Dedektif Dergi olarak geçtiğimiz sayılarda farklı kitap kulüplerine konuk olmuş, toplantı notlarımızı sizlerle paylaşmıştık. Okuma kulübümüzde yaptığımız toplantıları önceki sayılarda yayımladık. Okumayanlar veya tekrar okumak isteyenlere önceki sayılara bir göz atmalarını salık veririz.
Bu sayı için Gencoy Sümer’in tavsiyesiyle Türk polisiye edebiyatının sevilen ismi Ahmet Ümit’in Kavim romanını okuduk ve tartıştık.
Beş Dedektif Dergi yazarının katıldığı toplantıdan hem okur hem de yazar olarak büyük keyif aldık. Sözü uzatmadan Gencoy Sümer’in sunumunu yaptığı kulüp toplantımızın sadeleştirilmiş metnini sizlerle paylaşmak isteriz. Kitabı okumak isteyen okurlar için sürpriz bozan uyarısı vererek başlayalım. Keyifli okumalar.
Gencoy Sümer: Ahmet Ümit’i uzun uzun anlatmayacağım. Sanırım herkes tanıyor. Elimdeki kitap 2006 Doğan Kitap baskısı. Daha sonra aynı roman Yapı Kredi Yayınları’ndan basılmış. Başkomiser Nevzat maceralarının (Sis ve Gece, İstanbul Hatırası) üçüncüsü. Yazar 1914 yılında Sarıkamış’ta vefat eden İsmail dedesine ithaf etmiş romanını.
Girişte bir teşekkür bölümü var. Roman için araştırma yaptığı sırada yardımlarına başvurduğu kişilere teşekkürlerini sunmuş yazar.
Karakterleri tek tek anlatmak yerine doğrudan romanın süjesine geçeceğim. Yani olay örgüsünü kısaca özetleyeceğim.
Romanın başında Tevrat’tan bir alıntı var. “Öldürmeyeceksin!” Bölüm başlarında bu şekilde dini ifadeler var. Roman Elmadağ’da işlenen bir cinayetle başlıyor. Bu iyi bir giriş. Polisiye romanlarda başlangıçta bir cinayetin işlenmesi okuyucu yormamak, beklentiye sokmamak açısından iyidir. Maktulün kimliğinden Yusuf Akdağ olduğunu anlıyorlar. Nevzat ve ekibi olay yerine gidiyor. Ekipte Zeynep ve Ali var. Roman boyunca bu ikisi için de bir alt hikâye var ancak ben romanın polisiye hikayesi üzerinde duracağım. Yusuf Akdağ kalbinden iki kez bıçaklanmış. Olay yerinde Hristiyanlıkla ilgili birtakım semboller bulunuyor, ritüel görüntüsü var. Bıçağın kabzasında haç, masanın üzerinde açık duran bir İncil var. Kutsal kitapta bir satırın altı kanla çizilmiş ve “Mor Gabriel” ismi yazılmış. Bu Çehov’un duvara asılı tüfeği gibi. Diğer ayrıntıların hiçbir önemi yok. Odada esrar ve tütsü kokusu var fakat kapıda zorlama, cesette bir mücadele izi yok. Maktulün Midyatlı bir Süryani olduğu tahmin ediliyor. Cesedin sol bileğinin iç kısmında bir doğum lekesi/silinmiş bir dövme izi var. Tam bu sırada olay yerine maktulün Can adındaki arkadaşı geliyor. Can bir üniversitede sanat tarihi öğretim görevlisi. Can ilk şoku atlatınca maktulün Süryani olduğunu teyit ediyor. Yusuf’un ailesi yok, bekar. Ortaköy’de Nazereth adlı barı işleten Meryem isminde bir sevgilisi olduğunu öğreniyoruz. Can maktulün son zamanlarda ruh halinin çok kötü olduğunu söylüyor. Bunun üzerine Nevzat Meryem’le görüşmek için bara gidiyor. Nazareth kiliseye benzer bir mekân, içeride çok az müşteri var. Nevzat bu görüşmeden işe yarar bir bilgi alamıyor. Bilgiyi Meryem’in fedaisi Tonguç veriyor. Kınalı Meryem meşhur mafya fedaisi Yanık Fehmi’nin kızı. Yusuf’la daha önce Beyoğlu’nda işlettiği mekânda tanışmışlar. Yusuf bara gelip racon kesen Kadir’i dövmüş. PKK itirafçısı ve polis tarafından korunduğu zannedilen Bingöllü Kadir Yusuf’un tek düşmanı olabilecek kişi. Meryem de Tonguç da maktul hakkında fazla bilgiye sahip değiller. Yusuf’un arkadaşı olduğunu söyledikleri Timuçin’i hiç görmemişler. Antikacı Malik ismi de geçiyor konuşma sırasında. Nevzat o gece sevgilisi Evgenia ile beraberken Bingöllü Kadir öldürülüyor. Katil Tonguç, hemen yakalanıyor, suçunu itiraf ediyor. Tonguç’u sorguladığında Meryem’in azmettirici olduğunu öğreniyor. Ancak Nevzat cinayeti Meryem’in işlediğini düşünüyor.
