“Polis Bey, şaşırdınız mı siz? Ben neden öldüreyim kocamı. Hem seviyodum ben onu. Uyuyodu ben giderken. Onun ilaçlarını yazdırmaya gittim, keyfime gitmedim ki sonra da pazara uğradım. Vallahi ben yapmadım, iki gözüm önüme aksın, çocuklarımı görmek nasip olmasın ben yapmadım.”
Karşımda oturan polis dik dik baktı yüzüme.
“Şunu baştan anlat bakayım.”
“Kaç kere anlatacağım polis bey, anlattım ya içerdeki memurlara. İki gündür buradayım anlat anlat bir hal oldum vallahi.”
“Bir de bana anlat.”
Sertti sesi, öyle bir bakıyordu ki korku iliklerime işliyordu. Nerden düştüm ben buralara Allah’ım, nedir bu başıma gelenler? Aklım almıyor vallahi delirecek gibi hissediyorum. Hadi Zübeyde, sakin ol. Paniğin sırası değil, anlat bir daha. Bırakma kendini. Bak yoksa kimse inanmaz sana!
“Tamam, bir daha anlatayım ama siz de anlayın artık ben öldürmedim kocamı.”
Öyle zavallı bakıyordum ki adamın yüzüne acıdı herhalde biraz yumuşattı sesini komiser.
“Hadi hanım uzatma da anlat neler olduğunu. Anlat ki, ben de sana yardımcı olabileyim.”
Derin bir soluk alıp anlatmaya başladım.
“Pazarda işimi bitirip evin sokağına geldiğimde gördüğüm ilk şey yanıp sönen ışıklarıyla bizim apartmanın önünde duran ambulans oldu. -Eyvah teyzeye bir şey oldu- korkusuyla elimdeki yüke aldırmadan koştum. Nurettin aklıma bile gelmedi ben karşı komşum yaşlı teyzeyi düşündüm hemen. Ambulansın etrafına bütün komşular toplanmıştı. Kapının önünde üvey kızımın kocasını gördüm. Tam -bunun burada ne işi var?- derken Lamia teyze balkondan; -çok şükür geldin Zübeyde nerelerdesin kızım?- diye seslendi.-Ay teyze, sana bir şey olmamış çok şükür. Çok korktum vallahi. İyi de bu ambulans ne diye burada?-diye sordum rahatlamış bir merakla. Lamia teyzenin cevap vermesine fırsat kalmadan sedyeyi taşıyan ambulans görevlileri bağırdılar.-Hanım çekil kapıdan. Cenazeye yol ver.- Ben kenara çekilip , Kim öldü? diye soracakken sedyenin arkasından dışarı çıkan Nefise beni görür görmez üstüme saldırdı. Ne oluyor demeden,-Geldin mi mendebur kadın? Ah sonunda yaptın yapacağını öldürdün babamı.- diye bağırmaya başladı. Hem sarsıyor hem kokar ağzını yüzüme yüzüme yanaştırıp, -öldürdün babamı sonunda!- diye haykırıyordu. O zaman anladım ölenin Nurettin olduğunu. Elim ayağım koyuverdi. Elimdeki torbalar bir yana ben bir yana savrulmuşum. Bir kolumdan komşunun biri, diğer kolumdan Nefise’nin kocası tutup kaldırdılar. Bahçe duvarına oturttular beni. Ölmüş meğerse Nurettin. Torunu bulmuş evde. Anasına, babasına haber vermiş hemen. Eve girmek istedim sokmadılar, o şirret Nefise karısı bas bas bağırdı, – Giremez o kadın, babamın evine giremez- diye. Orası sekiz yıldır benim de evim ayol, giremezmişim. Asıl ben onu sokmasam sokmam değil mi ama?”
Manasız manasız baktı bana polis hiçbir hareket yapmadı. Ben çaresiz devam ettim.
“Neyse, ben gircem diye o sokmucam diye itişirken sizinkiler geldi. Ne olduğumu anlamadan beni yaka paça sürükleyip polis arabasına bindirdiler buraya getirdiler. Gerisini biliyorsunuz zaten polis bey, ne olur bırakın beni gideyim. Benim kocam öldü ya, daha yasını tutcam, duasını okutcam bırakın beni.”
