Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

Hikaye: Sultanın Kılıcı

Diğer Yazılar

KAMBUR

KAYIP

BİR EFSANE BİR CİNAYET

Kerem Kaş
Kerem Kaş
1978 yılının güzel bir Mayıs sabahı dünyaya gözlerini açan Kerem KAŞ İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi mezunudur. 2019 Mayıs ayı sonunda ilk polisiye romanı "İNTİKAM" AZ Yayınevi tarafından basıldı. İlk hikayelerini 13 yaşından itibaren yazmaya başlayan yazar kendi branşı dışında çeşitli sinema filmlerinde yardımcı oyunculuk, özel bir radyoya skeç yazarlığı yaptı.

Caminin avlusunda çok fazla insan yoktu. Cenaze olduğu düşünülürse daha fazla insan olması icap ederdi aslında. Yoldan geçen birkaç kişinin, avluya baktıktan sonra herhalde fazla seveni yokmuş rahmetlinin diye düşündükleri kesindi.

Cenaze merasiminin en ön sırasında rahmetlinin yattığı musalla taşının hemen önündeki genç adam üzgün bir surat ifadesiyle başsağlığı mesajlarını kabul etmekteydi. Genç adamdan neredeyse bir kafa boyu uzun, zayıf ve yaşlı adam ise hemen genç adamın yanındaydı. Çene ve ağız yapısına, dar alınlarına ve kaşlarına bakanlar bu iki adamın akraba olduklarını hemen anlarlardı.

Tıknaz, ellili yaşlarda, çok şık bir takım elbise giymiş, sinekkaydı tıraşlı, göbekli bir adam genç adamın elini sıkarken, “Başın sağ olsun Ertem” dedi.

Ertem Söylemez kafasını kaldırarak bu şık adama baktı. “Sağ olun avukat bey” dedi. Yanındaki yaşlı adamı göstererek, “Amcamı tanıyor musunuz? Daha doğrusu rahmetli babamın amcası. Kendisi normalde Hollanda’da yaşıyor, cenaze için gelmişti.”

Avukat yaşlı adama dönerek küçük gözlerini kırpıştırdı. “Başınız sağolsun efendim” dedi.

Yaşlı adam üzgün bir suratla, “Teşekkür ederim, dostlar sağolsun” diyerek cevap verdikten sonra, “Adım Cevdet Söylemez” dedi. “Ertem’in de bahsettiği gibi Ertem’in babası Namık yeğenim olurdu.”

“Ben de Osman Kaygısız Cevdet Bey” diye cevap verdi avukat. “Böyle tanıştığımıza çok üzüldüm doğrusu ama elden ne gelir.” Biraz durduktan sonra ekledi. “Hayat…”

Cevdet Bey haklısınız manasında kafasını salladı ancak cevap vermedi. Avukat arkadan gelenlere engel olmamak amacıyla sıradan çıkarak Ertem’in yanında durdu. Kısık bir sesle, “Ertem Bey” dedi. “Bazı hukuki işler var. Biliyorsunuz babanızın neredeyse on yıllık avukatıyım. Cenazeden sonra müsait olur musunuz?”

Ertem solunda dikilmiş olan avukata dönerek, “Sanırım yemek falan verilecek” dedi. “Yarın görüşebiliriz ama.”

Avukat Osman Kaygısız kafasını sallayarak, “Tamam o halde” dedi. “Siz müsait olunca beni arayın olur mu?” Adamın elini tekrar sıkarak camiden çıkışa doğru ilerlemeye başladı.

***

Cevdet bey ellerini beline koyarak derin bir nefes aldı. Olduğu yerde bir tur dönerek içinde bulundukları geniş salonun her noktasını incelemeye başladı. Üsküdar’da ahşap eski bir evdeydiler. Kocaman salonun bir duvarında neredeyse duvarın tamamını kaplamış gibi gözüken kocaman bir şömine vardı. Üzerinde resimler, eski eşyalar. Salonun ortasında geniş, ahşap, bol çekmeceli bir sehpa, duvarlarda eski tablolar, bir köşede kapağı kırılmış bir piyano, antika masalar ve yüksek arkalıklı sandalyeler… İnsan burada yüz yıl geriye gitmiş gibi hissediyordu.

Cevdet Söylemez henüz vefat etmiş yeğeni Namık Söylemez’in oğlu Ertem’e dönerek, “Burası artık senin Ertem” dedi. “Baban biliyorsun ölene kadar bu evde yaşadı ve öldükten sonra bana da açıkça söylediği üzere burayı sana bıraktı.”

Ertem üzgünce kafasını salladı. Cevap vermedi. Cevdet Bey devam etti. “Buradaki eşyalar da demirbaştır. Yani ev ile birlikte işlem görüyorlar. Evi alan bu eşyaları da alacak. Baban zamanında böyle olmasını istemişti.” Ertem’e bakarak ekledi. “Biliyorsun baban çok fakir bir insan sayılmazdı. Senin de öyle sıkıntılı bir durumun yok bildiğim kadarıyla. Onun için burayı satmak sana birşey kazandırmaz. Sen ne düşünüyorsun?”

Ertem yutkunduktan sonra, “Haklısın amca” dedi. “Ben de burayı satmayı düşünmüyorum zaten. Hatta bu ihtimal hiç aklıma bile gelmedi. Babamdan kalan hatıra sayılır bu ev. Kalsın bence.”

Cevdet hafifçe sırıtarak, “İyi” dedi. “Böyle düşünmene sevindim.” Bir süre sonra devam etti. “Avukat ne zaman gelecekmiş?”

“Öğlende burada olacağını söylemişti ama. Herhalde birazdan gelir.” Aynı anda kapı çalınca iki adam da birden boş bulunup irkildiler. Namık Bey kapı zilini garip bir baykuş sesi olarak yaptırmıştı. Birden böyle boğuk bir ses çıkınca iki adam bu yüzden birden ürkmüşlerdi. Doğrusu evin atmosferi de ortamı biraz ürkütücü bir hale sokuyordu. Ertem amcasına hafifçe sırıttıktan sonra kapıyı açmaya gitti.

Tahmin ettikleri gibi gelen avukattı. Tipik bir evrak çantasını sol eline alarak sağ elini uzattı. Önce amcanın sonra Ertem’in ellerini sıktı. Kocaman salondaki şöminenin sağındaki büyük yemek masasına oturdular. Avukat bir sürü süslü klasik hukuki terimleri sıralarken iki adam da sadece dinlediler. Ara sıra Cevdet Bey bazı şeyler soruyordu o kadar. Ertem zaten böyle işlerden hiç anlamazdı. Ataşehir’de lüks sayılabilecek bir apartman dairesinde oturan ve bekâr olan Ertem hayatı boyunca para sıkıntısı çekmiş bir adam değildi. Babadan hatta dededen zengindi.

Cevdet Bey ısrarla bir şeyi öğrenmeye çalışıyordu. Şu anda içinde bulundukları ev ve içindeki eşyalar… Namık Bey’in diğer mal varlıklarıyla pek ilgilendiği yoktu. Zaten Namık Bey genelde herşeyi tek mirasçısına yani oğlu Ertem’e bırakmıştı.

Cevdet bir daha sordu. “Yani bu ev ve içindeki eşyalar taşınmaza ait değil mi?”

“Evet Cevdet bey. Evi alan içindekileri de alıyor basitçe.”

“Tamam zaten ben de öyle biliyordum. Bunu teyit etmemiz iyi oldu.” Bir süre düşündükten sonra, “Peki, evin içindeki eşyaların bir listesi var mı sizde?” diye sordu.

“Evet, yeğeniniz ölmeden önce evi ve içindeki eşyaların bir envanterini çıkartıp noterde onaylattırmıştı. Ben de yanındaydım. Eşyaların bir tekinin bile kaybolmamasını istiyordu.” Evrak çantasından bir dosya çıkartarak bunu Cevdet’e uzattı. “Sizde de bir tane kalmasını isteyeceğinizi düşündüğümden kopyaladım. O dosya sizde kalabilir.”