Yusuf’un evinde yapılan aramada bir mektup bulunuyor. Mektubu Fatih adında biri kardeşi olarak hitap ettiği birine yazmış, emaneti kimseye teslim etmemesini ve Timuçin’e güvenmesini tavsiye ediyor.
Nevzat, Kapalıçarşı’da Malik’in antika dükkanına gidiyor. Malik Antakyalı bir Süryani. Yusuf ile Can’ı Malik’in tanıştırdığını öğreniyor komiserimiz. Malik suç dolu yılların ardından Hristiyan olmuş ve reenkarnasyon inancından dolayı kendini Aziz Pavlus sanıyor.
Roman epey ilerlemişken geç bir bilgi öğreniyoruz. Otopsi sırasında Yusuf’un sünnetli olduğu anlaşılıyor. Yusuf’un gerçekten Hristiyan olup olmadığını sormak üzere Nevzat, Ali ile beraber Meryem’e gidiyor. O sırada Meryem maktulün dairesinde Kuran okutmakta. Bu da poliste bir şüphe uyandırıyor. Meryem durumu bütün dinlerin aynı tanrıya inandığını, kendi inancına uygun olarak dua edilmesini istediğini söyleyerek açıklıyor. Yusuf’un sağlık nedenleriyle sünnet olduğunu anlatıyor.
Nevzat da Yusuf’un katilinin Bingöllü olmadığını Meryem’in onu öldürmekle hata ettiğini söylüyor. Ancak Meryem durumu inkâr ediyor.
Nevzat, Can’dan Mor Gabriel’in Süryani azizi olduğunu, bu ismi taşıyan bir kilise olduğunu öğreniyor. Can da Antakyalı, dayısı Katolik bir papaz ve Malikle eski dost. Can’ın Hristiyan annesi ve Nusayri olan babası o küçükken öldürülmüş.
Polisin yaptığı araştırma sonucunda Malik’in Yusuf’un hesabına yüz bin dolar yatırdığı ortaya çıkıyor. Malik’in suç dosyası kabarık. Geçmişte tarihi eser ve silah kaçakçılığı yapmış. Yusuf’un telefon kayıtları incelendiğinde son zamanlarda sık sık Emniyet’i aradığı ortaya çıkıyor, ancak kiminle konuştuğu anlaşılamıyor.
Can, Malik’in bir el yazması İncil sattığını bilgisini verirken uzun uzun Hristiyanlığın doğuşu, Süryanilik ve Aziz Pavlos hakkında da bilgi veriyor. Burada romanın kurgusu açısından öğrenebildiğimiz tek şey Can’ın anne ve babasının seksen öncesi ülkücü militanlarca öldürülmüş olduğu.
Nevzat, hesaba yatan parayı ve İncil’i sormak üzere Malik’in evine gidiyor. Malik bir kapısı şapele açılan tarihi bir binada oturmakta. Evdeki antika eşyalar arasında bir de kılıç var. Bu Nevzat’ın ilgisini çekiyor. Bu Çehov’un tüfeği işte. Yazar burada güzel kullanmış. Malik bu kılıcın Pavlus’un kafasını kesen kılıç olduğunu söylüyor. Elyazması kutsal kitabı Yusuf’tan alıp Mor Gabriel Kilisesi’ne geri gönderdiğini anlatıyor. Kitabı kiliseden çalan kişi bir mağarada boğularak ölmüş.
