Yazan: Shizuko Natsuki
Çeviren: Emel Aslan
Shizuko Natsuki 1938’de Tokyo’da dünyaya geldi. Keio Üniversitesi’nde İngiliz Edebiyatı okudu. Japonya’nın çok satan ve üreten yazarlarından biridir. Seksenden fazla roman ve öykü seçkisi yazmış, bunların kırkı filme uyarlanmış, neredeyse tamamı İngilizceye çevrilmiştir. Eserlerinde aile içi çatışmalara (kıskançlık, zina, boşanma ve miras rekabeti) odaklanmıştır. 2016’da kaybettiğimiz Natsuki, halen Japonya’nın en çok okunan yazarlarından biridir.
“Ben çıkıyorum o zaman.”
Kırk iki yaşındaki Eiko Horikoshi, başarıyla işlettiği rehinci dükkânının sahibiydi. Her zaman olduğu gibi mağaza müdürüne, müdür yardımcısına ve tezgâhtara gülümseyerek veda etti.
Kadının topluca bedeninin kapıdan çıkışını izlerlerken arkasından “Güle güle,” diye seslendiler. Saat 19.40 olmuştu. Horikoshi Rehin ve Kredi Dükkânı saat 20.00’de kapandığından, genç tezgâhtar Naomi mücevher ve saatleri ortalıktan kaldırmaya başladı.
Mağaza müdürü Tsunemoto tezgâhta, deri ceketinin içinde öğrenci veya işçi gibi görünen genç bir adamla konuşuyordu. Genç adam tezgâha bir fotoğraf makinesi koymuştu. Onun doldurduğu formu incelerken Tsunemoto’nun gözleri altın rengi çerçeveli gözlüklerinin ardında parıldıyordu.
Tsunemoto henüz otuz altı yaşında olmasına rağmen mağaza müdürü olmuştu. Mevcut pozisyonundan asla yükselemeyecek gibi görünen müdür yardımcısı Tsuji’nin tam aksine, zeki ve enerjikti.
Müdür fotoğraf makinesini eline alıp yakından incelerken sordu. “Bunun için ne kadar istiyorsun?”
“Kırk bin yen vereceğinizi umuyordum.”
“Yok, o kadar veremem. Biliyorsun, bu model artık üretilmiyor, bu da değerini hayli düşürüyor. Sana verebileceğim en iyi teklif, on beş bin.”
Birkaç dakikalık pazarlığın ardından genç adam Tsunemoto’nun teklifine razı geldi ve on beş binden bir aylık faiz düşüldükten sonra kalanı ceketine sokuşturarak çıkıp gitti.
Dükkânın bir duvarına, beş binden beş milyon yene kadar verilen kredilere uygulanan faizleri gösteren bir levha asılmıştı; verilen kredi miktarı arttıkça faiz oranı düşüyordu. Tokyo’nun büyük tren istasyonlarından birine yakın konumda olması dolayısıyla Horikoshi Rehin ve Kredi Dükkânı, kenar mahallelerde yer alan rakiplerine göre çok daha üst sınıftan müşterilere hizmet veriyor ve genellikle hisse senetleri, mücevherat gibi yükte hafif, pahada ağır ürünlerle ilgileniyordu.
Faiz oranlarının yer aldığı levhanın üzerine, kolaylıkla görülebilecek bir şekilde de mağaza kuralları asılmıştı:
Rağbet gören ve kolaylıkla elden çıkarılabilir olan ürünlere en yüksek fiyatlar ödenir.
Satması güç olan ürünlere daha düşük fiyat ödenir.
Dükkân yaklaşık on dört metrekarelik, ufak bir alana sahipti. Odanın kapıya yakın taraftaki eni boyunca uzanan tezgâhın arkasında ise kasa dairesi yer alıyordu.
Tsunemoto, mağazanın ağır kepenklerini indirmeye çabalayan Tsuji ve Naomi’ye, “Bu akşam hesap defterlerinin üzerinden geçmem lazım,” dedi. Tsuji ile Naomi kafalarını kaldırdıklarında onun kasa dairesinin açık kapısı önünde duran uzun ince silüetini görebiliyorlardı.
Kasa dairesi sadece beş metrekare büyüklüğündeydi ve odanın iki duvarı boyunca uzanan rafların üzeri TV kameraları, golf sopaları, mahjongg[1] oyun setleri ve rehin verilen pek çok malzemeyle doluydu. Kasa dairesinin arka duvarında bulunan kalın bir başka kapının ardında ise yaklaşık aynı ebatlarda ikinci bir kasa dairesi daha vardı. Bu odada, içinde hisse senedi ve her türlü mücevherat gibi değerli malzemelerin bulunduğu bölmeli dolaplar bulunuyordu.
Naomi ile Tsuji dükkânı kapattıklarında bu kapıların her ikisi de açıktı, ancak Tsunemoto sık sık kasa dairelerinde tutulan ürünlerle hesap defterlerini karşılaştırmak için geç saatlere kadar çalıştığından, bu alışılmadık bir durum değildi.
Tsuji veda ederek aceleyle uzaklaştı. İçeri girip çantasını aldıktan hemen sonra Naomi de gitti. Mağaza Tokyo Ikebukuro İstasyonu’nun yanında olduğundan, değerli bir arazi üzerinde ve birbirine çok yakın konumlanmış binalarla çevriliydi. Rehin dükkânının girişi kasvetli bir sokak arasına bakıyordu. Binanın karşısında penceresiz, hayli köhne, yirmi dört saat açık bir kafe vardı; öyle havasızdı ki altı ay kadar önce tüm müşterileri oksijensizlikten şuur kaybı yaşamıştı.
