Aşk, iki kişi arasında gelişen muazzam bir duygudur. Bu duygunun içinde tutku vardır, özlem vardır, bağlılık vardır, romantizm vardır, cinsellik vardır ve tabi ki bütün bunları içine alan bir ilişki vardır. Bu ilişki zamanla bağlılığa ve buna bağlı olarak sadakat ve sevgiye kadar götürür bu muazzam bağı. Âşık olan insana her şey daha anlamlı, daha güzel, daha renkli ve daha heyecanlı görünür. Sanki insanın ayakları yerden kesilir, farklı bir boyutta yaşamaya başlar. Bu bir süre böyle devam eder gider. Zamanla o boyuta kıskançlık, hoşgörüsüzlük ve sadakatsizlik girmeye başlar ve romantizm yerini yavaş yavaş farklı bir algıya yani gerçekliğe bırakır. Gerçeklikten kastım bu büyülü dünyanın (aşk dolu dünyanın) ömrünün kısa olduğunu vurgulamak içindi. Tabi ki her konuda olduğu gibi bu konudaki istisnaları da görmezden gelmemek gerekir. Yıllara dayanan birçok ilişkide ilk günkü gibi birbirine âşık çiftler de azımsanmayacak düzeydedir. Tabi ki imrenilecek kadar güzel olan bu durumu herkes aynı şekil ve biçimde yaşamadığı gibi, büyük bir aşkla başlayan ilişkinin sonu cinayetle noktalanan birçok olay karşımıza çıkmaktadır. Bu cinayetlerin altında yatan en önemli neden ise namus kavramıdır. Yani sadakatsizliktir.
Eşlerden biri diğerini aldattığında ki, bunun örneklerini güncel basında hep görüyoruz, işin sonu cinayete kadar varabiliyor. Bu duruma birkaç örnek olay verebiliriz. Bu cinayetlerden biri İzmir’in bir ilçesinde yaşanıyor. Evli ve mutlu görünen bir çiftin hayatı bir gün içinde tamamen kararıyor.
Esnaf olan adam, o gün yine her zamanki gibi işine gitmek üzere evinden ayrılır. Karısı kapıdan yolcu eder kocasını. Adam işine gider, kısa bir süre sonra telefonunu evde unuttuğunu fark edip zaten yakın olan evine tekrar döner. Kapıyı kendi anahtarı ile açıp girer ve evden gelen bir takım sesler dikkatini çeker ve yatak odasına kadar o sesleri takip eder. Karısını ve sevgilisini yatakta çıplak bir halde yakalayınca kan beynine sıçrar ve evdeki beylik silahını kaptığı gibi önce karısının sevgilisini sonra da karısını vurur. Daha sonra da silahı başına dayayıp tetiği çekerek kendi hayatına da son verir.
Bir başka olay da Adana’da meydana geliyor. Köyün en güzel kızıyla evlendiği için kendini mutlu sayan adam karısını taparcasına severken, köyden birkaç kişiden duyduğu bir dedikodu hayatının kâbusunu yaşamasına neden olur. Duyduğu dedikoduya göre güzeller güzeli karısı canının diğer parçası olan ağabeyi ile ilişki yaşamaktadır. Haberin doğru olup olmadığını bile düşünemez. Çünkü sinirden gözü kararmıştır. Pompalı tüfeğini kaptığı gibi önce ağabeyinin evine gider ona kurşun yağdırır, sonra da kendi evine gidip yüzüne bakmaya doyamadığı karısının göğsüne boşaltır kalan kurşunları. Sonra da cesedine sarılıp ağlamaya başlar. Yine benzer bir olay da İstanbul da yaşanır. Eşinin amcasının oğlu ile ilişki yaşadığını düşünen adam, ikisini de öldürür…
Bir başka namus cinayetinde ise adam, kendisini iş ortağı ile aldatan karısını değil, ortağını öldürüp karısından boşanır.
Yine medyadan öğrendiğimiz başka bir olayda ise, karısıyla aynı işyerinde çalışan adam, eşinin izinli olduğu bir gün, çocuğunun hasta olması nedeniyle iş yerinden izin alıp eve gelir ve karısını çıplak bir halde yine aynı işyerinden üstelik ailece görüştükleri bir dostuyla yakalar. Kan beynine sıçrayan adam dostunu mutfaktan aldığı bir bıçakla defalarca bıçaklayarak öldürür. Apartman sakinlerinin duydukları dehşet seslerden dolayı polisi aramasıyla kısa sürede olay yerine gelen ekip tarafından kıskıvrak yakalanır.
Kamuoyunda duyduğumuz bu olaylar bu şekilde uzayıp gidiyor. Burada örnek olarak verdiğimiz haberlerin genelinde kadının kötü yola düştüğünü düşünen kocanın namusunu temizleme düşüncesiyle hareket ettiğini görüyoruz. İster karısını, ister sevgilisini öldürsün buradaki temel düşünce “namusumu temizledim” olgusudur. Bu tür cinayetlerin en önemli sebebi ise çevre baskısıdır. Ben kendime namussuz dedirtmem, ben yaşarsam namusum için yaşarım düşüncesi bu yasak aşklarda cinayet işlemenin en geçerli nedenleridir.
Evet buraya kadar sadakatsizliği baz alarak birkaç örnekle bunu desteklemeye çalıştım. Fakat burada asıl bahsetmek istediğim konu ise muhafazakar bir toplum olmamıza rağmen ülkemizde neden yasak aşk bu derece yoğun yaşanıyor ve buna bağlı olarak da bir çok cinayet işleniyor. Buna öncelikle gelenek ve toplum baskısının neden olduğunu söyleyebiliriz. Sevmediği biriyle ve hatta kendinden oldukça yaşlı kişilerle zorla evlendirilen çocuk gelinler, maddi çıkar amacıyla zengin adamlara pazarlanan kızlar, tutkuyla başlayan bir ilişkide zamanla tutkunun azalması, gelişen teknolojiye rağmen yalnızlaşan insanlar,insani bir çok değerin yitirilmesi, aile kavramının önemini kaybetmesi gibi sebepler yasak aşk vakalarının ortaya çıkmasına sebep olan bazı nedenlerdir.Bir diğer önemli sebep de eşlerin birbirlerine karşı hissettiği sevginin, saygının, ilginin ve dahası tutkunun yavaş yavaş koybolmasıdır. İnsanın eksikliğini hissettiği duyguyla aniden ve yeniden karşılaşması yasak aşkın tohumlarını da atmakta gecikmez. Sonuç ise yukarda örneğini verdiğimiz acı olaylara kadar götürebilir insanı. 19 yüzyıl felsefecilerinden Schopenhauer’in bu konuda ilginç bir tespiti vardır. Ona göre, ‘Aşk ilişkisi başlı başına yasak’ olmalıdır. Çünkü ‘toplum aşkı ve yaşandığını görmek istemez’. Belki de zamanında Schopenhauer bu sözü evli çiftlerin göz önündeki aşık insanları görüp imrenmemeleri için söylemiştir. Her ne amaçla söylenirse söylensin yine de aşk, yaşanması gereken en güzel duygulardan biridir.
Ah aşk, keşke ilk günkü gibi tertemiz kalabilse…