Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

YeniSayı Çıktı

Polisiye Dergi Dedektif'in yeni sayısını şimdi ücretsiz okuyabilirsin!

KAYIP ÇOCUK VAKASI

Diğer Yazılar

Siyah saçları da su yeşili gözleri gibi ışıl ışıldı. İncecik vücudu, dar kısa mini eteği, gözlerinin rengindeki straplez bluzuyla hoş bir görünümü vardı. Söylediği Beatles şarkıları bedeninde hayat buluyor, ona ayrı bir hava katıyordu. Vücudunun ve ellerinin hareketi şarkılarla tam bir uyum içindeydi.

Burası Londra’daki publardan esinlenerek dekore edilmiş, yirmi-otuz kişinin sığacağı bir bardı. Çalışan genç kızlar bira servisine yetişmeye çalışırken, onu her çarşamba dinlemeye gelen müdavimleri keyifli bir akşam geçiriyordu. Sesinin tonu Beatles şarkılarına öyle uyuyordu ki dudaklarından dökülen İngilizce melodiler ışıklı bir ipe dizilmiş gibiydi.

Hera, Let It Be şarkısıyla o geceyi tamamlamıştı. Şarkı bitince bir alkış koptu.

Sahneden indi. Ona verdikleri depodan bozma odaya girdi. Üzerine eşofmanlarını giydi. Aceleyle makyajını temizleyerek topuklu ayakkabılarını çıkardı. Cep telefonuna baktı.

“Aman Allah’ım, bu ne?”

Bir sürü cevapsız arama vardı. Telaşlandı. Bakıcının telefonunu çaldırdı. Açan olmadı. Onun bu telaşlı hâlini gören mekân sahibi meraklı gözlerle çıkışını izlerken sordu.

“Hemen mi çıkıyorsun?”

“Evet, gitmem lazım. Oğlum ateşliydi, bakıcıyla bıraktım. Açmıyor telefonu.”

“Ama o yine seni soracak.”

“Sorarsa sorsun, gitti dersin. Lütfen oyalama, çıktım ben.”

Kapüşonunu başına geçirdi. Sırt çantasını taktığı gibi arka kapıdan karanlık sokağa karıştı. Yakınlara park ettiği arabasına bindi.

Feriköy Mezarlığını geçti. Evinin bulunduğu sokağa girdi. Yaşadığı binanın önü polis kaynıyordu. Ambulans ve siren sesleri arasında sarı bantlara korkuyla yaklaştı.

Kıvırcık saçlı polis, göz makyajı yarım yamalak temizlenmiş ağlamaklı genç kadına baktı.

“Memur Bey, ne oldu burada? Evim burada. İçeride bakıcıyla üç yaşındaki oğlum var.”

Genç kadının söylediği şeyler memurun yüzünü değiştirmişti. Bunu fark eden Hera’nın tedirginliği artarken zihninden bir sürü kötü senaryo geçti.

“Lütfen, izin verin evime gireyim, oğlum beni bekliyor, bakıcı evine gidecek.”

Polis memuru, “Bu gidişle gidemeyecek,” dedi fısıltıyla.

Memur, son durumu sormak için diğer ekip arkadaşlarının yanına gitti. O sırada Hera çıldıracak gibi oldu. Yerinde duramıyordu. Sarı bantların altından bir hamlede fırladı. Olanca hızıyla dördüncü kata çıktı. Kapılarının önünde bekleşen tanımadığı komşularının yüzlerindeki acıma ifadesine aldırmadan önlerinden hızla geçti. Evinin kapısı sonuna kadar açıktı. Beyaz fayanslarla döşeli evin girişinde, yerde ve duvarlarda kan izleri vardı. Küçük puf ve yerdeki post kana bulanmış, bir köşeye fırlatılmıştı. Yönü ona doğru dönük kıpkırmızı postalın izi, önünde bir facianın kanıtı olarak duruyordu.

Komiser Reha çizgili gömleği ve koyu renk kot pantolonuyla kapının önüne çıktığında Hera ile burun buruna geldi. Hera’nın arkasından koşan yardımcısı Gülçin nefes nefeseydi.

“Komiserim, kadına yetişemedim.”

“Yetişsen şaşardım,” dedi mırıldanarak. “Sorun değil, bırak.”

“Komiserim, oğlum nerede? Neden kimse bir şey söylemiyor.” Hera tekrar hıçkırıklara boğuldu. “Oğluma bir şey oldu. Ona bir şey oldu…” diyerek kendisini yerden yere fırlatmaya, çığlıklar atmaya başladı.

Gülçin kadının hâline üzülmüştü. “Lütfen sakin olun. Oğlunuzla ilgili henüz bilgimiz yok. Ama en kısa sürede onu bulacağız.”

“Nerede o zaman? Neden aramıyorsunuz?”

“Nerede olduğunu henüz bilmiyoruz. Aramaya başladık merak etmeyin.”

“Oğlumu evde bakıcıyla bırakmıştım. Ona ne oldu peki, yaralı mı?”

Reha, Hera’yı içeri sokmamak için karşı komşusunun getirdiği sandalyeye oturttu.

“Yalnız mı yaşıyorsunuz?”

“Evet. O kadıncağıza ne oldu?”

“Öldürüldü.”

“Aman Allah’ım!”

“Bakıcınızın düşmanı falan var mıydı?”

“Ne düşmanı olacak, memleketinden çalışmak için gelmiş bir yabancı. Oğlumu bulun ne olur. Kaçırdılar mı onu?”

“Neden kaçırıldığını düşündünüz? Bir şey mi biliyorsunuz?” diyerek Gülçin atıldı bu sefer.

“Hayır, bir şey bildiğim yok.”

Gülçin yine sordu. “Bakın, bir adam telefonla edip bu evde bir ceset olduğunu söylemiş.”

“Arayan kimmiş?” diye ıslak gözleriyle Gülçin’e baktı Hera.

“Henüz bilmiyoruz. Çocuğunuzun babası kim?” diyerek Reha girdi söze.

“Eski eşim. Doktor. İsmi Teoman Çetik.”

“Bize biraz eski kocanızdan bahsedin.”

“Ayrılalı iki yıl oldu.”

“Oğlunuz kaç yaşında?”

“Üç yaşında.”

“Ayrıldığınızda çocuğunuz bir yaşındaymış yani.”

“Evet.”

“Neden ayrıldınız?”

“Ailevi sebepler,” diyerek geçiştirdi kadın.

Reha, Hera’nın yeşil gözlerine baktı. Çok güzel bir kadındı. Düzgün fiziği, duruşu, konuşması, uzun düz siyah saçları içinde kıpırtılar uyandırıyordu.

“Bakıcı ne zamandır sizinle çalışıyor?”

“Geçen yıldan beri. Sadece çarşambaları. O günlerde bir pub da şarkı söylüyorum.”

“Geçiminizi o şekilde mi sağlıyorsunuz?”

“Evet, ayda dört kez çıkıyorum. Fena kazanmıyorum.”

“Bakıcınızın milliyeti neydi?”

“Gürcü. İki yerde daha bakıcılık yapıyordu.”

“Nerede oturuyor?”

“Bilmiyorum. Türk sevgilisiyle bir evde yaşıyor. Buraya yakın olduğunu söylemişti.”

“Evde çocuğunuzu emanet ettiğiniz kişinin nerede oturduğunu bilmiyor musunuz?”