Naomi geçtiğimiz yıl Saitama vilayetindeki bir liseden mezun olmuş ve aslında bir bankada veya büyük bir finans kuruluşunda çalışmayı istemesine rağmen, o tür bir pozisyon için rekabet etmek onun gibi yumuşak huylu birine zor geldiğinden, kendini Horikoshi’de bulmuştu. Henüz okula devam ettiği zamanlarda dahi kendini büyük şirketlerin birinde kariyer yaparken hayal ederdi, ancak rehin dükkânında çalışmaya başlayalı bir seneyi bulmuştu ve ne zaman dükkândan çıkıp bu boğucu ve pis ara sokağa girse, hayal kırıklığı yaşamaktan kendini alamazdı.
Mağazanın paslanmaz çelik kapısını kapattığı esnada kendi kendine söyleniyordu ki minik bir çığlıkla olduğu yerde kalakaldı ve acıyla yere çömeldi. Sol elinin orta parmağını kapanan kapıya sıkıştırmıştı. Canı öyle yandı ki bir an soluğu kesildi.
Ağrısı yavaş yavaş azalır ve yerini yine moral bozukluğuna bırakırken, istasyona doğru ilerledi.
Ekim ayının ortasıydı; yürüdükçe ayakkabılarının tabanlarından içeri sızan soğuğu hissedebiliyordu. Saat 20.30’da Shinjuku İstasyonu’nun yanındaki kafede erkek arkadaşı Kumazaki ile randevusu vardı.
Kumazaki, hayallerini süsleyen ışıltılı bir işadamı olmaktan uzak, serbest çalışan bir muhabirdi ve rehin dükkânına sık sık gide gele kendisiyle arkadaş olmuştu. İri kemikli, saçı sakalı bol bir delikanlıydı. Naomi’yi genellikle ayda iki kere yemeğe çıkarıyor, sinemaya götürüyor ve niyetinde ciddi görünüyordu.
Naomi randevusuna gecikmemek için hızlandı.
***
Ertesi sabah Naomi rehin dükkânına her zamankinden biraz daha geç gitti; dükkâna giden ara sokağa girdiğinde saat 08.40’tı. Mağazayı saat 09.00’da açıyorlardı ama Naomi ortalığı toparlamak için saat 08.30’da orada olurdu. İkinci bir tezgâhtar daha varken erken gelme işini aralarında sıraya koymuşlardı ama şimdi diğer kız ayrıldığı için Naomi daha uzun saatler çalışmak zorunda kalıyordu.
Sokağı yarılamıştı ki dükkânın çelik kapısının önünde sırtını kamburlaştırmış, cebinde anahtarını arayan Tsuji’yi gördü. Tsuji son derece dakikti. Sabahları tam 08.40’ta işte olurdu.
Naomi arkasından gelen ayak sesleri duyunca döndü ve Eiko Horikoshi’nin de sokağa girdiğini gördü. Üzerinde parlak mavi bir takım vardı.
“Günaydın Bayan Horikoshi,” dedi. “Bugün erkencisiniz.” Eiko, kocası öldüğünden beri Mejiro’da bir apartman dairesinde yaşıyor ve Ikebukuro şubesine gelmeden önce çoğunlukla diğer mağazasına uğruyordu. Genelde bu şubeye saat on birden önce gelmezdi.
Naomi’ye muğlak bir yanıt veren Eiko, dükkâna doğru hızlı adımlarla ilerledi. Kaygılı görünüyordu; bu hâli Naomi’ye de sirayet etti ve o da nihayet anahtarını bulan Tsuji’ye doğru telaşla yürüdü.
Tsuji anahtarı kilide takıp çevirmeye çalıştı.
“Çok garip,” dedi, kafasını hayretle iki yana sallarken. “Kapı kilitlenmemiş.”
Tokmağı döndürdü, itti ve paslanmaz çelik kapı geriye doğru açıldı.
“Galiba Tsunemoto gece kilitlemeyi unutmuş.”
“Belki de hâlâ buradadır,” dedi Eiko çabucak. “Sabah karısı beni aradı.”
“Karısı mı?”
“Evet, söylediğine göre gece eve gitmemiş, kadın dükkânı da aramış ama cevap veren olmamış.”
İçerisi zifiri karanlıktı. Pencerenin panjurları hâlâ kapalıydı.
Tsunemoto’nun ayakkabıları hemen girişte duruyordu.
Tsuji hızla panjurları kaldırmaya gitti. İçeri ışığın dolmasıyla birlikte açık kapıdan içeri baktıklarında, tezgâh üzerindeki boş noodle kâsesini gördüler. Gece geç saatlere kadar çalıştığında Tsunemoto’nun hep aynı yerden yemek sipariş ettiğini bildiklerinden, bunda tuhaf bir durum yoktu. Fakat tuhaf olan şey, rehin dükkânının hiçbir yerinde Tsunemoto’nun varlığına dair bir iz bulunmamasıydı.
Yo hayır, bunu söylemek için henüz erkendi, zira arka tarafta bulunan kasa dairesinin kapısı kapalıydı.
Eiko, Tsunemoto’nun masasına gitti, üst çekmeceyi açarak büyük, ahşap bir künyeye takılı olan anahtarı çıkardı. Bu, yakında bulunan ilk kasa dairesinin –Tsunemoto’nun her mesai sonunda alıp yanında eve götürdüğü– anahtarıydı.
Eiko bir anlığına Naomi ve Tsuji’ye baktı, ardından kasa dairesinin kapısına doğru yürüdü.
Kasa dairesini açabilmek için önce anahtarı kilide sokmak, sonra şifreyi girmek, ardından da anahtarı çevirmek gerekiyordu. Bu anahtara erişimi olan ve şifreyi bilenler de Eiko ve Tsunemoto’ydu.
