Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

Maurice Halperin Olayı

Diğer Yazılar

Bülent Tunga Yılmaz
Bülent Tunga Yılmaz
1975 yılında Samsun’da doğdu. Boğaziçi Üniversitesi’nde siyaset bilimi, sosyoloji ve kültürel çalışmalar alanında lisans ve yüksek lisans derecelerini aldı. Weitz Center for Sustainable Development’dan Yerel Kalkınma ve Kamu Yönetimi konusunda diploması bulunuyor. Çalışmaları ağırlıklı olarak AB-Türkiye İlişkileri, toplumsal araştırma, akademi-endüstri ilişkileri ve proje yönetimi alanında yoğunlaşan Yılmaz evli ve Kerem isminde bir çocuk babasıdır. Aİlesiyle birlikte Dubai’de ikamet etmektedir.

1953 yılı, modern ABD tarihinin en karanlık dönemi. Arthur Miller’in 1952’de yazdığı The Crucible (Cadı Kazanı) oyunda alegorik bir şekilde anlattığı üzere McCarthyciliğin cadı kazanı kaynatılıyor ve hakkında herhangi bir şekilde şüphe duyulan herkes içine atılıyordu. McCarthycilik, Amerikan entelektüel yaşamına ve demokrasisine büyük zarar veren kara ve çıkmayan bir leke olarak tarihteki yerini almak üzereydi.

Maurice Halperin Olayı 1
Arthur Miller

McCarthy döneminin mağdurları arasında sadece sinema, basın ve sanat dünyasının önemli simaları yoktu elbette. Bu toz duman içinde tabiri caizse at izinin it izine karıştığı yıllarda kimin suçlu ve gerçekten bir komünist (Sovyetler Birliği) ajan kimin masum olduğu hakkında net bir fikre sahip olmak mümkün olmayabiliyordu. İşte bu politik ve tarihi atmosferin bir ürünü olarak anormal şartlarda doğan ve yarım yüzyıla yakın bir süre bir muamma olarak kalan Maurice Halperin Olayı da yıllarca süren bir tartışmanın konusu oldu. Yıllar sonra bazı gizli arşivlerin açılmasının ardından ortaya çıkan gerçek, casusluk dünyasının en ilgi çekici vakalarından biri olarak espiyonaj tarihindeki özgün yerini aldı.

Olayın kahramanı Maurice Halperin 1906’da Boston’da doğdu. Çok iyi bir eğitim alan Halperin, lisans derecesini Harvard, yüksek lisans derecesini Oklahoma ve doktora derecesini de Sorbonne Üniversitelerinden aldı. 1930’da Sorbonne’da başlayan akademik kariyeri sırasında Oklama ve Florida Üniversitelerinde ders veren Halperin, 1941 yılında kamuya geçerek Latin Amerika uzmanı olarak Amerikan Hükümeti için çalışmaya başladı. O dönemde ABD’nin ana haber alma teşkilatı olan ve 1947’de kurulan CIA’nin de temelini teşkil eden OSS (Office of Strategic Services – Stratejik Hizmetler Dairesi) içinde Latin Amerika araştırmalarının yapıldığı birimi yönetti. OSS’nin ikinci adamı olan Yarbay Duncan Chaplin Lee’nin özel yardımcısı olarak görev yaptı. Lee, sonradan öğrenildiği üzere Stalin dönemi Sovyet Gizli Servisi NKVD için çalışan OSS içindeki bir köstebekti ve bu da Lee’yi Amerikan casusluk tarihinde Sovyetler için çalışan en yüksek rütbeli iki taraflı casus yapar. İlginçtir, Lee OSS sonrası yaşamına başarılı bir avukat olarak devam etti; hatta CIA için Çin’de bazı operasyonlarda aktif olarak yer aldı. Lee’nin II. Dünya Savaşı boyunca OSS’deki görevi sırasında bir Sovyet ajanı olduğu gerçeği ölümünden sonra kanıtlanmıştır. Lee’yi ceza almaktan kurtaran, bilgileri sadece sözlü olarak aktarmaktaki ısrarıdır. Bu sayede hem arkasında bir kanıt bırakmamış hem de bilgilerin zararı ve etkisi görece az olmuştur.

Maurice Halperin Olayı 2
Maurice Halperin

Halperin’e geri dönersek, savaş sonrasında ABD’nin Soğuk Savaş politikalarının ana çerçevesini oluşturan Truman Doktrini ve Marshall Planının tasarlanmasında ve NATO’nun kuruluşunda çok büyük bir rol oynamış olan Dışişleri Bakanı Dean Acheson’un Latin Amerika konularında danışmanlığı görevine getirilir. Birleşmiş Milletler’in kuruluşunda da aktif rol alır. Sonra sürpriz bir şekilde, diplomasi alanında kariyerinin hızla ilerlediği bir dönemde ABD Dışişleri’nden istifa eder ve Latin Amerika Çalışmaları’nda ders vermek üzere Boston Üniversitesi’e geçer.

