Balkona açılan kapının PVC kasasına tutturulan, acemi bir ustanın elinden çıktığı her hali ile belli olan, biçimsiz duruşlu sinekliğin minik deliklerinden süzülen gün ışığının göz kapaklarına tacizi ile uyandı. Yazın o, uyutmaz sıcağına bir de sivrisinek istilası eklenirdi. Seçimini sıcaktan yana kullananlar için en azından bölünmeyen bir uyku demekti sivrilerden uzak durmak.
Bu sabah ise umursamıyordu iki faktörü de Nilgün. Önceki gece nişanlısı ile şiddetli bir kavga yaşamışlardı. Düğünlerinin uzun süre ertelenmesine sebep olan uzun süreli tedavisiydi bu kavganın sebebi. Aksattığı ilaçları krizlerini tetiklemiş; krizleri ise yoğunluğunu artırmıştı. Nişanlısının tek isteği, ilaçlarını disiplinli kullanmasıydı.
Nilgün bu isteği, alışmak olarak kabul ediyordu. Tatil için geldikleri ailesine ait yazlıkta da bu kavramın yarattığı çöküntü ile reddetmişti ilaçlarına devam etmeyi. Annesi, babası, abisi ve abisinin eşinin olduğu yemek masasında patlak veren tartışma, nişanlısının kafasına indirdiği porselen tabak ile sonlanmıştı.
Doktoru ve ailesi, yaşadığı sarsıntıdan kurtulması için düzenli terapi ve ilaç tedavisi kullanması gerektiğini söylüyorlardı. Nilgün’e göre ise alışmasını tembihliyorlardı her göz temasında. Alışması gerekenin beynini uyuşturan ilaçlarının değil, yaşadığı tecavüzün ruhunda bıraktığı yaraları kapsadığına inandırılması olduğunu düşünüyordu. Onlar için geçmiş, onlar için bitmiş bir eylemdi.
Belleğinde, kullandığı kimyasallar, klinikte dinlediği nasihatler, ailesinin telkinleri; hepsi o anın yeniden biçim bulmasına sebep oluyordu. Aynı sancıyı çekiyor, aynı çaresizliğe bulanıyor, aynı karanlığa sarılıyor ve aynı kimsesizliği yaşıyordu. Alışmak, kabul etmek istemediği içindi bu sabahki karın ağrısının da sebebi. Suçluydu çünkü tecavüzün hedefi olmuştu. Suçluydu çünkü sapık bir ruhun kirlettiği beden olmuştu. Suçluydu çünkü kadın doğmuştu.
Nişanlısı Kerim, o olayın ardından kendine karşı tavrı değişmeyen kişiydi. Belki de en çok sahip çıkanıydı. Sahiplik de istemiyordu ancak yalnızlık daha çok hatırlatıyordu o travmayı. Belki de bir çınar gölgesiydi ihtiyacı olan ve bu sığınak babasından değil, Kerim tarafından inşa edilmişti.
Genç kızın ailesi, Kerim ile olan ilişkilerini kabul etmişler ve nişanları aileler arasında kısa sürede takılmıştı. Ne zaman ki Kerim’in işleri ters gitmeye ve çıkmaza doğru sürüklenmeye meyletmişti ki, başta babası olmak üzere ailesinden herkes, genç adama karşı soğuk tavırlar sergilemeye başlamışlardı. Aynı döneme denk gelen o elim olay da aile içi bazı konuşmaların yapılmasını şimdilik ertelemişti.
Nilgün’ün babası Fahri Durmaz, sahip olduğu iki petrol istasyonu ile hatırı sayılır bir birikimi olan biriydi. İşletmelerinden birini kısa süre önce oğlu Nedim’e devretmiş, diğer işletmesine ise bir müdür atayarak emekliliğini ilan etmişti. Altınova’daki yazlığında da emekliliğinin keyfini eşi Nurdan Hanım ile çıkarmayı planlamıştı. Kızının yaşadığı acı olayın ilk başlarda en büyük takipçisi olmuşsa da Nilgün’e göre adli makamlardan bir sonuç çıkmayacağına kanaat getirerek vazgeçmişti tacizciyi aramaktan.