Eiko şifreyi girdi, anahtarı çevirdi ve sonra da Tsuji’nin yardımıyla ağır kapıyı açmak üzere çekti.
Odanın ışıkları yanıyordu. İçerideki iki kasa dairesini birbirinden ayıran kapı, diğer odanın içi görülebilecek şekilde açıktı.
Her iki oda da dağıtılmış, mücevherat bölümündeki çekmecelerden biri yarı açık kalmış, raftan yere bir saat düşmüştü. İki kasa odasından daha yakın olanda bir golf çantası yere saçılmıştı ve Tsunemoto hemen yanında, çantaya sarılmış gibi yatıyordu. Onun benzi atmış ve çarpık yatışını gören Naomi, sokağın karşısındaki kafede bir sürü insanın havasızlıktan neredeyse öleceği vakayı hatırlayınca bayılacak gibi oldu.
***
“Belli ki boğulma vakası. Kasa dairesi tamamen yanmaya dayanıklı imal edilmiş, dolayısıyla kapı kapandı mı hava alması imkânsız.”
Polis Müfettişi Danto, Eiko’ya olayın nasıl gerçekleşmiş olabileceğini kalın ve tok sesiyle açıkladı. Polis araştırmasını henüz tamamlamamıştı ancak Tsunemoto’nun cesedi morga kaldırılmıştı. Bulunduğunda bedeni soğumuştu bile, dolayısıyla ambulansla gelen sağlıkçılar mağaza müdürünün öldüğünü teyit etmek dışında bir şey yapamadılar.
“Son zamanlarda buna benzer çok vakayla karşılaşmaya başladık. Kısa süre önce yolun karşısındaki şu kafede bir olay olmuştu.”
O kazada çalışanların da dâhil olduğu beş kişi, penceresiz odanın içinde aniden yere yığılmıştı. Olanları gören bir başka müşteri, telefona güçlükle ulaşmış ve kendisi de şuurunu yitirmeden önce ambulans çağırmayı başarmıştı. Şans eseri, rahatsızlanan herkes hastanede geçen birkaç günün ardından iyileşmiş, böylece polis de olayı kaza olarak rapor etmişti. Olay sırasında gece geç bir saatti ve müşteriler saatlerdir içeride oturmaktaydılar. Kimse girip çıkmadığından kapı hep kapalı kalmıştı ve çok geçmeden odadaki tüm hava tükenmişti.
“O olayda kimse ölmedi ama aynı ay içinde Kobe limanındaki Çin gemisinde iki denizci, ambar kapağının üstlerine kapanması nedeniyle boğularak öldü. Üstelik geminin ambarı sizin kasa dairesinden çok daha büyüktü.”
Müfettiş Danto kafe soruşturmasında görev almıştı. Bu türden vakalara özel bir ilgisi vardı.
“Bu arada akşam sekiz civarı hepiniz evlerinize giderken, Bay Tsunemoto kasanın içinde mi çalışıyordu?” Eiko’nun arkasında duran Tsuji ile Naomi’ye baktı.
“Evet,” dedi Tsuji gergin bir sesle.
“Peki, o sırada kasa dairesinin anahtarı neredeydi?”
“Sanırım her zamanki gibi Bay Tsunemoto’nun masasındadır.”
Genelde Tsunemoto saat dokuzdan hemen önce işyerine vardığında, anahtarıyla ilk kasa dairesini açardı. Ancak iki kasa dairesini birbirinden ayıran ara kapı, Eiko saat on birde gelene kadar kesinlikle açılmazdı. O dairede daha değerli ürünleri ve hisse senetlerini tuttuklarından, odanın anahtarı sadece dükkân sahibinde bulunurdu.
Bunun yanı sıra her iki odayı kilitlemek için anahtara ihtiyaç yoktu. İsteyen herkes kapıları kilitleyebilirdi; tüm gereken kapıyı ittirmek ve şifreli kilitleri çevirmekti. Mesai saatleri içinde ilk kasa dairesinin anahtarı Bay Tsunemoto’nun masasında dururdu ve odanın şifreli kilidi açık bırakılırdı; dolayısıyla kapıyı açmak için mandalı çevirmek yeterliydi.
“Yani Bay Tsunemoto içeride çalışırken kapı kendiliğinden kapanmış olabilir mi? Sonuçta sadece mandal bile olsa içeriden kapıyı açmak mümkün değil.”
“Kendiliğinden mi? Hayır, sanmıyorum. Kendiliğinden hareket edemeyecek kadar ağır bir kapı o.”
Eiko, Tsuji ve Naomi; üçü de aynı şeyi söyledi.
“Bence birinin onu yanlışlıkla içeri kilitlemiş olması da imkânsız. Bakın, şu öbür odanın içinde acil durumlarda kullanabileceğiniz bir alarm zili var. Fakat gecenin bir yarısında, bu bile zavallı Bay Tsunemoto’yu kurtaramamış.” Eiko’nun sesi zayıf çıkmıştı.
“Ne? Alarm sisteminiz olduğunu mu söylüyorsunuz?”
“Evet, geçen ay biri kasabın buzdolabında kilitli kalıp ölmüştü. Bunu gazetede okuyunca aklıma bu fikir geldi ve alarm taktırdım.”
Acil durum düğmesi, arka taraftaki ikinci kasa dairesinin köşesine takılmıştı. Düğmeye basınca dükkânın içinde yüksek sesli bir alarm zili çalması gerekiyordu. Ancak polis düğmeye ne kadar bastıysa da ses çıkmadı. Kabloları kontrol ettiklerinde, kabloların tam odaya girdiği yerden makasla kesildiğini tespit ettiler.