“Bilmiyorum, evet. Bana bir arkadaşım tavsiye etmişti. Hem pasaport fotokopisini de almıştım.”

“Sizce kim öldürmüş olabilir? Hem de evinizde. Kavgalı olduğu birisi ya da bağlı olduğu bir şirket falan var mı?”

“Bilemiyorum. Onu nasıl öldürmüşler? Acaba çocuğumun gözleri önünde mi? Yavrumu katil mi kaçırmış?”

“Bıçaklanmış. Evde 44 numara kanlı ayak izleri var. Bir de 36-37 numara ayak izi.”

Hera, çevresinde 44 numara ayakkabı giyenleri düşündü. Sonra da bakıcısının ayak numarasını. Yok, bakıcısının ayakları bu kadar küçük değildi.

“Bu evin başka kimde anahtarı var?” diye sordu Gülçin.

“Sadece eski kocamda.”

“Eski kocanız nerede oturuyor?”

“Maslak’ta.”

“Çok uzak değil. Bakıcının özel hayatıyla ilgili sizi şüphelendiren, dikkatinizi çeken bir şey oldu mu?”

“Bir keresinde beni deli etmişti. Program için evden çıkacağım, o gelmemişti. Erkek arkadaşı çalışmayacaksın diye eve mi kilitlemiş ne?”

Gülçin notlarını aldı. Öncelikle bakıcı kadının evini ve sevgilisini araştıracaktı. Bir sessizlik oldu.

Hera “Bu sorgu ne kadar daha devam edecek? Ne olur çıkıp arayın, oğlumu bulun ne olur,” diyerek ağlamaya başladı.

“Siz merak etmeyin, biz bunları konuşurken şehirdeki bütün görüntüler alınıyor, sokaktaki kameralar inceleniyor.”

Hera cevabı duymamış gibi konuşmaya devam etti. “Ateşliydi, onu acile götürecektim. Gelmeden aradım, açmadı…”

“Bir düşmanınız var mıydı?”

Yine “Hayıııır!” diye acı bir çığlık koptu.

Hera’nın kırk, kırk beş yaşlarındaki karşı komşusu Demet yanına gelip ona sarıldı. Yüzünü avuçlarının içine aldı. Gözlerinin içine bakarak konuştu.

“Sakin ol canım, oğlun bulunacak. Gelince de sana ihtiyacı olacak, lütfen sakin kal.”

Hera yeşil gözlerini onun gözlerinden ayırmadan konuştu.

“Bulunacak, değil mi?”

“Elbette bulunacak, şimdi sakin ol.”

Kafasını Demet’in göğsüne yasladı. Komiser Reha ısrarlı sorularına devam etti.

“Bu eve gelip giden manav, market çırağı, sizin yalnız yaşadığınızı bilen birileri var mı?”

“Hayır, öyle biri yok. Ben bütün alışverişimi kendim yaparım, sadece çarşamba geceleri çalışıyorum. Her zaman evdeyim.”

“Kiminiz kimseniz yok mu?”

“Hiçbir akrabam yok. Annem vardı, onu da iki yıl önce kaybettim.”

“İyi düşünün, binada, yakın çevrenizde, çalıştığınız yerde, size kinlenen birileri var mı?”

“Hayır, kimseyle aramda bir husumet ya da sürtüşme yok.” Sesi boğuktu. “Sadece apartman toplantısında yöneticiyle kavga ettim. Eski bina olduğu için bizim sayaçlar ortak. Su paralarını elden topluyor. İki aydır da ben iki katı ödüyorum. ‘Bu işte yanlışlık var diyorum,’ düzeltmiyor. Onunla kavga etmiştim. O da burada oturup çocuğumu kaçıracak kadar salak değil ya?”

Demet içeriden bir bardak su getirip Hera’ya uzattı. Koruyucu bir edayla Komiser’e baktı.

“Komiserim, yetmez mi?”

“Yetmez efendim. Çocuğu ve katili bir an önce bulmalıyız.”

“Gidin, dışarıda arayın.”

“Öyle olmuyor bu işler, Demet Hanım,” diyerek kadını susturdu Reha.

“Bu yönetici hangi numarada oturuyor?”

“20 numara,” dedi Hera burnunu çekerek.

Komiser, Gülçin’in yanına yaklaştı.

“Çık bakalım yöneticiye, bir şey görmüş, duymuş mu? Ha bir de şu Gürcü bakıcının kimliğini bizim çocuklara ver. Acilen ev adresine bir ekip gitsin,” dedi.

Reha, Demet’e döndü.

“Demet Hanım, siz olay olduğu sırada neredeydiniz?”

“Mahallemizin bir yardım derneğini var. Orada toplantıdaydım. Ne o, beni de mi sorgulayacaksınız?”

“Benim için şu anda herkes şüpheli,” diyerek gözlerinin içine baktı Reha.

Sorgu nihayet bitmişti.

Demet, Hera’nın kollarına girip “Seni bir yerlere bırakmam. Çocuğun bulunana kadar bendesin.” Diyerek kendi evine götürdü.

***

Komiser Reha yeniden daireye girdi. Evde hiçbir perde çekili değildi. Salonun ve mutfağın penceresi başka bir binaya bakıyordu. Ceset salonda konsolun önünde, yana devrilmiş yatıyordu. Kadına tecavüz edilmemişti. Dövülmüştü. Direnmeye çalıştığı için ellerinde çok fazla kesik vardı. Beyaz konsolun ön yüzeyinde kan izleri vardı. Komiser Reha işaretlenmiş delillere yeniden baktı. Bir kısmı çoktan delil torbalarına yerleştirilmişti. Cesette boğuşma izlerini çağrıştıran sıyrıklar, çizikler, kesikler, kıyafetinde parçalanmalar, yerde de sürüklenme izleri görünüyordu. Kadın canhıraş mücadele etmişti. Kapıda zorlama göremedi. Belki de katilini tanıdığı için kapıyı rahatlıkla açmıştı. İşaretlenmiş deliller dışında ufak bir detay dikkatini çekti. Cep telefonunu konsolun halkalı kulpuna yaklaştırdı ve fotoğrafını çekti. Fotoğrafı parmaklarını kullanarak yakınlaştırdığında kaplumbağa yeşili bir kazak ipinin oraya sıkışmış olduğunu gördü.

Bir süre ortadan kaybolan Gülçin yeniden yanına geldi.

“Komiserim, biraz önce aradılar. Cinayeti haber veren bir kargo görevlisiymiş. Merdivenlerden çıkarken kapıyı açık görmüş. Bakmış, her yer kan, hemen polisi aramış. İfadesini aldık. Bir de çocuğun babası geldi. Yukarı çıkıyor.”

“Tamam. Sen çıktın mı yöneticiye?”

“Çıktım. Yukarıdan aşağıya bütün kapıları çaldım. Kimse bir şey duymamış, görmemiş.”

“Burada insan doğruyorlar, çığlıklar, bağırtılar, bir Allah’ın kulu da kapıyı açıp ‘Bu ses kimden geliyor?’ demiyor.”

“Öyle maalesef,” dedi Gülçin.

“Ha, bir şey daha. Az önce karşı binada perdenin arkasından bakan meraklı bir komşu vardı. Onu bir sorgula.”

Merdivenlerden bağırarak, gürültüyle çıkan birinin sesi geldi. Eski eş, Dr. Teoman Çetik’ti bu.

“Amirim, Hera nerede? Oğlum nerede?”