Cevdet dosyayı incelerken, “Evet sağolun avukat bey” dedi. “Doğru düşünmüşsünüz.”

Avukat heyecansız adeta ifadesiz bakışlarını bu sefer Ertem’e çevirerek, “Namık Beyin bankada Türk Lirası ve Euro hesabı vardı. Sizin de haberiniz vardır. Ayrıca Sirkeci’de ufak bir han. Handa altı tane işyeri var. Kiracıların kontratları ve kira miktarları da burada.” Başka bir dosya çıkartarak bunu da Ertem’e uzattı. “Babanız bu kiracılara güvence vermişti. Yani çoğunun bir seneden fazla kira kontratları var. Herhalde siz de buna itiraz etmezsiniz Ertem Bey.”

Ertem, “Yok canım” dedi. “Tabi kiralar devam etsin, bence bir sakıncası yok.”

Cevdet sabırsızca elindeki dosyayı masaya bıraktı. “Bu ev de Ertem’e kaldı değil mi?”

“Evet.”

Ertem sakince, “Ben zaten burayı satmayı düşünmüyorum” dedi. “Bana bir zararı yok ayrıca ihtiyacım da yok çok şükür. Eşyalar deseniz hiçbiri de kullanabileceğim veya meraklısı olduğum şeyler değil. Zaten eski püskü şeyler, bir değerleri de yok. Yine bu evde kalsın, zaten dekora da oldukça uyuyorlar. İnsan burada 100 yıl öncesine gittiğini düşünüyor.” Dişlerini göstererek sırıttı. Ancak genelde ciddi bir insan olan amcası ve mesleği gereği fazla sulu bir insan olmayan avukatın gülmeyen surat ifadelerini görünce gülümsemesi söndü. Derin bir nefes alarak daha ciddi olmaya çalıştı. “Neyse o zaman, ileride bakarız.”

Avukat Osman Bey birkaç ufak tefek detaylarla ilgili bilgi verdikten sonra evden ayrıldı. Zaten Ertem, Avukat Osman’ın babasından sonra kendisinin de özel avukatı olmasını teklif etmiş avukat da kabul etmişti.

Osman gittikten sonra Cevdet evi son bir defa daha dolaştı. Akşama doğru Ertem’in yanına gelerek, “İşlerimi halletmek için Hollanda’ya dönmek zorundayım evlat” dedi. “Bu gece uçacağım. Bir bilemedin iki aya kadar tekrar geleceğim. O zaman bazı şeyleri konuşuruz.”

Ertem şaşkınca kaşlarını yukarı kaldırarak, “Öyle mi?” diye sordu. “Keşke biraz daha kalsaydın be amca?”

“İsterdim ancak acil işlerim var ama merak etme iki ay içinde tekrar geleceğim muhakkak. Tam geleceğim günü sana bildiririm.”

“Tamam sen öyle diyorsan… Seni havaalanına bırakayım.”

“Yok yok gerek yok. Şuradan bir taksiyle giderim ben. Zaten herşeyim hazır.” Ertem ile tokalaştıktan sonra, “Haydi bakalım evlat” dedi. “Gitme vakti. Dediğim gibi bu eve iyi bak.”

Ertem derin bir nefes alarak, “Merak etme amca” dedi. “Görüşürüz.”

***

İki gün sonra Ertem her zaman yaptığı gibi spor salonuna gitmiş ve yine her zamanki gibi kardiyo aletinden çabuk sıkılmış ve yorulmuş bir şekilde evine dönmeye hazırlanırken yanına bir adam geldi. Ufak tefek, temiz yüzlü, siyah gözlü bir adamdı. “Merhaba” dedi. “Buraya yeni başladım da. Size birşey sorabilir miyim?”

Ertem adama bakarak, “Doğrusunu söylemek gerekirse işleyişle ilgili pek birşey bilmiyorum arkadaşım” dedi. “İstersen bir çalıştırıcı bul da ona sor. Yardımcı olabileceğim şüpheli.”

Adam hafifçe sırıttı. “Böyle yerleri bilirsin. İlk gün sana kral muamelesi yaparlar ama ikinci gün kimse seni iplemez. Ya da görmezden gelirler. Seninle ilgilenmelerini istiyorsan ya çok paran olacak ya da anlarsın işte bayan olman lazım.”

Ertem de sırıttı. “Bak işte bunda haklısın. Ne sormak istiyordun?”

“Açıkçası burada çalışan adam bana bir çizelge gibi birşey verdi ama okuyamıyorum. Kargacık burgacık bir takım yazılar. Yani dün başladım bugün ikinci gelişim. Nasıl başlamalıyım diye soracaktım? Siz kardiyo ile mi başlıyorsunuz yoksa bisiklet ile mi?”

“Bence önce ısının. Bisiklet yapın en son kardiyo yapmalısınız…”

Adam ona inanmaz gözlerle bakınca Ertem tekrar sırıtarak, “Vallahi ne bileyim ben hep öyle yapıyorum ama…” Adama biraz daha yaklaşarak kulağına eğildi. “Ne yalan söyleyeyim, ben de pek bilmiyorum. Öylesine takılıyorum. Bayan olmadığım için bana da kimse göstermedi.”

Adam dayanamayarak bol keseden bir kahkaha atınca ciddi bir şekilde çalıştığını zanneden birkaç kişi iki adamın bulunduğu yere döndü. Ertem de gülüyordu. Gülme faslı kesilince adam elini uzattı. “Adım Hilmi, Hilmi Gökmen.”

“Ertem ben de. Memnun oldum.”

Hilmi de Ertem’in yaşlarında bekâr bir adamdı. Özel bir şirkette satın alma bölümünde çalıştığını söyledi. Ertem, Hilmi’nin hem spor salonunun hem de Ertem’in evinin bulunduğu Ataşehir’de kirada oturduğunu, aslen Adana’lı olduğunu, 3 sene öncesine kadar da orada yaşadığını ve 3 sene önce İstanbul’a gelip yerleştiğini muhabbet sırasında öğrendi. İki adam akşam boyunca hem spor yapıp hem muhabbet ettiler. Ertem de kendisinden bahsetti biraz. Babasının yakın zamanda ölmesinden, iki defa nişanlanıp ayrılmasından bahsedince Hilmi, “Sanırım evlilik bana göre de değil” diyerek araya girdi. “Ben evlendim ancak 1 sene olmadan boşandım” dedi. “Allahtan çocuğumuz yoktu. Çocuk olunca zor oluyor.”

Ertem de ona hak verdi. Evliliğin özellikle erkeklerin yaşama özgürlüğüne yaptığı etkiden bahsettiler. Sonra her erkek muhabbetinde olduğu gibi futbola ve politikaya geçtiler. Spordan çok muhabbet etmişlerdi ancak iki yeni arkadaş da bundan memnundular.

Akşam çıkışta Hilmi, “Çok memnun oldum Ertem” dedi. “İnan son yıllarda hiç böyle kaliteli bir muhabbet yapmamıştım. İyi geldi bana doğrusu.”

Ertem de Hilmi’nin elini sıkarak, “Aynen vallahi” dedi. “Eh tamam öyleyse yarın yine görüşürüz burada. Hergün geliyor musun?”

Hilmi işaret parmağıyla çok olmasa da hafifçe bir yumru oluşturmuş göbeğini göstererek, “Yani…” diye mırıldandı.

İki adam da gülerek vedalaştılar.