Nurdan Hanım ise bakışlarında en büyük anlamı taşıyan kişiydi. Ana yüreğini kavuran acıyı anlamasınınsa mümkün olmadığını düşünüyordu Nilgün. Yaşlı gözleri ile birkaç defa “Kerim’den ayrıl!” demeye yaklaştıysa da yanaşamadı hiçbir zaman. Nişanlısının ekonomik çıkmazı daha ağır değildi kendi yaşadığından ve yalnız bırakılmadığı için yalnız bırakamazdı sevdiği adamı.
Nilgün, ne porselen tabağın nişanlısının kafasında açtığı yaraya kızıyordu ne de yüreğinde yeni bir yara açmak üzere doğan güneşe. Bir kere daha alışması lazımdı sırtındaki kambura ve bir kere daha alışması lazımdı karnında büyüyen tohuma.
Kerim’in sahnesi burada başlıyordu Nilgün’ün hayatında. Geç fark edilen gebelik ile sonuçlanan olayın ardından, en çok Kerim sahip çıkmıştı genç kıza. Doğacak olan çocuğa babalık yapacağına inandırmıştı nişanlısını. Tek isteği vardı Nilgün’den; tedavisini ihmal etmemesi.
Bir kere daha zihninde sevdiği adamın ismi geçince, mutsuz şekilde doğruldu yataktan. Ayak ucundaki dolabın kapalı kapakları arasından sarkan kıyafetlerini gördü. Esasında düzenli bir kadındı. Böyle bir ihmali yapması olağan değildi. Bir şartla: İlaçlarının eksikliğinde yaşadığı krizler…
Devam etmeliydi tedavisinin şartlarını uygulamaya. Dün geceyi hatırlamaya çalıştı, yapamadı. Kırılan porselenin etrafa saçılmış parçaları geldi gözlerinin önüne birden. Bir de gece boyu gerçekmiş hissi yaratan kâbusları… Kerim’i defalarca öldürüyor, Ege’nin mavi sularında çırpınışlarını seyrediyordu. Aynı gerçekliği bir kez daha hissettiğinde ürpererek sarıldı bedenine.
Yazlıkçı muhitlerinde, sabahın bu saatlerinde sessizlik hâkim olurdu sokaklara. Bir de o berbat koku! Babasının yazlığına çok yakın yerde denize dökülen çayın, balçık ve sazlık tutmuş kıyılarından yayılan koku genzini yaktığında, tiksinti ile yüzünü buruşturdu. Üç katlı villanın orta katındaki kendine ait olan odadan çıkarak banyoya girdi.
Islak yüzünün yansımasını izledi aynada. Kerim’e bir özür borcu vardı. Verandaya inip onu bekleyecek ve ailesini, nişanlısı ile birlikte yüzlerindeki tebessüm ile karşılayacaklardı. Bu fikri beğenmişti. Zira yaşadığı acı olay, onların suçu değildi. Belki de onlar da alışmanın ağır yükü altında eziliyor; bir vahametin mahsulü çocuğa babalık, dedelik, anane ve dayılık yapmaya hazırlanıyorlardı.
Verandaya indiğinde, mermer zemin döşemesini çevreleyen ve yine mermerden yapılma korkuluklardaki sigarayı fark etti. İhtiyacı olan uyuşmayı zaten kullandığı ilaçlarla alıyor, çocuğuna en büyük kötülüğü ise yapıyordu hali hazırda. Canı çok istemesine rağmen doğmamış bebeğine daha büyük kötülük yapmamak için sigara fikrini bulanık zihninden uzaklaştırdı. Az sonra babasının plaja ve çaya çıkan sokaktan gelmekte olduğunu gördü. Kerim uyanmamış olsa da gülümsemesini suratına taşıyarak beklemeye başladı.
“Günaydın baba!”