“Hera karşı komşunuzda. Oğlunuz kayıp. Kaçırıldığını düşünüyoruz.”

“Neden? Kim yapar?”

“Bilmiyoruz. Ayrıca bakıcınız öldürüldü.”

“Onun bakıcısı, benim değil.”

“Sonuçta ortak bir çocuğunuz var. Oğlunuzun bakıcısı.” Eski kocanın notunu vermişti. Böyle tipleri iyi bilirdi. Bunlar bütün sorumluluğu üzerinden atmayı seven lüzumsuz adamlardı onun gözünde.

“Ben ona hep dedim. ‘Bir anne gidip barlarda şarkı söylemez,’ dedim. Ama beni dinlemedi.”

“Peki, nafaka veriyor musunuz?”

“Hayır, kabul etmedi. Bu ev onun evi zaten.”

“Lan şerefsiz, İstanbul gibi yerde bu kadın nasıl geçinsin?” diyecekti, tuttu kendini.

“Neden ayrıldınız?”

“Ailevi sebepler.”

“Ulan, biriniz de bana açıklasın neymiş bu çok mühim ailevi sebep!” diye sert çıkacaktı ki yine kendini tuttu.

“Peki, siz çocuğunuzu görmüyor muydunuz?”

“Hafta sonları.”

“Borçlu olduğunuz birisi ya da düşmanınız falan var mı?”

“Yok, Komiserim. Kimseyle bir sürtüşmem de yok.”

“Bu kafayla o zor biraz ama neyse…” diye mırıldandı. Gülçin tam olarak duymasa da onun yüzündeki ifadeden ne dediğini anlamıştı. Arkasından da “Böyle kızlar da hep böyle ayıları bulur niyeyse?” geleceğini biliyordu.

“Sayın eski eş! İsminiz neydi?”

“Teoman.”

“Teoman Bey, eğer bu bir kaçırmaysa mutlaka fidye falan işin içine girer. Bu aralar telefonlarınıza çok daha duyarlı olun.”

“Tamam.”

“Ne iş yapıyorsunuz?”

“Operatör doktorum. Özel bir hastanede çalışıyorum.”

“Kesip biçiyorsunuz yani, ne güzel. Sizin işinizle, hastalarınızla ilgili bir sürtüşmeniz herhangi bir olayınız oldu mu?”

“Bazen oluyor. Ama bu şekilde psikopatça sonuçlanabilecek şeyler değil.”

“Siz yine iyice bir düşünün.”

“Düşünecek bir şey yok. Siz işinizi yapın,” diyerek Reha’ya atarlandı adam.

Olay Yeri İnceleme ekibi işlerini bitirmişti. Adli Tıp ve savcı da binadan birlikte çıktılar. Bütün deliller kıl, tüy, kan, vücut sıvısı olabilecek her şey en ince ayrıntısına kadar toplanıp kanıt torbalarına yerleştirilmişti.

Komiser kurbanın siyah bir torbanın içerisinde üç kişi tarafından merdivenlerden indirilişini izledi.

***

Ertesi gün Reha’nın ilk işi Hera’nın çalıştığı bara gitmek oldu. Çok sevdiği Londra’nın pub kültüründen esinlenerek dekore edilen mekân ilgisini çekmişti. En son üç yıl önce kurum onu altı aylığına Londra’ya gönderdiğinden bu yana böyle bir yer görmemişti. Belki arada buraya gelebilir, çömez Gülçin’i de getirebilirdi.

“Mekân sahibiyle görüşebilir miyim?” diyerek yerleri temizleyen sarışın çocuğa sordu.

“Çağırayım abi.” İçeri girdi, kısa boylu, orta yaşlarda biriyle geldi.

“Merhaba. Nasıl yardımcı olabilirim?”

“Ben Komiser Reha. Hera hakkında bilgi almak için geldim.”

“Hayırdır, bir şey mi oldu?”

“Ona bir şey olmadı ama bakıcısı öldürüldü. Çocuğu kayıp.”

“Böyle bir şeyi kim yapar?”

“Biz de onu araştırıyoruz. Belki sizden bununla ilgili bir şeyler öğreniriz. Onunla ilgili bildiğiniz ne var?”

“Her çarşamba burada şarkısını söyler ve gider. Hiç alkol almaz. Öyle takıldığı kimse yoktur. Ben görmedim. Boşanmış olduğunu biliyorum.”

“Peki, ona takılan, rahatsız eden biri var mıydı?”

“Evet, biri var. Uzun boylu, bu çevrede oturan, onun hayranı Fikret diye biri var. Rahatsız ediyor muydu onu bilemem. Bazen ona kokteyl falan gönderir, o kabul etmez. Hera’nın tek derdi çocuğunu düzgün büyütmektir. Akıllı kızdır.”

“Fikret’in burada bir taşkınlığını gördünüz mü?”

“Hayır, görmedim. Dedim ya, hayran boyutunda bir ilgisi var. Ama bu kapının dışında ne olur bilmem. Gelince onu sorar. Sahnede o gün yoksa çeker gider, öyle bir tip.”

“Görüntüsü nasıl?”

“Kumral, uzun saçlı. Saçlarını arkadan bağlar, yakışıklı, uzun boylu, entel dantel bir adam.”

“Nasıl bulurum onu?”

“Bu civarda oturur. Dur, sorayım şu bizim sarı Metin’e,” dedi ve biraz önceki çocuğu çağırdı.

“Fikret abin nerede oturuyor, sen bilirsin.”

“Patron, motorunu bir sokak alttaki binanın önünde görmüştüm. Oranın kapıcısına sorabiliriz.”

“Hadi, git o zaman amirinle, ona yardımcı ol.”

“Sağ ol,” dedi Reha ve oradan birlikte ayrıldılar.

Yürürken Metin’le sohbet ettiler.

“Okumuyor musun?”

“Okuyorum. Meslek lisesindeyim.”

“Hangi bölümdesin.”

“Elektrik.”

“Anlıyor musun o işlerden?”

“Anlarım tabii. Sigorta, priz falan, mekânda bir şeyler yaparım. Patron sever beni.”

“Aferin sana.”

Alt sokağa binanın önüne gelmişlerdi. Binanın kapıcısı sabah servisinden geliyordu.

“Sadık abi! Sana bir şey soracağım.”

Kapıcı elinde poşetlerle binaya girmeden durdu.

“Hayırdır Metin, sor ne soracaksan?”

“Şu motoru olan Fikret abi burada mı oturuyor?”

“Evet, burada 14 numarada. Ne oldu?”

“Ben Komiser Reha.”

Komiser ismini duyunca bir toparlandı adam. “Hayırdır Komiserim?”

“Bir şey yok. Sadece bilgi için danışacağım kendisine.”

“Eee, iyi o zaman. Ben de oraya çıkıyorum. Beraber çıkalım.”

Binaya girdiler. 14 numaranın ziline bastılar. Kapıyı bahsettikleri gibi yakışıklı, uzun boylu biri açtı.

“Fikret Bey, Reha Komiser seni soruyordu.”

“Buyurun, ne vardı?”

“İçeri girebilir miyim? Bir cinayet ile ilgili bilginize danışacağım.”

“Tabii, buyurun.”

Diğer ikisini kapının dışında bırakıp içeri girdiler.

“Oturun lütfen. Kahve içer misiniz? Kendime de yapacağım. Latte, Americano, Lungo, filtre kahve, hangisi?”