***

Ertem’le Hilmi spor salonu dışında ilerleyen haftalarda akşamları falan da görüşmeye başladılar. Çoğu zaman spordan sonra yemek yemeye veya birşeyler içmeye gidiyorlardı. Ertem Hilmi’nin eski eşyalar ve antikalara merakını da böyle bir sohbet sırasında öğrendi. Hafif çakırkeyif olduğu bir gün, “Ohooo…” dedi. “Benim babadan kalma bir evim var. Ev dediysem mütevazilikten diyorum yani vallahi bak… Basbayağı konak gibi birşey. Ahşap, eski ve üç katlı. Geniş kocaman bir salon, şömine, balkon ve eski eşyalar dolu. Kesin hoşuna gider.” Birasına sarılarak geniş bir yudum aldı.

Hilmi hakikaten de ilgilenmişti. “Sen ciddi misin? Ataşehir’de yaşamıyor muydun sen?”

“Ev Üsküdar’da. Zaten orada kalmıyorum ki. Babam öldüğünden beri bomboş duruyor.”

“Hadi ya… Oğlum ne manyaksın, benim öyle evim olacak.”

“Tahmin ederim. Herhalde toza, toprağa, pisliğe hatta soğukluğuna bakmadan orada kalırdın. Ev de ısınma tertibatı bile yok be. Kıçın donar orada.”

Hilmi de birasından içerken, “Ulan ne adamsın” diye serzenişte bulundu.“Ev temizletilir ne olacak? Sonra kat kaloriferi diye birşey var, en kötü doğalgaz sobası. Isınmak dert mi yani?”

“İşte meraklı olan yapar. Benim hiç işim olmaz. Amcamı bekliyorum Hollanda’da yaşıyor sana demiştim ya. Bir ay içinde gelecekmiş. O zaman evin de akibeti belli olur.”

Hilmi birasından bir yudum daha aldıktan sonra kulplu bardağı ahşap masaya bıraktı. Sonra aklına birden gelmiş gibi hevesle Ertem’e döndü. “Bana bak bir gün gidip bakalım mı ne dersin?”

Ertem de hafif kapalı gözleriyle ona dönerek, “Nereye eve mi?” diye sordu. Sarhoş olmasına ramak kalmış şaşkın gözlerle arkadaşına bakıyordu.

Belki Hilmi de iki büyük biradan sonra sarhoş olmaya yaklaşmıştı ancak bu son haberden sonra adeta gözleri açılmıştı. Ayılmış canlanmış gibiydi. Hevesle kafasını sallayarak, “Aynen” dedi.

“Nesine bakacaksın be Hilmi. Dediğim gibi bir sürü eski püskü şey…”

“Kesin antika masa falan da vardır. Şöyle her tarafta çekmecesi olan birşey.”

Birasını kafasına dikip bitiren Ertem, “Evet” dedi. “Aynen o tür birşey var.”

Hilmi sevinçle gülerek, “Ah işte tamam” dedi. “Zaten eski bir antika masa daima vardır. Ne zaman gidiyoruz onu söyle şimdi?”

Ertem ayaklanarak, “Bence artık eve gitmeliyiz” dedi. “Yarın iş var erken kalkacağım.”

Hilmi de arkadaşına uyarak ayaklandı. “Tamam o zaman bu cumartesi gidelim ne dersin?”

Ertem arkadaşına hafifçe sırıtarak, “İyi ya” dedi. “Gideriz…”

O gün salıydı.

***

Ertesi gün akşama doğru Ertem işten çıkmaya hazırlanıyordu. Ofisinden çıkıp kaldırıma park ettiği arabasına ilerlerken arkasında bir tıkırtı duydu. Döndüğünde birşey göremedi. Tam kararmamış hava yolda tek tük yürüyen insanlar haricinde birşey yoktu. Nedense tedirgin olmuştu. Tekrar arabasına döndüğünde bir adamın hemen karşısında dikildiğini gördü.

Avukat Osman her zamanki ifadesiz suratı ve sakinliği ile, “Merhaba Ertem.” dedi. “Nasılsın?”

Ertem kendi salaklığına hafifçe gülerek, “İyiyim, iyiyim Osman abi sağol” diyebildi.

“Vaktin varsa, sana söylemek istediğim bazı şeyler vardı da. Babanın ölümü ile ilgili.”

Ertem, “Hayırdır Osman abi” dedi. “Yoksa babamın herkesten gizlediği denize bakan bir koyda bir arsası falan mı varmış?” Seslice güldü ancak geçen günde de olduğu gibi avukatın yüzünde tek bir kas dahi oynamamıştı. Ertem yine mahcupça susmak zorunda kaldı.

Tamamen ciddi bir insan olan avukat, “Yok hayır” dedi. “Öyle birşey yok. Aslında çok ciddi birşey de değil ama…”

Ertem, “Tamam tamam Osman abi” dedi. “Hallederiz. Atla arabaya bir yerlere gideriz.” Arabanın kapısını açtı.

Osman Kaygısız, “Sana zahmet vermeyeyim” dedi. “Şu karşıdaki kahveye gidelim iki çay içeriz.”

Ertem’in ofisinin karşısındaki cafelerden birini gösteriyordu. Ertem henüz açtığı arabasının kapısını kapatarak, “İyi ya” dedi. “Öyle olsun.” Arabanın alarmını çalıştırarak avukatın ardından cafeye yöneldi.

Beş dakika sonra alçak masanın ardındaki küçücük sandalyelerde oturmuşlardı. Garson önlerine iki çay bardağı koydu. Yarım saat avukatın işleriyle meşgul oldular. Ertem’in imzalaması gereken bir takım resmi belgeler vardı. Avukat gayet bilgili bir insandı. Herşeyi açıklayarak Ertem’e anlattı. Zaten Ertem eskiden beri tanırdı adamı. Babasının avukatı iken de birçok kereler karşılaşmışlardı. Hatta bir keresinde babası adamı evine yemeğe davet etmişti. Ertem de vardı bu yemekte.

Birden Ertem’in yanı başında bir ses, “Ooo beyim naber?” deyince Ertem ve avukatın dikkatleri dağıldı. İkisi de kafalarını kaldırıp bu yeni gelene baktılar.

Hilmi ufak sandalyelerden birini çekerek Ertem’le avukatın karşısına oturdu. “Bugün sporu da kırdın ha?”

Ertem gülerek, “Vallahi bugün öyle oldu be Hilmi” dedi. “Tanıştırayım avukatım Osman Kaygısız. Aynı zamanda babamın da avukatıydı.”

Hilmi elini adama doğru uzatarak avukatın hafif tombul elini sıktı. “Bendeniz de Hilmi efendim. Hilmi Gökmen. Ertem’le beraber spora gidiyoruz.”

Avukat kafasını salladı. “Memnun oldum.”

Ertem Hilmi’ye döndü. “Sen nereden çıktın yahu?”

“Spora gelmeyince belki hâlâ çalışıyorsundur diye bu tarafa doğru geldim. Baktım ofisin ışıkları falan kapalı herhalde gitmişsindir diye düşündüm. Eve gidecektim ben de bir çay içeyim de öyle giderim dedim. Sonra hop bir anda siz gördüm. Tesadüf yani anlayacağın.”

“Anladım, iyi olmuş. Sana haber veremedim bugün işler biraz yoğundu geç çıktım zaten. Ektim sporu yani anlayacağın.”

Hilmi gülümseyen bir suratla başını yana eğerek, “Çok şey kaçırdın kardeşim” dedi. “Bugün salona bir kız geldi ki üff!”

Ertem gülerek, “Hadi oradan…” dedi. “İşin gücün dalga dümen.”

O sırada yanlarından geçen garsona doğru el işareti yapan Hilmi, “Dostum” dedi. “Bana da bir çay gönderir misin?” sonra tekrar Ertem’e döndü. “Sen daha inanma bakalım. Neyse kızı yarın görürsün artık. Tabi yine ekmezsen…” diye de eklemeyi unutmadı.

Avukat Osman Bey terbiye ölçülerinde boğazını temizleyince iki adam da ona döndüler. “Ben artık gideyim Ertem. Gerisini sonra hallederiz. Zaten çok önemli birşey de kalmadı.”