Ağlamaya başladım. Nurettin’in ölümüne mi ağlıyorum yoksa kendi zavallılığıma mı bilmiyorum ama ağlıyorum işte. Karşımda ki sert adam arkasındaki aynalı duvara eliyle bir şey içer gibi bir işaret yaptı. Hemen kapı açıldı üniformalı bir polis su getirdi. Gelen suyu bana uzattı. Plastik şişenin kapağını açıp birkaç yudum içtim. Su serin, iyi geldi. Boğazımdan geçerken biraz rahatladım.
“Teşekkür ederim, yani su için.”
“Şimdi en baştan başla bakalım Zübeyde Hanım. Maktul ile kaç yıllık evliydin, aranızda geçimsizlik, kavga falan var mıydı? Maktulün kızı seni neden suçladı? Hatta suçlamakla kalmadı bir de şikâyet etti. Neden, senin babasını öldürdüğünü düşünüyor? Hadi konuş bakalım.”
Adama çaresizlikle baktım. Nereden başlayacağımı bilemediğim içim en başından başladım.
“Valla polis bey kardeş Nefise o işleri neden yaptı bilmem benim bir suçum günahım yok ben onu bilirim. Anlat diyorsan başından anlatayım. Çerkez asıllıyım ben. Bozüyük’ de dünyaya gelmişim, orada büyüdüm babam okumamı çok istemişti ama ben lise sona geçtiğim sene Ahmet’le karşılaştım, ilk kocam yani. Bir görseniz öyle yakışıklıydı ki Ahmedim, aslan gibiydi. Şöyle pos bıyıklı, geniş omuzlu, uzun boylu, Tarık Akan gibiydi valla. Neyse lafın kısası âşık oldum ben buna. O da bana tabi. Ben de güzeldim, tazeydim o zamanlar. Şimdiki gibi kokmuş turşu suyuna benzemiyordum. On sekiz yaşımı doldurur doldurmaz kararlaşıp kaçıverdik. Çerkezlerde gelenek sayılır kaçarak evlenmek. Fakat babam inat etti, -Okutacaktım ben onu. Madem beni çiğnedi gitti benim öyle bir kızım yok.- diye ayak diretti. Epey bir süre affetmedi sonunda araya akrabalar girdi falan, aylar sonra iş tatlıya bağlandı. Çok güzel bir Çerkez düğünü yaptı bize kayınbabam, nur içinde yatsın pek severdi beni. Düğün olurken dört aylık hamileydim ben ama kimse aldırmadı nikâhımız kaçtığımız gün kıyılmıştı belediyede. Gençtik, âşıktık her şey daha kolay geliyor o zaman. Para sıkıntısı çok çektik ne yalan söyleyim polis bey, çok dar günlerimiz oldu ama mutsuz olmadık Ahmet’ le. Art arda iki çocuk verdi Allah. Ben de çalışıp yardım etmek istedim, evde dikiş dikmeye falan çalıştım ama evin işi, çocuklar derken olmadı. Ben de kocamın getirdiği ile yetinip evime adadım kendimi ta ki, bir gün Ahmet’in trafik kazasında öldüğü haberi gelene kadar. Dünyam başıma yıkıldı sanki. Sevdiğimin öldüğüne mi yanayım, çocuklarımla aç açıkta kaldık ona mı yanayım.”
“Kimse yok muydu size yardım edecek?”
Polisin ilgisini çekmişti anlaşılan benim miş’li geçmiş, masal dinler gibi dinliyordu.
“Ahmet’in ne sigortası vardı ne de birikmiş bir parası. Nerde iş bulursa eve ekmek getirmek için çalışırdı. Annem çoktan ölmüş, babam eski evine kiracı koyup abimlerle kalmaya başlamıştı yani onlara gidemezdim. Evi sana vereceğim demişti babam ama onun da geçim kaynağı bir o kiraydı. Bana verse o parasız kalacak diye istemedim. Kayınvalidemin yanına sığındık bir müddet sonra baktım başka çare yok sırf çocuklarımı büyütebilmek için bir akrabanın ayarlamasıyla yeniden evlendim.”
“Maktul Nurettin’le herhalde?”
“ Yok, polis bey daha oraya gelmedik. Arada Tahir var. Meymenetsiz Tahir, kendi karısını hıltından çatlatıp kanser etmiş, sonunda ölüp kurtulmuş kadın, sıra bana gelmişti.”
