Noel büyük bir buluşmayı temsil eder. Tanrı ve halkının buluşması. Tanrı’nın aramızda yaşamasını anımsadığımız, tarihin en muhteşem anını hatırlamamız ve gelecek çağda kralımız İsa Mesih’in aramızda sonsuza dek olacağın umudunu tazelememiz için gerekli bir gün. Noel, göksel egemenliğin yeryüzünde egemenlik sürmesidir. Noel, Tanrı Sözü’nün aramızda yaşamasıdır diye yazar Hristiyanların kutsal kitabı İncil’de.
İsviçre’nin Zürih şehrinde sıcak sayılabilecek bir 16 Ağustos günü Yunanistan, Türkiye ve Birleşik Krallık’tan gelen ülke temsilcileri, yaptıkları görüşme ve temaslar sonucu anlaşarak bir anayasa hazırladılar ve böylece Kıbrıs Cumhuriyeti bağımsız bir devlet olarak kuruldu. Tarihler 1960 yılını gösteriyordu. Bu kuruluştan sonra Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ilk başkanlığına III.Makarios seçildi. İlk yıl objektif bir tutum ve yönetim sergileyen Makarios, 1961 yılı itibarı ile adadaki Türk nüfusu hedef alarak, anayasadaki bazı maddelerin değişmesi gerektiğini iddia etti. Amacı, Enosis’ti. Yani Kıbrıs’ı Yunanistan’a bağlamak.
1963 yılının Kasım ayında İsmet İnönü’nün istifasıyla Türkiye’de geçici bir kaos durumu hakim olmuş, aynı günlerde Yunanistan’daki seçimlerinden de Andreas Papandreu galip çıkmıştı. Papandreu da göreve gelir gelmez, tıpkı Makarios gibi, Zürih’te imzalanan anlaşmayla oluşturulan Kıbrıs anayasasının bazı maddelerinde değişiklik yapılması gerektiğini yüksek sesle dile getirmeye başladı. Türk tarafı ise, anlaşmanın bozulmasına ve anayasa üzerinde değişiklikler yapılmasına karşı çıkıyordu.
Kıbrıs’ı Yunanistan’a bağlamak amacıyla Makarios, adaya yirmi bin EOKA militanının gelmesine izin verdi. Böylece, Akritas planını devreye soktu. Plana göre Türk köyleri imha edilerek Lefkoşe ele geçirilecekti.
Yapılması planlanan saldırılarda hem dünya kamuoyunun tepkisini azaltmak, hem de Rumların haklılıklarını göstermek amacıyla 4 Aralık 1963 tarihinde EOKA teroristleri, daha önce öldürülen örgüt militanı Markos Drakos’un heykelini bombaladılar. Suç, Türklerin üzerine atıldı. Olay, dünya kamuoyuna “Türkler bizlere saldırdı” diyerek duyuruldu. Böylece, Türklere saldırmak için uygun bir ortam meydana getirildi.
20 Aralık 1963 gecesi Lefkoşa’nın Tahtakale semtinde sıradan bir gece yaşanmaktaydı. İnsanlar caddede yürürken birden yükselen kadın sesleri gecenin sessizliğini bozdu. Türk kadınların üzeri aranmak isteniyor ve bu biraz da zor kullanılarak yapılıyordu. Meydandaki halk tabii ki bu duruma sessiz kalamadı ve Rum militanlara bunu yapamayacakları söylendi. Duruma sinirlenen Rumlar müdahale etmeye çalışanların üzerine kurşun yağdırdı. Zeki Halil ve Cemaliye Emirali adlı Türkler hayatını kaybetti. Olayların fitili bu ölümlerle ateşlenmiş oldu. Durum oldukça vahimdi. Türk gençleri Rumların eylemini bir yürüyüşle kınamak için bir araya geldiler. Bunu fırsat bilen EOKA’cı Rumlar, Lefkoşa Türk Lisesi’ni yaylım ateşine tuttular. Aynı gün Rauf Denktaş’ın bürosu ve Atatürk heykeli de saldırılardan nasibini alıyordu. Artık EOKA milislerine Rum güçleri de destek vermeye başlamıştı.
Rumlar Noeli Türkleri öldürerek kutluyorlardı.