Ertem, “Tamam Osman abi” dedi. Avukat elini cebine attığını gören Ertem adamın elini tutarak, “Aman abi ne yapıyorsun alt tarafı iki tane çay” dedi. “Ben hallederim. İstersen biraz daha bekle, seni evine bırakırım.”

“Yok canım gerek yok sağol Ertem. Görüşmek üzere.” Yeni tanıştığı Hilmi’ye de bakarak, “Size de iyi günler Hilmi Bey” dedi ve kapıya yöneldi.

Avukatın arkasından kısa bir ıslık çalan Hilmi ise, “Vay anasını ne kibar adam yahu” demekten kendini alamamıştı.

***

Cumartesi günü öğleden sonra buluşan iki arkadaş Üsküdar’a Ertem’in babasından kalma evine gittiler. Ertem arabasını evin karşısındaki boş arsanın kenarına çekerek kafasıyla evi gösterdi.

“İşte bizim konak bu.”

Hilmi yine pozitifliği üzerinde bir tavırla heyecanla eve baktı. Uzun bir ıslık çalarak, “Vay anasını be!” dedi. “Ulan burayı müteahhide versen koca apartman diker sana da en az 6-7 daire çıkar. Şu arsanın genişliğine bak.”

“Evet arsa geniş ama bakımsız. Bahçede bir sürü yabani ot falan var.”

Arabadan çıkarak eve doğru yöneldiler. Ertem cebinden anahtarını çıkartarak ahşap kapıyı açarken, “Buyur bakalım, hoş geldin” dedi.

Hilmi hafifçe sırıtarak içeri girdi, peşinden de Ertem. Ev aynen babasının ölümünden sonraki gibi duruyordu. İçeri girişte sağda portmanto tipli geniş bir dolap vardı. Yer ahşaptı. Ayakkabılarını çıkartmadan ilerlediler. Birkaç metre sonra geniş salon başlıyordu. Yerde eski püskü bir halı ve çevresinde koskocaman koltuklar vardı. Salonun sağ köşesinde Hilmi’nin sorduğu eski bir yazı masası ve sandalyesi, sol tarafta ise Amerikan tarzı camlı bol kapaklı masalı bir konsol vardı. Yazı masasının biraz gerisinde avukatın bir ay kadar önce vasiyeti açıklarken oturdukları yemek masası ve çevresinde sandalyeler bulunuyordu. Tam karşılarında ise kocaman şömine. Üzerinde ince, hafif kıvrık, uzun bir kılıç kabzasıyla birlikte asılmıştı. Şöminenin raflarında ise bir sürü küçük biblo tarzı süsler duruyordu. Duvarlarda da bir sürü tablo vardı. Perdeler koyu renk olduğu için içerisi karanlıktı. Ertem giderek yola bakan ağır yün kumaşlı perdeleri açınca ortalık biraz daha aydınlandı.

Hilmi, “Vay vay vay…” diyerek ilerledi. Önce kılıca bir göz attı, sonra koltuklara elini sürdü. Tekli bir berjeri kaldırarak ağırlığına baktı. Sonra yazı masasına gitti. Üstteki çekmeceleri açarak içlerine bir göz attı. Yemek masasına şöyle bir göz attı ancak herhalde pek ilginç bulmadığından incelemedi. Geri dönerek şömineyi de inceledi bir süre. Hatta kafasını bacadan yukarıya bakmak istiyormuş gibi içine bile soktu.

Ertem hafifçe sırıtarak, “Eee ne diyorsun?” diye alayla sordu.

Hilmi hâlâ etrafına bakarak şömineden ayrıldı. “Vallahi kardeşim çok güzel” dedi. “Ben senin yerinde olsam burada yaşardım.”

“Yok artık…”

“Neden olmasın? Tamam ev bayağı büyükmüş ısınmak biraz sorun olabilir kabul ediyorum ama yine de çaresi var yani.”

Salon hemen girişle başladığı için koridor veya sofa yoktu evde. Diğer odalara salondan başlayan kapılarla geçiliyordu. Dipteki kapıyı açan Hilmi burada merdivenler olduğunu fark etti. Ertem açıklama yapmak zorundaymış gibi, “Bu merdivenlerden üst kata çıkılıyor işte” dedi. Üstte de üç yatak odası bir de tuvalet var. Burada da diğer kapı mutfak. Mutfaktan kiler gibi bir yere iniliyor. Orası toprak altında kalıyor. Eskiden buzdolabı olmadığından yiyecekleri burada saklıyorlarmış.”

Hilmi, “Evet bunu duymuştum” diyerek mutfak kapısını açtı bu kez. İçeriye girerek, “Yuh artık…” diye mırıldandı. “Ulan benim salon kadar burası be! Belki de daha büyüktür.”

Peşinden gelen Ertem hafifçe güldü. “Evet bayağı büyük.”

Bir süre daha evi dolaştıktan sonra salonda o eski koltuklara oturdular. Ertem, “Kahve içelim mi?” diye sordu. “Geçen geldiğimizde bir kavanoz almıştım. Hatta süt tozu da var.”

“Bana uyar kardeşim.”

Ertem, “Tamam sen otur ben hallederim” diyerek yerinden kalktı. Mutfağa giderken Hilmi de yerinden kalkmıştı. O giderken arkadaşının duyabileceği bir şekilde sesini yükselterek, “Koltuklar rahatsız da değil Ertem” dedi. “Tamam biraz eski falan ama hâlâ sağlamlarmış.” Yürüyerek eski yazı masasına gitti. En çok bu yazı masası onun ilgisini çekmişti nedense. Mutfak tarafına bir göz atarak arkadaşının görünürde olmadığına emin olunca yere eğildi. Antika yazı masasının altına bakmaya çalışıyordu. Yere oturarak kafasını yazı masasının altına doğru soktu. Sanki bir şey arıyormuş gibiydi. Biraz sonra suratında daha öfkeli bir ifadeyle masanın altından çıktı ve ayağa kalktı. Cebinden telefonunu çıkartarak önce yazı masasının sonra diğer köşedeki aynalı, bol cam kapaklı, konsolun sonra da şöminenin üzerindekilerin özellikle kılıcın resmini çekti. Derin bir nefes alarak daha kararlı bir şekilde mutfağa doğru yürüdü. Mutfak kapısından girerken, “Yahu bütün işi kendin yapıyorsun moruk” dedi. “Bırak ta yardım edeyim.”

Ertem iki fincana boşalttığı kahvelerin üzerine sıcak su ilave ederken, “Ulan ne olacak ali nazik kebabı yapmıyoruz ya” diye söylendi. “Al bak istersen süt tozu da şurada.” Kendi kahvesine şeker veya süt tozu koymadan karıştırmaya başladı.

Kahveler hazırlandıktan sonra salona döndüler.

Tekli koltuğa yayılır gibi oturan Hilmi, “Vallahi ne yalan söyleyeyim evin çok güzel” diyerek konuyu açtı. “Eşyalar da eski falan ama güzel ve kullanışlı. Ayrıca sağlamlar hâlâ. Ama bahçe bakımsız ve bu taraflardaki serseriler için bulunmaz mekân söyleyeyim.”

“Nasıl yani?”

“Yani oğlum, tinerciler falan işte. Buralara gelip çöreklenebilirler. Çöplerini atıp, ateş falan yakıp ortalığı mahvedebilirler. Hatta eve bile girmeye kalkabilirler. Kapıyı pencereyi kilitliyorsun değil mi?

“Yahu herhalde. Ayrıca ilk kat pencerelerinde demir var ama bahçe açık tabi. İsteyen birileri bahçeye girebilir.”

“Belki de bahçeye demir parmaklık falan yaptırmalısın. Bahçe kapısını da demir ve kilitlenebilen cinsten yaptırabilirsin. O zaman hiçbir şey olmaz.”

“Dediğim gibi amcam gelsin de, onu bekliyorum. O daha iyi bilir bu işleri.”

