden önce sizin ile iletişime geçmiş.”

“Siz ne söylüyorsunuz? Osman öldü mü? Aman Allah’ım! Bu nasıl olmuş?”

“Faruk Bey, Osman Yankı sizin oğlunuz muydu?”

“Şey… Sanırım evet…Yıllardır varlığından haberim yoktu.” Dediğinde Aylin’den bakışlarını kaçırdı.

“Onu en son ne zaman gördünüz?”

“Geçen hafta cuma günü ofisime gelip, benden intikam alacağı tehdidini savurdu. Avukatım ile iletişime geçtim yasal haklarını istiyordu. Tabi ben kabul etmedim. Neticede her önüne gelen babası olduğumu söyleyebilir o yüzden konuşmamız biraz tatsız geçti. Biraz mantıklı düşününce “Babalık Testi” yaptırmanın doğru bir karar olduğunu düşünerek bugün onu aramaya karar vermiştim. ”

“Yani, onu öldürmek için sebebiniz vardı.”

“Siz ne dediğinizin farkında mısınız? Onu neden öldüreyim?”

“Melike Hanımın bu konu hakkında bilgisi var mı?” Bu soru üzerine adamın gözlerinde öfke dolu parıltılar belirdi. Ses tonunu ayarlayamadan,

“Eşimi bu işe karıştırmayın! Sizi uyarıyorum!”

“Biraz önce her önüne geleni kabul edemeyeceğinizi söylediniz fakat avukatınızı aradığınızı belirttiniz. Demek ki onun oğlunuz olduğu konusunda eminsiniz ve varlığından haberiniz vardı. Birde sizden intikam alacağını söylediği için onu susturmuş olabilirsiniz. Şimdi cumartesi günü  saat onaltı  buçuk ile ondokuz saatleri arasında neredeydiniz?” Adamın inanmayan gözleri Sinan ile Aylin arasında gidip geliyordu. Yutkundu. Sanki boğazına bir şey takılmış gibi ardarada öksürdükten sonra,

“Evdeydim. O gün ofisten erken ayrıldım. Kafam karışmıştı. Geçmişim önüme seriliyor ben ise ne yapacağımı bilmiyordum. Şaşkındım. Burada daha fazla kalmadan eve döndüm ve bütün bir akşamı evde  geçirdim.”

“Söylediklerinizi teyit edecek kimse var mıydı evde?”

“Hizmetliler dışında kimse yok. O gün yönetim kurulu toplantısı vardı ama iptal etmiştim. Dolayısı ile Melike ve Hande evde değil buradaydılar. Hande akşam üzere eve geldi. Melike ise telefon edip bir resim sergisine gideceğini bildirdi. Ne zaman geldiğine dikkat etmedim. Çalışma odamda zaman geçirip uyumasını bekledim. Onun ile yüzleşmeye, bir oğlum olduğunu söylemeye cesaret edemedim. Osman’ı bugün arayacaktım ama Hande’ye ulaşamayınca tamamen aklımdan çıktı. Onu ben öldürmedim bunun için bir sebebim yoktu.”

“Osman’ın oğlunuz olduğu konusunda, avukatınız dışında, herhangi birine bahsettiniz mi?”

“Evet bahsettim. Ağabeyim ile konuştum.”

“Ağabeyiniz, eşinize ve kızınızla bu konu hakkında konuşmuş olabilir mi?”

“Bilemiyorum. Neden sordunuz?”

“Bakın Faruk Bey, oğlunuz olduğunu iddia eden Osman cumartesi günü bir cinayete kurban gitti. Kızınız Hande’den ise pazar akşamından itibaren haber almamışsınız. Sizce bu tesadüf olabilir mi? Düşmanlarınız var mı? Görünen o ki, biri önce yasal olarak oğlunuz olmayan Osman’ı öldürdü ve korkarım kızınız adına ben de sizin kadar endişe duymaya başladım. Sinan hemen Sedat ve Emir’i arayıp, Hande ile ilgili tüm havaalanlarını, hastaneleri ve otogarları araştırmalarını söyle. Faruk Bey, kızınız Hande’nin bir fotoğrafı var mı yanınızda?”