Nevzat’ın Malikle görüşmesinin ardından romanın ilk twisti gerçekleşiyor. Abisi Yusuf’un cesedini teşhis için gelen Gabriel, ölenin Yusuf olmadığını söylüyor. Ancak Gabriel ölen şahsı tanıdığını, isminin Komiser Yavuz olduğunu söylüyor. Yavuz’un geçmişte terörle mücadele göreviyle köyde bulunduğunu ve köylüye eziyet ettiğini hatta altı genci bir mağaraya kapatarak boğduğunu anlatıyor. Teyze oğlu canını kurtarabilmek için Yavuz komisere kumaşa sarılı değerli bir şey vermiş ancak ölümden kurtulamamıştır. Olay uluslararası basına yansımış, Avrupa’dan delegeler gelmiş ve olaya karışan güvenlik görevlilerine dava açılmıştır. Ancak Komiser Yavuz, PKK militanlarınca yakalanıp feci bir şekilde parçalanarak öldürülmüş, dava düşmüştür.
Nevzat komiserin kafası Evgenia’nın Yunanistan’a gitme kararı alması yüzünden karışık. Bu sırada Antikacı Malik’in kafası kesilerek öldürüldüğü haberi geliyor. Olay yerinde yakalanan kişi Can. Mahallelinin linçinden polis yardımıyla kurtulmuş. Can sorgusunda Malik’i öldürdüğünü kabul etmiyor, olay yerine Malik’le konuşmak için gittiğini ve cesediyle karşılaştığını anlatıyor. Ona göre katil Nevzat’ın amiri emniyet müdürü Cengiz. Bu kısım da romanda okur için şaşırtıcı bir gelişme. Nevzat önce buna inanmıyor, ancak araştırdıkça delillerin ve şahitlerin Can’ın ifadesini doğruladığını anlıyor. Cesedin elinden alınan bir iplik örneği, Cengiz’in kaşmir paltosuyla uyumlu çıkıyor.
Nevzat ve ekibi beş yıl önce Süryani köyünde yaşanan işkence olayını araştırıyor. Patos makinasında parçalanarak öldürülen komiserin asıl adının Selim Uludere olduğunu öğreniyorlar. Olaya karışan diğer polisler şimdiki emniyet müdürü Cengiz ve Mehmet isimli başka bir eski polis.
Bu üç kişinin Yavuz (Sultan Selim), Fatih (Sultan Mehmet) ve Timuçin (Cengiz Han) kod adlarını kullandıkları açığa çıkıyor.
Nevzat şöyle bir varsayımda bulunuyor; Selim yaşananlardan ötürü vicdan azabı çekerek ruh sağlığını yitirmiş, esrar kullanmaya başlamış ve dine sarılmıştır. Sık sık emniyeti aramasından rahatsız olan Cengiz, kirli geçmişinden kurtulmak için Selim’i ve olaylardan haberdar olan Malik’i öldürmüştür. Nevzat, Mehmet isimli komiserin de hayati tehlikesi olduğunu düşünüyor ve ekibiyle evine gidiyor. Mehmet’i evinde çarmıha gerilmiş olarak ölü buluyorlar. Cinayet mahallinde yine dini semboller var. Komşu kadın evde bulunan bir fotoğraftan Cengiz ve Selim’i teşhis ediyor.
Nevzat, Cengiz müdür ile polis evinde karşılaşınca yüzleşmek zorunda kalıyor. Cengiz bütün suçlamaları reddediyor. Nevzat amirlerini uyardığı halde Cengiz kaçıyor.
Nevzat evine döndüğünde Cengiz elinde tabancayla onu beklemekte. Konuşuyorlar. Cengiz Malik’i öldürdüğünü itiraf ediyor ancak bunun bir kaza sonucu olduğunu, Cengiz’in arbede sırasında düşüp kafasını vurarak öldüğünü söylüyor. Cengiz Malik’in kafasını kılıçla keserek ve kutsal kitaba not yazarak olayı diğer cinayetlere benzetmeye çalışmış. Nevzat anlatılanlara inanmayınca arkadaşlarının kahraman olduklarını söyleyerek onu yaralayıp bayıltıyor ve kaçıyor.
Ertesi gün Nevzat ve ekibi bu üç arkadaşın geçmişini araştırmaya başlıyor. Can’ın evinin önüne ekip gönderiliyor. Ancak Cengiz’i teşkilatta halen koruyanlar var. Can ekip aracının gittiğini görünce Nevzat’ı arıyor. Can’ın evine gittiklerinde Cengiz’in onu rehin aldığını görüyorlar. Çatışma çıkıyor, Nevzat Cengiz’i öldürüyor.