“İyi de hanım nüfus kaydın elimde burada böyle bir evlilik gözükmüyor. Bir Ahmet Gümüş var bir de Nurettin Boyacı.”
“Tarihlere iyi bakın polis bey Ahmet’le Nurettin’in arasında bu Tahir. Bana resmi nikâh kıymadı mendebur, imam nikâhıyla evli kaldık biz o yüzden göremiyosundur.”
“ Ha, tamam arada baya, yirmi yıl kadar bir boşluk var doğru dikkat etmemişim. E sonra? Tahir’le imam nikâhıyla evlendin o da mı öldü?”
“Hayır, o ölmedi. Hiç ölür mü o şerefsiz, geziyor daha Bozüyük’te höt höt. Napayım kayınvalidemin kocasından kalan azıcık dul maaşı hepimize yetmedi. Bununda karısı sizlere ömür olmuş, iki çocukla kalmış ortada. Akrabalar alladılar pulladılar beni kandırdılar. Kanmasam ne yazar, başka çare mi vardı? Gittim vardım işte herife. Onun çocuklarını da bastım bağrıma. Adamda içki, kumar, karı, kız ne ararsan var. Canını sıktın mı dayak sopa hazır, Allah’tan pinti değil. Napayım, katlandım çocukların hatırına. Oğlan büyüdü, okutamadım hayırsızı, bir gün ben Almanya’ya gidiyom iş buldum dedi, gidiş o gidiş, dönmedi bir daha. Arada mektup yazar bazen içine para koyar, şimdi telefon ediyo, şu vatsapmı ne var ya, oradan. Kız desen öğretmen çıktı, okulda anlaştığı bir çocuk varmış kendi gibi öğretmen onunla evlencem dedi. Olur dedim ne diyeyim, o da evlendi. Allaha şükür sizden iyi olmasın iyi çocuktur damadım bana pek hürmet eder. Evlendikten sonra Malatya’ya tayin oldular. Yani anlayacağın polis bey, o da gitti. Tahir’in çocuklarına gelince, valla ikisi de zehir gibi çıktılar maşallah. Üniversiteyi kazandılar İstanbul’a okumaya gittiler. Babaları ev açtı bunlara orda. Bak günahını almayım şimdi benim kızı da o evlendirdi sayılır. Abisi az bir şey yolladı Almanya’ dan ama masrafın büyüğünü Tahir karşıladı. Doğruya doğru.”
“Madem bu kadar iyilik yaptı sana, neden ayrıldın?”
“Ben ayrılmadım ki polis bey o kovdu beni evden. Tam on sekiz sene kahrını çektim, gitti üstüme genç bir Rus karısı bulmuş, onu getircem diye bana boş ol deyip çıkarıverdi evden bir gün. Çok yalvardım ama nafile dinlemedi beni. Şimdi pişmanmış bakma. O Rus kadın bırakıp gitmiş bunu kalmış zerzebil ortalıkta. Oh olsun. Canıma değsin. Ee, polis bey mazlumun ahını almıyacan bu dünyada işte böyle aheste aheste çıkar. Neyse gittim mecburen abime, babamdan kalan evi istedim. Aksi maksidir ama ikiletmedi abim içindeki kiracıyı çıkarttı beni oturttu. Ev tamam da ne yiyip ne içeceğim. Elden gelen öğün olmuyor o da vaktinde gelmiyor, ben de temizliğe gitmeye başladım evlere. Yaşım gelmiş elliye, bir zor geliyor el pisliği temizlemek sorma polis bey, geceleri hem yorgunluktan hem kederimden hep ağlıyorum. Allah kulundan vazgeçmez derler ya işte böyle sıkıntılı günlerimden birinde temizliğe gittiğim evlerden birinin sahibi kadın beni Nurettin ile tanıştırdı. Onun da karısı ölmüş bir müddet önce. Üç kızı varmış ama hepsi İstanbul’da evlilermiş. Sakin huylu, emekli maaşı var, Eskişehir’de evi var falan. Bir iki kere görüştük. Sonunda – Zübeyde Hanım gel yalnızlığımızı paylaşalım.- dedi bir gün bana “Sen evimin kadını ol, ben de senin koruyucun olayım. Bu saatten sonra aşk meşk bize göre değil. Kalan ömrümüzde birbirimize koltuk değneği olalım ne dersin?- deyince -olur- deyivermişim birden. Utandım bu kadar çabuk dediğime ama dedim bir kere. On beş gün içinde evlendik. Eskişehir’e onun evine yerleştik. Kızı Nefise Eskişehir’e taşınıncaya kadar her şey iyiydi de o gelince biraz karıştı. Annesinin yerini aldım ne de olsa. Göz görmeyince gönül katlanıyor da görünce olmuyor demek ki. Biraz kıskanıyor. Bir de babasının maaşını tırtıklamasa aldırmayacağım ama üç kuruş emekli maaşı bize yetmiyor zaten, bir de ona verince vallahi ay sonu zor geliyor. Neyse bunlar teferruat, velhasıl kelam üçüncü evliliğimi de Nurettin ile yaptım polis bey işte böyle benim hayat hikâyem daha ne anlatayım?”
