Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

Polisiye Hikaye: Kapıdaki Tişört

Diğer Yazılar

KAMBUR

KAYIP

BİR EFSANE BİR CİNAYET

İzzet Otru
İzzet Otru
1984 Yılında, Isparta’da doğdu. Isparta Anadolu Lisesi’nden 2002 yılında mezun oldu. Aynı yıl, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne başladı, 2006’da mezun oldu. Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde başladığı tezli yüksek lisansını 2010 yılında tamamlayarak, ÇEKO – İş ve Sosyal Güvenlik Hukuku Bilim Uzmanı unvanına hak kazandı. 2017 yılında Aynı üniversitede Yönetim ve Çalışma Psikolojisi tezli yüksek lisansı programına başladı. Tez aşaması sona ermek üzeredir. 2007’den bu yana serbest avukat olarak mesleğine devam etmektedir. Aynı zamanda, İstanbul Şişli Meslek Yüksekokulu Adalet programında öğretim görevlisidir. Yaratıcı drama eğitimi almıştır, uzun yıllar voleybol oynamış, kısa bir süre voleybol takımı çalıştırmıştır. Şu sıralar, krav maga eğitimlerine devam etmektedir. Birgün gazetesinde bir süre köşe yazarlığı yapmış, çeşitli gazete, dergi ve mecralarda yazmış, röportaj vermiş, çeşitli televizyon programlarına katılmış, pek çok demokratik kitle örgütünde, üniversitede, işletmelerde eğitim, seminer, konferans vermiştir ve vermeye devam etmektedir. Yayınlanmış bir kitabı ve çok sayıda makalesi bulunmaktadır. Hukuk dışında, şiddet, şiddetin psikopatolojisi, mobbing, taciz, manipülasyon konularında çalışmıştır. Bilim tarihi, psikoloji, cerrahi, anatomi, nöroloji, nörobilimler alanlarına çokça meraklıdır.

Apartmanın kapısı gündüz olmasına rağmen kırmızı mavi ışıl ışıl. Bir ambulans, sıra sıra içinde telsiz, tabanca olan arabalar.

Kapıda bekleyen üniformalı polis, avcuna doğru sigarayı saklamakla uğraşırken bir yandan selam vermeye çalışınca, kaşını yakmayı başardı. Tebriği hak etti. Erhan, omzuna vurdu da dumanı saldı, rahatladı garip.

“Kaçıncı kat?” diye binayı işaret ederek sordu Erhan Amirim.

“Üç Amirim.” Öksürük sesleri geliyordu hâlâ arkalarından.

Tek nefeste üçer beşer atlayıp çıktı merdivenleri Erhan, peşinden de Ersin. İçeri girdiklerinde, olay yercilerin bir kısmı salonda boş boş etrafa bakıyorlardı. Neden cesedin yanında olmadıklarına şaşırdı Erhan, ama bir şey demedi. Etrafa hızlıca göz attı. Her yer kitap, her yer kütüphane, giriş tarafında kullanılmayan bir doğalgaz sobası. Kombi sonradan takılmış belli ki. Salonda açık bir çek yat. Sert bir soğuk olmasına rağmen içerisi sıcaktı.

Göz kırparak sordu Erhan, burnuyla işaret etti olay yercilerin amiri Doğan, sonra da Erhan’ın peşine düştü. Erhan, koridor kapısına adım atınca anladı, olay yercilerin bir kısmı neden salonda. Yan yana iki adamın duramayacağı darlıkta, on -on iki adım uzunluğunda bir koridor. Bir kısım olay yerci, karakol polisleri. Metrobüse biniş olimpiyatlarında dereceyi göğüsleyebilecek bir mahirlikle kalabalığı yararak koridorun sonuna ulaştıklarında gözleri yerinden fırladı Erhan’ın.

“Hay ebesinin amcası, lan bu ne!!!”

Yüzü yorganlara gömük, elleri boşlukta sallanan, morla yeşil arası bir renge dönmüş ayakta duran bir ceset. Evet ayakta.

“Nasıl yani yaaa?”

