Bir polisiyede asıl mesele katilin kim olduğunu bulmaktır. Hal böyle olunca herkes katilin peşine düşer. Okur aman vermez dedektifin ipuçlarını bir araya getirip vakayı çözmesini hem heyecanla takip eder hem de acar dedektiften önce katilin kim olduğunu anlamak için onunla yarışır.
Ama bu hikâyede durum farklı. Burada katil apaçık ortada. Anlamışsınızdır. Dolayısıyla siz bu hikâyeyi okurken katil kim diye düşünmeyin bence.
Bu hikâyeyi okurken sormanız gereken doğru soru şu olmalı: Kurban kim? Diğer doğru soru: Kurbanla katil arasında nasıl bir ilişki vardı? Doğru soru numara üç: Niye öldürdü?
Son sorudan başlayarak duruma bir göz atalım. Bu bir meşru müdafaa (bence). Eğer ben onu öldürmesem o beni öldürecekti. Kabul edilmiş hukuki meşru müdafaa tanımına uydu mu bilemedim ama bence dediğim gibi bu bir meşru müdafaa. Naçizane önerim sizin de bunu öyle kabul etmeniz. Malum yakalanmadım, elimi kolumu sallayarak dolaşıyorum. Dediğime itiraz etmenin sağlıklı ve olumlu bir şey olacağını sanmıyorum.
Her neyse konudan sapmayayım. Nerede kalmıştım? Evet, eğer ben onu öldürmesem o beni öldürecekti demiştim. Hem de öyle sinsice öldürecekti ki belki de kimse katilin kim olduğunu anlayamayacaktı. Dahası bir seri katile dönüşecekti kurban. Yani aslında ben sadece kendimi savunmadım. Başka cinayetlere de engel oldum bir nevi. İşte bunu düşünerek yargılayın beni. Ya da hiç yargılamayın daha iyi.
Gelelim iki numaralı soruya: Katilin kurbanla nasıl bir ilişkisi vardı? Biraz karmaşık bir durum bu aslında. Ben onu yeni yeni tanımaya başlamıştım. Değişik ortamlarda karşılaştık diyebilirim. Sinemada, minibüste, dolmuşta, okulda, hatta sitenin bahçesinde.
O beni ne kadar iyi tanıyordu bilmiyorum ama bu kadar sık karşılaşmamız beni işkillendirdi. Hep şüphe içindeydim ama dairemin kapısına kadar geldiğinde işin boyutu hepten değişti. Evde beni gafil avlamak gibi bir tutum içine girdiğinde bu cinayet artık kaçınılmaz olmuştu.
Elbette ben de bu duruma düşmek istemezdim. Kim ister ki böyle bir damgayla yaşamak? Ama beni evimin kapısında bekleyen bu uyur yılanla başka nasıl baş edebilirdim ki. En sonunda daha fazla beklememeye ve hayatımı gereksiz yere tehlikeye atmamaya karar verdim.
Şimdi artık bir numaralı soruya dönebiliriz. Kurban kim? Dediğim gibi çok sinsi. Göremezsiniz onu. Sizi ele geçirdiğinde hissedebilirsiniz varlığını. Kokusunu da alamazsınız, yoktur çünkü. Size onu nasıl öldürdüğümü anlatırsam anlayabilirsiniz ancak kim olduğunu.
Kapıma kadar geldiği o günü dün gibi hatırlıyorum. Eve bir arkadaşımla birlikte gelmiştik. Oradan buradan konuşup bir kahve içtik. Sohbeti iyice koyulaştırmıştık ki ne olduysa arkadaşımın ateşi çıktı birden bire. Bir ateş düşürücü verdim, kendini daha iyi hissettiğinde hemen evine uğurladım. Biraz alelacele gönderdim arkadaşımı, belki ayıp olmuştur ama ne yapabilirdim ki? Bu melun artık evime kadar gelmişti. Peşimdeydi. Beni de öldürecekti.
Eğer bir gün benim hayatıma da kastedecek olursa kendimi nasıl savunabileceğimi düşünmüştüm zaten ama yine de elimin altındaki seçenekleri bir kez daha gözden geçirdim. Arap sabunu, kolonya, çamaşır suyu. Hepsi iş görür ama çamaşır suyuna zaten alışık olduğum için onu seçtim. Hemen eldivenlerimi giydim, temizliğe başladım. Çamaşır suyu dolu leğenin içinde ıslattığım bezle her yeri sildim. En son kapı kollarını temizledim, işini bitirdim, geride hiç iz bırakmadım.