“Doğru ya amcan gelecekti değil mi? Ne zaman gelecek demiştin?”

“Birkaç haftaya gelir herhalde. Gelmeden arayacaktı.”

Hilmi kahvesini kafasına dikerek bitirirken, “Tamam anlaşıldı” dedi. Sağ gözünü kırparak koltuğunda hafifçe öne doğru eğildi. “Kirada anlaşırsak eve talibim.”

Ertem bol bir kahkaha atarak, “Tamam kardeşim düşünürüz” diye cevapladı.

Hilmi de gülerken, “İstersen bana sadece mutfağı da kiralayabilirsin yani” dedi. “Ne de olsa benim salondan büyük.”

İki adam neşeyle gülerlerken Ertem’in cebi çaldı. Hemen önlerindeki cam sehpa üzerindeki telefona uzanan Ertem hâlâ gülüyordu. Ekrana bakıp Avukat Osman yazısını görünce biraz şaşırsa da umursamadan açtı. “Merhaba Osman abi nasılsın?”

“Selam Ertem iyiyim sağol. Nerdesin?”

“Babamın evindeyiz Hilmi ile beraber, kahve içiyorduk. Buyur istersen kahvem var.”

“Hilmi mi? Hilmi Görkem değil mi?

“Evet, abi hayırdır?”

“Bak Ertem sana bir şey anlatmak istiyorum ama telefonda olmaz. Biraz da acil, yani daha doğrusu bana öyle geliyor.”

Bu anlamsız laflardan pek bir şey anlayamayan Ertem şaşkınca kaşlarını çatarak, “Anlayamadım abi” dedi. “Sana öyle gelen nedir?”

“Ertem seninle hemen buluşmamız gerekiyor. Babanın evine çok yakınım zaten. Evin hemen karşısındaki sokağın içindeki parkta buluşalım. Misafirin olduğunu biliyorum ama sorun da bu zaten. Yani konuşacaklarımız arkadaşın Hilmi Görkem ile ilgili. Beş dakikaya orada olurum. Gelmen lazım.”

“Ama Osman abi yani şimdi mi?”

“Evet şimdi konuşmalıyız. Biliyorum ayıp olacak ama inan şart bu. Arkadaşına bir bahane uydur, hukuki bir şey olduğunu acil olduğunu yarım saate geleceğini söylersin. Zaten en fazla o kadar sürer belki daha bile az. Tamam mı?”

Ertem oturduğu eski koltukta dikleşerek, “Yani tamam Osman abi” dedi. “Sen öyle diyorsan, madem acilmiş. Hilmi bir şey demez herhalde.” Bu sırada konuşmaya kulak misafiri olmuş ve ismi geçtiğinden ilgiyle Ertem’e bakan Hilmi, olayı anlamak istermiş gibi kaşlarını çatmış elini ne oluyor manasında sallamıştı.

Ertem bir dakika der gibi işaret parmağını arkadaşına uzatarak, “Tamam Osman abi hemen çıkıyorum” dedi ve telefonu kapattı.

Hilmi şaşkınca, “Neler oluyor Ertem?” diye sordu.

Ertem ayaklanırken, “Hilmi yahu özür dilerim kardeşim” dedi. “Ama benim acil çıkmam gerekiyor. Avukat aradı bazı önemli şeyler varmış. Fazla sürmez dedi. Herhalde yirmi dakikaya gelirim. Sen takıl biraz. Kahvenin yerini biliyorsun.”

Hilmi de ayağa kalkmıştı. “Tamam, tamam sıkıntı yok. Ben takılırım da hayırdır böyle aniden?”

“Vallahi ben de anlamadım. Bakalım ne diyecek? Gelince anlatırım.”

Ertem kafası karmakarışık bir şekilde kapıyı çekerek çıktı. Beş dakikada parka vardı. Avukat dediği gibi parkın hemen girişindeki bankta oturuyordu. Ertem’in geldiğini fark edince ayaklandı. Ertem de ayaktaki avukatın elini sıktı. Merhabalaştıktan sonra banka yan yana oturdular.

“Hayırdır Osman abi? Sesin telaşlıydı?”

“Sen bu adamla ne zaman tanıştın Ertem?”

“Kimle Hilmi’yle mi?”

“Evet, Hilmi Görkem’den bahsediyorum.”

“Yani, ne bileyim 3 hafta falan olmuştur. Neden ki?”

Avukat derin bir nefes aldı. “Bak Ertem bu adamın pek sağlam ayakkabı olmadığını sanıyorum. Bir kız yüzünden kanlı bıçaklı olduğu birileri varmış. Kızı hamile bırakmış sonra kaçmış. Kızın abileri her yerde bunu arıyorlarmış.”

“Bunu da nereden çıkardın abi?” Ertem şaşırmıştı.

“Şans eseri bir davada müşteki olan bir adamın geçmiş siciline bakarken Hilmi Gökmen adıyla karşılaştım. Senin arkadaşın olduğunu bildiğimden bir bakayım dedim ve 3 sene önceki davayı gördüm. Kızın babası bu Hilmi’yi şikâyet etmiş, kızın rızası vardı kararıyla Hilmi’yi salıvermişler. Kızın abileri de bilirsin işte namus davası deyip bunun peşine düşmüşler. Olay Adana’da oluyor. Hilmi o sene kaçıp izini kaybettirip İstanbul’a gelmiş herhalde.”

“İsim benzerliği falan olmasın?”

“Dava dosyasında resmi de vardı. İsim benzerliği değil.”

“Allahallah hiç anlatmadı.”

“Yani demek istediğim bu adama ben pek ısınamadım. Sen de çok güvenme. Avukatlık hissi de, tecrübe de, ne dersen de artık.”

Ertem kaşlarını çatarak bankın hemen önüne tünemiş belki yiyecek birşeyler atarlar diye bekleyen gri tüylü kediye bakarken, “Tamam abi sağol” diye mırıldandı.

Avukat ayaklandı. “Neyse, ben gideyim artık. Zaten acelem vardı.”

Avukat Osman Bey uzaklaşırken Ertem adamın arkasından biraz şaşkınlık biraz da endişe ile baktı. Hilmi ile tanışmalarını düşünüyordu. Adam bana yaklaşmaya çalışmış olabilir mi? diye içinden geçirdi. Kendisinden bir borç istemiş falan değildi. Belki de geçmişteki bu olayın onunla olan arkadaşlığıyla hiçbir ilgisi yoktu. Herkesin geçmişinde böyle talihsizlikler olabilirdi. Belki de olay bir yanlış anlaşılmaydı. Ama neden bu konu hakkında kendisine hiçbir şey anlatmamıştı? Belki de anlatmak istemiyor bu olayı unutmaya çalışıyordu. Olabilirdi bu.

Bütün bu düşüncelerle babadan kalma evinin kapısına geldiğini fark etti. Anahtarını çıkartarak kapıyı açarken, “Acaba ona sorsam mı bunu” diye düşündü. “Ama o zaman da bunu nereden duyduğumu falan soracaktır. En iyisi zamana bırakayım, belki kendiliğinden anlatır.”

Ertem salona girince donup kaldı.

Hemen şöminenin önünde o eski halının üzerinde Hilmi yatıyordu. Kanlar içindeydi. Sırtüstü yere uzanmış kollarını iki yana açmıştı. Çoktan dünya değiştirmiş vücudunun hemen yanında şöminenin üzerindeki büyük bir hançere benzeyen o kıvrık kılıç vardı. Kılıç da neredeyse kabzasına kadar kan içindeydi. Hilmi’nin gözleri açık kalmıştı ancak çoktan öldüğü belliydi.

Ertem yutkunarak derin bir nefes aldı. Hilmi ölmüş daha doğrusu öldürülmüştü!

Birisi veya birileri şöminenin üzerindeki kılıcı alıp belki de defalarca Hilmi’ye saplamıştı.