Işığı görmüş kelebeğe dönüştü Ersin. Ne yapacağını bilemeden bir cesede bir sağa bir sola bakınıyordu hızlı hızlı. Telsizle başını kaşımaya başladı, “Kesin seri katil işi” diye söyleniyordu.

“Ne bileyim arkadaş…” diye cevap olmayan bir cevap verdi, soru olmayan soruya Erhan.

Len ne seri katili, bi dur!”

Kendilerine geldiler şaşkınlıktan sonra.

Ersin, “Amirim, burada bir mantıksızlık var…” derken cümlesini tamamlayamadı. Erhan araya girdi, “Kesin var Ersin. Olay yeri ile bence oynanmış. Duvardaki çerçeveler odaya doğru kaymış, bir anlam mı var, katil mi odayı işaret edecek şekilde kaydırdı çerçeveleri yoksa adamı buradan mı sürüklemişler… Yorganların dizilimi… Kapı… Cesedin ayakta olması… Bir ritüel ya da bir mesaj var burada, ama ne…?”

Kendi kendine mırıldanır gibi söylemişti. Kafasından bir şeyler geçiyordu belli ki. Doğan Amire, “Senin çocuklar dokundu mu bir şeye, çerçevelere falan?” diye sordu Erhan Amir.

Ersin bu sırada yanındaki üniformalı polise “Seri katil işi, seri katil. Kesin seri katil,” diyordu.

Üniformalı polis tecrübeli. Yaşından başından belli. Heyecanlı çırağa sakin olmasını söylemek istiyordu ya; çırak, bir komiser. Kendisi memur. Nasıl desin?

“Bizim de seri katilimiz mi oldu şimdi, eksiktik tamam olduk Komiserim,” dedi.

Ersin bozulmadı. Çünkü cevabı dinlemedi. Başka bir üniformalı polise “Seri katil ama biz yakalarız,” demekle meşguldü.

Aynı anda, “Saçmalamayın Lan. Her bir işimiz bitmeden dokunur muyuz, baksana cesede bile dokunmadık, odaya da giremedik, çerçeveleri de ellemedik. Ersin ne seri katili bir dur lan,” deyip kendini odanın çaprazındaki mutfağa  zor attı Doğan.

Boğulacam, işi olmayan siktirip çıksın şu koridordan, kazayı izleyen mallar gibisiniz, çerçeveleri siz oynattıysanız toynağınızı sikerim, tıkamayın lan trafiği, zaten oksijen yok,” diye gümbürdeyince, kedi görmüş fare gibi kaçıştı koridordakiler.

Bu defa salon Mecidiyeköy’e döndü tabi. Olsun, koridor nefes alınabilir hale geldi. 60 yıllık, üflesen yıkılacak bir apartmandaki koridorda ne kadar nefes alınabilirse.

Erhan, “Odanın içine girebildiğimizde daha fazla şey öğreniriz. Öğreniriz de…” diye mırıldandı.

Bir şey düşünürken mırıldanır Erhan Amir, konuşmaz.

Ersin, “Amirim ayakta tutmak için mi tişörtü dolamışlar kapının koluna?” diye sordu.

Erhan cesedin ayak ucuna doğru çömelip belini incelerken konuşuyordu.

“Ne bileyim arkadaş, ama duruşa bakarsan, tişört kapının kolunda olmasa da ceset ayakta duracak gibi”.

Ersin’in “O zaman tişörtün de bir anlamı var, işte bence kesin seri katil arıyoruz,” dediğini duymadı Erhan’la Doğan. İyi ki duymadı.

“Bel niye kapı koluna basık bu arada acaba?” sorusu da havada kaldı.

Erhan, Doğan’a “İçeriye neden girmedik?” diye sordu.

Doğan burnundan saldığı solukla “Hey Allah’ım” nidalı bir gülüş atarak cevap verdi.

“Lan oğlum, asıl ipucu belli ki bu cesedin duruşunda, tişörtte, yorganların diziliminde. Bunu tam bir anlayalım. Ondan sonra kapıdan alırlar cesedi, gireriz içeri. Ne anlayacaz mına koyim, o da ayrı mesele ya…”

Erhan cesede yaklaşırken tuttuğu nefesini ooooooffflayarak saldı gitti.

