Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

YeniSayı Çıktı

Polisiye Dergi Dedektif'in yeni sayısını şimdi ücretsiz okuyabilirsin!

KARANLIK

Diğer Yazılar

Terliğimin içine sızmış namussuz. Bir bastım, kıtırtısı bütün tüylerimi ayağa kaldırdı. Duyularım tamamen uyarıldı. Ayak parmaklarımın arasında can çekişiyordu. Çatırdarken kulağımı çınlattı. Ezik kan kokusu ta ciğerlerime geldi. Terliği ayağımdan fırlatınca yassılaşmış kabuğunu ve siyah kanını gördüm. Allak bullak olan midem ayaklanmış, bu küçük siyah kırkayak, günümü böyle bombok ederek başlatmıştı.

Avaz avaz bağırdığımı hatırlıyorum. Sekerek banyoya koştum.

Ayağımı yıkadım, ama tiksinti ve o vıcık vıcık, kıtır kıtır ses kulağımdan gitmedi. Ne kadar yıkasam da tiksintiden bir türlü kurtulamadım. Ayağımın altındaki kocaman siyah leke sabunla da deterjanla da çıkmadı. O günden beri benimle birlikte yaşamaya ve kendini hatırlatmaya devam ediyordu. Allah’tan ayak tabanımda olduğu için gözümden ırak kalabiliyordu.

Sonraları ütüleyerek dolaba kaldırdığım temiz yatak çarşaflarımın içinden bir tane daha çıktı. Bağrış çığrış, binbir korkuyla ellerime geçirdiğim lastik eldivenler ve üç kat kağıt peçeteyle attım, yatak odamdan uzaklaştırdım.

Sabah kalktığımda, odamla banyoyu birbirine bağlayan antrede iki leş daha buldum. Bu, iki-üç gecede bir tekrarlamaya başladı. Korkup yerden alamadığım zamanlar kendi kendine kuruyup kaskatı kesiliyor, hiçbir canlılık hissi göstermeyen bir kabuğa dönüşüyordu.

Kirli çamaşırları makinenin yanındaki sepette biriktiriyordum. Elli derecede yıkadığım çamaşırları sermek için silkelerken bir tanesi içinden düştü. Canlıydı, hâlâ kıvrılabiliyor ve özgürlüğüne koşmaya çalışıyordu. Bu bardağı taşıran son damla oldu. Hemen bir haşerat servisi arayıp evden de iki gün uzaklaşarak her yeri ilaçlattım.

Eve döndüğümde her odadan beş-on leş toplayıp bu işten tamamen kurtulduğumu düşünerek rahat bir nefes aldım. Artık evim sadece bana aitti ya da ben öyle sanıyordum…

Bu kez arkadaşlarımla yemekten oldukça geç döndüğüm bir gece anahtarı kilitte çevirirken içeriden çıtırtılar duydum. Daha önce de evime hırsız girmişti, hem de iki kere ve her ikisinde de maalesef evdeydim. Ruhum duymadan soyup soğana çevirmişlerdi. Bu kez ben yokken gelmişler, deyip elimi usulca anahtardan çekerek polisi aradım. Beş dakika sonra, beş polisle birlikte evin içinde hırsız aramaktaydık. Her yere baktılar; ne dolaplarım kaldı ne de karyola altları. Kimseler yoktu, birilerinin eve girdiğine dair bir iz dahi.

Birkaç gün bu olayı etrafımdaki herkese anlattım. Bin yemin ediyordum içeriden çıtırtılar geldiğine, evimin şimdi de hırsızlar tarafından işgal edildiğine…

Tam unutmaya, normal yaşamaya, korkmadan eve girmeye başlamış, olanları unutmuştum ki derin uykumdan uyandıracak kadar güçlü bir seziyle irkilerek gözlerimi fal taşı gibi açtım. Maalesef ben sadece koyu karanlıkta uyuyabilirim. Bu zifiri odada hiçbir şey görünmüyordu. Kafamı kaldırabilsem belki hafif ay ışığı altında bir şeyler görürdüm. Yorganı iyice üstüme çekmiş, nefes almakta zorlanıyordum ama değil kafamı kaldırmak, nefes almaya bile korkuyordum. Hiç hareket etmeden bir süre evdeki sesleri dinledim. Buzdolabım can çekişiyor, ara sıra böğürerek bunu haber veriyordu ama bu ses artık o kadar tanıdıktı ki onun yardım çağrılarını elbette ayırt ediyordum. Banyonun havalandırma penceresini hep açık bırakırdım, oradan da lodos estiğinde hafif bir uğultu gelirdi kulaklarıma ama bu gece lodos da yoktu.