21 ve 22 Aralık günleri Ayvasıl köyünde cinayetlerine devam eden EOKA’cı Rumlar, burada daha sonra kazılarda cesetleri bulunacak olan 21 Türk’ü katlettiler.
350-400 civarı Türk, sayıca kendilerinden daha kalabalık olan Romlara karşı, ellerindeki eski silahlarla canlarını kurtarma savaşı veriyorlardı.
Sıra Lefkoşa’nın Batısında yer alan Kumsal semtine gelmişti. EOKA militanlarının İrfanbey sokağına geldiklerini oradaki bazı Türk aileler görmüşlerdi. Binbaşı Dr. Nihat İlhan’ın eşi Mürüvvet Hanım, çocuklarını yatırmaya hazırlanıyordu. Fakat sokağın başında EOKA’cıları gördü ve tüm ışıkları kapatıp evin banyosuna sığındı. Hızlı adımlarla yaklaşan ayak seslerini duyuyor fakat dua etmekten başka bir şey elinden gelmiyordu. Ayak sesleri giderek yaklaştı ve kapıya atılan tekmelerle açılan kapının gıcırtısı banyoya kadar vardı. Konuşmalar ve bağırışlar arasında diğer odalar arandı, son olarak banyonun kapısı açıldı. Işığı yandı, savunmasız kadın ve çocukları gören EOKA’cıların gözleri parladı. Ellerindeki silahları doğrultarak savunmasız ve korumasız bu insanları acımasızca katlettiler. Mürüvvet Hanım, çocukları Murat, Kutsi ile Hakan’ın cansız bedenleri olayın bitiminden 48 saat sonra bulunabildi. Acı her yerdeydi.
Makarios’un 22 Aralık günü Garanti Antlaşması’nı tanımadığını ilan etmesi, Rum saldırganlara daha da cesaret verdi.
Makarios, ENOSİS gayesine erişmede engel gördüğü Türk halkını imha hareketine girişince, radyo ve televizyonu kontrolü altında tuttuğundan ve Türkiye Büyükelçiliği’ninki dâhil, Türkler’e ait bütün telefon irtibatlarını kestirmişti. Kıbrıs Türk halkının feryâdı, dünyaya duyurulamıyordu. Başpiskopos Makarios, bir din adamına hiç yakışmayan bir şekilde; «Kıbrıs Türk halkı, isyan ettiklerinden dolayı tedip edilmişlerdir,» diye dünyaya ilan ediyordu.
Gelişmelerden haber almakta zorlanan Türkiye, özellikle adada yaşanan saldırılar ve Rum kesiminde silahlanmanın artması ile birlikte 2 Haziran 1964 tarihinde adaya askeri müdahale kararı aldı. Yunan ve Rum tarafı da bu açıklama ile birlikte adada askeri hareketliliklerini artırdılar. Savaş kapıdaydı. Yaşanan gelişmelerden rahatsızlık duyan ABD, bölgede çıkacak bir savaşı kendi stratejik çıkarlarına aykırı buluyordu. Bu nedenle devreye girme ihtiyacı hissetti. Başkan Johnson tarafından imzalanan ve daha sonraları “Johnson mektubu” olarak tarihe geçen ünlü mektup, 5 Haziran 1964’te Türkiye Başbakanı İnönü’ye ulaştırıldı.
Mektupta, Türkiye’nin Kıbrıs adasına yapacağı tek taraflı müdahalenin Türk ve Yunan savaşına sebebiyet vereceği, NATO üyesi iki ülkenin savaşında, ABD’nin müttefiklerine danışmadan eyleme geçen bir Türkiye’nin tarafında yer almayacağı sert bir dille bildirildi. Bu savaş nedeniyle Sovyetler Birliği’nin Türkiye’ye müdahale edebileceği, NATO’nun böyle bir durumda Türkiye’yi savunma konusunda isteksiz davranacağı iması da unutulmamıştı. ABD’nin Türkiye’ye sağladığı askeri malzemelerin bu müdahalede kullanılmasına izin verilmeyeceği ayrıca belirtilmişti. Mektubun ardından Türkiye müdahale kararından vazgeçti. İsmet İnönü 21 Haziran 1964’te ABD’ye giderek Başkan Johnson ile bir görüşme yaptı.