Araştırmalar sonucunda Selim, Cengiz ve Mehmet’in seksen öncesi silahlı çatışmalara katıldığını, bunlara silah temin eden kişinin de Malik olduğu ortaya çıkıyor. Zeynep, Malik cinayetinde üslup farkı olduğunu, önceki iki cinayeti Cengiz’in işlemediğini iddia ediyor.
Bunun üzerine ekip kütüphane arşivinden daha önce Cengiz müdürün araştırdığı dokümanları alıyorlar. Bir gazete haberinde Can’ın ailesinin suikast haberine rastlayınca bundan Cengiz, Mehmet ve Selim’in sorumlu olduğunu anlıyorlar. Can ailesinin intikamı için onlarla yakınlaşmış ve öldürmüş. Can tutuklanıyor ancak konuşmuyor. Delil yetersizliğinden serbest kalıyor. Merkezden çıkarken Meryem’in diğer fedaisi tarafından vurularak öldürülüyor. Bütün hikâye bundan ibaret.
Derin Gezmiş: İki konu aklıma takıldı. Aslında roman cinayetle başlamıyor. İlk bölümde Nevzat ve Ali ailesini cinnet geçirerek öldüren bir başka polisi sorguluyorlar. O hikâye orada öylece kalıyor. Ben yazarın bunu da akış içinde bir yere bağlamasını bekledim. Bağlamadı.
Bir polisten karakollarda ‘ifade odası’ olduğunu duymuştum. Ahmet Ümit romanlarında buraya hep ‘sorgu odası’ diyor.
Genel olarak Ahmet Ümit’in kalemini çok beğenirim. İyi bir hikâye anlatıcısıdır. Tarihi, dini konuları gayet başarıyla anlatıyor. Türk milliyetçiliğiyle ilgili alt mesajları her kitabında var. Olayları Başkomiser Nevzat’ın ağzından dinliyoruz. Ancak Nevzat, Ali’nin, Zeynep’in duygularını da gayet net anlatıyor. Bu anlatım bana çok geniş geldi, gerçekçi bulmadım. Ali’nin sıradan cinayetlerden sıkılıp sıra dışı cinayetler araması da bana gerçekçi gelmedi.
Gencoy Sümer: Haklısın bu tür anlatımlar gerçekçi ve ‘toplumcu’ romanlarda okurun gözüne batıyor. Romanın kahramanı mesela Poirot, Sherlock gibi gerçeküstü karakterler olsaydı batmazdı.
Derin Gezmiş: Polislerin işleriyle çok meşgul olup ailesini ihmal ettiği klişesi ile Bingöllü’nün gençken polislere yakın durarak karakol bilgilerini öğrenmesi bana gerçekçi gelmedi. Terör bölgesinde güvenlik sıkıdır diye düşünüyorum. Yazarın emniyet güçlerini zayıf göstermek istediği izlenimi edindim. Ayrıca okuduğum polisiyelerde suçluların adalete teslim edilmesi beni mutlu eder. Ahmet Ümit romanlarında katilin adalete teslim edilmeyip ölmesi beni çok sinirlendiriyor.
Emel Aslan: Romanı akıcı ve keyifli buldum. Yazar hikâyeyi güzel anlatıyor ve okutuyor. Türkçeyi güzel kullanıyor. Beni akıştan koparan şey çok fazla tarihi bilgi verilmesi oldu. Bunların içinde gerekli olanlar vardı, evet ama bence gereksiz uzatılmış yerler de vardı. Bu şekilde hikâyenin büyüsü kaçıyor bende. Dikkatim dağılıyor, konuyu unutuyorum. Bu şekilde anlatımı tercih etmiyorum. Dinler tarihi okumak için polisiye okumuyorum.
Diğer bir eleştirim de Can hakkında. Can’la cinayet mahallinde karşılaştılar ve ilk şüphe ettikleri kişiydi. Ama ona ilgilerini çok çabuk kaybettiler. Hakkında araştırma yapılmadı, söyledikleri teyit edilmedi, hatta iyi çocuk diyerek yaklaşmasına izin verdiler. Candan şüphe etmemeleri benim ondan şüphelenmeme neden oldu.