“Benimki filtre kahve olsun.”

Adam kapsülü makinenin haznesine yerleştirirken Reha ortalığı incelemeye başladı. Etrafta hiç fotoğraf yoktu. Son derece sade ve pratik döşenmiş bir evdi. Kendi evine benziyordu. Bu bekâr hayatının ev kokusu, tarzı, her şeyi tanıdık gelmişti. Bu evler yemek kokmayan evlerdi. Bir kadının varlığının kattığı sıcaklık bu evlerde olmazdı. Kahveler güzel fincanlarla geldi.

“Buyurun, size nasıl yardımcı olabilirim?” diyerek düzgün bir diksiyonla sordu.

“Hera’yı tanıyor musunuz?”

“Evet, tanıyorum. Hatta her hafta onu dinlemeye giderim.”

“Dün akşam onun evinde bir cinayet işlendi.”

“Aman Tanrı’m çok üzüldüm,” diyerek şaşkınlığını ifade etti. Ardından çabucak devam etti. “Dün programı vardı ama ben hastaydım, gidemedim.”

Doğruyu söyleyip söylemediğini anlamak için onun gözlerine, ellerine baktı Reha.  

“Bakıcıyı öldürmüşler. Çocuğu da kayıp.”

“Çok üzüldüm.”

Yine onu dikkatle izledi Komiser.

“Ona olan hayranlığınızın başka bir sebebi var mı?”

“Biz onunla üniversiteden tanışıyoruz. Ama o benden pek hoşlanmıyor galiba ki benim her türlü iletişim talebimi reddediyor.”

“Neden acaba? O dönemde bir şey mi yaşadınız?”

“Evet, sayılır. Birkaç kez çıktık. Sonra beni başka biriyle gördü. Ondan sonra da yıldızımız hiç barışmadı. O bir doktorla evlendi, çoluğa çocuğa karıştı. Sonra boşandı. Ama ben belki yeniden başlarız diye umudumu kesmedim.”

“Ooo, hayatına dair her şeyi biliyorsunuz. Yakın takipte misiniz ne?”

“Yok Komiserim, ne takibi? O benimle ilgilenmese de soruyorum sağa sola.”

Reha kahvesini bitirince kalktı.

“Teşekkür ederim verdiğiniz bilgiler için.”

“Rica ederim. Umarım faydam olmuştur.”

Kapıdan çıkarken aynanın köşesine iliştirilmiş bir fotoğraf gördü. Genç bir erkekle genç bir kadın birbirlerine sarılmışlardı. Kadın Hera’ya çok benziyordu. ‘Acaba bu kadına psikopatlık düzeyinde takıntısı olabilir mi?’ diye düşünmekten kendini alamadı. Arabasına yürürken Gülçin’i aradı.

“Gülçin, fidye ile ilgili bir şey çıktı mı? Eğer kaçırıldıysa bu saate kadar aramaları gerekirdi.”

“Komiserim, hiçbir ses çıkmadı. Aklıma korkunç şeyler geliyor.”

“Benim de. Binada kapıyı açmayanlar vardı. Bugün onları dolaş. Mutfağı gören karşı komşuya gidecektin, ne oldu?”

“Gidemedim, Komiserim. Rapor yazdım.”

“Yapmanı istediğim şey bürokrasiden daha önemli. Git, o binadakilerle konuş. Bir şey gören var mı öğren. Şimdi ben de olay yerine gidiyorum. Tekrar bir inceleme yapacağım. Sonra da Hera ile yeniden konuşacağım. Belki yeni bir şey çıkar. Bir de bakıcının adresine gidildi mi? Türk sevgilisi ne oldu?”

“Hemen ulaşılmış. Hatta adam Emniyet’te sorguya alındı. Temiz gözüküyor. Sadece adamın kıskançlık düzeyi yüksek bazı konuşmaları kayda geçti. Bugün misafir edeceğiz.”

“Ayakları kaç numaraymış?”

“Hiç aklıma gelmedi.”

“Şaşardım zaten gelse. Tamam tamam. Bu akşam oradayım. Onu ben sorgulayacağım.”

Gülçin onun söylenmesine alışkın olduğu için hiç üzerine alınmadı.

“Komiserim, siz ne yaptınız?”

“Ben de kızın çalıştığı mekâna gittim. Sahibiyle konuştum. Onu dinlemeye gelen biri varmış. Fakülteden arkadaşıymış. Bir ara sevgililermiş. Bana biraz kıza takıntılı gibi geldi. Atıyorum adını soyadını. Bir bak sağlık sisteminden.  Psikiyatrik bir şeyi var mı ilaç vesaire…”

“İlgilenirim, Komiserim.”

Reha yine aklındakileri otomatiğe bağlamış gibi sıraladı.

“Şu karşı komşu Demet’i de bir soruşturalım. Bak bakalım, o mahallede yardım derneği buluşması gibi bir şey olmuş mu gerçekten?”

“İlgilenirim Komiserim.”

“Aynı lafı tekrarlayıp durma…” diyerek yüzüne kapattı.

***

Feriköy Mezarlığı’na gelmeden Reha’nın telefonu çaldı. Sarılıp sarmalanmış bir çocuğu taşıyan ve onu beyaz bir araca koyan sakallı bir şahıs tespit edilmişti. Fakat o gün yağmurlu olduğu için kameradan görüntü almakta zorlanıyorlardı. Yine de Reha sevinçten deliye döndü.

“O yavrunun kılına bile zarar gelmeden onu bulacağım, ant olsun,” dedi kendi kendine.

İlk önce olay yerine geldi. Yine galoş takarak içeriye girdi. Ezberlediği kanlı ayak izlerini, postu, pufu, duvardaki kan lekelerini geçti. Her şey hâlâ taze gözüküyordu. Ekip güzel çalışmış, delil olabilecek her ipucunu dikkatle toplamıştı.

Katil salonda yaptıklarıyla kalmamış, holde de bıçaklamaya devam etmişti. İzlerin seyrinden Gürcü kadının çok direndiğini, mücadele verdiğini görebiliyordu.  

Reha Komiser elindeki ses kayıt cihazını açtı. Sesli olarak not almaya başladı. Tekrar tekrar olayı konuşmak, ipucu bulma konusunda onun zihin kapılarını yeniden açabiliyordu.

“Mutfak kapısının camı paramparça. Kadın boğuşma sırasında mutfağa kaçmış tezgâhta eline geçirdiği et döveceğiyle ona vurmaya çalışmış. Bu sırada cam aşağıya inmiş. Demek ki cesetteki sayısız çizik ve kesikler bu cam parçalarıyla oluştu. Kadın daha sonra can havliyle kapıya koşup kaçmaya çalışmış. Katil maktulü saçlarından sürükleyerek salona getirmiş. Cinayetin gerçekleşme biçiminde, kurbanın defalarca bıçaklanmasına rağmen saçlarından sürüklenmesi bende intikam hislerini çağrıştırıyor. Salonda, konsolun üzerindeki bütün objeler yerde ve kırılmış. Acaba üzerinde kan izleri olanların her birinden örnek alınmış mıdır? Belki katilden de bulaşmış olabilir. İkinci bir kişinin evin içerisinde dolaştığı, ayak izleri çok net. Katile yardım eden bir kadın olabilir. 36-37 numara ayakkabısı var. Bakıcının ayakları daha büyük. Bu izler bakıcının değil.”