Polis ortada ters bir durum olduğundan ilk kez o zaman kuşkulandı. Eiko kasa dairelerinde muhafaza ettikleri ürünleri kontrol ettiğinde biri elmas, diğeri yakut olmak üzere iki değerli yüzüğün kaybolduğu ortaya çıktı. Birdenbire, gece Tsunemoto tek başına çalışırken birinin içeri gizlice girdiği, müdürü muhtemelen silahla etkisiz hâle getirdiği, öbür kasa dairesinden iki yüzüğü çaldığı, sonra da Tsunemoto’yu içeri kilitleyerek çıktığı ihtimali gündeme geldi. Daha sonra suçlu alarm ziline giden kabloları kesmiş ve gecenin karanlığında kaçmış olmalıydı.
“İçerideki hava ne kadar süre yetmiştir acaba,” dedi Eiko.
‘Ve acaba saat kaçta içeri kilitlendi,’ diye düşündü Müfettiş Danto, Eiko’ya yanıt vermeden önce.
“Hava ne kadar yetmiştir? Bunun sonucu otopside kolaylıkla ortaya çıkar. Sipariş ettiği yemeğin saat kaçta teslim edildiğini öğrenir, ondan sonra da ölene kadar yemeğin ne kadarının sindirildiğini tespit ederiz.”
Tezgâhın üzerinde duran kâseye bakıp devam etti. “Eğer saat kaçta öldüğünü bilirsek, sanırım solunum hızına ve odadaki mevcut oksijen miktarına bakarak odaya saat kaçta kilitlendiğini de bulabiliriz. Daha önce bu türden bir vakayla hiç karşılaşmadım ama şansımıza J Üniversitesi’nde Adli Tıp hocalarından birinin, bu tür boğulmalar üzerine uzmanlığı var. Muhtemelen ondan yardım isteriz.”
Bu kişi, Profesör Mivahara’ydı. İsmini Naomi bile biliyordu, zira kafedeki kazadan sonra gazetelerde kendisiyle türlü söyleşiler yapılmıştı. Bir makalede kendisinin fareler üzerinde yaptığı deneylerden bahsedilmiş, dar bir alanda havasızlıktan ölmeden önce bir insanın hayatta kalabileceği süreyi çok dar bir aralıkta hesaplayabildiği anlatılmıştı.
“Akşam saat sekizde Bay Tsunemoto’nun sağ salim hayatta olduğundan eminiz, ancak her ihtimale karşı ben sizlerin o saatte ne yapıyor olduğunuzu bilmek isterim.”
Bunu söyledikten sonra gözlerini önünde duran üç kişiye dikti. O anda bakışları Naomi’nin orta parmağına takıldı –tırnağı morarmış ve parmağı şişmişti.
“Elinize ne oldu?” diye sordu.
“Ha, o mu? Şu kapıya sıkıştırdım.”
Naomi telaşla döndü ve dükkânın çelik kapısını işaret etti.
“Ne zaman oldu bu?”
“Dün akşam, ayrılırken.”
“Akşam Bay Tsuji’yle birlikte ayrıldığınızı söylemiştiniz, yanılıyor muyum?”
“Evet, ama ben onun birkaç saniye gerisinde kaldım, kapıyı aceleyle kapatırken–”
Naomi’nin sesi giderek kısıldı, cümlesi yarım kaldı. Eiko’yla Tsuji ona dehşetle, sanki bu anlattıkları Naomi’nin kapıyı Tsunemoto’nun üzerine çarparken parmağını kıstırdığının kanıtıymış gibi bakıyorlardı.
***
“Kiyoken noodle lokantasındakiler, Tsunemoto’nun saat sekizi çeyrek geçe sipariş verdiğini, kendilerinin de siparişi sekiz buçuk gibi teslim ettiklerini söylediler. Yani, yemeğini hemen yediğini varsayarsak, sindirim miktarına ve diğer vücut fonksiyonlarına bakıldığında, sabaha karşı saat iki civarı ölmüş olmalı.”
Naomi, erkek arkadaşı Kumazaki’ye müfettiş Danto’nun ikinci ziyaretinde öğrendiği tüm detayları anlatıyordu. Kumazaki cinayetin ortaya çıktığı sabah iş için Sendai’de bulunuyordu ve Naomi ona ancak ertesi gün saat altıda ulaşabilmişti. Neler olduğunu anlattığında, Horikoshi’deki işi biter bitmez buluşmaya karar vermişlerdi.
“Ölüm zamanı neredeyse tam olarak belli olduğundan, müfettiş Danto cinayete teşebbüsün yaklaşık zamanını tespit etmesi için J Üniversitesi’nden Kazutoshi Miyahara hocaya danışacaklarını söyledi.”
“Cinayete teşebbüsün saati mi?” diye sordu Kumazaki. Yirmi yedi yaşında, yapılı, koyu tenli ve her zaman tıraşsızdı. En iyi tarafı olan sesi ise, fiziksel görünümünün aksine, yumuşak ve terbiyeliydi. Horikoshi’ye saatini veya kayıt cihazını rehin vermek üzere geldiği zamanlarda Naomi’yi ilk etkileyen şey, bu nazik ses tonu olmuştu.
“Evet, yani kapının kapandığı saat. Biliyorsun, kapı kapanınca içeri giren hava akımı kesilmiş oldu.”
“Ha, anladım. Bir yanıt alabildiler mi?”
“Çok zor bir işmiş. Söylediklerine göre hoca tüm gece çalışmış, hatta farelerle bir dizi deney daha yapmış.”