Fahri Durmaz, kızının yüzünde biten ifadeden memnun bir şekilde karşılık verdi.
“Günaydın kızım! Bugün nasılsın? Rahat uyuyabildin mi gece?”
Babasının akşam yaşananlara değinmemesi hoşuna gitmişti genç kızın. Ancak özrünü sunmakta kararlıydı.
“Evet baba. Aslına bakılırsa pek değil. Dün akşam sizi…”
Fahri Bey kızının sözünü yarıda keserek araya girdi.
“Hayır güzel kızım! Hayır. Bizi hiçbir zaman üzmedin ve özür dilemeni gerektirecek bir durum yok. Her şey daha güzel. Bugünden sonra her şey çok daha güzel olacak. Küçük torunum ne yapıyor bakalım, sen ondan haber ver.”
Babasının belki de ilk defa karnındaki yavrusu için torunum ifadesini kullandığını fark etti. Anlaşılan, ailesi de dün akşam kendisi odasına çekildikten sonra aralarında bir konuşma yapmışlardı. Alışmanın manasının yeni bir kavrama dönüşmüş olabileceğini düşündü. Bu defa yüzüne gerçek bir gülücük yerleşti. Bir ilki daha yaşayarak, babasının karşısında karnını okşadı.
“Çok hareketli! Buraya gelmeden önce yine kontrol yaptırmıştık. Yerinde durmuyor hiç.”
“Harika!” dedi Fahri Durmaz, kızının gözlerine bakarak.
“Sen nereden geliyordun sabah sabah?”
“Denizden!” dedi birden babası. “Gece çok terlemişim, duşa girmek yerine kendimi denize attım.”
Babasının üzerindeki kuru kıyafetlere bakarak dudak büktü.
“Havlunu almamışsın yanına. Herhalde sadece ayaklarını sokmuşsun suya. Baksana, ayakların çamur içinde kalmış.”
Önce kıyafetlerine, sonra da ayaklarına indi bakışları Fahri’nin. Annesine yakalanmış yaramazlık peşindeki bir afacan gibi hissetti kendini.
“Senden de hiçbir şey kaçmıyor Nilgün! Sedat Amcan ile karşılaştık kumsalda. Biraz muhabbet ettik. Kahvaltı saati gelince de ayrıldık.”
Kaşlarını çattı Nilgün.
“Sedat Amcalar dün akşam İstanbul’a dönmemişler miydi?”
Villanın giriş kapısına hareketlendi Fahri Durmaz.
“Eşi ve çocuklarını otogara bırakıp dönmüş.”
Babası artık lüks konuttan içeri girmek üzereyken, beyaz taşların üzerine yapışan çamurlarda bir şey fark ederek seslendi.
“Sedat Amca’nın çocuklarını iki gündür hiç görmemiştim. Berna’yı ne de çok özlemiştim oysa!”
Kapının eşiğinde bekleyen adam kızına döndü.
“Bugün canın, dedektifçilik oynamak istiyor anlaşılan!”
O sırada Amerikan tarzda tasarlanmış mutfak ve geniş bir holün bulunduğu giriş katına Nurdan Hanım ile Nedim’in karısı Gamze’nin gelmesi ile kesildi muhabbetleri. Nilgün de babasının peşi sıra girdi içeri.
“Makineyi çalıştırdın mı kızım?”
“Evet anne, şimdi çalıştırdım.”
Gamze ile annesi de güne babası kadar mutlu başlamışlardı. Tüm evi kapsayacak günaydın temennileri sıra ile saçıldı dört köşeye. Önceki akşam, ailesinin bir toplantı yaptıklarına emindi artık. Babasının, “Bugünden sonra her şey çok daha güzel olacak.” derken neyi kastettiğini de daha iyi anlamıştı.
Evin kadınları neşe ile kahvaltı hazırlıklarına başladıklarında, Nedim de dâhil oldu ahalinin muhabbetlerine.
“Nereden geliyorsun abi?”
Kardeşinin sorusuna, ağzındaki simit parçasını yutmadan telaşla cevap verdi.