Uykudan uyanır gibi gerindi komiser. Esnedi yine arkasındaki duvara çay bardağı işareti yaptı bana döndü. Ummadığım bir sertlikle, “İyi valla, ballı börekmiş hayatın. O olmazsa öbürü, öbürü olmazsa diğeri. Şimdi bırak bu masalları da nasıl öldürdün üçüncü kocanı? Anlat,” dedi.
Çok şaşırdım, ben iki saattir ona bütün hayat hikâyemi anlatmıştım o bana hâlâ -nasıl öldürdün?- diyordu boşuna mı konuştum ben bu kadar zaman?..
“Ben kimseyi öldürmedim,” dedim. Kelimelerin üstüne bastıra bastıra söylemiştim. Öyle yaparsam daha inandırıcı olur gibi geldi ama nafile. Üniformalı polisin getirdiği çayı alıp afiyetle höpürdetti. İnsan bir tane de bana söyler değil mi ayıp vallahi. Nasıl özendim o çaya, içim gitti ama sadece yutkunabildim. Komiser, bardağı tabağa bıraktı, bırakırken bardağın altından bir damla çay gömleğinin önüne damlayıverdi. Oh olsun çıkmaz da leke kalır inşallah. Arkasına yaslandı, gözlerini gözlerime dikip “Dövüyor muşsun hasta adamı, çok mu bıktın bakmaktan?” demesin mi bir de? Artık öfkelendim. Ne bu ya? Sorguysa sorgu, bu kadar insafsızlık olur mu?
“Kim dedi? Kim dediyse yalan demiş. Cani miyim ben? Oradan öyle mi görünüyorum ha polis bey söylesene öyle mi ha?” sandalyemden doğrulup, burnumu karga gibi ileri uzattım zaten büyük, boynumu uzatınca yüzüm sadece burundan ibaret oldu biliyorum. Yumruğumu masanın üstüne koydum koluma yüklendim her an adamın üstüne atlayabilirim yeter artık be. Bıktım saçma sapan sorularından.
Benim celallenmem üzerine biraz geri çekildi komiser sesini değiştirdi daha makul bir tonla konuştu.
“Dur bakalım hanım, hemen parlama otur oturduğun yere. Unutma burası Emniyet. Burada soruları biz sorarız sen cevap verirsin. Duyduk, biri söyledi işte. Öldüğü günün sabahı çok kızmışsın maktule. Bağırdığını duymuş komşular, ne oldu anlat bakalım.”
“Bildim ben kim olduğunu…” dedim elimi masaya vurarak. “Lamia teyze değil mi? Ah ben ona ne evlatlık yaptım ne evlatlık. Kendi çocukları gelmedi de hastalandı ben koştum, düştü ben doktora götürdüm ama böyle işte insanlar. Bir düşmeye gör bir tekme de onlar vururlar hemen.”
“Neyse boş ver şimdi felsefeyi de niye dövdün kocanı onu anlat.”
Dövdü lafını duyunca kötü kötü baktım karşımda çayının son yudumunu içen adama.