İmlada özellikle ne- ne de kullanımında hatalar gözüme çarptı. Hitaplarda Nevzat’ın yardımcılarına sürekli Aliciğim, Zeynepciğim diye seslenmesini doğal bulmadım. Konuşurken sürekli birbirimizin ismini zikretmeyiz.
Sonlara doğru Cengiz’den şüpheleniyoruz, bütün oklar onu gösteriyor tamam eyvallah ancak Cengiz’in kazara öldürdüğü Malik’in kafasını kesmesi, kutsal kitaba yazı yazması bana zorlama geldi. Bu hareketler planlanmadan o telaş içinde yapılacak bir iş olmaktan çok uzak. İkinci bir twist olsun diye yapılmış ama oradaki kurgu bana zorlama geldi.
Karakterlerle ilgili birkaç sıkıntım var. Evgenia sevdiğim bir karakter, güzel de yazılmış. Kadın Nevzat’a rest çekiyor, anladım beni sevmiyorsun diyor çekip gidiyor. Bunun üzerine Nevzat Efendi kadını ne arayıp soruyor ne yolcu ediyor ne de vedalaşıyor. Eyvallah bu da tipik bir erkek hareketi buna da tamam diyelim. Ama Evgenia niye dönüyor anlamadım. Bu mevzuya neden gerek duyulmuş. Yunan asıllı olmasına rağmen kendisini burada evinde hissediyor demek için mi? Bu yaptığı Evgenia’nın kişiliğine uygun değil. O kadın çekip giderse bir şey olmamış gibi geri gelmez. Yazar bunu yapmasaydı keşke. Bu yüzden bana final biraz özensiz geldi. Ama genel hatlarıyla eli yüzü düzgün, güzel anlatılmış iyi bir hikâye.
Ramazan Atlen: Çoğu şey söylendi pek ekleyeceğim bir şey yok. İkinci defa keyifle okudum. Ancak bu sefer Hristiyanlık, Süryanilikle ve Evgenia ile ilgili bölümleri atladım. O kısımlar bana sıkıcı geldi. Ben polisiye kurgu kısmını okumayı seviyorum. Okumaya başlarken ne hatırlıyorum diye düşündüm. Katili anımsayamadım. Aklımda emniyet müdürüyle Nevzat’ın mücadelesi kalmış. Demek ki ilk okumada oralar beni çok heyecanlandırmış. Bahsettiğiniz kusurları okurken fark etmedim. Ancak şimdi sizden duyunca hak veriyorum.
Tek aklıma takılan şey şu oldu; Mehmet’in evine gittiklerinde bir fotoğraf bulundu. Nevzat’ın orada şunu düşünmesi gerekirdi. Şayet Mehmet’i Cengiz öldürse arkada bu fotoğrafın delil olarak kalmasına müsaade etmezdi.
Bunun dışında kitabı keyifle okuduğumu söyleyebilirim.
Gamze Yayık: Bu roman benim ilk okuduğum polisiyelerden biridir. Öyle çocukluktan itibaren Agatha Christie, Sherlock falan okumuş değilim. İkinci okuyuşta hikâyeyi tamamen unuttuğumu fark ettim, okudukça hatırlarım diye düşünmüştüm öyle olmadı. Sadece konuda bir mafya bağlantısı olduğunu anımsıyordum.
Ahmet Ümit’in tarzını severim. Daha sonraki romanlarında gördüğüm anlam bozukluğu, imla sorunları bu kitapta yok. Belli ki iyi bir editörden geçmiş. Ne yazık ki yaptığımız işin etkisiyle okumaktan keyif alamıyoruz. Editör alışkanlığıyla hatalara odaklanarak okuyoruz romanı. Bu da içime sinerek roman okumamı engelliyor.
Ahmet Ümit’in hikayeciliği konusundaki fikirlerinizde haklısınız. Tümüne katılıyorum.
Dini detayların olduğu kısımları severek okudum, çünkü o konularda yazmayı da severim. Çoğumuz öykücü olduğumuz için kısa hikayelerden hızlı, öz bilgi almaya alıştık. Romanlarda hikâyenin genişletilmesi, konunun dallanıp budaklanması, karakterlerin artması kafamızı karıştırıyor. Bölüm başlarındaki betimlemeler okuru atmosfere sokmaya yarıyor, Evgenia’nın anlatıldığı bölümler hızla akan polisiye kurguda okura nefes alması için tanınmış molalar. Yazar bu bölümlerin roman içindeki dozunu iyi ayarlarsa her bölüm rahatça ve zevkle okunabilir. Bu romanda o bölümleri uzun bulmadım.