Aman Allah’ım, işte bir daha duydum çıtırdayarak sürünen kocaman bir şeyin sesi. Korkudan altıma edeceğim, ha işedim ha işeyeceğim. Gözlerim yerlerinden çıkabilse onlara, “Gidin etrafa bir bakın güvende miyiz? Evimizde kimler var?” diye göndereceğim. Yorganımı bacaklarımın arasına sıkıştırıp tekrar kulak kabartıyorum. İşte, yine bana doğru yaklaşarak büyüyen sürtünme sesiyle kazık gibi kalıyorum yatakta. Soluk alıp vermek ne mümkün, ya burada olduğumu anlarsa… Acaba öksürsem korkup kaçar mı, diye içimden geçirirken bir damla tükürük boğazıma takılıyor, istemsizce bir öksürük krizine tutuluyorum. Artık yatakta kalamıyorum, hırsız öldürmezse bu öksürük beni öldürecek. Başucumdaki sürahiden biraz su doldurup iki büyük yudum alıyorum. Koşar adım tuvalete. Sonra yine polisler, yine köşe kapmaca, yine delil yetersizliği…

Bu böyle devam ediyor, polisler geliyor, hiçbir şey bulamadan gidiyorlar. Ama benim gecelerim biraz daha gürültülü, biraz daha korkutucu, biraz daha endişeli geçmeye başlıyor. Evin her duvarı artık benimle konuşuyor. Kımıltılar, kıpırtılar, sürünmeler, kara kan kokusu gittikçe artıyor. Benden başka hiç kimse ne duyuyor ne görüyor. Polisler geldiğinde de çıt çıkmıyor.

Bir alarm şirketi ayarlıyorum, iki gün uğraşıp bütün eve ve bahçeye kameralar takıyorlar. Onlar gittikten sonra üç kere şifre değiştiriyorum ve alarmı kurup bu kez biraz daha huzurla yatağıma uzanıyorum. Günlerdir uyuyamadığım uykuyu çağırmak için tertemiz sabun kokan, beyaz çarşaflarımı geriyorum, jilet gibi yapıyorum, tıpkı annemin öğrettiği gibi. Dolaptan iki yastık daha çıkarıyorum. Yeni yıkanmış, kolalanmış dantelli kılıflar geçiriyorum. Altı yastığı karyolanın başına tam sevdiğim gibi üçer üçer yerleştiriyorum. Sandal ağacından bir tütsü ve minik kaplarına koyduğum yeni mumlarımı yakıyorum. Tamam, oda hazır, doğru banyoya. Sıcak, sımsıcak hızlı bir duş alıyorum. Islak saçlarla yatmayı sevmem, bir güzel kuruluyorum. Fön makinesinin gürültüsüne benim hüsnükuruntum karışıyor. Makinayı susturup dikkat kesiliyorum. Tık yok. Yeniden kurutmaya başlıyorum. Çıtırtılar. Makina yeniden susuyor, ben bu kez bütün evi kontrol ediyorum. Tık yok, kimse yok. Bütün tedirginliklerimden kurtulup kendimi yatağa teslim ediyorum.

Uykuyla uyanıklık arasında evin hareket ettiğini, yerinden kalkıp yürümeye başladığını hissediyorum. Bu nasıl bir kâbus, deyip uyanmaya çalışıyorum. Bir türlü uyanamıyorum. Bir yılan gibi sürünerek evle birlikte yol aldığımızı hissediyorum. Ev, bir adım atıp olduğu yere çöküyor. İçine yerleşmiş o kımıl kımıl, siyah, kırk ayaklı, kırk akıllı kötü böcekler, evim olmuşlar; ne bir çimento parçası ne bir demir pası bırakmışlar. Hepsini yiyip yerlerine geçmişler. “Durun!” diyorum. “İçinde ben varım, canlıyım, yaşıyorum, buradayım!” Hiçbiri aldırış etmiyor. Birine bile sesimi duyuramıyorum. Ev yeniden ayağa kalkıyor. Bu kez nasıl ayakta kalacağını öğrenmiş siyah kırk ayaklı, kırk akıllı, kötü böcekler. Hareket eden kara duvarlar, hareket eden yerler, tavanlar, çatılar, hep birlikte yürüyoruz. Nereye gittiğimizi bir tek ben bilmiyorum.

***

T.C. EMNİYET GENEL MÜDÜRLÜĞÜ

OLAY YERİ İNCELEME RAPORU

Rapor no: 2025/01/10313

Olay tarihi: 25/01/2025

Olay saati: 02.15

Olay yeri: Urla Yelaltı Mahallesi Böğürtlen Sokak No:16 İzmir

Olay türü: Kayıp ihbarı. Esma Günyüzü (32 yaşında kadın) ve iki yüz on metrekarelik dubleks ev!!!