İlk olarak polis her iki kasa dairesinin hacmini hesapladı. Ortadaki kapı, her iki odayı neredeyse eşit şekilde bölüyordu; her oda yaklaşık 1,5 m eninde, 3 m boyunda, 2 m yüksekliğinde, yani 9 m3 hacmindeydi. Suçun işlendiği sırada ara kapı açık olduğundan, toplam hacim 18 m3’tü. Fakat asıl mesele, odayı dolduran çok sayıda eşya olmasıydı. İkinci odada mücevherler ve hisse senetleriyle dolu bol miktarda çekmece sıralıyken, ilk oda TV setleri, golf çantaları ve benzeri ürünlerle doluydu. Tüm bu eşyalar hesaplandığında, toplam hacmin yaklaşık yüzde 20’sine karşılık geldikleri, yani kalan hacmin 14,4 m3 olduğu ortaya çıktı.
Profesör Miyahara hem bu rakamları kullanarak hem de deneylerinden elde ettiği psikolojik ve fiziksel verileri dikkate alarak sorunu ele alıyordu.
“Söylediğine göre ortalama bir erkek her nefeste dört yüz ila beş yüz mililitre havayı içine çekermiş, ancak bu miktarın yüz ila yüz elli mililitresi vücut tarafından kullanılmadan geri verilirmiş. Aynı şekilde yetişkin bir erkek dakikada yaklaşık on iki kez nefes alıp verirmiş, ancak bu da ortamın sıcaklığına ve kişinin o sırada gerçekleştirdiği eyleme göre değişirmiş. Yani tüm bunlar dikkate alındığında, kasa dairelerindeki hava altı saatte bitmiş olabilir.”
“Yani buna göre 14,4 m3 havayla ancak dört ila altı saat mi hayatta kalabiliyoruz?” diye sordu Kumazaki.
“Evet, farelerle yaptıkları deneyler hep aynı sonucu vermiş. Fareleri farklı ebatlarda cam kaplara koymuşlar ve hayatta kalma mücadelesi verip ölene kadar geçen süreyi ölçmüşler. Fakat farelerin her nefes alış verişte ne kadar hava kullandıklarını bilmediklerinden, farenin ve içinde bulunduğu kabın ebatlarını ölçerek pek çok deney yapmışlar, sonra da bu verileri insanlara göre oranlamışlar.”
Fareleri kendilerinin beş katı büyüklüğünde bir kaba koyduklarında, yaklaşık 45 dakika hayatta kalmışlardı. Kendilerinin on katı bir kaba konduklarında ise 2-2,5 saat kadar yaşamışlardı. Deney kaç kere tekrar edilirse edilsin, hayatta kalma süreleri değişmemişti.
Dolayısıyla bir erkeğin 0,7 ila 1 metreküp hacmi olduğunu varsayarsak, yedi metreküp havayla iki saat kadar, on dört metreküp havayla ise dört saatten fazla hayatta kalabilirdi.
Müfettiş Danto tüm bunları sadece profesyonel olarak ilgisini çektiği için değil, bütün çalışanların alibilerini duymak istediği için de detaylı şekilde açıklamıştı.
Profesör Miyahara’nın elde ettiği sonuçlar, kafedeki kazadan sonra gazetelerde yazılanlarla hemen hemen aynıydı ve hepsi de bunları okumuşlardı.
“Tsunemoto sabaha karşı ikide öldüğüne ve cürüm bundan altı saat önce işlendiğine göre, kapının kapanma saati akşam sekiz ila on arasında olmalı.”
“Fakat yemek siparişini saat sekiz buçukta teslim aldı, öyle değil mi?”
“Evet, lokantadaki tüm çalışanları tekrar kontrol ettik, hepsi de ilk ifadelerini tekrarladılar. Ancak şunu da eklediler; yemeğini teslim aldıktan sonra dükkânın dış kapısını içeriden kilitlemiş.”
Bu da demekti ki Tsunemoto katilini tanıyordu. Kapıda bir gözetleme deliği vardı ve gecenin bir yarısında tanımadığı bir yabancıya kapıyı açması hiç olası değildi.
“Müfettiş yabancı biri de olabileceğin söyledi ama cinayetin kasa dairesi içinde işlenmesi ve katilin alarm zilinden haberdar olması nedeniyle daha çok bizden şüpheleniyor.”
Naomi hayli üzgündü.
“Demek ki akşam sekiz buçukla on arasında dükkândan biri geri döndü ve Tsunemoto’yu öldürdü.”
“Bu yüzden bizden alibilerimizi sunmamızı istiyorlar.”
Bir önceki gün polis alibilerini dinlemişti ancak o sırada cinayetin tam olarak saat kaçta işlendiğini bilmedikleri için fazla detaya girmemişlerdi. Artık katilin sekiz buçukla on arasında harekete geçtiğini bildiklerinden, bu zaman aralığı üzerinde yoğunlaşıyorlardı.
“Onlara bahsettikleri saatlerin neredeyse tamamında seninle burada olduğumu söyledim.”
Naomi oturdukları loş ortama baktı; müzik kutusunda yüksek sesli şarkılar çalıyordu.
“Bu doğru,” dedi Kumazaki. “Fakat ne yazık ki polis genelde arkadaşların şahitliklerine pek inanmaz.”
“Ayrıca garsonun da bizi pek hatırlayacağını sanmıyorum,” diye devam etti Naomi. Sesi daha da üzgün geliyordu.
Tek şüpheli Naomi değildi. Tsunemoto yaptığı işin bir sonucu olarak birçok düşman edinmişe benziyordu. Alınan kredilerin geri ödemesi geciktiğinde, sıklıkla borçluların işyerlerine gidip ödeme talep etmek onun için alışıldık bir davranıştı, dolayısıyla müşterileri iş arkadaşlarının önünde zor durumda kalıyordu.
