Sert polisiyenin en bilinen klişelerinden biri, çok içki içen özel dedektif karakteridir. Sadece sık sık gittikleri barlarda değil, yalnız kaldıklarında da iki tek atmadan duramazlar. Arada bir sarhoş olsalar da hemen hemen hepsinin alkol toleransı oldukça yüksektir. Bu konuda eli öpülmesi gereken kişi ise James Bond’dur. Martiniden viskiye kadar çok çeşitli içkiyle haşır neşir olan, hemen her macerasında boşalttığı kadehlerin sayısı bilinmeyen majestelerinin en değerli ajanı, kendini asla alkol yüzünden kaybetmez, sızmaz, bilincini yitirmez. Kurgusal kahramanlar içinde alkole dayanımı en yüksek kişidir. Mesleği gereği içkiyle bu kadar içli dışlı olduğu söylense de o aslında kelimenin tam anlamıyla bir alkoliktir. Fakat bunu asla kabullenmez ve bağımlılığıyla asla yüzleşmez. Aşırı alkol tüketimi nedeniyle hastaneye yatar ama bu alkolikliğini tedavi etmek için değildir. Alkol nedeniyle bozulan sağlığını düzeltme tedavisidir.
Polisiye edebiyatında alkol bağımlısı olan, bununla yüzleşen ve mücadele eden en önemli kurgusal karakter dendiğinde benim aklıma ilk gelen Lawrence Block’un Matthew (Matt) Scudder’ı.[1] Matthew Scudder, Lawrence Block’un en bilinen iki kurgusal karakterinden biri. İlk kez, 1976 yılında The Sins of the Father romanıyla ortaya çıktı. Yirmi iki kitaplık seri, 2018 yılında yayınlanan A Time to Scatter Stones ile sona erdi. Ancak bundan beş yıl sonra 2023’de yazar, her kurgusal kahramana nasip olmayacak bir iş yaptı ve Matt Scudder’ın biyografisini yayınladı: The Autobiography of Matthew Scudder.
Matt Scudder, sert polisiyenin klişeleşmiş alkolik dedektifi olsa da seri bize bundan daha fazlasını anlatıyor. Block sadece alkolik bir dedektife değil, onun alkolizmle mücadelesine de odaklanmış. Ve sanırım polisiye kurguda ondan daha önce denemiş bir şey değil bu.
Seri, yukarıda da belirttiğim gibi The Sins of Fathers’la başladı. Daha bu kitapta Scudder, düşmüş, dibe vurmuş bir eski polis olarak okurların karşısına çıktı. Yanlışlıkla bir genç kızın ölümüne sebep olmuş, New York Polis Departmanı’ndaki görevinden ayrılmış, karısından boşanmış, berbat bir otel odasında yaşayan, kendisini içkiye vurmuş bir loser!
İlk hikâye başladığında kahramanımızın durumu aynen böyle. Özel dedektiflik yapıyor ama ruhsatı yok. Kendisine sorarsanız arkadaşlarına iyilik yaparak hayatını kazanmakta. Yani o kadar kendisini kapıp koyuvermiş bir anti-kahraman. Ölümüne sebep olduğu kız için vicdan azabı duyuyor, kazandığı paranın onda birini kilisenin bağış kutusuna atıyor, orada dua ediyor ve mumlar yakıyor, A Stab in the Dark kitabında “Hiç dua etmedim. Hiçbir zaman etmem” demesine rağmen…
Scudder, yakındaki bir bar olan Armstrong’un müdavimidir. Bütün gün orada oturur, içkisini içer, gazetelerdeki cinayet haberlerini okur… Bu, sonu olmayan daha doğrusu sonu mezarlıkta bitecek olan ölümcül bir yürüyüştür.
Serinin beşinci kitabı Eight Million Ways to Die’da önemli bir durum meydana gelir. Scudder galonlarca viskinin ardından alkolik olduğunu idrak eder. Alkoliklerin, gerçek adlarını gizleyerek bağımlılıktan kurtulmak için katıldıkları terapi toplantılarından birine gider ve roman orada son bulur. Bu farkındalık, karakteri ileriye taşıyan bir dönüm noktasıdır.
Yazar, seriyi daha önceden planladığı şekilde bu uçurum askısıyla bitirmeyi tercih eder. Kahraman, kendi kişisel vahim durumunu fark etmiştir ama bundan sonra ne olacağı meçhuldür. Burada, bilerek veya bilmeyerek, Block’un çok başarılı bir iş yaptığını belirtmeliyim. Bu tip uçurum askılarıyla biten romanlar (filmler de) mutlaka bir devam fikrini zorlar çünkü. Okur, kahramanın başına bundan sonra ne geldiğini merak eder.