Yakın geçmişimizdeki bu mektup, sırtını ABD’ye yaslamayı düşünen hükümetlerimiz için de aydınlatıcı bir kara leke olarak tarihteki yer almıştır.
Kıbrıs’ta kan gövdeyi götürür iken bunu dünyaya duyuramama sıkıntısı Kıbrıs Türkünün en büyük problemi olmuştu. Teknolojik gelişmelerin henüz çığrından çıkmadığı o günler, Türk uçaklarıyla gelen basın mensupları adaya alınmıyor, ayrıca diğer kurumlardan dışarıya fotoğraf veya belge çıkışı sıkıca kontrol ediliyordu. Hal böyle olunca da dünyanın görmesi gereken belge ve fotoğraflar ada dışına taşınamıyordu.
Ankara’dan gelen bir tıbbi uçak alana iniş izni almıştı. Dönüşte yaralıları Türkiye’ye götürecekti. Ankara Vali muavini de uçaktaydı. Hemen bütün çalışmalar toplandı, fotoğraflar yazılarla birlikte zarflara konuldu. Fakat vali muavini Rumlar tarafından aranacağına göre, fotoğraflar ve yazılar Türkiye’ye nasıl gönderilecekti? Doktorlar ve gazeteciler bir araya gelerek bu soruna bir çare bulmaya çalıştılar.
Rumlarla yapılan mücadelede ağır yaralanan beş mücahitten üçü hayatını kaybetmişti. Yaralılardan Vural Türkmen aslında Türk Mukavemet Timleri Gizli Örgütü’nün (TMT) bir üyesiydi. Türkmen Dr. Kaya Bekiroğlu, Dr. Naim Adiloğlu, Dr. Ezel Örfi, Dr. Şemsi Kazım ve Kimyager Cahit Rüstem ekibi tarafından kasıklarından boğazına kadar alçıya alındı. Belgeler ve resimler Türkmen’in göğüs ve sırt bölgesine yerleştirildi. Daha sonra Türkmen Kızılhaç görevlileri tarafından uçağa bindirildi. Etimesgut Askeri Havaalanı’nda belgeler ve fotoğraflar Türkmen’den Türk yetkililerce teslim alındı.
Böylece, Kıbrıs katliamı Türkmen sayesinde bütün dünyaya duyuruldu. Katliam kanıtlandıktan sonra karargahta tutulan Türk askerleri harekete geçtiler. Kıbrıs müdahalesinde Türkiye artık Batılı devletlere kanıt sağlayabilirdi. 15 Ocak 1964 tarihinde yayınlanan fotoğraflara dayanarak Londra Konferansı düzenlendi. Dönemin Başbakanı olan İsmet İnönü bizzat hastaneye gelerek Vural Türkmen’i kutladı. Siyah beyaz tek kare fotoğraf Türklerin meşru müdafaa hakkını bütün dünyaya kanıtlamıştı.
Katliamın adı birgün Kanlı Noel, bir gün Maraş Katliamı, bir gün Arakan, bir gün 6-7 Eylül olayları, bir gün İŞİD saldırıları. Ne fark eder ki?
İnsanoğlu insan olmaktan çıktığı gün Müslüman, Hristiyan veya Yahudi olsa ne yazar, başka din veya mezhep mensubu olsa ne yazar.
Dünyayı cennete çevirdiğimiz gün sileceğiz cehennemi, hep beraber.
Kıbrıs bir yaraydı kanayan, üzerine tuzun en acıtanı basılandı. Gözümüzün önünde düşerken müdahale edemediğimiz çocuğumuzdu. Tabip Tuğgeneral Nihat İlhanın ailesiydi, Vural Türkmen’in yaralarıydı bazen, bazen de Noelde katledilen 364 Türk yararlanan 475 vatan evladıydı, Rum radyosuna karşı kurulan neferlerin sesi Bayrak Radyosu’ydu bazen. 20 Temmuz 1974’ün öncesi, zulmüydü.
Son söz Voltaire’den: “Sizi saçmalıklara inandırabilenler, size katliam yaptırabilirler.”
Kalın sağlıcakla….
KAYNAKÇA