“Ben temizliği çok severim,” dedim pat diye. Ne alaka der gibi baktı, aldırmadım devam ettim. “O gün, bütün gün ev temizledim her yerleri, banyoyu, tuvaleti pırıl pırıl ettim. Yağ dök yala yani öyle. Gece de yorgunluktan sızmış gibi uyumuşum. Normalde Nurettin’in tuvalete kalktığını duyarım. Zaten sabah namazı için ayakta olurum o saatte ama uyumuşum o gün işte. Bir uyandım ki seninki tuvalette. Son zamanlarda hastalığı iyice ilerledi. Bu Alzheimer çok fena bir hastalık Allah düşmanımın başına vermesin. Beni hiç tanımıyor artık. Eski karısı Nusret’i arıyor durmadan. Geçen gün -sen iyi bir kadınsın bana çok hizmet ediyorsun ama sakın heveslenme benim çok genç ve güzel bir karım, çok mutlu da bir evliliğim var.- demesin mi? Güleyim mi ağlayım mı bilemedim. Neyse, konuya dönersek… Artık bunun beyni nasıl çalışıyor, neden yapıyor vallahi bilmiyorum ama affedersin polis bey pisliğini üstüne başına sürüyor. Böyle bir icat çıkardı son günlerde. O nedenle tuvalete girdi mi vallahi kapıda bekliyorum. Bitti mi diye soruyorum çocuk gibi sonra hemen çıkarıyorum. Fakat o sabah uyumuşum işte bekleyemedim. Bir gitsem ne göreyim sadece üstü başı değil bütün tuvalet bok içinde. Allah seni inandırsın polis bey böyle bir şey yok. Vallahi beynimden vurulmuşa döndüm. Daha bir gün önce çamaşır suları, tuz ruhları ile kazıdım ben oraları ellerimin acısı geçmedi daha. Çok sinirlendim tabi ama çare yok. Bizim tuvaletle banyomuz ayrı yani banyoda tuvalet yok. Eski ev işte, bizimkiler öyle yapılmış zamanında. Neyse hemen üstünü başını tuvalette soydum. Çıscıplak bıraktım. Koridora gazeteleri serdim çünkü eleri ayakları hepsi pis. Bunu banyoya geçirdim. Duşa kabine sokup bir güzel yıkadım.”
“İşte, galiba burada komşular maktulün ağlar gibi sesler çıkardığını canı yanar gibi bağırdığını duymuşlar ne dersin?”
“Ya! Olabilir polis bey. Duymuş olabilirler. Ne yani ben de insanım. Belki biraz iteklemişimdir belki bir iki çimdiklemişimdir…” Birden hatırladım, utangaç bir gülümseme kondu dudağıma başımı önüme eğdim. “Ha bir de şey; Su önce soğuk sonra sıcak aktı ayarlayana kadar bir dondu bir yandı yazık, o zaman bağırdı biraz. Sonradan üzüldüm ama çok kızmıştım o anda ne yapayım?”
Sesim yine yükseldi arsız arsız baktım adamın yüzüne.
Benim bakışıma gıcık olmuş olmalı ki, “Sonra ne yaptın, o kızgınlıkla adamı yatırıp boğdun herhalde?” dedi komiser.
“Bak polis bey kaç kere söyleyeceğim, ben Nurettin’ e bir iki sumsuğun, bir iki çimdiğin dışında bir şey yapmadım. Onu orada yıkadım, kuruladım. İyice kurusun başka yere bir şey yapmasın diye bırakıp tuvalete geçtim tam orayı temizlerken kapı çalındı. Karşıdaki teyze gelmiş. Börek getirmiş bana.”
“Şu yaşlı, adı Lamia olan mı?”
“Evet, O. Hatta bana nasihat falan etti. Bak bakıyorsun sevap kazanıyorsun kötü davranıp günaha girme falan dedi. Neyse uzatmayım, içerden Nurettin’in sesini duyunca da kaçar gibi evine gitti. Ben de onu banyoda unuttuğumu hatırlayıp yanına gittim. Üzülmüştüm, üşümüştü adamcağız. Hemen odasına götürdüm. Sinirim de geçmişti zaten. Üstünü başını giydirip ilaçlarını verip, yatırdım. Hep uyuyor. Gün yirmi dört saat, bizimki uyuyor. Doktor normal dedi, bu hastalıkta kimi çok uyur kimi hiç uyumazmış, Nurettin uyuyan cinsi. Ben öğlene kadar temizlik yaptım banyoda tuvalette yeniden pırıl pırıl oldu. Sonra Nurettin’i kaldırdım birlikte yemek yedik. Ben börek yedim o paça çorbası içti. Pek seviyor paçayı ben de hiç sevmem ağzıma koymam ama onun için ta Savaş Caddesi’ne gidip alıyorum. Ölümünü istesem niye yapayım polis bey?”