Görgü tanıkları: Evin yan komşusu Süleyman Efe, gece gürültüyle uyandığını, karanlık yüzünden hiçbir şey görmediğini, ay ışığı bulutların arasından sıyrılınca Esma Hanım’ın evinin ortadan kalktığını görmüş. Esma Hanım’a da ulaşamadığından, ihbarda bulunmuş.

Olayın tanımı: Olay yerine gittiğimde bir evin temel çukuruyla karşılaştım. Ev sanki koparılarak yerinden çıkarılmış gibiydi. Onlarca ölü, kara, çok ayaklı böcek leşinden başka hiçbir şey bulunmadı. Kayıp şahsın daha önce defalarca asılsız hırsızlık ihbarında bulunduğu saptanmıştır.

Alınan önlemler: Olay yeri güvenlik koşulları tamamen yerine getirilmiştir.

Sonuç: Olay tanımlanamayan sebepler ve açıklanamayan sonuç içermektedir. Kadının kayıp olma durumu olağan karşılanmakla birlikte bir evin ortadan kaybolması için gösterilecek bir neden bulunamamıştır. Delil olarak olay yerinden toplanan kara böcekler adli tıp tarafından test edilmek üzere laboratuvara gönderilmiştir.

Hazırlayan:                                                                            

Komiser Yardımcısı Turna Güney                                  

(İmza)                                                                                                       

***

“Buyurun Müdürüm, beni çağırmışsınız.”

“Turna, bu rapor ne?”

“Müdürüm, ben sadece olanları olduğu gibi aktardım. Tepkinizi anlıyorum ama bir adım ileriye gidemedim. Olmayan sokak kameraları, olmayan görgü tanıkları…” Daima yanında taşıdığı sırt çantasından çıkardığı kavanozdaki siyah, kımıl kımıl solucanları “Elimde sadece bunlar var,” diyerek masanın üzerine bıraktı. Kavanoza tiksintiyle bakan Müdür, “Kaldır bunları gözümün önünden!” dedi.

Turna eve gittiğinde, çantasından çıkardığı kavanozu koridordaki dar dresuarın üzerine anahtarlarıyla bıraktığı gibi kendini salondaki koltuğa attı. Aklındaki soruları da kavanoza bırakıp uykuya daldı.

İki gece sonra uykusunu bölen kımıltıların ve minik ayak seslerinin kendisini rahatsız etmesine izin vermedi. Sonrasında ilk kez banyoda yusyuvarlak, kaskatı leşi görünce eve getirdiği kavanozu anımsadı. Aynı anda çalan cep telefonun sesiyle tekrar olay yerine doğru yola çıktı.

Olay yeri hâlâ ilk günkü gibi sarı bantlarla çevrelenmiş, o da yetmemiş, meraklıları uzaklaştırmak için tellerle iyice kontrol altına alınmıştı. Evin eskiden bulunduğu dipsiz çukura yaklaştı. Kimliğini gösterip, beyaz koruyucu giysiler içinde çalışan ekibe yaklaştı. “Ben Komiser Turna, bir sonuca varabildiniz mi?”

Elindeki halatın ucuna kamera yerleştirmiş olan araştırmacı, “Koyu karanlığın nereye kadar indiği hakkında bir sonuca varamadık, Amirim. Ucu bucağı görünmüyor,” dediği sırada sarı bantların arkasındaki memurlardan birinin sinirli sinirli “Kardeşim, buraya giremezsin, çek git buradan,” sesiyle Turna Komiser o tarafa döndü. Kot pantolonu dizlerinin az üzerinde yırtık, dağınık saçlarını elindeki lastik bantla tutturmaya çalışan mavi bluzlu bir kadınla göz göze geldi. Kadın, “Bırakın girmem lazım, burası olmalı, ölçmem lazım,” diye ısrarla sarı bantların ardına geçmeye çalışıyordu. Turna genç kadının çırpınışlarına kayıtsız kalamadı. “Bırak gelsin, neymiş derdi anlayalım,” diye seslendi memura.

Kadın çukurun yanına geldiğinde elindeki bilgisayarı yere bıraktı, çantasından çıkardığı usturlap ile heyecanla etrafını dolanmaya başladı. Elleri ayakları titriyor,  anlamsız sesler çıkarıyordu. “Biliyordum, burada olacağını biliyordum!” dedi soluk soluğa. Turna kadının gözlerindeki deli ışığı görebiliyordu. Kadın lastik tokada durmayan dağınık saçlarını yeniden toplarken, “Buldum seni solucan deliği!” deyip arkasını döndü. Bilgisayarını Turna Komisere uzatıp “Komiserim, buldum sonunda! Ben diğer boyuta gidiyorum. Bütün bulgularım ve notlarım bu bilgisayarda, onları astrolog Kamuran Ak’a iletin,” deyip solucan deliğinden içeriye kendini bıraktı.

En Son Yazılar