Cihazı kapattı. Aklına yeni bir şey gelmişti. Konsolu çekince arkasından küçük bir beyaz vazo parçası çıktı. Üzerinde de sürüntü gibi kan izi vardı. Gözden kaçmış olacağını düşünerek cebinde hep taşıdığı delil torbasını çıkardı. Olay yerinde unutulmuş tek kullanımlık eldivenlerden birini eline geçirdi. Delili torbaya koydu.

“Bakalım kimin kanı çıkacak?”

Evin içinde işi bitince karşı komşu Demet Hanım’ın kapısını çaldı.

“Buyurun Komiser Bey,” diyerek onu içeri davet etti kadın. Hera salondaki koltukta iki büklüm oturuyordu. Onu görünce kalkmak istedi. Reha eliyle engelledi.

“Lütfen kalkmayın.”

“Bir haber var mı?”

“Evet, size güzel bir haberim var. Arka sokağa park etmiş orta yaşlı, sakallı bir adam, kucağındaki çocuğu beyaz bir araca bindirirken kameralara yakalanmış.”

“Aman Allah’ım, oğlum bulunacak!”

Demet hemen atıldı. “Plakayı tespit ettiniz mi?”

“Evet ettik.”

“Ben sana dememiş miydim bulunacak diye,” diyerek Hera’ya sarıldı Demet.

“Bu çok olumlu bir gelişme.  Oğlunuzu kısa sürede bulacağız, merak etmeyin. Şu ana kadar fidye isteyen olmadı, değil mi?”

Demet cevapladı. “Olmadı.”

Reha’nın bakışları konsolun üzerindeki eski, siyah beyaz fotoğraflara kaydı. Merak etmemek elinde değildi. Meslek alışkanlığıydı.

Demet çay getirmek için mutfağa gidince, onun fotoğraflara dikkatle baktığını gören Hera açıkladı.

“Demet’in rahmetli eşi. Çok zor günler atlattı. Bu eve yeni taşındığımda bebeği karnında yeni ölmüştü.”

“Çok yazık.”

“Evet öyle. Eşini de çocuğunun hemen ardından kaybetti. Yaslı kadıncağız.”

“Üzüldüm.”

“Ona elimden geldiğince yakın olmaya çalıştım. Oğlumu da bazen ona bırakırım. Çalıştığın günler de bırak derdi ama ben ne bileyim böyle olacağını.” Yeniden ağlamaya başladı.

“Amirim, tam morali yerine geldi dedim ama siz arkadaşımı üzmüşsünüz,” diyen Demet, elinde tepside çaylar ve küçük ev yapımı poğaçalarla girdi.

“Sizi konuşuyorduk. Başınız sağ olsun. Yakın zamanda hem bebeğinizi hem de eşinizi kaybetmişsiniz. Çok büyük bir acı.”

“Sağ olun. Bir süre yardım aldım. Zor bir süreçti. Hâlâ ilaç kullanıyorum. Eşimle hayallerimiz vardı. Bebeğimiz ile birlikte Macaristan’a gidip yeni bir hayata başlayacaktık.”

“İlginç, neden Macaristan?”

“Seyahate gitmiştik. Orayı çok beğendik. Bakir. Ülkemizin çocukluğumuzdaki hâline çok benziyordu.”

“Üzgünüm, acınızı hatırlatmak istemedim.”

“Acıyla yaşamaya alıştım. Tabii ilaçlar da insanı tepkisiz, duygusuz yapıyor. Ot gibi bir hayat yaşıyordum. Allah’tan Hera oğluyla karşıma taşındı da dünyam değişiverdi birden.”

“Aynen dediği gibi, fazlası var eksiği yok, oğlum onun da oğlu oldu sanki,” diye araya girdi Hera.

“Demek öyle. Ne huzur verici.”

“Öyle ama yakında gidecek.”

Reha şaşırmıştı. “Neden?”

“Eşimin vasiyetini yerine getireceğim. Önce geçici gitmeyi, sonra da oraya yerleşmeyi düşünüyorum,” diye yanıtladı Demet.

Reha kısa bir süre düşündü, Hera’ya döndü. “Sizinle biraz baş başa görüşsek olur mu? Sormak istediklerim var.”

Genç kadın hâlâ aldığın ilacın etkisindeydi. “Amirim, Demet benim can dostum, dert ortağım. Onun yanında her şeyi konuşabilirim.”

“Peki, o zaman. Şu sır gibi sakladığınız ailevi sebepleri merak ediyorum. Lütfen bir anlatın bana.”

Hera elinden bırakmadığı çocuk battaniyesine biraz daha sarılarak koltuğa hafifçe kıvrıldı.

“Komiserim, hayatımın böyle olacağını hiç hayal etmemiştim ama şartlar seni istemediğin hâllere sokuyor,” diyerek anlatmaya başladı. “İlk zamanlarda her şey çok güzeldi. Fakültede tanıştık. Uzun zaman onun işe girmesini bekledim. Hastanede uzman doktor olarak işe başlayınca da evlendik. İlk zamanlarda bir medikal firmayla resmi olmayan bir ortaklığı vardı. Evlenmeden önce benden habersiz o ortaklığa girebilmek için borç almış. Sonrasında sık sık çalan telefonlardan, balkona çıkıp gizli saklı konuşmalardan, başka bir kadından şüphelendim. Bu durumu sorguladığımda beklemediğim bir cevap aldım. İstemeden bir çeteye bulaştığını söyledi. Bir çocukluk arkadaşından borç almak istemiş, o da onu başka birine yönlendirmiş. O kişi de tefeciymiş.”

“Ortak olduğu firmanın adı neydi?”

“Şu an kafam yerinde değil. Hatırlayamıyorum. Sonra işleri istediği gibi gitmedi. Firma battı. O da bütün parasını kaybetti. Borçlarını ödeyemedi. O dönem oturduğumuz eve haciz gelmesin diye başka yerden borç alıp kapatmaya çalıştı.”

“Peki, bu ev? Bunu satarak kapatabilirdi.”

“Bu ev anne ve babamın eviydi. Daha yeni benim oldu.”

“İmdadınıza yetişmiş o zaman. Siz ayrılınca demek istiyorum.”

“Haklısınız. Evliyken bu ev kiradaydı. Kiracı çıkınca annemler benim oturmamı istedi. İşte merak ettiğiniz hikâye bu. Tabii, başından beri çok kavgalarımız oldu. Hep bana sözler verdi, tutmadı. Ben de bu evliliği bitirmek istedim. Benim için ilişkimiz bitmişti zaten.”

“Anladım,” demekle yetindi Reha. Vedalaşırken “En kısa sürede iyi haberlerle geleceğim umarım,” dedi genç kadına.

***

Arabasına binip ana yola çıktı sonra Selvi sokağa saptı. Ara sokaklardan devam ederek kısa sürede Teoman’ın çalıştığı hastanenin Şişli’deki binasına vardı. Hastanenin otoparkında aracına binmekte olan Teoman’ı tanıdı. Hemen boş bir yere park ederek yanına gitti.

“Neredeyse sizi kaçırıyordum.”

“Oğlumu siz bulamıyorsunuz madem, ben de sokak sokak aramaya çıkıyordum.”

“Bulmak üzereyiz merak etmeyin. Çocuğunuzu kaçıranın eşkâlini belirledik.”

“Çok sevindim,” derken heyecanlıydı Teoman. O sırada yağmur başladı. “İsterseniz odama geçelim.”