Cinayetti bu!

Gözlerini kocaman açmış olayı idrak etmeye çalışırken kapı çaldı.

Ertem şok halinde olduğu yerde zıpladı. Ne yapacağını bilmeden boş gözlerle etrafına bakıyordu. Kapı bir kere daha bu sefer üst üste çalmaya başladı. Sonra kapının önündeki bağırarak, “Ertem benim Ertem, Osman…” diye bağırdı. “Sana birşey daha sormak istiyordum kapıyı açar mısın?”

Ertem rüyada gibi cesede hiç dokunmadan kapıya gitti ve açtı.

Osman Ertem’in halini görünce duraksamıştı. “Ne oldu Ertem?”

Ertem cevap vermeden hâlâ şaşkın ve korkulu bir yüzle avukata bakıyordu. Aslında şu ara bu eve ondan daha uygun biri gelemezdi belki de.

Avukat kaşları çatık bir halde içeri girerek kapıyı ardından kapatırken iki gözü hâlâ Ertem’deydi. “Ne oldu Ertem? Söylesene… Suratın kireç gibi olmuş.”

Konuşamayan Ertem kafasını çevirip salon tarafını gösterince Osman o tarafa döndü ve en sonunda manzarayı gördü. “Aman Tanrım…” Hemen giderek cesedin yanına eğildi ve nabzına baktı. “Bu adam ölmüş, Ertem ne yaptın?”

Ertem boğazındaki yumruyu zorlukla yutkunmaya çalışarak, “Ben… ben birşey yapmadım Osman abi…” diye kekeledi. “Yani eve geldim… geldiğimde böyleydi.”

“Bu adam öldürülmüş Ertem. Aman Tanrım kılıç… Şöminenin üzerinde duran kılıç değil mi bu?”

“Vallahi billahi anlayamıyorum Osman abi. Ben… ben seninle konuştum sonra geldim eve… yani… eve geldim bu şekilde buldum ben, yemin ederim.”

“Ertem bana doğruyu söyle! Ben… Ben birşeyler duydum.”

“Ne duydun Osman abi?”

“Spor salonundaki eğitmen çocuk sizin kavga ettiğinizi söyledi. Hatta Hilmi kavgadan dolayı erken ayrılmış galiba salondan.”

Ertem şaşkınca, “Ne kavgası?” diye sordu.

“Dün akşam gittim salona seni yakalarım diye ama sen çıkmışsın. Oradaki eğitmene sordum seni, önce hatırlamadı sonra hee şu kavga edenleri mi soruyorsunuz dedi. Sonra konu açıldı tabi. Ne kavgası diye sordum anlattı. Hilmi ile sen kavga etmişsiniz, hatta sen küfür bile etmişsin sonra da çekip gitmişsin. Giderken de ‘sen görürsün sana yapacağımı bilirim ben’ demişsin. Çocuk açıkça bunu duyduğunu söyledi bana.”

“Sen şaşırdın mı Osman abi? Ne kavgası ne tehdidi? Ben tehdit etmedim Hilmi’yi…”

“Peki kavga etiniz mi?”

“Yani aslında basit birşeydi. Nasıl çıktığını bile hatırlamıyorum ama öyle tehditler küfürler falan yoktu. Aman Allahım ya kafayı yiyeceğim…”

“Sakin ol da anlat…”

“Hilmi bana bir hafta kadar önce kıyıda köşede biraz parası olduğunu ve değerlendirmek istediğini söyledi. Bana borsada bir kâğıt ismi söyledi. Öyle önemli bol hacimli bir kâğıt da değil. Daha çok spekülatif bir hisse. Sence alayım mı ne dersin diye sordu. Ben de sen bilirsin dedim. Yemin ederim ille de al kaçmaz falan demedim. Dün yine spordayken morali bozuktu. Önce sordum söylemedi. Sonra bu hisseden zarardaymış galiba, anlattı. Birden bana yüklenmeye başladı. Senin yüzünden demeye başladı. Ne güvensizliğimi bıraktı ne de sorumsuzluğumu… Şaşırdım kaldım inan. Ben ona ille bu hisseyi al dememiştim ki. Aynen böyle kendimi savununca da iyice çıldırdı. Bağırıp çağırdı sana güvenilmez dedi ve çıkıp gitti. Ben olayı bile anlayamadım inan. Sonra ertesi gün yani bu sabah da arayıp özür diledi. Kafam çok doluydu kusura bakma dedi. Hatta kendini affettirmek için bu öğlen bana yemek ısmarladı. Akşam da buraya geldik. Olay bu. Ben asla onun arkasından sen görürsün veya sana gününü göstereceğim falan da demedim. O eğitmen şaşırmış herhalde.”

Osman kuşkulu bir biçimde Ertem’e baktı. Derin bir nefes alarak kafasını öne eğdi. Cevap vermedi.

“Sen… sen inanmıyorsun değil mi bu zırvalara?”

“Bilmiyorum Ertem. Belki basit bir kavgaydı bu. Bilirsin her arkadaş arasında zaman zaman olabilir. Büyütülecek birşey değildi belki ama o eğitmen çocuk mahkemede de bu ifadeyi verirse… Evin her tarafı gördüğüm kadarıyla kapalı ve kilitli, ayrıca kapı da zorlanmamış. Yabancı birinin eve geldiğini gösteren hiçbir şey yok. Polisin ilk şüphelendiği şahıs sen olursun ve büyük ihtimalle seni hemen tutuklarlar.”

Ertem korkuyla yutkundu ve garip bir ses çıkardı.

Osman devam etti. “Sonra kılıcın…” yerdeki kanlı kılıca bakarak, “Kılıcın üzerinde de senin parmak izin varsa…”

“Osman abi delirdin mi! Sen ciddi misin? Ben öldürmedim onu! Geldiğimde… yani içeri girdiğimde böyleydi…”

“Hiçbir şeye dokundun mu?”

“Hayır yemin ederim, şoke oldum zaten sonra sen kapıyı çaldın. Zaten seninle parkta konuşuyorduk ya biz.”

“Ceset hâlâ sıcak ve kan pıhtılaşmamış Ertem. Bu adam öldüreli on dakikadan fazla olmamış. Polis… şey polis senin benle konuştuktan sonra eve geldiğinde bu işi yapmış olduğunu düşünecektir…”

“Aman Allahım ne yapacağım şimdi ben?”

“Sakin ol şimdi. Düşünelim… Kapı falan da zorlanmamış. Etraf da dağılmamış.” Şöminenin hemen önündeki cesedin yanında duran incecik vazoya bakan Osman devam etti. “En ufak bir temasta bu vazo hemen düşerdi” dedi. “Baksana incecik bir ayaklığı var. Burada herhangi bir mücadele olmamış. Her taraf düzgün, sehpanın örtüsü bile düzgün duruyor. Katil hırsız olmalı ancak hiçbir şey çalınmamış. Hilmi’nin cep telefonu bile sehpanın üzerinde duruyor. Hırsız olsa önce bunu çalmaz mıydı? Katil veya katiller hırsız olamaz, Hilmi’nin tanımadığı birileri de olamazlar. Nasıl içeri girmiş olabilirler?” Osman sağa sola gitti. Cesede bir daha eğilip baktı. Hilmi’nin elinde birşey vardı. Elindeki kalemle Hilmi’nin parmaklarını hafifçe açtı. Hilmi avucunda bir kâğıt tutuyordu. Biraz daha eğilerek kâğıdı hiç oynatmadan üzerini okudu. “Hilmi’nin aldığı hisse Mardin Çimento muydu?”

Ertem boğulur gibi, “Evet…” dedi. “Evet oydu mardin… Sen nereden biliyorsun?”