“Evet, var.” Diyerek yazı masasında duran bir fotoğraf çerçevesini Aylin’e doğru çevirdi. Çerçevede iki fotoğraf vardı. Biri güzel bir gülümseme ile bakan küçük bir kız çocuğuna, biri ise donuk bir bakışa sahip bir kadına aitti. İki fotoğraf arasındaki fark gece ile gündüz kadar zıttı. Aylin, çerçeveyi Sinan’a uzattı. Faruk beye dönerek,

“Kızınızın fotoğrafını tüm emniyet birimlerine dağıtmak için alacağız. İşimiz bitince size teslim ederiz.” Dediği anda telefonu çalmaya başladı. Arayan Emir’di. Osman’ın katili ile ilgili verileri bildirmek için aramıştı.  Aylin ofisten dışarı çıktı. Aldığı bilgiler onu derinden sarsmıştı. Zira Osman hakkında bilgi almaya geldiği bu yerde hiç beklemediği sonuçlarla karşılaşacağını tahmin etmemişti. Konuşmayı sonlandırır sonlandırmaz telefonu tekrar çaldı. Ekran da Adli Tıp Pataloğu Zeynep yazıyordu. Adli tabibin ulaştığı sonuçlarla iki cinayette aydınlanmak üzereydi. Ofise tekrar döndüğünde Faruk Beye,

“Eşiniz Melike Hanım ile görüşmem gerek.” diyerek Sinan’ı beklemeden hızlı adımlarla tekrar kapıya yöneldi. Sinan ve Faruk onu şaşkınlıkla takip etmeye başladılar. Aylin koridora çıkar çıkmaz sekretere Melike Hanımın odasının sordu ve adımlarını koridorun sonunda bulunan odaya doğru yönlendirdi. Kapıyı vurmadan içeri girdi ve kendisini Melike Hanımdan önce karşılayan duvar tablosunun daki dehşete bakarken buldu. Kısa süreli bir duraklamadan sonra, kadın Komiser Aylin’e bakarken sağ elinde tuttuğu kalemi masaya bıraktı. Tam ağzını açmaya yeltenmişti ki, Aylin

“Melike Soyağaç, sizi Osman Yankı ve kendi öz kızınız Hande Soyağaç’ı öldürmek suçu ile tutukluyorum.” Diyerek, kemerinde asılı olan kelepçeleri çıkarıp, ona doğru yaklaşmaya başladı. Odada bulunan misafir ve kapı önünde duran Faruk bey donakalmıştı. Melike ise,

“Siz ne saçmaladığınızın farkında mısınız? Size dava açacağım! Bu ne cüret? Siz benim kim olduğumu biliyor musunuz? “Diyerek soğukkanlılığını korumaya çalışıyordu. Komiser Aylin ise onun söylediklerini dinlemiyordu. Tekrar konuşmaya başladı,