Ersin hâlâ şaşkın şaşkın cesede bakıyordu. Neyi nasıl incelemesi gerektiği hakkında hiçbir fikri yoktu, ama katilin seri olduğu konusunda fikri çoktu.

“Amirim nasıl bir manyak öldürdüğü adamı yorganla kapıya sıkıştırmak için uğraşır yahu? Kesin seri katil işi. Bakalım Türk mü çıkacak?…”

Erhan, “Ne bileyim… bir daha seri katil dersen, seni yatırıp seri şekilde… tövbe tövbee..” deyip olay yercilerin cetvellerinden birini kaptığı gibi Ersin’in kafasına fırlattı.

Doğan’a dönüp, “Nasıl öldürüldüğü hakkında bir fikriniz var mı Doğan?” diye sordu ama cevabı o anda dinlemedi.

Doğan Amir de cevap vermek için bekledi. Erhan Amir yem takip eden güvercin kafasıyla Ersin’i aranıyordu. Bu çocuk dakikada sekiz defa kendisine laf sokulmazsa rahat durmuyor. Kaşımak lazım. Ersin bu esnada koridordan salona doğru seğirtiyordu. Erhan arkasından bağırmayı ihmal etmedi ama erteledi. Erhan amir ihmal etmez, erteler.

Doğan Amir, beyaz tulumunun içinden cesedi işaret ederek “Valla Erhan, cesede tam olarak dokunmadık kesin bir şey demek zor. Yüzünü de gördüğün gibi tam çeviremedik, sol yanak burun yorganların içine gömük. Saçın arka tarafından izin verdiği kadarıyla bir vurma izi de yok. Önden ne çıkar göreceğiz. Ölü katılığı da oluşmuş. Yatırıp ilk incelemeyi yapmamız lazım. Ama şimdiye kadar gördüklerimizden anladığım, boğma ile örtüşüyor. Gözün yanından görüldüğü kadarıyla, kan toplanması var gibi. Burnu akmış. Kuru sümük var, ağlamış olabilir. Ama neden?…”  diye beklettiği cevabını verdi.

Cevapla birlikte konuya döndü Erhan Amir, bir gözü kısık kafasını sallayarak “Lan niye olacak, öleceğini anlamış ağlamış adam” derken kesin “saçmalama” diyordu. Ya da Doğan’a öyle geldi. Önemli değil.

Eldivenli parmağı ile kurumuş sümüklerin olduğu dudağa dokunuyordu Doğan. “Tamam ama, o zaman sümük akmaz ki, biraz zamana yayılmış bir ağlama olmalı bu, ayrıca saçmaladığım falan yok.” Demek önemliymiş.

Erhan Amir, Doğan’ın açıklamasından sonra hızlıca geri bastı. “Olabilir… Zavallı. Gerçi belki de bir pisliktir, yine de böyle ölmeyeymiş iyiymiş. Gerçi burada ölmemiş olması neredeyse kesin. Sence de olay yeri ile oynanmış mı birader?”.

Ersin’in aklından o sırada, bunun bir seri katil işi olduğu geçmeye devam ediyordu. Yoksa başka nasıl bir açıklaması olsundu ki canım? Basbayağı seri katil işi işte. Ritüel var. Silah seçimi belli değil şimdilik; ama kesin bir imza da bulacaklar. Gerçi yorgandan âlâ imza mı olur? Nur topu gibi bir seri katilimiz var. Bizden de çıkar canım niye çıkmasın? Sevgilisini arasa mı acaba? Yok yok, basına seri katili yakaladıktan sonra demeç verirken bir anda görsün kadın. Sürpriz olur. Kadın mı? Türkiye Cumhuriyeti kolluk kuvvetleri için aynı anda iki şok fazla kaçar. Şimdilik dursun sevgili.

Doğan Amir, ‘Olay yeriyle oynanmış mı?’ sorusunu, “Ah bir anlasam. Ama düzene bakılırsa bir ritüel var. İntikam ile ilgili bir şey olmalı. Senin çaylaklara söyledim, benzer olay var mı bakacaklar,” diye  cevapladığı sırada Ersin, Erhan Amirinin yanına geri dönmüştü.