Benzer şekilde Tsunemato zaman zaman çalıntı mallar da kabul ediyordu ve bunların çalıntı olduğunu fark edince hırsızları polise vermekle tehdit ettiği oluyordu.
Dükkânda ayrıca Eiko ile Tsunemoto arasında bir tür özel ilişki olduğu dedikoduları da dönüyordu. Tsunemoto’nun ölümünden sonra da bu dedikodular devam etti, ta ki Tsuji’nin Eiko’ya dair şüpheleri ayyuka çıkıncaya kadar. Bir gün Naomi’ye, “Bana sorarsan Tsunemoto’nun iş hayatındaki becerileri olmasaydı, patron Ekoda’da yeni bir dükkân açamazdı. Birlikte bir şekilde vergi dairesini uyuttuklarını ve ceplerini tıka basa doldurduklarını düşünmeden edemiyorum. Eğer böyle bir şey olmuşsa, patron Tsunemoto’nun konuşmasını istememiş olabilir,” dedi.
“Tsunemoto’nun son zamanlarda iyice kibirlendiğini fark etmişsindir. Dükkân sanki kendi malıymış gibi davranıyordu ve sanırım patronun koltuğuna göz koymuştu.”
Ancak hem Eiko Horikoshi’nin hem de Tsuji’nin saat sekiz buçukla on arasında sağlam mazeretleri vardı.
Cinayet akşamı Eiko, Ikebukuro şubesinden saat 19.40’ta arabasıyla Ekoda’daki diğer dükkâna gitmek üzere ayrılmış ve saat 20.15’te oraya varmıştı. Mejiro’daki dairesine gitmek üzere saat 23.00’e az kala ayrılana kadar da o dükkânda kalmıştı. Eski kocasının ailesi ve dükkânın arka tarafında yaşayan çalışanlar da dâhil olmak üzere daha erken ayrılmadığına tanıklık edecek bir sürü kişi vardı.
Tsuji ise iki arkadaşıyla birlikte bara gitmiş ve 22.40’a kadar kalmıştı. Oradan da Takashi-madaira’daki sosyal konutlarda bulunan evine gitmişti.
Dükkândakilerden, sağlam bir mazereti olmayan tek kişi Naomi’ydi.
***
O akşam yeni bir gelişme oldu. Tsunemoto’nun karısı, kocasının her zaman yanında taşıdığı not defterinin kişisel eşyaları arasında bulunmadığını fark etti. Karısı, genç oğullarıyla birlikte Fujimidai’de yaşıyordu ve cenazeden sonra kocasının eşyalarını elden geçiriyordu. Defterin orada olup olmadığını sormak için dükkânı aradığında, telefona Naomi çıktı.
“Evet, biraz büyükçe, kahverengi deriden bir defterdi. Kocam onu her zaman arka cebinde taşır, sürekli içine notlar alırdı. Biliyorsun, çok sistemli bir adamdı. Her neyse, o gün işe giderken defterin yanında olduğundan eminim.”
Naomi de kahverengi defteri gördüğünü kesin olarak hatırlıyordu. Hatta o akşam kendisi eve giderken kasa dairesinin önünde dikilen Tsunemoto’ya baktığında, defteri arka cebinde gördüğünden emindi. Fakat cesedi bulunduğunda, ana hesap defteri rafların birinde durmasına rağmen, cebindeki defterden eser yoktu.
Tsunemoto’nun karısı Ikebukuro karakoluyla da irtibat kurup defteri sorunca, resmi soruşturmanın yönü değişti.
Tsunemoto kasa dairesinde kilitli kalmışken bir veda mesajı yazmak istemez miydi?
Yüzükleri kimin çaldığını ve kendisini odaya kimin kilitlediğini bildiği varsayıldığında, kapıyı açmaya ve acil durum zilini çalmaya çabaladıktan sonra, kendisini kimin öldürdüğünü başkalarına söylemek istemesi son derece mantıklıydı. Bunu yapmanın en iyi yolu da her gün defalarca kullandığı defterine yazmak olurdu.
Katil bunu düşünmüş ve daha sonra odaya dönerek kimse görmeden defteri almış olmalıydı. Eğer katil şifreli kilidi olduğu gibi bıraktıysa ve anahtarın nerede saklandığını da biliyorsa, Tsunemoto’yu kasa dairesine kilitledikten sonra tekrar suç mahalline dönmesi hiç de zor olmazdı.
Bu yeni gelişmeyle birlikte, tüm şüphelilerin saat 22.00’den sonraki alibilerini de inceleme gerekliliği doğmuştu. Bu durum Naomi’yi sevindirdi, çünkü Kumazaki’den ayrıldıktan sonra Akabene’deki bir arkadaşını ziyarete gitmiş, saat 22.30’da oraya varmış ve sabaha dek kalmıştı. Arkadaşı da, aynı daireyi paylaştığı kız kardeşi de Naomi’nin gece boyunca oradan ayrılmadığına yemin ettiler.
Ne Eiko Horikoshi ne de Tsuji sabaha karşı ikiden sonrası için polise sağlam bir alibi sunabildiler. Söylediğine göre Tsuji ailesiyle birlikteydi ama bu kanıt yeterince güçlü değildi. Eiko da saat 23.00’te Ekoda şubesinden ayrıldıktan sonra yalnızdı.
Naomi’nin rahatlaması uzun sürmedi. Polis bir sonraki aşamada Eiko ile Naomi’nin birlikte çalışma olasılığı üzerinde durdu. Eiko’nun Naomi’ye Tsunemoto’yu kasaya kilitlemesi için para verdiğini, daha sonra Eiko’nun gelerek defteri aldığını düşündüler. Naomi, polisin ne düşündüğünü anlayabiliyordu, çünkü Müfettiş Danto’nin soruları her geçen gün daha isabetli hâle geliyordu.