Osman doğrularak Ertem’in yanına geldi. “Ertem adamın avucunda Mardin Çimentoya ait yıllık hareketinin grafik çıktısı var.” Yutkunarak şüpheyle Ertem’e bakmayı sürdürdü. “Polis bunu bulunca adamın öldürülme nedeni olarak kabul edecektir. Belki de bu kâğıt yüzünden kavga ettiğinizi ve senin onu kılıçla öldürdüğünü düşünecektir.”

Ertem soğukkanlılığını kaybetmeye başlamıştı artık. “Aman Allahım, Allah kahretsin! O kâğıdı alıp yok edelim Osman abi, hemen… hemen yok edelim polis bulamasın…”

“Ne diyorsun sen Ertem? Sen… sen yapmadığını söylemiştin?”

“Yapmadım Osman abi, Allah kahretsin yapmadım tabii ama… ama…”

Osman kafasını salladı. “Tamam, sen şimdi sakin ol. Ben genelde icra miras işlerine bakarım ama ceza avukatlığını da bilirim. Delil karartmak suçtur.” Ertem’in çaresiz haline bakan avukat devam etti. “Bu işi senin yapmadığını düşünüyorum Ertem. Sen öyle biri değilsin tanıdığım kadarıyla ama benim tanıklığım bir işe yaramaz. Hem babanın avukatıydım hem de senin avukatınım. Hem de seni uzaktan da olsa tanıyorum. Şu durumda avukatlığını üstlensem bile herhangi bir tutuklamada seni kurtarmamız zor gözüküyor.”

Ertem inledi. Titreyen elleriyle cebinden bir sigara çıkartarak yakmaya çalıştı.

Osman ona mani olmak istercesine sigarayı aldı. “Öncelikle aleyhimize delil bırakmamalıyız.” Ertem’e bakarak derin bir nefes aldı. Sanki birşeye karar vermek istiyormuş gibi düşünceliydi. Sonra kararını vermiş gibi, “Tamam sana yardım edeceğim” dedi. “Önce kapının kilidini bozacağım, etrafını da biraz dağıtacağız. Böylelikle içeriye bir hırsızın girdiği ve Hilmi’yi öldürdüğü izlenimini verebiliriz. Sen hemen kendi evine gideceksin. Haftalardır bu eve uğramadın. Tamam mı? Hilmi’yi tanıdığını kabul edeceksin sakın bunu inkâr etmeye kalkma. Zira bu birinci dakikada ortaya çıkar. Hilmi’yi tanıyorsun ancak onu iki gündür görmedin. En son dün akşam beraber spor salonundan çıktınız sonra görüşmediniz. Yarın da spor salonuna gideceksin yalnız olarak o eğitmen seni mutlaka görmeli. Cesedi biz bulmayacağız. Ben yarın bazı hukuki meseleleri halletmek için eve gelecek kapıyı çalacağım, tabii kimse açmayacak. Sonra seni arayacağım. Açmayacaksın. İki defa çaldırıp kapatırım. Sonra sana mesaj atarak eve geldiğimi gelip gelemeyeceğini soracağım. Sen işin olduğunu şu an gelemeyeceğini ve eve bir haftadır hiç uğramadığını bana mesaj olarak atacaksın. Unutma mesaj atacaksın. Yazı kanıttır. Ben de yanımda bir avukat arkadaşım olduğu halde anahtarımla içeri gireceğim. Cesedi bulacağız ve polise haber vereceğiz. Senin hiçbir şeyden haberin yok. Polis seni sorguya alacaktır. Hilmi’yi soracak. Onu tanıdığını arkadaş olduğunuzu söyleyeceksin ama başka bir şey bilmiyorsun. Nasıl oluyor da sizin evinizde cesedi bulunuyor diye soracaklar mutlaka sen yine bilmediğini söyleyeceksin. Ona evden ve içindeki eski eşyalardan bahsettiğini Hilmi’nin çok ilgilendiğini ve açık adresini sana sorduğunu senin de söylediğini anlatacaksın polise. Başka da birşey bilmiyorsun. Böylece polis Hilmi’nin evi soymak için arkadaşlarıyla beraber eve geldiğini, bir anlaşmazlık çıktığını kavga edip etrafı dağıttıklarını ve şöminenin üzerindeki kılıçla adamın veya adamların Hilmi’yi öldürüp kaçtıklarını düşünecektir.”

Osman susunca Ertem başının döndüğünü hissetti. Yığılıp kalacaktı neredeyse. Osman bir adım daha atarak Ertem’e iyice yaklaştı. “Beni anladın değil mi? Söylediklerimi iyice anladın mı?”

Ertem kafasını salladı. Osman devam etti. “Cesedi ben bulacağım için polis ilk önce benimle konuşacaktır. Belki seninle hiç konuşmaya bile ihtiyaç duymazlar. Ben senin avukatınım neticede. Sorguya alırlarsa hiç konuşma hemen beni çağır. Buna hakkın var ama basit bir konuşma yapmak isterlerse polise zorluk çıkartma, anladın mı? Rahat ol. Polis seninle konuşmaya gelince bu sana söylediklerimi anlatacaksın polise unutma, tamam mı? Bak iyice anladın değil mi? En ufak bir yanlış sadece seni değil beni de yakar.”

“Tamam, tamam Osman abi anladım. Çok sağol.”

Osman derin bir nefes aldı. “Umarım senin hakkında yanılmıyorumdur Ertem.”

“Osman abi yemin ederim ben yapmadım abi, yemin ederim…”

“Tamam, zaten inanmasam bu kadar zahmete girmezdim. Babanın hatırı da var tabi. O eşi bulunmaz bir insandı.”

Ertem yıkılmış gibi ayakta sallanıyordu ve belki de düşmesi bayılması an meselesiydi. “Peki kim yapmış bunu? Yani kapı kilitleri bozulmamış sen dedin, yani nasıl…”

“Hilmi katilini tanıyordu, kapıyı tanıdığı birine açtı herhalde. Veya kapı çaldı senin geri geldiğini düşündü ve kapıyı açtığı anda saldırıya uğramış ta olabilir. Adana’dan kaçmasına sebep olan olay yüzünden öldürmüş olabilirler, namus davası. Zaten polis ilerleyecek bir yol bulamayınca Hilmi’nin geçmişine bakacak ve bu olayı bulacaktır. Hamile bıraktığı kızın ağabeylerinden şüphelenecekler.”

Ertem rahatladı bir anda. “Evet ya doğru onlar yaptı herhalde!”

Osman Ertem’i omzundan tutarak sarstı. “Haydi kendine gel şimdi, ben etrafı hırsızlığa uygun bir şekilde hazırlayacağım. Tabii yapılacak son bir şey daha var.” Dönerek cesede ilerledi. Cebinden bir mendil çıkartarak eğildi ve cesedin yanındaki kılıcı aldı. “Bunu yok etmem gerekecek. Bana banyodan bir havlu getirir misin? Biraz büyükçe olsun.”

Ertem istenileni yaptı. Rüyada gibiydi. Bu başına gelenlere inanamıyordu. Osman kılıcı havluya tam saracakken durdu. Şöminenin üzerindeki duvara bakarak, “Kılıcın sadece kını bulunursa polis şüphelenebilir” diye söylendi ve duvarda asılı kını da aldı. Kılıcı kınına sokarak ikisini beraber havluya sardı. “Haydi artık sen git. Ben işleri yoluna koyacağım. Gerisini bana bırak.”

Ertem hâlâ rüyada gibiydi. Kafasını sallayarak sağına soluna baktı. Birşey unutmamıştı hayır, burada olduğunu ispat edecek hiçbir şeyi yoktu zaten bu evde. Ayakkabılarını bağlamadan aceleyle ayağına geçirerek evden çıktı. Sokaktan caddeye giden yolu adeta koşar gibi yürüyerek geçti. Caddeye geldiğinde artık koşuyordu. Yoldan bir taksi çevirerek kendini içeri zorla attı ve evinin adresini verdi.