Erhan, “Lan gazetelere güzel iş çıktı. Yorgan Cinayeti,” diye gülerek manşeti atarken; Doğan acıktığını hatırladı, cinayet bahanesi ile de kebabı gözüne kestirdi herhalde. “Ahaha. Manşet atmayı bırak da yürü hadi. Aşağıda güzel bir kebapçı gördüm. Sahibi Temel, maktulü de yakından tanıyor. Ha bu arada adam avukatmış. Temel söyledi. Cesedi gördükten sonra siz gelene kadar etrafı dolandım. İnsanın kanı hâlâ çekiyor.”

Bu vesileyle Ersin, Doğan’ın eski cinayetçi olduğunu öğrendi.

Ersin bu defa salonu da geçip daireden çıkarken Doğan Amir devam ediyordu.

“Hatta Temel’in de avukatıymış. Uğradığımda, en az 200 tane adana dizmiş, adanaların başına oturmuş, elinde şiş, içli içli ağlarken hâlâ kebap sıkıyordu. Bir yandan da ‘adanayı çok severdi’ diyordu. Maktulün hatırına bugün sadece adana yapacakmış. Gel bir konuşalım, hem de kebaplarını tadalım. Gerçi, adam şokta, ama hâlâ Adana sıkıyor ahaha.”

Tam kapıya doğru yönelmişken zınk diye durunca, Doğan Amir neredeyse içinden geçti Erhan’ın.

Erhan arkasına dönüp “Lan yavaş napıyosun?” derken Doğan Amir “İnsanlara da stop lambası takacam ha, aniden durulur mu lan bu kadar dar yerde?” diye höykürdü.

Üfleyerek salona çıkarken bir yandan bağırıyordu Erhan, “Ersin, Ersin! Yine nereye kayboldun lan kaşla göz arasında?” diye.

Yine de, Doğan Amirden teyit alma ihtiyacı duydu “Avukat mı?”.

Doğan amir haspinallah çekerek kafa salladı. “Aniden durma” diye de söyleniyordu bir yandan.

Erhan telsizin antenini Doğan’ın kaşına doğru fiskelerken de “Ersin neredesin?, Ersin!” diye seslenmeyi ihmal etmedi. Neydi? Erhan Amir hiçbir şeyi ihmal etmez, sadece ertelerdi.

Üniformalı polislerden biri yan daireye geçtiğini söyleyince “Ersiiiin” diye höykürmesini erteleyip çağırmalarını istedi.

Ersin polis kalabalığını yararak salon kapısına kadar geldi. “Buyur abi, komşularla konuşuyordum da. Adam avukatmış”

Erhan “ Evet evet, hemen tüm davalarına bakın adamın. Kesin baktığı bir işle ilgili bu.” Deyince, Ersin, “Amirim sanmam” dedi.

“Neden?”

“İş hukuku ile uğraşıyormuş, yorganla kıdem tazminatının bağı yoktur değil mi” diye sırıtacak oldu, Doğan’la Erhan’ın mal bakışı karşısında sustu.

“Tamam abi bakarım ben.”

Seri katil işte. Kurban seçimine bakmak lazım. Ersin aklından geçenleri yine aklında bir yerlere not etti. Muhtemelen unutacaktı ama olsun. Belki lazım olur.

Ersin, kapının eşiğinde elinde sigarayla selam vermeye çalışırken kaşını yakma becerisini gösteren polise, “Kesin seri katil işi..” diyecekken arkasından Erhan’ın geldiğini görünce cümleyi bırakıp hızlıca çekildi.

Erhan, “Kesin intikam, dini bir ritüel var,” diyordu Doğan’a.

Doğan beyaz tulumunu çıkarıp kapıdaki polise verdi. Üniformalı polis, kaşında ufak bir yanık iziyle tulumu ne yapacağını bilemeden öylece durdu.

Erhan’la Doğan kebapçıya girdiklerinde, burnunu derince çekip elinde yarısı sıkılmış şişle ayağa kalkarak “Hoş gelmişsiniz” dedi Temel.

Erhan’la Doğan’ın elinde telsizleri görünce, e tabi Doğan’ı da tanıyınca, sallanarak ağlamaya başladı.

