Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

Into The Night Dizisi – Spoiler İçermez

Diğer Yazılar

Kerem Kaş
Kerem Kaş
1978 yılının güzel bir Mayıs sabahı dünyaya gözlerini açan Kerem KAŞ İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi mezunudur. 2019 Mayıs ayı sonunda ilk polisiye romanı "İNTİKAM" AZ Yayınevi tarafından basıldı. İlk hikayelerini 13 yaşından itibaren yazmaya başlayan yazar kendi branşı dışında çeşitli sinema filmlerinde yardımcı oyunculuk, özel bir radyoya skeç yazarlığı yaptı.

Öncelikle şunu söyleyeyim, bu yazıda dizi ile ilgili herhangi bir spoiler vermedim; onun için diziyi izlemediyseniz bile okumanızda hiç bir mahzur yoktur.

Netflix’in Belçika yapımı yeni dizisi “Into The Night” oldukça ses getiren bir yapım olarak dizi filmler dünyasında yerini aldı ve sanırım şimdiden ikinci hatta üçüncü sezonları çekmeyi de garantiledi. Dizinin ilk bölümü 1 Mayıs 2020 tarihinde yayımlandı. Birinci sezon, ortalama kırk dakika süren altı bölümden oluşuyor. Bir akşam, yanınıza patlamış mısırlarınızı ve içeceğinizi alarak dizinin tamamını izleyebilirsiniz. Zaten büyük ihtimalle dizi sizi saracak ve altı bölümü su gibi izleyip bitireceksiniz.

Daha önce Hakan Muhafız, Atiye gibi yapımlarda imzası olan ekibin yine Netflix için yaptığı bu dizinin hikâyesi, Polonyalı bir yazar olan Jacek Dukaj’ın bir kitabından esinlenerek oluşturulmuş. Ben bu kitabı okumadım, bir şey diyemem ama bu dizideki hikayeyi başka bir kitaba benzettiğimi belirtmeliyim. Yazının sonunda bu kitabı açıklayacağım.

Dizinin konusuna gelirsek; tipik bir hayatta kalma savaşı olarak özetleyebiliriz. Uçağa doluşan ve bir yolculuğa hazırlanan bir grup insanın doğa ile mücadelesi anlatılıyor. Spoiler vermemek adına dizinin konusundan çok bahsetmek istemiyorum; yine de şu kadarını söyleyeyim:  Hikaye, İtalyan bir NATO askerinin son anda bindiği bir yolcu uçağını kaçırmasıyla başlıyor. İtalyan asker, yardımcı pilotu silahla tehdit ederek rotayı Moskova’ya değil batıya çevirmesini ister. Önce silahlı tehdit altında olduklarından yardımcı pilot ve diğer yolcular bunu kabul etmek zorunda kalırlar ancak daha sonra İtalyan askerin açıklamalarına inanırlar ve hep birlikte bir mücadele başlar.

Birinci sezonun geneli uçakta geçiyor ama ikinci sezonda dizi, farklı bir mekânda devam edecek gibi duruyor. Uçakta çeşitli ırklardan ve milletlerden bir sürü yolcu vardır ve ortak amaçları Moskova’ya gidebilmektir. Bu sebeple Brüksel’den uçağa binmişlerdir. Bunların arasında ana pilot olmadığından uçağı uçurmakla görevli yardımcı pilot, çocuğunu Moskova’da yapılacak ameliyatına yetiştirmeye çalışan Rus bir anne, intihar etmek niyetiyle uçağa binmiş Belçikalı bir kadın, Türk bir iş adamı, Rusya’ya bir kadınla buluşmaya gittiğini sanan dindar olduğunu iddia eden bir adam, youtuber bir genç kadın, bir arızayı onarmak için uçağa binen ve inemeyen Osman adında Faslı bir Arap, patronu ölen siyahî bir hemşire, Polonyalı Yahudi uçak teknisyeni ve son anda uçağa binerek herkesi uyaran İtalyan bir NATO askeri gibi değişik sınıflardan değişik karakterler var. Zaten dizinin bu kadar sevilmesinin bir nedeni de sanırım bu her milletten değişik insanların bir arada olması. Bu bakımdan ben bu diziyi “Lost” dizisine benzettim biraz. Nitekim o dizide de bir sürü değişik sınıflardan insanlar vardı.