***

Avukat Osman’ın dediği gibi ertesi gün avukattan gelen telefonları açmadı attığım mesaja da kendisine söylenilen şekilde cevap yazdı. Akşam da spor salonuna gitti. Eğitmen çocuğun kendisine ilgiyle bakmasına da aldırmadı. Fazla durmadan evine döndü. Polisin kendisini görmeye geleceğini sanıyordu ancak gelmediler bile. İçin için buna sevindi çünkü şaşırmış ve korkmuş gibi rol yapabileceğini pek sanmıyordu. Yanlış bir kelime veya davranışla bir çuval inciri berbat edebilirdi.

Neyse ki polis gelmedi ve bunlar yaşanmadı. Hatta bu olayla ilgili medyada herhangi bir habere de rastlamadı. Biraz şaşırsa da üstelemedi. Herşey iyi gidiyordu. Üç gün sonra evine de uğradı. Herşey eskisi gibiydi. Tabii kanlar içinde yerde yatan Hilmi haricinde. Polis hırsızlıktan veya namus cinayetinden kuşkulanıyor olmalıydı. Doğrusu iyi yırtmıştı bu işten. Az daha hayatı mahvolacaktı. Avukat iyi iş başarmıştı. Osman abisi aklına gelince biraz utandı. Adam o kadar uğraşmıştı kendisi için o ise başının derdine düşmüş neredeyse beş gündür adamı arayamamıştı bile.

Hemen cep telefonunu çıkartarak avukatı aradı ancak cevap vermiyordu.

Aynı anda dış kapı açılınca Ertem döndü.

Amcası gelmişti. Cevdet Bey gülümseyen bir suratla Ertem’e yaklaştı. “Ertem burada mıydın?” diye sordu. Cevabını bile beklemeden ekledi. “Yoksa yerleştin mi buraya?”

Ertem hafifçe sırıtarak ilerledi ve amcasının elini sıktı. “Yok be amca, ne yerleşmesi. Hoş geldin, hayırdır erken geldin?”

“İşlerim beklediğimden erken bitti. Ben de son dakika bir kararla atladım geldim. Sana da haber veremedim bu yüzden.”

Amca yeğen ilerleyerek salona girdikleri anda Cevdet Bey’in tavırları da bir anda değişti.

“Allah kahretsin kılıç nerede?”

Cevdet hızla koşarak şöminenin karşısında durdu. Duvara eskiden ucu kıvrık hançere benzeyen kılıcın bulunduğu yere bakıyordu. Dönerek Ertem’in üzerine yürüdü. Genç adamı omuzlarından tutarak sarstı. “Sana diyorum Ertem kılıç nerede?”

“Han… hangi kılıç?”

“Sultan Reşad’ın kılıcı, antika değeri vardı. Paha biçilemiyor, inanılmaz değerli. Yıllardır ailemize aittir. Şöminenin üzerinde asılı duruyordu. Ertem söylesene? Sultanın kılıcını ne yaptın?”

Ertem’in başı dönmeye başlamıştı. Kılıç mı? Sultan Reşad’ın kılıcı mı? Hani şu Osmanlı padişahı Sultan Reşad mı? Antika ve paha biçilemiyor mu? Kafasına bir tonluk demir yığını oturmuş gibiydi. Sırtında buzdan bir el dolaştı. Tüm tüyleri diken diken olmuştu bir anda.

Ertem hatırladı. Osman’ın kılıcı alışı, “Yapmamız gereken tek bir şey daha kaldı” demesi. ”Bunu yok etmeliyiz…” Kendisine yardım ettiği sandığı avukat Osman Kaygısız… kılıcı alıyor, benden bir havlu istiyor. Kanlı kılıcı saracak ve yok edecek. Kılıcın kınını polis duvarda görürse şüphelenir diyor. Kınını da alıyor. Sen artık git diyor, git Ertem ben herşeyi yoluna koyarım. Sen artık git…

Korkudan ödü patlamış Ertem evden kaçarcasına çıkıp gidiyor. Peki sonra ne oluyor? Avukat ortalığı dağıtacak vazoyu falan kıracak kapının kilidini bozacak… Eve yabancı biri gelmiş izlenimini verecekti ya… Birden aklına geldi! Eee kapının kilidi bozulmamıştı ki. Biraz önce açtım ve girdim ya ben.

“Sen artık git Ertem, ben işleri yoluna koyacağım…”

Gerçek Ertem’in beynine bir ok gibi saplandı anında. Ertem gittiği anda Avukat ortalığı falan dağıtmamıştı. Kılıcı kınıyla beraber çantasına atmıştı! Aman Allahım…

Polisin kendisiyle konuşmaya gelmemesini hatırlıyor sonra. Neden? Hiç mi gerek duymadılar? Gazetelerde internette veya televizyonda bu cinayet haberi neden geçmedi hiç? Neden görmedim?

Bu sorularını her zamanki gibi esprili tavırlarıyla Hilmi cevaplıyor, tabii beyninin içinde.

“Ne cinayeti lan, ortada cinayet falan yok ki!..”

Ertem avukatın araması ile evden uzaklaşıyor parka gidiyor. Gidiş dönüş yirmi dakika. Yeter de artar bile. Hilmi kılıcı alıyor kırmızı boya sürüyor yere atıyor, üzerine de bolca sürüyor. Ne kadar kanlı olursa dehşet hissi de o kadar fazla olacaktır. Ertem dönüyor avukat da peşinde. Evine girdikten yarım dakika sonra ısrarla kapıyı çalıyor. Ertem’in cesede dokunmaması yanına gitmemesi lazım öyle ya… Zamanlamayı mükemmel ayarlıyorlar. Avukat güya Ertem’e yardım ediyor. Bizzat nabzını kontrol edip Ertem’e öldürülmüş diyor. Ertem’den şüphelenir gibi yapıp adamı iyice korkutuyor. Yoksa sen mi yaptın Ertem?

“Sen artık git Ertem, ben işleri yoluna koyacağım…”

Ve Ertem kaçar gibi evden uzaklaşıyor. Sonra peki? Sonrası kolay… Hilmi sapasağlam ayaklanınca avukatla beraber kırmızı boya sürdükleri yerleri, üzerlerini temizliyorlar. Parmak izlerini siliyorlar. Paha biçilemez değerdeki antika Reşad’ın kılıcını alıp gidiyorlar.

Hırsızlığın planı haftalar öncesinden başlıyor aslında. Belki de Ertem bu evi satmak istemiyorum dediği anda başlıyor. Önce Hilmi boktan bir bahaneyle Ertem’le tanışıyor, arkadaş oluyorlar. Avukat güya ilk defa tanıştığı Hilmi hakkında Ertem’in kafasını bulandırıyor, fazla güvenme tekin adam değil diyor. Belki de üç yıl önceki Adana’daki namus olayı bile doğru değil sadece Ertem bu sözde cinayete inansın diye hepsi. Tıpkı bir gün önce spor salonunda Hilmi’nin yalandan kavga çıkarması ve güya ölmüş ellerinin arasında hisse değerlerini gösteren çıktıyı tutması gibi.

Ertem’in evi asla satmayacağını bilen avukat Osman’ın planı hepsi.

Peki neden? Kılıcı çalamazlar mıydı?

Evden bir eşya bile çıkamaz, hepsi noterde onaylı envanter listesinde yazılı. Tabii kılıç da. Kılıcı çalarlarsa olay çok büyüyecek. Elden çıkarmaları, satmaları olanaksız hale gelecek.

Başı dönen Ertem ayakta duramıyordu artık. Dizleri titriyordu. Boğazı kaskatı kesilmiş, nefes alamıyor yutkunamıyordu.

Bu sırada amcası hâlâ bağırıyordu.

“Allah kahretsin Ertem sana diyorum sultanın kılıcı nerede?”

Kerem KAŞ – Eylül 2019

En Son Yazılar

EDİTÖRDEN

SUÇÜSTÜ

GECE YOLCUSU