1948 yılına gelindiğinde ABD tarihinin en büyük çift taraflı casusluk olayı patlar. ABD Komünist Partisi CPUSA’nın bir üyesiyken Stalin dönemi Sovyet İstihbarat Örgütü olan ve sonra da KGB’ye dönüşen NKVD tarafından devşirilen ve ‘spymaster’ konumun gelerek ABD içindeki komünist casuslar ağını yöneten Elizabeth Bentley 1945 sonunda FBI’a giderek tüm casusluk faaliyetlerini itiraf eder. Amerikan Kongresi’nin ‘Amerika Karşıtı Faaliyetler Komitesi’ (HUAC – Anti-Amerikan Activities Commitee) karşısında verdiği ifadelerle üç yıl boyunca ülkede faaliyet gösteren iki casus ağını açığa çıkarmış ve toplamda 80’den fazla Amerikan vatandaşını casusluk ve vatana ihanetle suçlamıştır. Bunlar arasında yer alan kişilerden biri de Halperindir. Bentley, 1942-44 arasında Halperin’in OSS’den aldığı kritik bilgileri Sovyetler’e aktardığını iddia eder. Bu iddialar üzerine yapılan izlemeler sonucunda Halperin’in Amerika’da faaliyet gösteren Sovyet casuslarıyla temas ettiği ortaya çıkar ve 1953 yılında bazı Sovyet gizli şifrelerinin Amerikan karşı casusluk çalışmaları sonucunda çözülmesi üzerine HUAC karşısında ifade vermek zorunda kalır. Bu esnada Boston Üniversitesi’ndeki pozisyonunu da kaybeder.

Komite karşısında hakkında yapılan suçlamaları reddetmesine karşın Halperin durumunun kötüye gittiğine kanaat getirir ve Meksika’ya kaçar. Bir süre orada ders veren Halperin Amerika’ya iade edilmekten kurtulmak için Sovyet Birliği’ne kaçar. Moskova yıllarında hem ders verir hem de Che Guevera ve casusluk tarihinin en büyük skandalı ve köstebek hikayesi olarak kabul edilen Cambridge Beşlisi’nin üyelerinden İngiliz Donald Maclean ile yakın dostluklar kurar. Guevara’nın davetini kabul ederek 1962’de Küba’ya gider; Havana Üniversitesi’nde ders verir ve Castro’ya danışmanlık yapar. Küba’daki politik atmosferin gerginleşmesinin ardından Kanada’ya göç eder ve orada siyaset bilimi alanında ders vermeye devam eder ve Küba alanında önde gelen uzmanlardan biri olarak kabul görür. 1995 yılında, 88 yaşında Kanada-Vancouver’de vefa eder. 

Maurice Halperin davası neden casusluk tarihinin  ilgi çekici olaylarından biridir?

Maurice Halperin Olayı 3
Elizabeth Bentley

Öncelikle 1940ların sonunda Elizabeth Bentley’nin ifşalarıyla ortaya çıkan ABD bürokrasine sızmış köstebeklerin en önemlileri ülkesini tek terk eden Joseph Katz ile birlikte Halperin olmuştur. Bentley, FBI’ın maaşlı itirafçısı olur; yaşamını sekreterlik ve öğretmenlikle sürdürür. Nathan Gregory Silvermaster ABD’de yaşamaya devam eder. Kanada asıllı ekonomist Lauchlin Bernard Currie ABD pasaportunun yenilenmemesi sonucu Kolombiya’da hayatını sürdürür. Keeney Çifti (Philip ve Mary Jane) suçlamalar sonrasında New York’da bir sinema işletirler. Halperin kaçarak suçunu baştan kabul mu etmiştir? Bu olay üzerine 1995 tarihli ‘Cold War Exile: The Unclosed Case of Maurice Halperin’ başlıklı kitapta Don S. Kirschner “Halperin’in suçlamaları reddetmesine rağmen adını temizlemeyeceğini bildiğinden dolayı Meksika’ya kaçtığını” iddia eder. Kitap ayrıca Halperin’in, McCarthy döneminin komünist avı çılgınlığının bir kurbanı mı yoksa komünizme inanmış ve bunun için de bir kereliğine Sovyetler’e bazı bilgiler sızdırmış  ama sonrasında inancını yitirmiş ‘bir zamanların idealisti’ bir solcu Amerikan entelektüel midir sorusunu ortaya atar.

Kirschner, 1995 tarihli kitabında Bentley’nin iddialarına dair bir kanıt olmadığını; Helperin’in de ısrarla masum olduğunu belirtir. Kitabında sadece dönemin FBI belgelerini incelemekle kalmaz, bizzat Helperin ile de kapsamlı röportajlara yer verir. Kitap, Amerika’nın tarihine büyük damga vurmuş, FBI’ın kurucusu ve uzun yıllar başkanlığını yapan J. Edgar Hoover’in gücünü nasıl kullandığını da ortaya koymuştur.