Çok romantik biri değilimdir ama Evgenia ile Nevzat komiserin arasındaki tek taraflı aşkı okumayı seviyorum. Nevzat zaten eşi ve kızını unutamadığını söylüyor. Evgenia’nın ona olan hisleri Nevzat’ta yok bu çok açık. Polis olarak mesleğini diğer her şeyin önünde tutuyor. Nevzat böyle bir adam, bunu böyle kabullenmek gerek. Emel sordu ya “Evgenia niye gitti niye geri geldi?” diye. Çünkü Evgenia duygularıyla hareket eden bir kadın.
Birkaç kelime gözüme takıldı. Şeker maşası için tutamak kullanılmış. Yalıtılmış yerine yalıtlanmış denilmiş. Aydırmaya yetmedi denmiş, anlamasına, ayılmasına yetmedi anlamında olduğunu sanıyorum.
Gerekli olup olmadığına karar veremediğim bir detay var. Otoparkçının çolak oluşu. Birkaç sefer bu detaydan bahsediyor Nevzat. İlk defa Mor Gabriel’in kesik sağ elinin hikayesini anlattıktan sonra otoparka arabasını bırakınca fark ediyor adamın çolak olduğunu. Ben okurken sürekli bu detayın bir noktada olayın çözümüne destek olacağını düşündüm. Yani o silah duvarda asılı kaldı.
Genel olarak konuşursam kurgu ve karakterlerden çok memnundum. Derin’in bahsettiği ailesini öldüren polis sorgunun anlatıldığı ilk sahne benim hoşuma gitti. Çünkü roman Nevzat’ın hayatının tam ortasından başladı. Polis olarak böyle bir hara güre içinde, biz okur olarak sıradan bir sorgu sahnesiyle olanları okumaya başladık.
Karakterlerin kurguya girişi ve romanın üçte ikisinden sonra yavaş yavaş karakter azaltılmasını isabetli buluyorum. Bu uzunlukta bir roman için yazar oldukça ekonomik sayıda karakter yaratmış ve onları iyi idare etmiş. Romanın zamanı çok kısa, üç dört gün gibi. Konuyu bu kadar sürede güzel derleyip toplamış.
Malik karakteri üzerinden arzu ettiği o mistik havayı yaratmayı başarmış Ahmet Ümit. Ben o tür hikayeleri dinlemekten çok hoşlanırım.
Bazı klişeler var. Ahmet Ümit’le mi başladı yoksa o mu tekrarladı onu sizlere soracağım. Örneğin şu emektar Renault. Okuduğum pek çok polisiyede özel araçlar için bu sıfatın kullanıldığına rastladım. Aslında şöyle düşündüm; Nevzat çok dürüst bir adam, rüşvet yemiyordur. Eski bir araca binmesi, ucu ucuna yetirerek geçinmesi doğal.
Gencoy Sümer: O emektar araçlar Amerikan Hard Boiled polisiyelerde vardır. Türkçe çevirilerde emektar silah, emektar araba diye geçer.
Gamze Yayık: O halde bir klişe. Polisiyelerde komiserin yardımcı karakterlerinin kadın olanı nedense tertipli, akıllı ve daha pasif, erkek olanı bıçkın, sinirli, disiplinsiz betimleniyor. Bu da klişe artık. Hem de cinsiyetçi bir yaklaşım seziyorum ister istemez. Ali ve Zeynep arasındaki yakınlaşma da gereksiz. Evgenia ile Nevzat aşkı bu roman için yeterli aslında. Bu polisiye bir romansa eğer o kadar aşk meşk yeterliydi. Bunlar bana klişe geldi.
Emel Aslan: Hasarlı başrol karakteri de bu klişelerden biri. Karısını ve çocuğunu kaybetmiş, arızalı, bir yarası var. Bunun nerede başladığını ben de bilemiyorum. Evet, kurguda kusurlu karakter yaratmak iyi, elbette karakterlerin doğal olması için kusurları olmalı. Pürüzsüz karakterler inandırıcılıktan uzaktır.