Ancak Naomi masum olduğunu çok iyi biliyordu, dolayısıyla Eiko’dan da şüphelenmiyordu. Bu işi Kumazaki bile yapmış olabilirdi. Dükkânın düzenli müşterisiydi, yerleşim planını biliyordu. O gece kafedeki buluşmalarından önce bu suçu işlemiş olabilirdi. Zaten randevularına biraz gecikmişti. Fakat Naomi ondan şüphelendiği için dahi kendinden nefret etti. İçinde bulunduğu gerilimli durum, onu etkiliyordu.
İki gün sonra Kumazaki, Naomi’ye telefon açtı. Sesi çok heyecanlıydı; dava hakkında yeni bir teorisi olduğunu söylüyordu. Bir kafede buluşmak üzere randevulaştılar. Naomi biraz gecikerek de olsa geldiğinde, Kumazaki’nin onu sabırsızlıkla beklediği belli oluyordu. Hemen lafa girdi:
“Bu vakada tuhaf olan şöyle bir durum var; suçun işlendiği zaman ile ölüm zamanı arasında saatler geçiyor. Suçun işlendiği saati tam olarak saptayabilmek için ölüm zamanından geriye giderek hesaplama yapmak gerekti, ki bu da çok karmaşık bir sistemdi.”
“Doğru,” diye onayladı Naomi. “Karşımızdaki kafede gerçekleşen o kaza zamanında da aynı fikir üzerinden gidilmişti. Biz de bu konuyu işyerinde epey konuşmuştuk.”
“Profesör Miyahara’nın hesaplamaları gazetelerde yayınlanmıştı, değil mi? Bence bu işi kim yapmışsa o makaleyi okumuş ve Tsunemoto’nun o odada ancak dört ila altı saat hayatta kalabileceğini hesaplamış olması lazım. Yine de Profesör Miyahara’nın görüşlerine başvurulacağı yüksek ihtimal de olsa, suçlu aynı sonuçları elde edeceğinden tam olarak emin olamazdı.”
“Ama plana sadık kalmış olması lazım –demek istediğim katil ancak bu şekilde cinayet saati için kendine alibi uydurabilir,” dedi Naomi. “Tsunemoto ölmeden önce içeride dört ila altı saat kilitli kaldı; yani kapı saat 20.00 ile 22.00 arasında kilitlendi. Bu aralıkta alibiye sahip olanlar kendini temize çıkarmış oldu.”
“Elbette,” dedi Kumazaki. “Profesör Miyahara’nın yanıldığını söylemiyorum, ama ya bu cürüm polisin düşündüğü şekilde işlenmediyse? O zaman bütün o hesaplamaların önemi kalmaz.”
Naomi’nin heyecandan bir anlığına nefesi kesildi. İlk kez birisi olaya farklı bir açıdan bakıyordu ve Kumazaki herkesin gözden kaçırdığı kör noktayı bulmuş olabilirdi.
Kumazaki derin düşünceler içinde otururken Naomi, onun soğuk kahvesine şeker koyup karıştırışını izledi.
“Patronun acil durum zilini geçen ay taktırdığını söylemiştin, değil mi?”
“Evet, kasabın oğlunun yanlışlıkla buzdolabında kilitli kaldığını okuduktan sonra buna karar verdi.”
“Kasa dairelerine alarm takılmış olan başka rehinci dükkânları da var mı?”
“Bildiğim kadarıyla yok. Tezgâhın altında hırsız alarmı olan çok var, ama alarmı takan işçiler bize güldüler; bu tip bir alarm takan tek rehinci bizmişiz. Ama patron ısrar etti. Unutmadan hemen takılması gerektiğini söyledi.”
“Belki de özellikle cinayet için taktırdı?”
“Nasıl yani? Kabloları kesmek için mi?”
Kumazaki onu başıyla onayladı.
“Ama bu sadece cinayetin alarmdan haberi olan dükkân çalışanlarından biri olduğunun ispatlanmasına yarar.”
“Hayır, sadece ona yaramaz.”
“Başka nasıl bir etkisi olabilir?”
Her ikisi de yoğun düşünceler içinde kahvelerinden birer yudum alırken birbirlerine baktılar.
“Kabloların kesildiğini görünce polis ne düşündü? Birilerinin alarm sesini duyup Tsunemoto’yu kurtarmasını önlemek için kesildiğini. Yani Tsunemoto arkadaki odaya gidip zile basabilirdi.”
“Evet, basabilirdi zaten, öyle değil mi? Sonuçta içeri kilitlenmeden önce bilincini yitirmemişti. Üstelik ben o akşam dükkândan ayrılırken arka odanın kapısının açık olduğunu görmüştüm. Ertesi sabah ceset bulunduğunda da ara kapı hâlâ açıktı, dolayısıyla–”
“Evet, üstelik kablolar kesilmişti. Bu da tüm bu süre boyunca ara kapının açık olduğunu gösteriyordu. Ama belki de alarm zili en baştan beri bu fikri güçlendirmek için takılmıştı.”
“Yani ara kapı açık değildi mi demek istiyorsun?” Naomi’nin sesi titredi. “Kapalı mıydı?”
“Şu şekilde bakmaya çalış. Tsunemoto içeride kapalı kaldığı andan itibaren havasızlıktan ölene kadar ara kapı kapalı kaldıysa, içeride hesaplananın ancak yarısı kadar hava var demektir. O zaman da dört ila altı saat içinde değil, iki ila üç saat içinde öldüğü ortaya çıkar. Bu da demektir ki cürüm saati 20.00 ile 22.00 arasında değil, 23.00 ile 24.00 arasındadır.”