Halperin’in ölümünden birkaç ay sonra yayınlanan kitabı okuyan hemen herkes onun masum olduğuna dair bir kanaata sahip olur. Onun dönemin mevcut politik atmosferine kurban gittiğine; panikleyip yurtdışına kaçmasaydı Bentley ifşaalarında adı geçen diğerleri gibi Amerika’da yaşamına devam edebileceğine inanma eğilimi ağır basar.

Halperin’in ölümü ve Kirschner’in kitabı sonrasında davanın çözülmeden tarihteki yerini aldığı düşünülebilir ama 2000’lerin başında sadece Halperin’in değil, Amerikan bürokrasine sızmış en yüksek rütbeli Sovyet köstebeği olan Duncan Lee’nin hakkında gerçek de ortaya çıkar. 

Venona Projesi, ABD tarafından II. Dünya Savaşı sırasında başlatılan ve 1980’e kadar Soğuk Savaş sırasında da devam ettirilen bir karşı casusluk operasyonudur. 37 yıl boyunca Sovyet istihbarat örgütlerinin gizli mesajlarının deşifresini amaçlayan proje, bu dönemde gönderilen mesajların yaklaşık üç bin tanesini çözmeyi başarmıştır. Bu çözümler sayesinde Lee’nin de aralarında bulunduğu bir grup Amerikalı’nın Sovyetler adına casusluk faaliyetlerinde bulundukları ortaya çıkarılmıştır. Atom bombasının yapıldığı Manhattan Projesi’nin gizli bilgilerinin Sovyetler’e verildiği de yine bu mesajlar sayesinde keşfedilmiştir.

Maurice Halperin Olayı 4

Atom bombasıyla ilgili çalışmalar Manhattan Projesi adı altında yürütülmekteydi.

Venona Projesi’nin açıklanan belgelerinde Maurice Halperin’in adı geçmekte midir? Deşifre olan mesajlar açık bir şekilde onun Sovyetler adına casusluk yaptığını ve Amerikan diplomasinin gizli yazışmalarını Sovyetler’e aktardığını kanıtlamıştır. O da tıpkı yakın çalıştığı Lee gibi ölümünden sonra bir Sovyet ajanı, bir köstebek olarak tarihteki yerini almıştır. Bu da hem onun masumiyet iddialarını hem de Kischner’in kapsamlı kitap çalışmasını amiyane tabirle boşa çıkarmıştır.

Maurice Halperin olayını ve Bentley itirafları sonucu ortaya çıkan casusluk vakalarını politik ve tarihi bir düzeyde nasıl değerlendirmek gerekir? Öncelikle Halperin ve onunla birlikte adı geçen diğer üst düzey Amerikan casusları Sovyetler adına II. Dünya Savaşı sırasında casusluk yapmışlardır. Soğuk Savaş öncesi bir dönemde, ABD ve Sovyetlerin Nazi Almanya’sı karşısında müttefik oldukları yılları kapsayan bu casusluk faaliyetleri çok büyük ölçüde politik/ideolojik inanmışlık ve idealizmin bir sonucudur. Hemen tamamı çok iyi eğitimli birer entelektüel olan bu insanlar, bu faaliyetleriyle büyük ölçüde dünya sosyalizmine ve insanlığın hayrına olduğunu düşündükleri küresel bir devrime hizmet ettiklerine inanıyorlardı. Muhtemelen hiçbiri Stalin terörünün neredeyse Hitler Nazizm’inin  yarattığı yıkıcılık ve insanlık trajedisiyle aynı olduğunun; Gulag’ın veya Büyük Terör’ün gerçek anlamının farkında değillerdi.

Peki idealizm bu yaptıklarını haklı çıkarır mı? Bu sorunun cevabını tarihsel bir boyutta ama günümüzde; yani tüm Soğuk Savaş tarihini ve deneyimini gördükten sonra vermek kolay: Çıkarmaz. Onlar olmasaydı muhtemelen Sovyetler ve Stalin o kadar güçlenmeyecekti. Belki Doğu Avrupa o kadar kolay Sovyetler hakimiyetine girmeyecek ve bir Demir Perde hiç olmayacaktı. Belki Sovyetler Birliği hiçbir zaman bir atom bombası yapamayacak ve Soğuk Savaş hiçbir zaman gerçekleşmeyecekti. Öte yandan bu kişilerin insanlığın bir Soğuk Savaş deneyiminden geçeceğini tahmin etmesi de mümkün değildi. Bu da bizi, konu hakkında ahlaki bir yargıya varmanın politik ve tarihsel düzlemdeki kadar rahat ve kesin olamayacağı gerçeğiyle karşı karşıya bırakmaktadır.

En Son Yazılar