Block, her ne kadar serinin bittiğini ilan etse de bir editör arkadaşına verdiği kısa öykü sözü durumu değiştirir. Playboy dergisinde yayınlanan By the Dawn’s Early Light adlı öykü, Scudder’ın içki içtiği günlerde geçmektedir ama anlatı zamanı alkoliklikten kurtulduğu dönemdir. Block , Shamus ödülü alan öyküyü geliştirir ve 1986’da When the Sacred Ginmill Closes romanını yayınlar. Böylece seri yeniden canlanır. İlginç bir şekilde karakterin gelişimi/değişimi devam eder. Scudder bir yandan alkolle mücadele ederken, diğer yandan da kendi hayatıyla yüzleşmesini sürdürür. Seri boyunca karakterler ve olaylar birbirleriyle bağlantılı olarak devam eder ve gelişirler. Scudder, özel dedektiflik ruhsatını alır, evlenip bir aile kurmayı düşünür ve yaşlanır.
Serideki birkaç önemli yan karaktere de değinmek isterim. Bunlardan biri, evsiz, siyahi bir çocuk olan TJ; hikâye ilerledikçe Scudder’ın yardımcısı olarak görürüz onu. Eskiden fahişe olan Elaine ise daha sonra sanat taciri olur ve Scudder’la evlenir. Bir de bar sahibi Mick Ballou var. İrlandalı gaddar bir mafya üyesi olan bu adam Scudder’ın en yakın dostudur.
Tabii New York şehrini de unutmamak lazım. Bütün sert polisiyelerde olduğu gibi, bu seride de New York, izbe sokakları, karanlık caddeleri, ürkütücü binaları, klostrofobik barları ve tüm tehlike potansiyeliyle adeta başlı başına bir karakterdir.
Sert polisiyede dedektifin kusurlu olması, istenen, arzu edilen bir durumdur. Esasen kahramanın kusurları, çatışmayı daha kolay yaratır ve hikâyenin bir noktadan başka bir noktaya gidişini hızlandırır. Alkolik bir kahramansa her bakımdan işlevseldir. Anlatıcı karakterin alkolik olması, yazara iki kolaylık sağlar. Birincisi, kendi gerçekliğini, düşüncelerini, fikirlerini gizleyemez, hiç dolandırmadan açık açık söyler. İkincisi ise bunun tersi bir durumdur: Kandaki alkol oranının yükselmesi, anlatıcıyı daha az güvenilir kılar. Söylediklerinden kuşku duyulan bir anlatıcı, polisiye kurgunun en muhtaç olduğu edebi tekniklerden biridir.
Block, alkolik karakterinin bu iki özelliğinden sonuna kadar yararlanmış ve bundan iyi sonuç çıkarmayı bilmiş. Artı, onun alkolizmle mücadelesini uzun bir süreç içinde ele alarak bağımlılık üzerine yazılmış en iyi eserlerden birini, polisiyede ise en önemlisini üretmiştir. Lawrence Block’un Matthew Scudder serisi, günümüzde Amerikan polisiyesinin klasikleri arasında yer almaktadır.
Scudder, tedavi olur, içkiye bir daha elini sürmez ama alkol hayatında önemli rol oynamaya devam eder. Alkolikler toplantısına düzenli olarak katılır… Armstrong’da oturmayı, iş görüşmelerini orada yapmayı sürdürür. Bar onun hem ofisi hem de salonudur. Arada sırada içki şişelerine bakıp iç geçirmeyi de ihmal etmez… Çünkü o her ne kadar artık bir alkolizm karşıtı olsa da neticede alışkanlıklarının yarattığı bir insandır.
Matthew Scudder Kitapları:
The Sins of the Fathers | 1976 |
Time to Murder and Create | 1976 |
In the Midst of Death | 1976 |
A Stab in the Dark | 1981 |
Eight Million Ways to Die | 1982 |
When the Sacred Ginmill Closes | 1986 |
Out on the Cutting Edge | 1989 |
A Ticket to the Boneyard | 1990 |
A Dance at the Slaughterhouse | 1991 |
A Walk Among the Tombstones | 1992 |
The Devil Knows You’re Dead | 1993 |
A Long Line of Dead Men | 1994 |
Even the Wicked | 1996 |
Out the Window | 1997 |
Everybody Dies | 1998 |
Hope to Die | 2001 |
A Moment of Wrong Thinking | 2002 |
All the Flowers are Dying | 2005 |
A Drop of the Hard Stuff | 2011 |
Let’s Get Lost | 2011 |
A Candle for the Bag Lady | 2012 |
A Time to Scatter Stones | 2018 |
The Autobiography of Matthew Scudder | 2023 |
Matthew Scudder Kısa Öykü Derlemeleri:
One Night Stands and Lost Weekends | 1999 |
The Night and the Music | 2011 |
[1] James Le Burke’ün Dave Robicheaux ve Sara Garan’ın Claire DeWitt adlı kurgusal dedektifleri de bağımlık dendiğinde hatırlanması gereken karakterler.