Gamze Yayık: Roman boyunca yazarın sık sık tespitler, göndermeler yaptığını yarı açık mesajlar verdiğini de gördük. İlk sahnedeki polis sorgusunda polisler üzerindeki mesleki baskının, psikolojik destek eksikliğinin sonuçlarına değinildi bana göre. Gazetelerin üçüncü sayfasında ailesini katleden güvenlik çalışanlarını çok sık görüyoruz.
Gencoy Sümer: Ben de eleştirilerimi sona sakladım. Romanı seneler önce okuduğumda çok başarılı bulmuştum. Kitapta tıpkı China Town filmindeki gibi güzel bir gizem var. Yani bir dolap döner, birilerinin yalan söylediğini hissedersiniz ancak romanın sonuna kadar onun ne olduğunu bilemezsiniz. Bence romanın en iyi yazılmış bölümleri Evgenia bölümleri. Yazar oraları hakikaten düşünerek kalben yazmış. Okurken öyle hissettiriyor. Maalesef derme çatma yazılmış bölümler de var.
Ahmet Ümit’in iyi bir hikâye anlatıcısı olduğu konusundaki fikirlerinize ben de hak veriyorum. Romanlarda gereksiz detayları istemeyen biriyim. Ancak uzun, detay dediğimiz bölümler gerçekten iyi yazılmışsa tahammül edilebilir. O nedenle din sosyolojisiyle ilgili kısımlardan sıkılmadım, keyifle okudum. Oralardan ipucu da çıktı. Fakat bu sefer okuduğumda daha farklı bir gözle baktım romana. Bu sürede benim de polisiyeye bakış açım değişti, bilgim görgüm arttı. Benim fikrime göre bu roman gerçekçi bir roman değil. Ayrıca iyi işlenmemiş. Üçüncü olarak bu romanın polisiye olduğundan kuşkuluyum. Bütün gerekleri karşılamasına rağmen böyle olduğunu düşünüyorum.
Ahmet Ümit her şeyden evvel bir popüler roman yazarı. Kendisine polisiye yazarı denmesinden hoşlanmadığını düşünüyorum. Söyleşilerine bakarsanız popüler, edebi bir roman yazarının söylemlerini görürsünüz. Kavim’de bir polisiye dili yok. Polisiyede bir yere kadar edebi dil kabul edilebilir ama bir noktadan sonra rahatsız edici olabiliyor.
Bu romanda önemli kurgusal hatalar var. Yanlışım varsa düzeltin. İlk olarak anlatıcı birinci şahıs olduğunda o kişinin tıpkı Poirot’un yardımcısı Hastings gibi biraz bilgisiz hatta aptal olması gerekir ki olayları sadece gözlemleyerek anlatsın. Ya da olaylarla doğrudan ilişkisi olmamalıdır. Gidişatı o yönlendirmemeli, olayları hızlandırmamalıdır. Bu romanda anlatıcının olayların içinde olup kendi dışında olanlar için diyalogları kullanması bu romanın en büyük handikabı. O kısımlarda anlatım oldukça kötü.
Emel Aslan: Meryem’in korumasının anlattığı bir kavga sahnesi vardı. Hiç kimse o şekilde anlatmaz. Kavganın tüm ayrıntıları tek tek veriliyordu. O bana saldırdı ben de karşılık verdim diyerek geçilecek bir diyalogdu o.
Gencoy Sümer: Evet doğru. Ben başka bir örnek vereceğim. Öldürülen Mehmet’in evinde komşu Sıdıka maktul hakkında bilgi veriyor. Ancak biz bu ifadeyi Zeynep’in ağzından dinliyoruz. “Çarşıya, pazara giden Şükran biraz geç kalsa ‘Neredeydin? Sen beni aldatıyorsun,’ demeye başlamış. Yandaki Sıdıka teyzeye göre Şükran hiçbir zaman Mehmet’i aldatmamış. Ama sen bunu Mehmet’e anlat.”
Bunun gibi başka örnekler de var. Özetle olayların diyaloglarla anlatılması romanı çok yavan bir hale getirmiş. Bence yazarın anlatım yöntemini değiştirmesi gerekirdi.