“İyi olur, sizinle konuşmak istediğim şeyler var.” Odaya çıkıp oturdular. “Hera’nın yanından geliyorum.”

Hera deyince Teoman’ın bakışları değişti. “Ne dedi, yine ne yumurtladı?”

“Bir şey yumurtladığı yok. Sadece gerçeklerden bahsetti.”

Teoman kalkıp su ısıtıcısının düğmesine bastı. Reha devam etti.

“Evlenmeden önce medikal bir firma için ortaklık yapmışsınız. Sonra işler kötü gitmiş. Maddi sıkıntıların ayrılmanızda etkili olduğunu düşünüyor.”

Teoman, sallama çayları hazırlayıp Komiser’in gözlerine baktı. Karşılıklı oturup ilk yudumları aldılar. Artık kaçışı yoktu, her şeyi anlatacaktı.

“Komiserim, sınavı kazanıp uzman doktor olduğum sıralardı. Fakülteden bir arkadaşımla medikal işine girdik o da tutmadı. Batırdık anlayacağınız. Bu iş için aldığım borçları da hâlâ bitirip düze çıkamadım.”

“Bu kadar mı?”

“Bu kadar değil tabii. O dönem ara sokaklardan birinden borç almıştım.”

“Yani tefeciden.”

“Evet, öyle de diyebiliriz.”

“O da babasının hayrına vermemiştir.”

“Eh, hâliyle. Batınca ödeyemedim. Faiziyle de borcum iyice arttı. Nihayetinde borçlarımı ödeyebileceğim tezgâhı kurdular, ben de mecburen kabul ettim.”

“Çok kolay tahmin edebilirim. Ama sen söyle.”

“Her hafta bana iki hasta gelecekti. Ben de bu hastalara ihtiyacı varmış gibi gösterip denetime tabi ilaçları yazacaktım.”

Reha kafasını salladı. “Bu klasik tezgâhtır.”

“Bol bol yeşil reçeteli ilaçlar yazıyordum. İlk zamanlar sorun yoktu. Sonra hastane denetiminde bakanlık görevlileri tarafından uzun süre incelendim. Verdiğim tedavilerden tutun da yaptığım ameliyatlara, yazdığım her reçeteye kadar…”

“Artık yapmayacağını söyleyince hem aileni hem de meslek hayatını bitirmekle tehdit ettiler.”

“Evet, aynen öyle oldu.”

Teoman anlattıklarından sonra süt dökmüş kediye dönmüştü. “Boğazıma kadar pisliğe batmıştım. Hera’ya açtım konuyu. O da bu işi bir an önce bitirmemi, yoksa sahtekârlıktan hapse gireceğimi söyledi. Farkına bile varmadan bir ilaç çetesinin üyesi olup çıkmıştım.”

“Bütün bunlar hem evliliğinizi bitirdi hem de sizi bir bataklığın içine sürükledi.”

“Öyle oldu. Bu işi o şerefsizler yapmış olabilir mi?”

“Bilmiyorum olabilir. Araştıracağız. Önceden size herhangi bir tehdit telefonu geldi mi?”

“Aslında geldi. Daha fazla yapamayacağım dediğimde hamile karını bir daha göremezsin, demişlerdi. Mecburen devam ettim. Zaten bu durumda nasıl gidilir bilmiyorum. Bütün kariyerim biterdi.”

“Böyle de oğlunuzdan olabilirsiniz. Belki de onlar kaçırdı. Ya o yavruya bir şey olursa?”

“İşte o zaman kendimi hiç affetmem.”

“Neyse, siz bana o kişilerin bilgilerini, telefonlarını, görüştüğünüz yerlerin bilgisini verin. Araştıracağım. Bir ipucu yakaladık. Soruşturmayı derinleştirerek devam edeceğiz.”

“Teşekkür ederim, Komiserim.”

“Hera’ya teşekkür et bence.”

***

Hastaneden çıktığında hava kararmak üzereydi. Arabaya yürürken kendi kendine konuştu.

“Hıyar, sadece lakap veriyor. Ne isimleri belli ne de sabit bir yerleri var. Yine teknolojiye başvuracağız. Teknik Yaşar’ın bana bir iyilik borcu vardı. Yazma çizme işine girmeden vereceğim numaraları çözsün.”

Gülçin’i aradı.

“Efendim, Komiserim.”

“Ne yaptın? Hera’nın binasındakilerle tekrar görüştün mü?”

“Görüştüm. Hatta üst komşuları sesler duymuş ama aldırış etmemiş.”

“Vay anasını. Olay günü Hera’nın mutfağını gören daireye gitmeni söylemiştim. Gittin mi?”

“Gitmedim.”

“Ne bekliyorsun? Bak! Gün bitti işte. Herkesi de ben sorgulayamam ki.”

“Çıkıyorum şimdi. Şu Fikret’in kullandığı ilaçlara baktım. Yeşil reçeteli bir ilaca rastlamadım. Sistemde ağrı kesici, soğuk algınlığı ilaçları var.”

“Anlaşıldı. Emniyet’e geliyorum yoldayım. Şu sevgiliyi bir de ben sorgulayayım bakalım.”

***

Sorgu odasına girdiğinde ölen kadının sevgilisi iki büklüm sandalyede oturmuş bekliyordu.

“Adın ne senin?”

“Hilmi, Amirim.”

“Kimsin, ne iş yaparsın?”

“Benim bir köfteci minibüsüm var, onu çalıştırıyorum.”

“Ölen kadın, Elena sevgilinmiş. Onun hakkında ne söyleyeceksin?”

“Onunla bir barda tanıştık, birkaç yıldır sevgiliydik. Çok üzüldüm. Onu çok seviyordum,” diyerek başını ellerinin arasına aldı.

“Dün akşam saatlerinde neredeydin?”

“Ekmek teknemdeydim, nerede olacağım?”

“Onu çok kıskanıyormuşsun? Ona çalışmayacaksın evde oturacaksın diyormuşsun?”

“Doğru, kıskanırdım. Çok güzeldi. Alımlıydı. Yolda gelip giderken biri takılır, başım belaya girer diye korkuyordum. Ah, şimdiki aklım olsa hiç karışır mıydım? Kıymetini bilememişim.”

“Sen şimdi tıraşı kes de bana işime yarayacak bir şeyler anlat.”

“Ne gibi Amirim?”

“Sevgilinin katilini bulmamıza yardımcı olacak bir şeyler işte. Kim yapmış olabilir? Var mıydı peşinde birileri, şüphelendiğin kimse?”

Bir müddet çenesini kaşıyarak düşündü Hilmi. “Biriyle mesajlaşıyordu, Amirim. X diye kaydetmiş. Telefonunu kurcalarken görmüştüm.”

“Tam olarak ne gördün? Ne diyordu mesajlarda?”

Hilmi yutkundu, cümleler zorlukla çıktı ağzından. “Yapmayacaksan paramı ver, bu işten sıyrılamazsın, ölürsün, falan diyordu. Sıkıştırdım. Söyle bana, nedir bu dümen, yardım edeyim, dedim ama hiç anlatmadı. Sen benim telefonumu nasıl kurcalarsın, diye kızdı, bağırdı.”

“Bak, eğer bize yalan söylüyorsan seni yakarım, bilesin. Buradan ömür billah çıkamazsın.”

“Amirim, vallahi de billahi de başka bir şey bilmiyorum.”

Reha son sorusunu sordu. “Ayakların kaç numara?”