Dizi boyunca, bu karakterlerin bir yandan hayatta kalmak için çabalamalarına, bir yandan da aralarındaki liderlik ve kendilerini kanıtlama savaşlarına tanık oluyoruz. Birbirinden daha ilk görüşte elektrik alamayan tipler, birbirlerine menfaat için yakın duran ve birlikte hareket etmeye çalışan karakterler, yolun ortasında taraf değiştirenler gibi ülkelerin yıllardır diplomasi adını vererek yaptıkları oyunların, bir uçak içindeki insanlara indirgenmiş hali bu aslında. Uçaktaki her yolcu bir ülkeyi veya milleti temsil ediyor gibi duruyor. Tabii bu benim bakış açım. Senaristler sadece diziye renk katsın diye böyle bir insan çeşitliliğini diziye eklemiş de olabilirler.

Bu arada, biz Türkler için diziyi çekici kılan bir unsurdan da bahsetmeden geçmek olmaz.

Dizinin önemli karakterlerinden Türk  iş adamını canlandıran Mehmet Kurtuluş’u, belki de bu dizi öncesinde pek fazla kişi tanımıyordu. Muhafız’da birinci sezonda bir rolü vardı; Muhteşem Yüzyıl ve Kösem dizilerinde de kısa rollerde oynamıştı. Onun haricinde pek hatırlayan çıkmayacaktır. Aslında Mehmet Kurtuluş kariyerli ve iyi bir oyuncu. Çoğu yabancı kaynaklı birçok dizide ve filmde rol aldı. Into The Night dizisinde ise, onu, feleğin çemberinden geçmiş, Belçika’da yaşayan bir işadamı olduğunu iddia eden, biraz sert ve karizmatik bir Türk olarak izliyoruz.

Dizide bazı milletleri rencide edebilecek diyaloglar da var ama bunların, kimseyi fazla rahatsız etmeden, hikayeye renk katsın diye konmuş olduğuna düşünüyorum. Mesela, İtalyan askerle Türk Ayaz karakteri arasında dizinin sonuna kadar uzayan bir çekişme var. İtalyan asker bazı yerlerde Türkleri aşağılayan ifadeler kullanıyor. Mehmet Kurtuluş’un canlandırdığı Türk karakter “Ayaz” da ona cevap veriyor tabii. Ayrıca iki adam da birbirlerinden hoşlanmadıklarını saklamıyorlar ve aralarında bir liderlik savaşı yaşanıyor. Bunun gibi şeyler, bana göre yerinde ve diziyi güzelleştiren unsurlardan biri olmuş.

Şimdi gelelim diziyi nereden hatırladığım kısmına…

Siz de benim gibi Stephen King seviyorsanız ve bu diziyi izlediyseniz, aklınıza King’in 1980’lerde yazdığı “Gece Yarısını İki Geçe” adlı romanı gelmiştir eminim. Çünkü King’in o kitapta anlattığı hikaye bu dizinin konusuna çok yakın. Hatta bazı yerleri (yiyeceklerin tadını yitirmesi, yakıtın işlevinin azalması gibi) kitapla tıpatıp aynı. Tabii King’in romanında, insanlar başka bir tehlikeyle mücadeleye girişiyorlardı. Olaylar tam olarak dizide anlatıldığı gibi değildi. Yine de diziyle roman arasında çok büyük benzerlikler var.

Önceki İçerik
Sonraki İçerik

En Son Yazılar

EDİTÖRDEN

SUÇÜSTÜ

GECE YOLCUSU