“Oğlanı kursa bıraktım.”
Yeğeni Harun’un basketbol kursuna gittiğini unutmuştu Nilgün. Sonra abisinin boynundaki çiziği fark etti.
“Boynuna ne oldu öyle?”
Sorudan sinirlenmiş gibi oğluna baktı Fahri Durmaz. Kızının bitmeyen merakından rahatsız olmuştu.
“Ne olmuş ki?”
“Yüzülmüş! Hem de boydan boya.”
Elini sakin bir tavırla boynuna götürdü Nedim. Babasının çatık kaşlarına baktı.
“Dün akşam üzeri Harun’la denizde güreştik, belki o zaman…”
“Nedim, bir saniye oğlum!”
Araya giren Baba Fahri’ye döndü tüm bakışlar.
“Nilgün, kızım. Dün gece yaşananları biz unuttuk. Sen de unut lütfen. Sen, hatırlamak istemeyeceğin bir olay yaşadın. Anlıyoruz seni. Kendini hiçbir şeyden sorumlu hissetme sakın. Sana bir zarar gelmesine asla izin vermeyeceğiz artık. Ayrıca bizim sana ilgimiz için sen de bize aynını göstermek zorunda değilsin. Buna mecbur hissetme kendini. Sorularla yorma kendini. Hepimiz hayattayız. Daha mutlu ne olabilir ki? Hadi şimdi kahvaltımızı yapalım.”
Son sözün, evin reisi tarafından söylenmesine alışıktı herkes. Ancak bu defa son sözü gerektirecek bir durumun olduğunu düşünmüyordu Nilgün. Babasının bahsettiği gibi bir endişe de taşımıyordu. Üç gündür ihmal ettiği ilaçlarının bu kaygıya sebep olabileceğini düşünse de inanmadı buna. Sonra birden gece ile akşam ifadeleri arasındaki farkı kavramaya çalıştı. Babasının akşam yemeği için gece tabirini kullanmasına şaşırdı. Gördüğü kâbusları anımsadı ve hak verdi babasına. Mutfak tezgâhının önündeki masanın etrafına dizili sandalyelere sıra ile yerleşmeye başladığında ailesi, bir eksikliği fark etti.
“Kerim! Kerim olmadan mı başlayacağız kahvaltıya?”
Kimseden ses çıkmadı. Anlaşılan, dün akşam Kerim hakkında da konuşmuştu ailesi. Annesinin imalı bakışlarındaki mananın kelimelere büründüğünü ve ailenin diğer üyeleri tarafından kabul gördüğünü düşündü. İçi burkulsa da bunu belli etmek istemedi. Merdivenlere yöneldi.
Nişanlısının odasının önüne geldiğinde durdu. Kerim’i son defa gördüğü anı gözünün önünde canlandırdığında büyük bir pişmanlık hissetti. Sol kaşının hemen üzerine bastırdığı ellerinin arasından sızan kanı umursamadan kalkıp gitmişti masadan. Bağırıp çağırmış ve odasına kapatmıştı kendini. Sonrasını ise gerçeğe yakın kâbusları haricinde hatırlamıyordu. Babası haklıydı. Bugünden sonra her şey çok daha güzel olacaktı ve bunun mimarlarından biri de kendi olmalıydı. Nefesini tutup araladı kapıyı.
Ancak Kerim odada yoktu. Yatağı bozulmuş ancak toplanmamıştı. Kızdı kendine. Nişanlısının kafasında kırdığı tabak telafi edilebilirdi fakat kalbindeki kırığın tamiri imkânsızdı. Elleri bomboş kahvaltı mekânına indi.
“Uyandırdın mı Kerim’i?”
Annesinin sorusu ile uyandı düşlerinden Nilgün. Kerim’i, kendine ait olmayan bir çocuğun babası olarak tahayyül ettiği düşünden uyandı.
“Odasında yok!”
Masadakilerin birbirleri ile bakışmalarına aldırmadan oturdu yerine. Sokak kapısının yanındaki açık penceren gelen bağırtı ile tekrar uyandı.