“42.”

“İyi, tamam. Dua et de yarın, senin cinayet saatinde düldülünde olduğun kamera kayıtlarından çıksın,” diyerek sorguyu bitirdi.

***

Gülçin yine zamanında uyanamamış, geç kalmıştı. Kısacık saçlarıyla fazla uğraşmadan temiz gömlek giyip altına bir pantolon çektiği gibi büronun yolunu tuttu. Bürodan içeri girdiğinde onu masasında gördü.

“Yine azarla başlayacağız,” diye söylenerek yürüdü.

Reha onu yanına çağırınca yiyeceği fırçayı düşünerek ezik büzük odaya girdi. Arkasından bürodaki meraklı gözler onu gülerek izliyordu.

“Günaydın, Komiserim.”

“Günaydın kalmadı. Ama bugün seni azarlamakla enerjimi bitiremem. Olay yerinde bakıcının telefonu çıkmamıştı. Bir gelişme var mı?”

“Bulunamadı, Komiserim. En son sinyal Hera’nın evinin yakınında çıkıyor. Sonrasında iz yok.”

“İşler iyice sapa sardı. Elle tutulur bir şeye ulaşamıyoruz. Şimdi karşı binayı anlat bakalım. Dün konuştuktan sonra gittin mi?”

“Evet, bahsettiğiniz daireye gittim. Hera’nın dairesini görüyor. Evde elli yaşlarında bir kadın oturuyor. Onunla konuştum. Diğer dairelerin kapısını da çaldım. Kimse açmadı. O kadın da olayı mutfaktan izlemiş.”

“Katili görmüş mü?”

“Evet. Mutfakta yemek hazırlarken açık olan pencereden bir şeylerin kırıldığını, ardından bir kadının çığlığını duymuş. Dikkat kesilince de kar maskeli bir adamı, sonra da yanında beliren başka bir kadını görmüş.”

“Yani katile ortaklık eden bir kadın var, öyle mi?”

“Komşunun anlattığına göre öyle.”

“Peki, kadını tarif etti mi?”

“Ayrıntılı görememiş. Sadece kadın olduğunu anlayabilmiş.”

“Neden izlemiş de polisi aramamış?”

“Çünkü katil izlendiğini fark etmiş ve ona doğru eliyle silah işareti yapmış.”

“Korkmuş yani.”

“Benimle konuşmaya da zor ikna oldu. O günden beri uyku uyuyamıyormuş.”

“Adamı tarif etti mi?”

“Uzun boylu, koyu renkli kıyafetli biri. Karanlıkta çok göremediğini söyledi.”

“Onu anladık da kadını anlayamadım. Kim olabilir?”

“Bilmiyorum Komiserim. Belki de o kadının rolü, evdeki bakıcı kadına kapıyı açması için zarf atmaktı. Bakıcı da yemi yuttu.”

“Düşününce mantıklı geliyor. Peki, katilin yanındaki kadın tanıdık gelmiş mi?”

“Bir şey diyemiyor.” Gülçin az önce gelen kahvesinden bir yudum aldı.

“Siz ne buldunuz Komiserim?”

“Hera ile konuştum. Karşı komşusunda kalıyor. Demet Hanım kol kanat germiş ona.”

“Ne güzel böyle zamanda böyle komşu.”

“Bence fazla güzel.”

“Siz de her şeyden nem kapıyorsunuz.”

“Benim nazarımda olay çözülene kadar herkes potansiyel suçludur. Sen de bunu öğrensen iyi olur çünkü lazım olacak.”

Gülçin tebessüm etti.

“Neyse, sonra eski kocasıyla konuştum. Kama Hayri isimli bir tefeciye borcu varmış. Borcunu ödeyememiş. Onu tehdit ediyorlarmış. Onlardan şüpheleniyor. Teknik Yaşar’ı da ara şu numaralara bir baksın. Kimlerinmiş.”

“O iş bende, Komiserim. Hemen bir-iki sokak görüşmesi de yaparım.”

“Olur, sen sokağa çık. Bak bakalım, bir ipucuna ulaşacak mıyız?”

“Olur, Komiserim. Merak etmeyin.”

“Son bir şey o kırık vazodaki kanla karşılaştırma yapıldı mı?”

“Elena’ya ait değil. Katilin kanı olması yüksek ihtimal. Ya da katile yardım eden kadına.”

“Anlaşıldı. Hep duvara tosluyoruz.”

***

Gülçin, Emniyet’ten çıktı. Reha’nın bahsettiği Kama Hayri’ye nasıl ulaşacağını biliyordu. Doğruca Tarlabaşı’nın yolunu tuttu. Tarlabaşı tabelasından ara sokaklara doğru devam ederken insanların yüzlerindeki nursuzluk artmıştı. Aracını, lastiklerinin kesilmeyeceğini düşündüğü bir duvar dibine park etti. Yıkık evlerin önünden yürümeye başladı. Park ettiği sokağın köşesinden dönünce duvarı yazılardan görünmez olmuş bir evin bahçesine girdi. Elinde tespihle volta atarak yürüyen adamı gördü.

“Sedat’ı nasıl bulurum?”

“Sen kimsin?” dedi adam.

“O beni bilir. ‘Gülçin ablan,’ dersin.”

Adam telefonuna sarıldı. Onayı aldıktan sonra yürümeye başladılar. Ayakkabısının arkasına basarak yürüyen adamın peşinden en az altmış yıllık bakımsız bir evin avlusuna girince Sedat onu karşıladı.

“Ooo, polis ablam, hoş geldin.”

“Hoş bulduk. İyi, kolay buldum seni.”

“Biz saklanmayız ki yerimiz bellidir,” diyerek omuzuna attığı siyah ceketiyle külhanbeyi gibi konuştu.

“Sana birilerini soracağım. Acil.”

“Sor ablam.”

“Feriköy Mezarlığı’na yakın bir binada cinayet işlendi ve üç yaşında bir çocuk kaçırıldı.”

“Çocuk benim öncelikli konum. Abla söyle sana nasıl yardımcı olayım?”

“Çocuğun babası doktor. Bu adam Kama Hayri lakaplı birinden borç almış, ödeyememiş. Onu nerede bulurum?”

“İstersen ayağına bile çağırırım senin ablam.” Ablam derken yüzünde güller açıyordu. “Sen bana az mı iyilik ettin? Kardeşime sahip çıktın.”

“O iyilik değildi. Görevimi yaptım.”

Eline telefonu alıp aradı Sedat.

“Beş dakika içinde burada bil.”

 Cidden beş dakika içinde Kama Hayri yanında iki adamıyla geldi.

“Hoş geldin Kamalı.”

“Hoş bulduk abi.”

“Bu gördüğün benim polis ablam. Onun bir müşkülü var. Bizden yardım istedi. Söyle abla.”

“Doktor Teoman Çetik. Üç yaşındaki çocuğu kayıp, bakıcısı da öldürüldü. Sen tanırmışsın onu.”

Adam sakalını sıvazladı. “Tanırım. Borç aldı benden.”

“Bak beni uğraştırma prosedürle, evrak işiyle. Yoksa ifadeni büroda alırım. Ver bilgimi, gideyim.”

“Yok abla, niye uğraştırayım seni. Benden uzun zaman önce borç aldı. Bir dönem güzelce ödedi. Sonra battı. Batınca da aramızda tatsız şeyler olmuştur, inkâr edemem. Hâlâ da onda alacağım var.”