Naomi gözlerini kapatıp kafasında canlandırmaya çalıştı.
Diyelim ki Tsunemoto gece geç saatte çalışırken Eiko Horikoshi’den, kendisi gelene kadar gitmemesini söyleyen bir telefon aldı.
Eiko, saat 23.00’ten önce Ekoda’daki dükkândan ayrıldı ve 23.30’da Ikebukuro’ya kolaylıkla vardı. Dükkâna gelince Tsunemoto’yla birlikte ilk kasa dairesine girdiler ve Eiko ara kapıyı kilitleyerek adamı bulunduğu odaya hapsedecek bir fırsat çıkana kadar bekledi. Bu da demekti ki Tsunemoto’nun sadece iki-üç saatlik havası vardı; hatta o odadaki malzemeler daha iri hacimli oldukları için, muhtemelen daha da az.
Eiko, Tsunemoto’nun sabah ikiye kadar ölmüş olacağını hesaplamıştı, dolayısıyla o saate kadar evine gitti. Dükkâna döndüğünde ilk odanın kapısını çaldı ve yanıt gelmediğinden emin olunca, açtı. Tsunemoto yerde, golf çantasının yanında yatıyordu, suratı acıyla çarpılmıştı ve hemen yanında defteri duruyordu.
Ara kapıyı anahtarıyla açtıktan sonra Eiko diğer odaya girdi ve hırsızlık gibi görünmesi için iki yüzüğü aldı. Ayrılırken defterde yazılmış bir not olduğunu fark etti, bu yüzden defteri de yanına aldı.
Alarm ziline giden kabloları kestikten sonra oradan ayrıldı, dış kapıyı da kilitlemeden bıraktı.
Bu şekilde, ertesi gün ara kapı açık şekilde cesedi bulunduğunda, polisin ölüm saatini dört ila altı saat olarak tespit edeceği kaçınılmazdı, dolayısıyla suçun işlendiği saat de Eiko’nun mükemmel bir mazeretinin bulunduğu bir zaman aralığı olan 20.00 ile 22.00 arasında olacaktı.
Olaya bu açıdan bakıldığında, saat 20.00 ile 22.00 arasında alibisi olan kişiler baş şüpheliler listesine giriyordu. Naomi gerçeği ortaya çıkardığını fark etti: Katil, Eiko’ydu. Peki ispatı? Herkes odaların kapısını kapatabilirdi, ancak ara kapıyı tekrar açabilecek tek kişi Eiko’ydu.
***
Saat 22.00 gibi kafedeki telefon kabinleri boşaldığında Kumazaki, Naomi’ye başıyla işaret etti ve kalktılar.
En uzak köşedeki telefona gittiler, Naomi ahizeyi aldı ve Eiko’nun günlük evrak işlerini tamamlamak üzere gittiğinden emin olduğu Ekoda şubesinin numarasını çevirdi. Kumazaki hemen arkasında durmuş, bedeniyle onu perdeliyordu.
Telefon açıldı.
“Buyurun, ben Horikoshi.” Ahizeden Eiko’nun enerjik sesi yükseldi.
“Siz misiniz Bayan Horikoshi? Ben Naomi.”
Naomi devam etmeden önce gerginlikle dudaklarını yaladı.
“Bay Tsunemoto’nun kazasıyla ilgili. Aklıma polise söylemeyi unuttuğum bir şey geldi de. Şimdi onları arayacağım ama önce sizinle konuşmam gerek diye düşündüm.”
“Önemli bir şey mi?” dedi Eiko neredeyse fısıltıyla.
“Evet. Öldüğü gün ben oradan ayrılırken Tsunemoto ilk kasa dairesinin içinde durmuş, malzemelerle defterleri karşılaştırıyordu. Ben baktığım sırada ara kapı kapalıydı ve bana sadece ilk odayı kontrol edeceğiyle ilgili bir şeyler söyledi. Ama cesedini bulduğumuzda ara kapı açıktı. Polis beni sorgularken bu tamamen aklımdan çıkmış.”
“Saçmalama, ara kapı hep açıktı!”
“Öyle mi? Bunu nereden biliyorsunuz?”
“—ben giderken açıktı.”
“Ama o gün son ayrılan bendim, Bay Tsunemoto dışında tabii ve kapı kapalıydı.”
“Fakat bu olamaz—”
Eiko, ısrar etmenin işe yaramayacağını anlamış gibi cümlesini yarım bıraktı. Sonra soğukkanlı bir sesle devam etti.
“Bir hata yapmadığından eminsin, değil mi Naomi?”
“Evet, eminim. Bugün müfettişin bana söylediği bir şey bunu hatırlamama neden oldu. İkinci odadaki alarm zilinin üzerinde Tsunemoto’nun parmak izini bulamadıklarını ve bunun biraz tuhaf olduğunu söyledi.”
“Zilde parmak izi mi?” Eiko gafil avlanmış gibi mırıldandı.
“Her neyse, şimdi Ikebukuro karakoluna gidip tüm bildiklerimi anlatacağım.”
Naomi durakladı, ahizeyi kulağına iyice bastırdı; ancak tüm duyabildiği Eiko’nun soluk alışverişleriydi. Kumazaki’nin gergin yüzüne baktığı anda Eiko konuşmaya başladı.
“Polise gitmeden önce seninle konuşmak istiyorum.”
Naomi, Kumazaki’ye başını salladı. Karanlık ve sessiz bir yerde buluşup Eiko’nun söyleyeceklerini dinleyecekti ama Kumazaki de hemen yakınlarında bir yerde gizlenip tüm konuşmalara şahitlik edecekti.
[1] Japonya’ya özgü, okey benzeri bir oyun.