“Boş yere inkar etmeyin. MOBESE kayıtlarında sizin üzerinize kayıtlı aracı tespit ettik. Cumartesi günü saat on beş kırk altıda Osman Yankı’nın ikamet ettiği sokakta görülüp, saat on sekiz otuz üçte ayrıldınız. Osman’ın oturduğu binanın hemen yanındaki banka şubesinin kayıtlarında ise ellerinizde ki eldivenler ile eve girerken boş olan elinizde çıkarken taşıdığınız, kitap veya defter net bir şekilde görünüyor. İkinci bir görüntü kaydınız da Ortaköy’de kayıt edilmiş. Kızınız Hande ile birliktesiniz ve bu görüntüleme saat on dört sularında kayıt edilmiş. Yine kendi aracınızın içindesiniz. Saat yirmi civarında ise aracınızda tek başınasınız fakat yine MOBESE kamera kayıtlarına yakalanmışsınız. Bu seferki istikametiniz Eyüp Sultan Mezarlığı. O saatte kabir ziyareti gerçekleştirmediğinize eminim. Bununla da bitmiyor. Kabristandan saat yirmi iki sularında ayrıldığınızı da üzerinizde bulunan gömlekte koyu bir gölgeyi arkadaşlarımız tespit etmiş. İki koca saat orada dua etmediniz herhalde! Asıl can alıcı nokta ise ilk kurbanınız olan Osman’ın  üzerinde bulduğumuz saç teli ile; Adli Tıp Doktorumuzun verdiği bilgiye göre bugün bulduğumuz yüzsüz kurbanın  kızınız Hande Soyağaç’nın DNA’sının örtüşmüş olması.. Fakat Hande Osman’ın katili olamaz çünkü kayıtlarda hiç görülmemiş. Birde saçları sarı oysa bizim elimizde olan saç teli kahverengi ve sizin saç boyunuzla örtüşüyor. Adli uzmanlarımızın yaptığı bir diğer araştırmaya göre de katilimizin boy verisi ile sizin boy verinizin yakın olması.  Osman’ın ikamet ettiği mahalle sakinleri sizin zaman zaman o evi ziyaret ettiğinizi ve her defasında Osman’ın annesi Birsen Hanım ile kavga ettiğinizi belirtmişler. Bir diğer ipucu da Osman’ın öldürüldüğü bıçak. O bıçağın el işlemesi olduğu ve ülkemizin nadide  eserlerinden olduğu  ve bir açık artırmada sizin avukatınız tarafından satın alındığını da tespit etmiş durumdayız. Osman’ı öldürme sebebinizi az çok tahmin ediyorum ama Hande’yi yani öz evladınızı nasıl öldürebildiniz? Hele de böyle vahşi bir şekilde. Şimdi ayağa kalkın ve arkanızı dönün sizi kanun namına tutukluyorum.” Diyerek Melike’ye yaklaştı. Odada bulunan misafir ayağa kalkmış inanamayan gözlerle sahnelenen drama tanıklık ediyordu. Adımlarını kapıya doğru yönlendirdi. Acelesi varmış gibi koşar adım dışarı çıktı. Faruk Bey ise Melike’ye doğru hamle yapınca Sinan onun kolundan tutup odanın dışına çıkarmayı başardı. Adamın tehdit ve küfürleri koridordan yankı yapıyordu. Melike ise sanki hiç bir şey olmamış gibi oturmaya devam ediyordu.

Komiser Aylin, “Ayağa kalkın, beni zor kullanmaya mecbur bırakmayın,” deyince Melike ellerini masasının üzerine doğru uzatıp “Doğruya yaklaştınız ama bilmediğiniz birçok şey var. Beni tutuklamadan önce size asıl hikayeyi anlatayım,” diyerek bakışlarını duvarı süsleyen karanlık tabloya çevirdi. Derin nefesler alıp, eli ile saçını düzelttikten sonra, o şeytansı gülümseme ile sözlerini sürdürdü.