Polis yüzüme bir tuhaf baktı devam et der gibi elini salladı.
“Yemekten sonra yine yattı. Eczaneden ilaçları alınacaktı, pazara gidecektim nasıl olsa uyuyor diye gönlüm rahat çıktım evden. İlaçlarını aldım, pazara uğradım, eve geldim. Bir de ne göreyim ortalık karışmış. Nurettin ölmüş sonra ben daha ne olduğunu anlamadan sizinkiler beni buraya getirdi. İşte benim bütün anlatacaklarım bu kadar,” dedim kafamı kapıya doğru çevirip sustum.
“Bu kadar değil Zübeyde Hanım. Öğrendiğimize göre kocan evini senin üzerine yapmış, adamın malını da almışsın ölünce maaş da sana kaldı. Oh! Ne saadet! Ayrıca saatlerde tutarsızlık var. Evden çıktım dediğin saatle arka sokaktaki eczaneye varışın arasında tam bir saatlik bir tutarsızlık var. Hadi yürümen on dakika sürmez ama sürdü diyelim tam kırk dakikalık bir tutarsızlık. Bu da senin kocanı öldürüp evden çıkmana yeter de artar bile. ”
“Belki saate yanlış bakmışımdır ya da eczacı yanlış bakmıştır.” Hay Allah bu saat de neyin nesi? “Hem evi Nurettin kendisi isteyerek verdi bana. İki sene önce kalp krizi geçirince korktu, -bana bir şey olursa kızlar sana yar etmezler bu evi ortada kalırsın. Bu ev olursa benim maaşım da kalır, sana yeter- dedi.”
Yerimde huzursuzca kıpırdandım bunun altından kesin bir şey çıkacak.
“Eczacı yanlış bakmış olamaz çünkü reçetenizi işleme koyduğu saat bilgisayarında kayıtlı. 13.40 Bu kesin bilgi, bir kesin bilgi daha var ki elimizde, o da maktulün ölüm saati. Yani 13.25. Eğer sen yanlış gördüm ben evden daha önceki ifademde dediğim gibi 12.40 ta çıkmadım diyorsan ben de sana öldürmek için zamanın vardı derim. Çünkü karşı komşun Lamia Hanım ölümün gerçekleştiği saatlerde namaz kılarken sizin dairenizden gelen garip sesler duymuş. Bunu nasıl açıklayacaksın?”
“Ah o Lamia teyze! Ne müzevirmiş de benim haberim yokmuş.” dedim kendi kendime.
Komiser kızdı.
“Hanım kendi kendine konuşmayı bırak da nerdeydin ona cevap ver. Ne yaptın o saat aralığında? Yoksa kocanı öldürmekle mi meşguldün?”
“Yeter ama yahu!” diye bağırdım “ Kocanı öldürdün, kocanı öldürdün başka laf bilmez misiniz siz? Ben öl-dür-me-dim!”
“Neredeydin o zaman?”
Yutkundum söylesem bir türlü söylemesem bir türlü şimdi. Tereddüt ettiğimi görünce iyice üstüme geldi polis. Sonunda canhıraş bir sesle, “Oğlumlaydım!” diye haykırdım. “Oğlum geldi Almanya’ dan ama kaçak gelmiş, başı oradaki birtakım adamlarla belaya girmiş. Kumar işi dedi bana. Para lazımmış benden istedi. Evladım benim, nasıl yüzüstü bırakırım?”
Ağlıyorum artık. İstemiyorum ağlamayı ama ağlıyorum işte. Burnumu çektim, karşımdaki polise baktım sabırla bekliyordu devam ettim.
“Nurettin’le evliliğimiz boyunca bana verdiği paralardan biriktirip birkaç altın bilezik yapmıştım, götürüp onları verdim oğluma. Atatürk Bulvarı’nda Siyah Pastanesi’nde buluştuk oradakiler doğrular beni.”
Allah kahretsin niye ağlıyorum ya.
“Hemen araştıralım,” dedi komiser yine sırtındaki duvara. “ Neden sakladın? Niye söylemedin?”
“Ne bileyim korktum. Oğlumu da karıştırırsınız bu işlere diye zaten başı belada bir de bununla mı uğraşsın çocuk?”