“Fahri Bey! Fahri Bey!”
Öfkeli bir bakış gezdirdi masadakilere Fahri Durmaz. Ağır hareketlerle yerinden kalkarak kapıya gitti. Annesinin gözlerinde yeni bir mana aradı Nilgün. Sanki her gün, sabahın dokuzunda, babalarının adı sokakta yankılanıyormuş gibi rahat rahat kahvaltılarını yapan abisi ve yengesine baktı sonra. Babası, soru sormasından rahatsız olmuştu. Bir yeni soruyu kelimelere dökmeden, tabağına kahvaltılık koymaya başladı.
Kahvaltıları bitmiş ancak evin babası henüz dönmemişti. Babası yanılıyordu. Bugünkü tavrı lüzumsuz bir merak değildi. Bir hastalığın ürünü de değildi. Hastalıklı olan birileri varsa onlar da ailesiydi.
“Babam hala gelmedi!” deyiverdi birden. Oturduğu berjerde ajandasına notlar tutan abisi, kardeşinden bir emir gelmiş gibi ayaklandı. Hiçbir şey söylemeden çıktı evden.
Krizlerini hatırladı birden Nilgün. Eylemlerini unutturacak kadar kendisini boğan krizler yaşamıştı. Bir defasında bebeğini düşürmek için ağır antibiyotikler içerken ailesi tarafından yakalanmış ve bu durumu ısrarları sonucunda ancak doktoru kendisine anlatmıştı. Yeni bir krizin mi eşiğindeydi? Yarım saat önce güne başladığı ailesi birden ters psikolojiye bürünmüştü. Karabasanlar üşüştü tekrar düşlerine. Kerim denizde canhıraş çırpınıyor, denizden sıçrayan su damlaları yüzüne çarpıyordu. Dün akşamki tartışmadan sonrasını hatırlamaması bu krizin habercisi olabilir miydi?
Teğmen Bahattin, telefonda Nilgün Durmaz’ın doktoru Cenk Sağlam ile görüşüyordu.
“Cenk Bey merhaba. Ben Altınova İlçe Jandarma Karakol Komutanı Teğmen Bahattin. Sizinle hastanız Nilgün Durmaz hakkında konuşmak istiyorum.”
“Buyrun Bahattin Komutanım. Nasıl yardımcı olabilirim?”
“Hastanız Nilgün Hanım… Bir konu hakkında ifadesini almamız gerekiyor ancak gerek hamileliği gerekse gördüğü psikolojik tedavi sebebi ile bir uzman olmadan bu işlemi gerçekleştiremiyoruz. Sizden ricamız, ifade alma işlemi için bir olur raporu yazmanız ve en kısa sürede tarafımıza faksla yahut mail ile göndermeniz. Mümkün müdür acaba?”
“Hastamın ifade vermesini gerektirecek konuyu bilmem gerekiyor öncelikle.”
“Bunu sizinle paylaşmamız şimdilik mümkün değil. Adli bir vaka olduğunu söyleyebilirim ancak.”
“Bakın Komutanım! Nilgün Hanım ağır bir hastam. Gebeliğinden dolayı uygun tedaviyi uygulayamıyoruz. Konunun ne olduğunu bilmeden; hatta hastamı görmeden böyle bir rapor hazırlamam mümkün değil. Eğer siz bana yardımcı olursanız ben de size yardımcı olabilirim.”
Bir süre sessizce bekledi Teğmen Bahattin.
“Adli konumuz cinayet Cenk Bey. Nilgün Hanım ise şüpheli durumunda.”
Cenk Sağlam, Dikili’deki tatiline ara vererek gelmişti Altınova Devlet Hastanesi’ne. Hastası üzerindeki zan, klinik notları ile birleşince cinayetin mümkün olabileceği çıkıyordu karşısına. Az sonra hastane koridorunda teğmen rütbeli birini görünce ona doğru ilerledi.
“Merhaba, Teğmen Bahattin Bey mi?”