“Senin onu ailesiyle tehdit ettiğini söyledi.”

“Olmuştur. Borcunun tahsiline ilişkin racon kesme diyelim, polis ablam. Yoksa bizde cinayet, çocuk kaçırma, öyle şeyler olmaz, bize ters. Bizim de ailemiz var.”

“Bak doğruyu söylemiyorsan peşindeyim ona göre. Sizin gizli toplantılar yaptığınız yer nereydi, Şile yolu üzerindeki bir benzinlik miydi neydi?”

“Abla karıştırma oraları. Ben yalan söylemem, ne dersem odur. Arada Sedat abim var.”

Gülçin aradığını bulamamıştı.

“Sizin yerde gökte gözünüz kulağınız vardır. Bana bir alo deyin.”

“Emrin olur. Sedat abimin ablası, benim de ablamdır.”

***

Gülçin büroya döndüğünde Reha yerine gelmişti.

“Komiserim evrak işlerim birikti. Oturmadan söyleyeyim.”

“Ne buldun?”

“Hiçbir şey.”

“Akşama kadar yani…” diyerek başını ellerinin arasına aldı Reha.

“Bana verdiğiniz telefon numaraları kontrol ettirdim. Kullan at telefonlara ait. Sahte kimlikle hat alınmış. Size bahsettiğim kişilerle de konuştum. Onlardan bir şey çıkmadı. Ama kulakları deliktir. Belki yarın bir şey çıkabilir.”

“Geç yarın çok geç. Kamera görüntüsündeki araç çalıntı çıktı. Havanın yağmurlu olması kötü oldu. Karşı komşu Demet ne oldu?”

“Gelirken mahalle muhtarına uğradım. Öyle bir yardım derneği varmış. Belediyeye ait bir salonda toplanıyorlarmış.”

“Aldın mı yerin ismini?”

“Aldım.”

“Oraya gidip kamera kayıtlarını inceleyeceksin hemen.”

“Hemen mi? Bir çay içseydim. Sabahtan beri hiçbir şey yemedim Komiserim, acıyın bana.”

“Şikâyet yok, çık hadiiii, kapanmadan çık!” diye bağırınca Gülçin oturduğu yerden elektrik çarpmış gibi fırlayarak dışarı yeniden çıktı.

O sırada Reha, “Kırk iki koca saat geçti,” diyerek söyleniyordu.

***

Gülçin, muhtarın verdiği adrese gittiğinde kapılar kilitleniyordu. Görevli ona koşarak yaklaşan kadına sordu.

“Neye baktınız?”

“Buranın yöneticisiyle görüşecektim.”

“Benim, buyurun. Görevli izinli, ben yapıyorum bu işleri.”

“Ben Cinayet Büro’dan komiser yardımcısı Gülçin.”

“Buyurun Komiserim, ne istediniz?”

“Bir cinayet soruşturmasıyla ilgili kamera görüntüleriniz gerekli.”

“Yarın baksak?”

“Olmaz, bir çocuğun hayatı söz konusu.”

“Peki,” diyerek gönülsüzce yeniden ana kapıyı açtı adam. Uzun koridordan geçtiler. Küçük bir bilgisayar odasına girdiler.

“Neden buradaki görüntüleri istiyorsunuz?”

“Sorguladığımız kişi cinayet saatinde burada, yardım derneğinin toplantısında olduğunu iddia etti.”

“Evet her ay toplanırlar. Dördüncü kattaki salonumuzu kullandılar.”

Bilgisayarın şifresini girdi. Ekrana yirmiye yakın kamera görüntüsü geldi.

“Nereyi görmek istiyorsunuz?”

“Öncelikle asansör girişini gösteren kamerayı. İşte, işte bu kadın. Binaya giriyor, asansöre doğru yürüyor, asansörün düğmesine basıyor ve yukarı çıkıyor.”

“Evet tanıyorum, Demet Hanım. Çok saygıdeğer ve yardımsever bir hanımdır. Yanlış kişiye bakıyorsunuz.”

Gülçin onun dediklerini dikkate almıyordu. Amirinin dediği gibiydi. “Cinayet çözülünceye kadar herkes şüphelidir.” Görüntüleri birkaç dakika daha izlemeye devam etti.  Peşinden biri daha girdi içeri. Adam sakallıydı. Şu kayıtlardaki adama benziyordu. Tam seçilmiyordu.

“Otoparkı gören kameranız var mı?”

“Var. 15 no’lu kamera.”

“Biraz geri al, geri geri…”

İşte aynı beyaz araç, çalıntı plaka oradaydı. Sevincini kendisine sakladı.

“Teşekkür ederim. Çok işe yaradı, görüntüleri bir belleğe kaydet bir ara gelip alırım,” diyerek jet hızıyla oradan ayrıldı. Yönetici ne olduğunu anlayamamıştı. Hemen telefonuna sarıldı.

“Komiserim, buldum onu. Sakallıyı ve arabayı. Eşkâli net. Görüntülerde Demet’le peş peşe yukarı çıkıyorlar.”

“Tamamen tesadüf olabilir ikisinin orada görülmesi, olamaz mı?”

“Olabilir ama işimizi şansa bırakamayız.”

“Haklısın. Görüntüleri aldın mı?”

“Aldım, Komiserim.”

“Bir ekip gönderiyorum. Hemen karşı komşuyu sorguya alıyoruz. Aferin kız sana. Kedi olalı bir fare yakaladın.”

“Teşekkür ederim Komiserim. Bunu iltifat kabul ettim.”

***

İki polis kapıya geldiğinde Demet, her şeyin ortaya çıktığını anlamıştı. Sükûnetini hiç bozmadı. Hera bu hâlini ilaca yormuştu. Onu, genç kadının “Katil değil o, nereye götürüyorsunuz? Siz delirdiniz mi?” çığlıkları arasında kapıdan çıkardılar.

Demet, Komiser Reha’nın çapraz sorgusuna çok az dayanabildi. Hera’nın kimsesiz oluşunu fırsata çevirmek istemiş, bakıcısıyla bir anlaşma yapmıştı. Bütün birikmişlerinin önemli bir kısmını bakıcıya verecek ve çocuğu kaçırıp Macaristan’a gidecekti. Sahte pasaportları, kimlikleri, her şeyleri hazırdı.

Bakıcının son anda fikir değiştirmesi bütün planlarını alt üst etmişti. Elena, çocuğu annesinden ayırmaya kıyamamıştı. Böyle olunca da Demet sahte pasaportlarını temin eden sakallı adamı kiralamıştı. Belediyedeki toplantıdan erken ayrılarak bakıcıyı yeniden ikna etmek için gelmiş, ikna olmayınca da onu suçlamış, kavga etmiş, sonunda da yarı yolda bıraktığı için öldürtmüştü. İçerideki diğer ayak izi Demet’e aitti. Demet kapıya gelince Elena kapıyı açmıştı. Ardından sakallı adam kadının üzerine atlamıştı. Demet, Elena’nın mücadelesini soğukkanlılıkla izlemişti. Sakallı, sorguya fazla dayanamayarak her şeyi anlattı. Adamın evindeki aramada kaplumbağa yeşili kazak bulunmuş, kan örneği de kırık vazodaki kanla eşleşmişti. Ayak numarası 44’tü.

Çocuk, Şile taraflarında bir evde tutulurken bulundu. Annesini çok özlemişti…

En Son Yazılar