Kapı açıldı çay getiren üniformalı polis komiseri dışarı çağırdı. Kapı kapanırken -tanığın dediği doğru çıktı komiserim.- dediğini duydum. Kalbim hızla atmaya başladı, tanık demek belki de her şey ortaya çıktı demek, ne yapacağım Allah’ım ben nasıl kurtulacağım buradan. Dakikalar geçmiyor sanki terden sırılsıklamım kalkıp odada dolaşmak istiyorum ama kalkarsam beni… Of Allah’ım yardım et ne olur. Şu işten kurtulayım vallahi kırk Yasin okuyacağım, fakirlere yardım edeceğim ama nasıl ah nasıl kurtulacağım. Kapı o kadar sert açıldı ki sandalyeden sıçradım, nerdeyse düşecektim. Komiser bu sefer elinde iki çayla gelmişti şaşırdım.
“Hadi bakalım Zübeyde Hanım, bu buradaki ilk ve son çayın olsun. Bundan sonra çaylarını evinde komşularınla içersin artık.”
“Hayrola polis bey, ne demek şimdi bu?” dedim afallayarak.
“Seninle işimiz bitti, güle güle,” demesin mi? Güleyim mi ağlayım mı bilemedim. İçimden koşup boynuna sarılmak geldi ama yapmadım, tuttum kendimi. Çayı filan içmeden fırladım yerimden kaçarcasına, koşarak çıktım Emniyet’ten. Kapıdaki polisler bile güldüler arkamdan. Kim yapmış? diye sormadığım aklıma geldi ama geri dönmedim. Nasıl olsa öğrenirim. Eve geldiğimde sokakta kimse yoktu. Ben bir gün iki gece kalmıştım Emniyet’te çoktan gün ortası olmuş, hatta vakit öğleyi bulmuştu bile. Yanımda anahtar yok, çanta yok, hiçbir şey yok peki eve nasıl gircem ben? Kapı bana ben kapıya baktım bir müddet. Zili çaldım kimse açmadı. Çaresiz istemeye istemeye dedikoducu komşum Lamia teyzenin kapısına yöneldim. Ben çalmadan açtı kapıyı. Delikten beni gözlüyordu anlaşılan.
“Hoş geldin Zübeyde. Geçmiş olsun, Allah bir daha göstermesin kızım. Gel, gir içeri. Yorgunsundur gel bende biraz dinlen,” deyip içeri aldı beni.
“Teyze kapı kapalıda sana anahtar bırakan oldu mu?” diye sordum sesim küskün çıktı ister istemez.
“Olmadı. O, üvey kızın olacak Nefise kapıyı bacayı çarpıp gitti.”
“O zaman bir çilingir çağırayım bari, sende hiç telefon falan var mı?”
“Buluruz, daha olmadı benim torun gelir birazdan onu yollar bir çilingir getirtiriz. Kız seni benim torun kurtardı Zübeyde biliyon mu?” derken yaşlı çenesini titreterek gülüyordu.
“Nasıl?” dedim şaşırarak.
“Kız sen nasıl çıktın mahpustan bimiyon mu?” dedi gülmeye devam ederek. Merakım ikiye katlandı. Salona girip kadının kendi kadar yaşlı divanına oturdum. “Şunu bana bir güzelce anlatsana teyze, polis bana hiçbir şey söylemedi; nasıl olmuş? Gerçekten Nurettin öldürülmüş mü?”
“Öldürülmüş yazık,” dedi karşıma üstüne iki kat minder konmuş koltuğuna otururken. “Benim torun o gece bende kaldı. Çok üzüldüm ben, sana üzüldüm. Torun da hasta falan olurum diye endişelendi. Zaten sizin olay olurken de bendeydi o. Benden gitti öğlen okula. Gece yatarken düşünmüş bu, sonrada hatırlamış. Sabah erkenden ben Emniyet’e gideceğim, bir şey hatırladım dedi, ne olduğunu bana bile söylemedi, koşarak gitti. Meğerse bu, öğlen okula gitmek için benim kapıdan çıkıyor ya? O sırada senin kapının kapandığını görmüş. Biri girmiş yani eve, senin evde olmadığın saatte senin anlayacağın. Bizimki bunu polise anlatınca polis başlamış bu eve kim girebilir diye araştırmaya. Çünkü, girenin muhakkak anahtarı olması lazım. Zili çalsa biz de duyarız. Bir tek Nefise’de varmış anahtar.”