“Bu çok uzun bir hikaye ama ben size özet geçeceğim. Ben bana çocukluk yıllarımda dayımın beni tanıştırdığı karanlık yönüm ile yıllarca kimseye birşey söylemeden yaşamayı başardım fakat Hande başaramadı. On yaşında iken dayım tarafından onun da masumiyeti çalındı. Ben ise o gün yani bundan yirmi yıl önce onu ailemin yazlık evinde sarhoş halinden yararlanarak, merdivenlerden iterek düşürüp gebermesini sağladım. Hande tüm bağrışmalarımızı duymuş ve gerçekleri o yaşta anlamasa da ileriki yıllarda anlayarak bana düşman olmuştu. O günden sonra ise eşim Faruk’un başka kadınlarla olan geçmiş ve şimdiki zamandaki ilişkilerinden intikam almak için araştırmalar yapmaya başladım. Dayımın çocuk ruhuma fısıldadığı cümle doğruydu. Biz suçluyduk onlar masumdu. Yıllarca beni tehdit ederek kullanmasına engel olmadım. Beni öldürecek veya aileme söyleyecekti. Ne zaman ki Hande’ye dokundu o günden sonra içimdeki şeytan uyandı. Hep Hande’yi suçladım. O her zaman dayıma çok yakın davranmıştı. Suçluydu. Yıllar geçtikçe ve iyice paranoyak oldukça dayımı değil beni suçlamaya başladı. Haklıydı da. Ne de olsa erkekleri biz tahrik ediyorduk! Buna son vermeliydim. Beni suçlayan hiç kimse hayatımda var olmamalıydı. Dün ise büyük bir tartışma yaşadık. Üzerime saldırdı. Bahçedeki ağacın kendisi ile konuştuğunu söyleyip duruyordu. Ben ise o an onu hayatımdan çıkarmayı planlayarak eyleme geçtim. Önce bahçeye çıkıp sevdiği ağacın altında biraz durdum. Sonra içeri girip, cep telefonunu aradım. O zaman zarfında onun korku dolu bakışlarını izlerken sigara içerek keyfini çıkardım. Korkudan yere yığılınca ellerini bağlayarak yukarı çıkmamasını sağladım. Günlüğünü bulmasını istedim. Hande dayımı merdivenden itişimi görmüş,yaşadığı derin travmalarla beni sürekli tehdit ederek bu günlere gelmiştik. Tabii ona kimse inanmadı. Ne de olsa deliydi ama yıllar önce yaşadığı her şeyi günlüğüne yazdığını beni ihbar edeceğini söyleyip duruyordu. Günlüğü bana verdi ama o saatten sonra yaşaması benim için sonun başlangıcı olurdu. Kimse ona ilaçlarını fazla dozlarda verdiğimi fark etmemişti öyle de kalmalıydı. Beni suçlamaktan vazgeçseydi şu an hala nefes alıyor olurdu. Artık bıkmış ve yorulmuştum. Ona her baktığımda kendi yüzümü görüyordum ve daha fazla tahammül edmedim ve yüzünü parçaladım .Bir de Faruk’un gayrı meşru oğlunun ortaya çıktığını aile avukatımız bana bildirince önce Osman’ı sonra  Hande’yi ortadan kaldırmam gerektiğini yoksa onların beni yok edeceğini bilerek hayatımdan çıkardım. Birsen kaltağına kaç kez söyledim oğluna Faruk ile ilgili bilgi vermemesini ama o beni dinlemeyerek her şeyi yazdığını, birgün piçinin gerçekleri öğrenmesi gerektiğini söyleyip durdu. Onun gözünü korkutmak için oğluna Faruk’tan bahsederse onu kendisine hediye ettiğim bıçak ile ortadan kaldıracağımı yineleyip durdum. O ne yaptı? Söylediklerimi ciddiye almadı. Şimdi ana oğul birbirlerine kavuşmuştur. Ateşleri bol olsun. Ne de olsa Birsen’de benim kadar suçluydu. Faruk’un benimle evleneceğini bile bile çocuğu dünyaya getirdi. Şimdi bir düşünün ben gerçekten katil miyim? Eğer ben katilsem, bana onca kötülüğü yapanlar ne?”

Bakışlarını duvarda asılı duran tabloya çevirdi.

“Bu tabloyu herkes çok dehşet dolu bulur oysa ki gerçekler bu tablodan daha korkunçtur. Burada çocuklarını yiyen Kronos’mu yoksa masumiyetimi çalan dayımı babama anlattığımda bedenimi diri diri yiyen babam mı daha korkunç?”

Bunları söyledikten sonra yazı masasının çekmecesine uzandı. Komiser Aylin duyduklarını sindirmeye çalışıyordu. Melike’ye doğru bir adım attığı anda onun sağ elindeki silahı fark ederek,

“Hemen o silahı bırak!” diye bağırdı.

Melike onu duymuyordu. Silahı ağzına soktu ve Aylin’in sol koluna doğru yaptığı hamleyi umursamadan tetiği çekti….

En Son Yazılar