Final iyi değil. Nasıl tiyatroda savaş sahnesi birebir canlandırılamıyor diye iki oyuncunun diyalogları kullanılıyorsa burada da fabulada mevcut olan Can’ın suçlu olduğu bilgisi üç polisin arasında geçen konuşmalarla aktarılıyor. Burada fabula ve süje arasındaki ilişkinin yazar açısından önemi de ortaya çıkıyor. Fabula hazır bir malzeme olarak yazarın elinde. Yazar bunu öyle bir şekilde işlemeli ki etkili bir anlam yaratmalı, sonucu göz alıcı olmalı. Benim fikrime göre finalde etkileyiciliği artırmak için Can’la Nevzat’ı yüzleştirmeliydi. Final bu nedenle bana çok zayıf geldi. Daha fazla düşünülerek yazılmalıydı.
Bir diğer husus dava çözümünde ihtimal olan zayıf gerekçeler kullanılması. Örneğin Cengiz’in Malik’i öldürmesi. Bu sahne tamamıyla gerçek dışı. Soruşturma esnasında bir emniyet müdürü kalkıp kendi kirli çamaşırlarıyla ilgili olarak çeteye mensup bir adamla görüşecek, mümkün mü? Arabasını otoparka bırakmış, gizlilik de yok. Soruşturmanın en önemli zanlılarından birinin yanına gitmesi akıl alır gibi değil. Diyelim ki gerçekten bir korkusu vardı, bunun için bizzat gitmesine gerek var mı? Ahmet Ümit’in kurguladığı Türkiye’de bir polisin bir kişiyi susturmak için evine gitmesine gerek var mı?
Ramazan Atlen: Telefon edebilirdi.
Derin Gezmiş: Altı genci mağarada boğarak öldürebildilerse Malik’i de ustaca susturabilirdi.
Gencoy Sümer: Kurguladığı Türkiye, gerçeğine çok uzak değil. Ama soruşturma yürütülürken gidip zanlıyla görüşmesi kurguda çok büyük bir hata. Orada bulunması için başka bir gerekçe olmalıydı. Yazarın büyük bir twist yapma uğruna böyle bir şeye kalkışmaması gerekirdi.
Finalde bütün çıplak gerçeğin ortaya çıkması son otuz sayfada oluyor. Ancak bu gerçeklere kitabın ilk otuz sayfasında da ulaşılabilirdi. Buna bir engel de yoktu. Aradaki üç yüz sayfaya gerek yok. Nevzat sürekli olarak ipuçlarını erteliyor. Görmezden geliyorlar. Soruşturulması gereken meseleye kurgu gereği yeri geldiğinde bakıyorlar. Roman bize bunu inandırabilseydi o zaman başarılı derdik. Örneğin Cengiz’in kütüphanede Can’ın ailesinin ölümüyle ilgili habere ulaşması nasıl mümkün oluyor?
Gamze Yayık: Can kimliğini hiçbir zaman saklamamış. Arşivi adıyla taradığında habere ulaşmıştır.
Ramazan Atlen: Can’ı neden araştırıyor?
Derin Gezmiş: Çünkü Can, Malik’in katili olarak onun adını veriyor.
Gencoy Sümer: Bu normal ama, çünkü onu görmüş, yalan söylemiyor ki. Ayrtıca, Can sadece kolunda leke gördü diye yıllar sonra bir adamın katil olduğuna nasıl hükmediyor?
Derin Gezmiş: Bunu Can’dan duymuyoruz, her şey başkomiser Nevzat’ın anlattıklarından ibaret.
Ramazan Atlen: Tanıştıklarında lekeyi fark edince araştırıyor muhtemelen.
Emel Aslan: Kaç defa isim değiştirmiş bu adamlar neyi araştıracak?
Gencoy Sümer: Son sayfalarda Nevzat sorgulama esnasında Can’a şöyle bir suçlama yöneltiyor. Cinayetlere dini işaretler bırakarak dikkatimizi Mardin’de gerçekleşen olaya yöneltmek istedin diyor.
Gamze Yayık: Belki de Selim/Yusuf/Yavuz samimi olduklarında Can’a tüm olan biteni anlatmıştır.
Gencoy Sümer: Ama bu okura söylenmiyor. Bilmiyoruz nasıl oldu bu. Sonuç olarak romanda bariz kurgu hataları olduğu açık.
Toplantımız zaman kısıtlaması nedeniyle burada sonlanıyor ancak belli ki bu roman üzerine söylenecek daha epey söz var. Kalanı siz sevgili okurlarımızın yorumlarında görmek ümidiyle keyifli okumalar diliyoruz.