Başımı onaylar manada salladım. Doğru yedek anahtar bir tek onda vardı. Teyze iştahla anlatmaya devam etti.
“O da aramış taramış bulamamış sonra bir anlamışlar ki anahtar Nefise’nin şu işe yaramaz zambak kızında. İşsiz ya bu ne zamandır, bankaya borcu varmış meğerse annesinin falan haberi yokmuş ödeyememiş. Azıcık sıkıştırınca kız itiraf etmiş. Meğer senin altınları biliyormuş, tesadüfen senin evden çıktığını görünce dedesinin uyuduğunu tahmin edip usulca eve girmiş. Senin odanı karıştırırken Nurettin Bey uyanmasın mı? Üstüne gelmiş kızın. Zavallı tanımamış torununu, ölen karısı zannetmiş. Hakikaten de benziyor biraz kız anneannesine. Rahmetli, o da uzun boyluydu. Neyse, kız korkmuş, bağıramamış da. İtivermiş adamı sonra da yastıkla bastırmış yüzüne. Adamcağız orada teslim etmiş ruhunu. Allah rahmet eylesin. Bunları bana üst kattakinin kocası anlattı. Kızı polisler götürünce, o götürdü o gün Nefise ile kocasını Emniyet’e. Orada her bir şeyleri duymuş öğrenmiş. Kız Zübeyde, bir mevlit okut artık adamın ardından, lokma filan dağıt bari kız. Olmaz böyle boş boş.”
Ne diyebilirim ki, Nurettin’in öldüğüne üzüldüm desem üzüldüm tabi ama rahatladım da, çok zordu artık bakımı. Elime geçen her ilacı üçer beşer veriyordum uyusun da bir an önce ölecekse ölsün ben de kurtulayım diye ama aptal torun kısadan kestirivermişti işte. Doğrusu kendimi tebrik etmem lazım öyle dikkatli vermişim ki ilaçları, polis bile anlamadı. Çok korktum sabah verdiğim ilaçlardan öldüyse diye. Bir ara tanık manık deyince aklım alınıyordu billâh. İki saat düşündüm çenem durmaz birine falan söyledim mi diye dememişim demek ki. Neyse bunu da atlattın Zübeyde. Severdim aslında Nurettin’i bana hiç zararı olmadı adamın. Cennet mekânı olsun ne yapayım zaten ölecekti. Ben biraz süreci hızlandırmak istemiştim torunu benim yerime halledivermiş işte. Ondan da Allah razı olsun.
Bak şimdi, evle maaş bana kaldı. Ona mı sevinsem, yoksa şu üvey kızlardan kurtuldum diye mi sevinsem bilemedim. Yüzüme bir sırıtmanın yayıldığını hissediyorum, toparlanmam lazım. Şu müzevir Lamia hemen çakar bir şey olduğunu. Peki ya oğlum? O kurtuldu mu acaba başındaki dertten? Bilezikleri görünce pek üzüldü. -Hepsi bu mu anne? – deyişi gözümün önünden gitmiyor eşek sıpasının. İçim yanıyor. Teyzenin elime tutuşturduğu börek tabağına baktım nasıl da acıkmışım fark etmeden. İştahla bir lokma kopardım, bu kadın müzevir filan ama bu börek işini çok iyi biliyor vallahi. Böreği yerken aklıma gelen fikirle rahatladım birden. Eğer oğlana para yetmediyse satarım evi, yarı parasını ona veririm, yarısı da ablasının hakkı. Napalım evlat, boş bırakacak halim yok ya. Bana gelince; ben de, ne zamandır sulanıp duran şu köşedeki yufkacı ile bir imam nikâhı kıyarım onun evinde oturur Nurettin’in maaşını da almaya devam ederim. Valla iyi fikir, evi de üstüme yaptırdım mı hiç sorun kalmaz, zaten adam yaşlı öksürüp duruyor çok yaşamaz. Ay, börek de pek güzel.
“Teyze şu börekten varsa bir tane daha ver kız. Eline sağlık valla bal mı katıyon sen bu böreğin içine napıyon? Nefis olmuş inan ki.”