Erhan’la Doğan birbirlerine baktılar.

Doğan, “At ikişer tane şiş sonra da gel yanımıza,” dedi.

Elindeki yarısı sıkılmış şişi bırakmadan burnunu çekerek ızgarayı harlarken, “Adana’yı çok severdi,” diyordu Temel kendi kendine.

***

Arkadaşımı uğurladım. Uğurlamadan önce bir yolluk istedi ama bunun konumuzla ilgisi yok. Dur lan, yoksa olabilir mi? Olabilir tabi. Kesin cenabet olduğumdan geliyor bu başıma. Yoksa neden olsun ki? Ölmeden önce bunlar mı düşünülür? İnsan zihni garip. Işık hızında oyunlar oynayabilir. Yatakları topladın, çekyat hâlâ açık, yorganları yastıkları üst üste dizdin. Kendi evindesin ya geri zekalı, önünü görmesen de olur değil mi?… Yolu bildiğin için çarpmadan gidersin yatak odasına kadar. İyi de, koridorda sağa sola sıkışırken de mi anlamadın be mal? “Duvardaki çerçeveler odaya doğru kaymış, bir anlam mı var, adamı buradan mı sürüklemişler?

Gazete manşetlerini görüyorum. “Avukatın hazin sonu”, “yorgan cinayeti”, “yorganla öldü”… “Hemen tüm davalarına bakın adamın. Kesin baktığı bir işle ilgili bu”. Yatak odasının kapısından içeri adım atarken, kapının arkasındaki yaylı çamaşır sepetini de mi hatırlamadın? “İçeri girersek anlarız” der polisler, ama birazdan ceset olacak bedenime ne olduğunu anlamadan da giremezler. Çamaşır sepeti, yaylı. Hadi hatırlamadın, kapıdan girerken zorlandın da niye iyice kapıyı itekleyip durdun, da güzelce sıkışmayı başardın “kapı koluna beli sıkışmış”. Açıklayamayacaklar. Hadi kanırttın kapıyı, lan yerler halıfleks, yorganlarla o eşikten geçebilir misin?… Geçemedin işte. Allah’ım geri de çıkamıyorum. Belim kapının koluna hangi ara sıkıştı. Hadi sıkıştı, ileri geri hareket edip neden… “Amirim ayakta tutmak için mi tişörtü dolamışlar kapının koluna?”. Tişört olmasa da çıkamam ki buradan. “Ama duruşa bakarsan, tişört kapının kolunda olmasa da ceset ayakta duracak gibi”.

Allah’ım ben sana ne yaptım? Bitti işte. Öleceğim birazdan. Nefes alamıyorum. Terledim. İçerisi neden bu kadar sıcak? Bıraktım yorganları kapı eşiğinde askıda sıkışık kaldılar. Kafamın üstünü aşan yastık en tepede. Onu düşürürsem nefes alabilir miyim, alamam. Kesin öldüm. Ölümümü nasıl açıklarlar acaba? “Seri katil işi bu”. Anlamayacaklar. Yorganın dizilmesinden bir anlam ararlar. “İntikam cinayeti olabilir, bir ritüel var”. Bedenimde saldırı ya da savunma izi göremeyince de kafayı yiyecekler. Bir insanın bu kadar geri zekalı olup kendini yorganla yastıkla kapıya sıkıştırarak öldürmüş olabileceği akıllarına gelmez. “o zaman sümük akmaz ki, biraz zamana yayılmış bir ağlama olmalı bu”. Çünkü akıllı insan kendine bunu yapmaz. Gözüm kararıyor. Son enerjim…

Tişörtüm yırtılmış, o zaman tişörtün de bir anlamı var, işte bence kesin seri katil arayacaklar. Kapı yerinde dururken benim sol kolum mosmor. Öldüm ya ben, polislerin işi zor. Çok zor. “Evrim gereği ölmelisin geri zekalı, doğal seleksiyonda kendine fazla güvenme sen” diyordu içimdeki en son içimdeki ses. Kesin seri katil işi bu. Yoksa neden yorganları dizsinler? Açıklayamayacaklar.

En Son Yazılar

EDİTÖRDEN

SUÇÜSTÜ

GECE YOLCUSU