İri cüsseli adam, sağ elindeki bereyi sol eline geçirerek tokalaşmak üzere hamle yaptı.
“Cenk Sağlam?”
Aynı nezaket ile karşılık verdi selamlaşmanın muhatabı.
“Evet.”
Sessiz hastane koridorunda ayakta dikilen ikiliden kamuflaj kıyafetli olanı, dikdörtgen koridorun sonundaki pencereleri işaret etti.
“Buyrun, şöyle geçelim.”
Konumlanmak istediği bölgeye geldiğinde sözlerine devam etti Bahattin Komutan.
“Bu sabah ilçemiz sınırlarında bir ölüm ihbarı aldık. Kerim Tokat, denize dökülen bir dere yatağında ölü olarak bulunmuş mahalleli tarafından.”
“Nilgün’ün nişanlısı! Altınova Dikili arasındaki Madra Çayı’nı mı kastediyorsunuz?”
“Evet.”
“Peki, Nilgün üzerindeki şüphenizin sebebi ne?”
“Ailesi şu an merkezimizde. Kendilerinden ve komşularından aldığımız teyitli bilgiye göre dün akşam şiddetli bir kavga yaşanmış ikili arasında. Nilgün Durmaz, yemek tabaklarından birini alarak Kerim Tokat’ın kafasına vurmuş. Zaten maktulün kafasındaki yara izi ve mutfaktaki çöp kovasından alınan porselen parçaları da bunu ispatlıyor.”
“Bir dakika! Ceset çay kenarında bulundu demiştiniz. Dünkü kavganın ardından Kerim Bey vefat ediyor ve Nilgün Hanım onu çaya mı taşıyor?”
“Hayır, öyle olmuyor. Kavganın ve darbenin ardından Nilgün Hanım odasına çekiliyor. Geri kalanlar da Kerim Bey’e ilk yardım uyguladıktan sonra maktul de odasına gidiyor. Bir süre verandada oturup kızları ve kardeşleri hakkında tartışan aile halkı da uyumak üzere yataklarına çekiliyor. Nedim Bey, yani Nilgün Hanım’ın abisi, gece uyku anında kardeşi ve nişanlısının konuşmalarını duyduğunu, ardından evin kapısının açılıp kapandığını beyan ediyor.”
“Bu kadarı bir kişiyi cinayet ile suçlamak adına kâfi mi?”
“Nilgün Hanım’ın odasında kurumuş çamur lekeli kıyafetler de bulundu Cenk Bey. Elbise dolabına tıkıştırılmış şekilde. Bu davranış, hastanız tarafından beklenen bir davranış şekli mi?”
Aklı karışmış gibi davranmaya çalışsa da Cenk, gerçeği biliyordu.
“Evet. Sanırım mümkün. Ağır travma yaşa…”
“Biliyorum Cenk Bey. Geçmişe ait bilgileri paylaştı bizimle Nilgün Hanım’ın ailesi. Şimdi siz bize ifade konusunda yardımcı olacak mısınız?” diyerek araya girdi Bahattin Komutan.
“Önce kendim görüşsem Nilgün ile daha doğru olur.”
“Tabi ki!” diyerek, koridoru işaret etti Komutan.
“Evet, ben bir katilim. Belki de cezai ehliyetim olmadığı için bu sahneye en uygun katil, benim. Doğmamış çocuğuma babalık yapmayı tereddütsüz kabul eden bir babanın katili, benim. Kumsaldan dönerken ayakları çamura bulanan katil, benim. Kıyafetleri yıkanmayan ve boynunda çizikler olan katil, benim. Tecavüzcüsünü aramaktan vazgeçen katil, benim. Kendi çocuğunun öz babasının katili, benim. Kayınpederine şantaj yapan bitik adamın katili, benim. Ama sana bunları söyleyemem doktor.”
“Nilgün, beni duyabilir musun?”
Hiç olmadığı kadar bilgin gözlerle baktı doktoruna Nilgün.
“Kaderine alışması gereken katil, benim doktor.”